Sana ve Ümmetine Öyle Bir Farz Vereceğim ki…

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Sana ve Ümmetine Öyle Bir Farz Vereceğim ki…

"Bu ne anlama geliyor, Ey Rabbim " dedim. Aziz ve Celil olan Rabbim bana şöyle seslendi:
Sana ve Ümmetine Öyle Bir Farz Vereceğim ki…
Sana ve Ümmetine Öyle Bir Farz Vereceğim ki…
-Peygamberliğin hakkı için ey Muhammed, sana ve ümmetine bir farz emredeceğim ki, kim onu ifa ederse cennete girer. Kim de ondan uzak kalırsa, onun affedilip edilmemesi Bana kalmıştır. Dilersem affederim, dilersem etmem!

-Sana ve ümmetine elli vakit namaz emrediyorum.


-“Duydum ve itaat ettim”, deyip Dergâh-ı ilahiden inmeye başladım.

Hak Celle ve Alâ Hazretleri bana salat ve selam okuyordu. İnmeye devam ettim.

Musa ibni İmran'ın (Hz. Musa aleyhi’s-selam) yanına varıncaya kadar hiç durmadım.

Kardeşim Musa beni görünce ayağa kalktı. Bana:

-Merhaba ey Sadık, ey Allah'ın sevgilisi! Rabbinin katından mı geliyorsun, diye sordu:

-Evet, dedim. Musa (as):

-Sana ne verdi?

-Bana, razı olmam için ne gerekiyorsa onu verdi. Musa:

-Ümmetine ne verdi?

-Onlara da onların razı olması için ne gerekiyorsa onu verdi. Bir de günde elli vakit namazı farz kıldı. Musa:

-Hemen Rabbine dön ve bunu hafifletmesini iste. Çünkü senin ümmetin Ahir Zaman ümmetidir. Onlar bedenen zayıftır ve ömürleri de kısa olur. Elli vakit namazı kılmaya güç yetiremezler. Rabbine dön, bu yükü onlardan hafifletsin!

-Ey kardeşim Musa, ben bu hicap perdelerini nasıl aralarım da O’ndan bunu isterim. Buna yüzüm varmaz. Hem bu kadar mertebeleri tekrar nasıl geçeyim, dedim.

Musa:

-Yeniden O'nun katına yükselmene gerek, yok. Cenab-ı Hakka buradan da yakarıp isteye bilirsin. Çünkü her yerde hazır ve nazır, her dua edene karşılık vericidir O (cc)!

Dile Benden Ne Dilersen!


0 esnada yücelerin yücesinden bir nida duyuldu:

-Dile benden ne dilersen, sana istediğini vereceğim!

Bundan cesaret alarak , “Ya Rabbi" dedim, "benim ümmetim çok zayıf, elli vakit namaz kılamaz"

Bunun üzerine Rabbim "Elliden beşini düşürdüm" buyurdu. Musa, “Ümmetimin buna da güç yetiremeyeceğini, yeniden Rabbime müracaat edip (bu yükü) hafifletmesini istememi söyledi.

Ben de yeniden Rabbime müracaat ettim ve Rabbim beş vakit daha indirdi.

Her seferinde kardeşim Musa, "ümmetin buna güç yetiremez" diyordu.

Nihayet, Rabbim, elli vakit namazı beş vakit namaza indirdi.

Kardeşim Musa bunu da fazla gördü ve "ümmetin buna güç yetiremez, Rabbine müracaat et, azaltsın" dedi yine ama ben "Artık, Rabbim'den daha da azaltmasını istemekten utanırım" dedim.

Bu esnada Rabbim, “Ey Muhammed, artık yeryüzüne dönebilirsin. Ümmetine beş vakit namazı farz kıldım. Amel olarak beş vakit namazı, mizan olarak elli vakte denk yaptım. Her bir namazı on vakit olarak kabul edeceğim. Bundan böyle de ümmetinin her hayrını on hayır, fakat günahını tek günah olarak yazacağım” diye nida etti.

Ve Cennet!


Peygamber Efendimiz şöyle buyurdu:

Sonra kardeşim Musa ile vedalaştım ve ondan ayrıldım. Nihayet Cebrail'in yanına vardım, o hala bıraktığım yerde idi. Bir santim ne ileri ne geri gitmişti. Beni görünce kalkıp yaklaştı ve boynuma sarıldı:

-Merhaba ey Rabbü’l-Âlemîn’in sevgilisi! Rabbin tarafından sana ne verildi, diye sordu. Ona:

-Rabbim bana büyük üstünlükler, faziletler verdi, bana ihsanda bulundu beni şerefli kıldı. Kevser'i bahşetti, ve bol bol ikramda bulundu. Bunun üzerine Cebrail:

-Anlıyorum ki Allah Teâlâ seni yaratılmışların en kerimi kılmış, dedi.

Sonra elimden tuttu ve yürümeye başladık. Cennete varıncaya kadar da elimi bırakmadı.

Bir de baktım karşımda azametli bir melek durmuyor mu?

Son derece güzel bir görünümü vardı. Yüzü ak paktı; adeta yüzünden nurlar saçılıyordu. Bir taht üzerine oturmuştu. Taht ‘nur'dandı. Tahtın üzerinde yumuşak ipek ve atlastan bir örtü vardı.

Cebrail'e onun kim olduğunu sordum. Şöyle dedi:

- Cennet bekçilerinin başıdır. (Cennet Rıdvan’ıdır)

Ona yaklaştım ve selam verdim. Ayağa kalkıp beni tebessümle karşıladı. Selamıma icabet etti. Beni kendisine doğru çekip kucakladı, musafaha yaptık. Beni şöyle karşıladı:

- Hoş geldin, merhaba ey öğütçü (nasih/ peygamber, ey Salih peygamber hoş geldin. Cebrail ona şöyle sesleneli:

- Ey Rıdvan, Habibullah’ın elini tut ve ona cenneti gezdir. 0 cenneti ki, Allahu Teâlâ, onu, O'nun için ve onun ümmeti için hazırladı.

Rıdvan elimden tutup beni cennete girdirdi. Etrafa dikkatle baktım. Arzı (sathı) beyaz gümüş gibi parlıyordu. Kumları iü'lü' ve mercandandı. Toprağı misktendi. Otları za'feran (hoş kokulu bir ot)dı. Ağaçlarının bir yaprağı gümüş, bir yaprağı altındandı. Meyveleri ise yıldızlar gibi parlıyordu. Arş onun çatısı,, rahmet onun iç dokusuydu. Serapa rahmetle doluydu. Sakinleri ise meleklerdi. Acıyan merhamet eden (Rahman) onun mücaviri (komşusu)ydi.

Rıdvan’la kol Kola, onun ağaçları arasında dolaştık. Orda gördüğüm şey sürurdu, kaynayıp taşan pınarlardı, el değmemiş gönül çeken hurilerdi, başı yükseklerde kaybolmuş saraylardı, yüzleri ay gibi parlayan çocuklardı (Vildan), hizmetçilerdi, hürmetti, ikramdı, inamdı, nimetlerdi, makamlardı, saadetler ve esenliklerdi, sonsuz ve sürekli sevinç ve göz aydınlığıydı. Ve Meliku’l-Allam’ın (her şeyi hakkıyla bilen Allah’ın) yakınında sürekli ferahlıktı…

Beyaz İnciden Bir Kubbe…


Orada, beyaz inciden bir kubbe gördüm. Boşlukta duruyordu. Onu havada tutan ne bir askı, ne bir direk vardı.

Bu kubbenin, her biri kırmızı altından bin kapısı vardı. Her kapıda bin hizmetçi bulunuyordu. Kubbenin içinde bin tane saray gibi ev gördüm. Her bir evde bin oda vardı. Her bir odada bin kanepe ve her kanepede atlastan bin döşek vardı. Yataklar arasından dereler akıyordu. Her bir yatakta bir huri vardı. Onlar öyle güzel öyle güzeldiler ki, bakışları hayrette, akılları dehşette bırakırdı. Bütün bunlara taaccüp ettim( şaşırdım).

O anda, yücelerin yücesinden bir nida duydum. "Şaşırdın mı ey Muhammed?" diyordu. "Şimdi Kubbenin sadrına (ortasına) bak, asıl şaşkınlığı o zaman görürsün!

Bakışlarımı o tarafa çevirdim. Öyle ki şaşkınlıktan kalakaldım!

Bir de ne göreyim. Yeşil zümrütten yapılmış muhteşem bir kubbe karşımda duruyor! İçinde beyaz amberden yapılmış, inci ve tüirlü mücevherlerle süslenmiş bir kanepe vardı. Üzerinde de bir kadın oturuyordu.

O kadın (cariye) bir ziynet gibi parlak, iri gözlü, serapa naz ve işve ve saçları sim siyahtı. Güzelliği ve parlaklığı karşısında güneş ve ay sönük kalırdı.

Güneşin ve ayın parlaklığı nerdo onun güzelliği nerde! Kıyas Dile kabul etmezdi. Ayaklarından dizlerine kadar olan kısmı beyaz kafurdan, dizlerinden göğsüne kadar olan kısmı sarı miskten yaratılmıştı. Bin altı yüz tel saçı varda. Eğer o dilber yer yüzüne inseydi şark ve garp onun şavkıyla parıl parıl olurdu. Şayet tükürüğünden bir damla denize düşseydi, bütün okyanuslar tatlı suya dönerdi. Cebrail’e sordum:

-Ey Cebrail kardeş, bütün bu nimetler bu muhteşem ihsan ve bağış kim içindir? Bana şu cevabı verdi:

-Bütün bunlar, "Eşhedü en lâ ilahe illallah ve eşhedü enne Muhammeden rasulullah" diyerek can veren müminler içindir.

Ve Sütten Ve Şaraptan ve Baldan Yedi Irmak…


Peygamberimiz devamla şöyle buyurdu:

Orada büyük nimetler, sonsuz mülkler gördüm. Yedi nehir vardı ki biri su, biri süt, biri şarap, biri bal, biri Selsebil biri Rahik (bir tür kokulu şarap), biri Tesnîm, biri Kevser’dendi.

İndiğim, geçtiğim hiç bir sema yoktu ki onda bulunanların tamamı "La ilaha illallah Muhammeden Rasulullah” demesin!

Dünya semasına yeniden geldiğimde gece bıraktığım gibiydi. Sanki bir saniye bile geçmemişti. Allah'ın şerefli kıldığı Burak'a bindim ve Allah’ın şerefli kılıp yücelttiği Mekke'ye geldim. Burak’tan indim. Cebrail ile vedalaştık. Bana şöyle dedi:

-Ey Muhammed, yarın uyanınca Mekke halkına bunu beyan et. Gördüğün tecellileri ve acayiplikleri anlat. Bu gecede yaşadıklarını dile getir. Onları Allah’ın rahmetiyle müdele!

Cebrail'e "Beni yalanlayacaklar diye korkuyorum" dedim.

Cebrail, "Seni herkes yalanlasa da Ebu Bekir tasdik eder. Eğer o tasdik ederse, diğerlerinin yalanlamasına aldırma" dedi.

Sonra yatağa girip sabah namazı vaktine kadar uyudum. Sonra kalkıp sabah namazını kıldım.

Namaz kıldıktan sonra Mescid’in (Ka’be’nin) kapısına çıktım. Habis ruhlu Ebu Cehil de oradaydı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
 
Üst Alt