A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂDETLE İLGİLİ NADİR KONULAR

Çocuk emzirmekte olan kadının, iddet beklemesi halinde âdet görmedikçe iddeti bitmiş olmaz Böyle olan kadın ilaç alır ve âdet günlerinde bir sarılık görülse bu âdet kanıdır, onunla iddeti sona ermiş olabilir
Bekâr kızın sadece âdet gördüğü günlerde, bekârlığı bozulmuş olan kadının ise her zaman fercinin ağzına pamuk koyması (tampon uygulaması) güzel bir davranış (müstehap)'tır (Yalnız pamuğu iç ferce kadar sokmak dinen de, tıbben de sakıncalıdır)
Bekârlığı bozulanın âdet günlerinde kullanması sünnet, temiz günleride kullanması ise müstehaptır diyenler de vardır Çünkü o, bakire kadar kendisinden emin değildir Böyle davranmakla özellikle namaz için ihtiyatlı davranmış olur
Ancak hem bâkire, hem de bekârlığı bozulan, pamuk koymadan namaz kılsalar da caizdir (olur)
Pamuk veya bez kullanan kadının, kullandığı pamuğu veya bezi güzel kokularla kokulandırmak suretiyle kandan doğacak kötü kokuları gidermesi sünnettir
Bundan; âdetli günlerinde vücudunun salgıladığı ağır kokulu maddeleri gidermek için sık sık yıkanmasından ve mahremi olmayanların duyamayacağı şekilde güzel kokular sürünmesinin de müstehap (dince hoş) olduğu anlaşılır
Kullandığı pamuk ya da bezin tamamını iç ferce koyması mekruhtur, çünkü bu eliyle tatmine benzer
Hünsa'dan (erdisi, erselik) kan gelmesi halinde bakılır Eğer meni (ersuyu) da geliyorsa meniye itibar edilir ve erkek olduğuna karar verilir Çünkü meni başka şeylerle karışmaz
Hayız gören dokuz çeşit canlı vardır: Deve, sırtlan, tavşan, zehirli keler, yarasa, köpek, gelincik ve yılanın dişileri Ancak hayız (âdet) deyince, çeşitli hükümleri olan âdet akla gelir O da sadece kadının gördüğü hayızdır Diğerlerindeki hayız ise akmak anlamında hayızdır Çünkü "hayız" kelimesinin kök anlamı akmaktır
Özet Olarak Âdet ve Hükmü
Âdetle ilgili olarak buraya kadar söylediklerimizi, konunun genişçe açıklanması ve çok önemli meselelerde başvurulup, problem çözer gibi düşünülmesi gereken sunuşudur Konuyu genel çizgileriyle kavrayabilmek ve problemli meseleler olmadıkça kolayca uygulayabilmek için, ayrı bir özetini vermek yararlı olur Bu özetle hastalık kanının ve lohusalığın da belli başlı meseleleri anlaşılmış olacaktır
1 Âdet kanı sağlığın belirtisidir
2 Âdetin başlamayaşı dokuz, bitiş yaşı genellikle ellibeştir Buna göre dokuz yaşın altındakilerden gelen kan asla âdet kanı değildir, ellibeş yaşın üstündekilerden gelen kan sadece koyu ve siyah ise âdet kanıdır, diğer renklerde ise yine âdet kanı değildir
3 Onbeş yaşına gelen kadın, âdet görmese de ergin sayılır
4 Âdet kanının rengi çok çeşitli olabilir Âdeti göstermede en belirgini siyaha çalan kırmızı, en zayıfi da toprak rengidir
5 Âdetin en azı üç, en çoğu on gün sürer Bundan az ya da çok gelen kan hastalık kanıdır
6 Kireç beyazı ya da saf beyaz akıntı temizliğin göstergesidir
7 Temizliğin en azı onbeş gündür, en çoğunun sınırı yoktur
8 Iki ay üstüste aynı sayıda kan görmekle düzgün âdet oluşur ve arada bir ay fazla ya da eksik gelse yine düzgün âdetine itibar eder Eksiklik ya da fazlalık hesaba katılmaz
9 Âdet günleri içerisinde kanın akmadığı süreler de yine âdetli sayılır
10Âdetli kadın namazını ve orucunu terkeder, terkettiği orucu sonradan kaza eder, namazı ise kaza etmez
11Âdetli kadın, Kur'ân okuyamaz, camiye giremez, Kâbe'yi tavaf edemez, cima yapamaz
12Âdeti on günden az sürede sona eren kadın yıkanmadan ya da aradan bir namaz vakti geçmeden cima edemez On günde sona eren ise yıkanmadan da cima edebilir
13Âdetli ve lohusa, göbeği ile diz kapağı arasına çıplak olarak dokundurmadıktan sonra kocasıyla her türlü cinsel oynaşma yapabilir Normal insandır Onunla yenilir içilir, yatılır Tükrügü ve artığı pis değildir
14Bir hastalık sonucu sürekli kan gören kadın, âdetli ve temiz günlerini, sağlıklı zamanına göre ayarlar Âdeti ayın kaçında başlıyor ve kaç gün sürüyorsa her kameri ayın o gününü ve o süreyi âdetli, geri kalanını temiz kabul eder, ibâdet ve ilişkilerini ona göre ayarlar
15Sürekli kan gören kadın, âdetini kesin bilmiyorsa, kesine yakın bilgisine göre davranır Hiç bilmiyorsa ihtiyatli olana göre hareket eder Ve her ay altı gün âdetli,kalan günleri ise temiz sayar
16Âdetli kadın temizliğine dikkat etmeli ve ağır kokuları, güzel kokularla gidermelidir Bu müstehaptır

ÂDETLİ İKEN DİŞ DOLGUSU

Bu ve benzeri konuların araştırmaya dayalı etraflı cevabını daha önce verdiğimizden, burada üzerinde fazlaca durmayacağız Ancak su kadarla yetinecegiz:Rasûlüllah Efendimiz (sas) sırf güzellik için dişlerini seyrelten kadınlara lânet etmiş, ancak hastalıklarından ötürü tedavi olmamızı da emretmiştir Dişi doldurma, kaplama ya da takma sırf güzelleşmek için değil de, çürüyen ya da çıkan dişi tedavi etme, kısaca ihtiyaç için olursa, bunda abdestli, abdestsiz, temiz, âdetli olmak hiç bir şey değiştirmez Ancak âcil bir durum yoksa, her türlü şüphe ve tereddütlerden kurtulabilmek için bu tedaviyi temiz bir zamana denk getirmelidir


ÂDETLI İKEN NİKÂH KIYMAK
Nikâhın sahih, ya da geçerli olmasının şartlarında böyle bir şey yoktur Yani kadın, iddet bekliyor olması dışında hangi halde olursa olsun nikâhı sahîh ve geçerli olur Yani âdetli iken yapılan bir nikâh da sahîh ve geçerlidir Ancak sizin yörenizde böyle bir kabulleniş varsa, bu hüküm olarak yanlış olmakla beraber bir iyi niyete de işaret ediyor gibi görülüyor ki o da şudur: Evliliğe kadarki hayatlarını tertemiz geçiren karıkoca adaylarının zifaf geceleri önemlidir Çünkü zifaf gecesi genellikle nikâhın kıyıldığı günün akşamına rastlar O anda kadının âdetli olması, ya ömür boyu sürecek bir tiksintiye, ya yeni kurulan âilenin temellerine soğukluğun girmesine veya bu temellerin daha ilk günden bir haram ilişki üzerine kurulmasına sebep olabilir Dolayısı ile dügün, imkân elverdiğince kadının âdetli zamanına denk getirilmemelidir "Hayızlı iken nikâh olmaz" söylentisi de buradan çıkmış olabilir Yani bu sözün işaret ettiği bir gerçek vardır ama söz, hüküm olarak doğru değildir Doğru olmayınca mehrin geri verilip verilmemesiyle de ilgisi yoktur

ÂDETLİ İKEN VAAZ ETMEK
Görebildiğimiz kadarıyla fıkıh kitaplarımızda bunun mahzurlu olacağından sözedilmiyor Muharref de olsalar, Incil'e ve Tevrat'a, fıkıh, hadîs ve tefsir kitaplarınâ, Kur'ân-ı Kerîm'in başka dillerdeki meallerine dokunmanın mekruh olduğu anlatılıyor ama, okuma için bir şey denmiyor Mushafa abdestsiz dokunmak haram olmakla beraber, abdestsiz okumanın mahzuru olmadığı da biliniyor Buna göre; âdetli ya da lohusa bir kadının konuşmalarında ve verdiği derste âyet ve hadîs meali geçmesinde bir mahzur olmamalıdır (Allahu a'lem)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂDETLİ İLE İLGİLİ HÜKÜMLER
Âdetli ile Lohusa, birçok yönden birbirine benzedikleri için, ilgili hükümlerin çoğu da birbirinin aynıdır Meselâ âdetliyi ilgilendiren oniki hükümden sekizi aynı zamanda lohusayı da ilgilendirir Bir diğer deyişle şimdi sayacağımız bu sekiz hükümde her ikisi de ortaktır Hem Âdetliyi Hem de Lohusayı Ilgilendirenler
l Namaz:
Âdetlinin ve lohusanın namaz kılmaları ve secde yapmaları haramdır
Namaz ister farz, ister vacip, ister sünnet, ister nafile ve isterse geçmiş bir namazın kazası olsun Secde de ister Kur'ân-ı Kerîm'deki secde âyetlerinin okunması ve dinlenmesiyle yapılacak olan tilâvet (okuma) secdesi olsun,isterse şükür secdesi olsun Dolayısıyla âdetlinın ve lohusanın, her nasılsa, okudukları ya da duydukları secde âyetinden ötürü secde yapmaları gerekmez Çünkü kendilerinde bunun için gerekli olan ehliyet yoktur
Ancak namaz vakitleri girdiğinde bu durumda olan kadının abdest alıp evinin namaza ayırdığı köşesinde namaz kılacak kadar bir süre oturması ve tesbih ve hamd ile meşgul olması güzel (müstehap)'dır Böylece uzun süre ayrı kalacağı namaza karşı usanç duymamış olur Bir rivayette de böyle yapan kadına kıldığı en güzel bir namaz sevabı verilir, denir
Her vaktin, bir başlangıç tekbiri sığacak son anına itibar edilir Imam Azam'a göre başlangıç tekbiri(tahrîme) sadece "Allah" demekle olabilir Dolayısı ile son andan maksat, "Allah" diyebilecek kadar bir zaman dır
Yani herhangi bir vakitten bu kadar bir süre kaldığında kadın kan görse o vaktin namazı kendisinden düşerYine o kadar bir süre kaldığında kan kesilse, o vaktin namazını kaza etmesi gerekir
Namaz; kadın ister ilk âdet gören, isterse düzgün âdetli olsun, kanın ilk görüldüğü andan itibaren terkedilir On günü geçmedikçe, âdet günlerinin sayısını aşan kan ile de namaz terkedilir Yine âdet zamanı gelmeden fakat en az onbeş gün temiz kaldıktan sonra gelen kan ile de namazı bırakır Sonra bunların âdet kanı olmadığı anlaşılırsa bıraktığı namazları kaza eder
Bunun bir istisnâsı vardır oda; kalan temizlik günleri, âdet günlerine eklendiği takdirde on günü aşacak bir zamanda kan görmesi durumudur Meselâ, âdet günleri yedi, temizlik günleri yirmi gün olarak yerleşen bir kadın, onbeş gün temiz kaldıktan sonra kan görse yirmi güne kadar namazını kılması istenir Çünkü büyük ihtimalle bu kadın âdet günleri olan yedi günde de kan görecek ve o takdirde kan gördüğü günlerin sayısı oniki gün olmuş olacaktır Demek ki ilk beş günde gelen kan âdet kanı değildir
2 Oruç:
Âdetlinın ve lohusanın her türlü oruç tutmaları haramdır Ancak bu durumda tutmadıkları oruçlarını sonradan kaza ederler Hattâ oruçlu iken akşam olmadan az önce kan gelse o günün orucu bozulur ve onun da kazası gerekir
Bu oruç eğer farz ise, âdetle geçen farz oruçların kaza edilmeleri gerekli olduğu için, nafile ise, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerektirdigi için kaza edilir
Halbuki, namazda durum böyle değildir Kadın bu günlerdeki namazlarından sorumlu olmadığı için, daha önce de söylediğimiz gibi son anında kan gördüğü vaktin namazı üzerinden düştüğü gibi, başladığı farz namaz esnasında kan gelse o namaz da üzerinden düşer Ancak başladığı ve esnasında kan gördüğü namaz nafile ise, kan gelmekle bozulur ama, sonradan kaza edilmesi gerekir Çünkü az önce söylediğimiz gibi, nafileye başlamak onu bitirmeyi gerekli kılar
Yine adamak suretiyle kendisine namaz ya da oruç vâcip kıldığıiçin âdet görse, ya da lohusa olsa başka günde adağını yerine getirmesi gerekir
Ancak âdet gördüğüm gün oruç tutmak, ya da namaz kılmak Allah için üzerime borç olsun, demenin hiçbir anlamı yoktur Böyle demekle namazı ya da orucu kendisine borç etmiş olmaz
Kur'ân-ı Kerîm Okuma:
Âdetlinın ve Lohusanın, Kur'ân-ı Kerîm'den, bir âyetten az da olsa, okumaları haramdır Çünkü Hz Peygamberimiz: "âdetli kadın da cünüb de Kur'ân'dan birşey okumasın" buyurmuşlardır (Tirmizî, taharet98,111; Nesâî, taharet 170; Ibn Mâce, taharet 105; Darimî, vudû' 103)
Bu, Kur'ân-ı Kerîm'i, Kurân olarak okuma halindeki hükümdür Kur'an'dan olan sözlerle duâ, ya da zikir kastetmesi halinde, okuyacağı şeyler uzunca bir âyet kadar varsa hüküm yine aynıdır Ama, "bismillah", "elham-dülillah" gibi kısa ifadelerse bu caizdir Buna göre"bismillahir-Rahmânir-Rahîm" ve "elhamdü-lillâhi Rabbîl-alemin" gibi şeyleri söylemenin câiz olmaması gerekir, ancak duâ, bereket ve hayır kastiyla söylemenin bir sakıncası olmadığı çoklarınca söylenmiştir Hattâ sırf duâ kastıyla okuması halinde meselâ "Fâtiha"nin tamamını bile okumasında sakınca yoktur, diyenler de vardır Ancak duâ anlamına gelmeyen âyetleri duâ kastıyla okumak onları duâ yapmış olmayacağından, maksadı duâ etmek de olsa onları okuyamaz
Âdetli ya da Lohusa ve hattâ cünüp olan birisi Kurân öğreticisi ise her iki kelimeden birini atlamak suretiyle kesik kesik okur ve öğretir Bazılarına göre âyetin yarısını öğretir keser ve diğer âyetin yarısını öğretir ve böylece devam eder Bu durumdaki bir kadının Kur'ân-ı Kerîm'i, kelime aralarını ayırmak suretiyle, harf harf ya da kelime kelime heceleyerek okumasında sakınca yoktur bu mekruh değildir
Âdetlinın ve LohusanınTevrat'i, Incil'i ve Zebur'u okuması da mekruhtur Çünkü bunlar da aslında Allah'ın sözü idiler Insanlar bunları sonradan bozdu, ancak içlerinde asıllarından bazı parçaların bulunması muhtemeldirBundan; hem hükmü hem de okunuşu neshedilen(kaldırılan) Kur'ân âyetlerini okumanın da en azından mekruh olduğu anlaşılır
Sadece ağzı yıkamak Kur'ân okumayı helâl kılmaz Nitekim sadece elleri yıkamak da dokunmayı helal kılmaz
Kunut duâlarını, diğer zikir ve duâları okuması, ezanı dinlerken müezzine katılması ve Mushafa bakması da mekruh (nahoş) değildir
Kur'ân'a Dokunma:
Tam bir âyetin yazılı olduğu şeye âdetlinın ve Lohusanın dokunması da haramdır Dolayısıyla bir âyetten kısa bir Kur'ân parçasına dokunması mekruh (nahoş) değildir Ancak bir âyetten az da olsa dokunamaz, diyenler de vardır Bu Kur'ân parçasının; meselâ bir parada ya da bir tabloda olması halinde de durum aynıdır
Abdest organları dışındaki bir organla dokunması halinde de en sağlam görüşe göre, yine haram işlemiş olur
Tefsir, Hadîs ve Fıkıh gibi şeriat kitaplarına dokunması da haramdır Çünkü bunlarda Kur'ân âyetleri bulunmaması mümkün değildir
Bu ifade açıklamalı nahiv (arapça gramer) kitaplarına da dokunamayacağını anlatır Ancak Imam Azam'a göre hem nahiv kitaplarına hem de Hadîs ve Fıkıh kitaplarına dokunmak, bu ilimleri öğrenmekte olanlar için haram değildir Arkadaşı olan diğer iki Imam ise aksi görüştedirler Ne var ki, bu durumda bu kitapları tutmak isteyenler de ta'zim ve hürmet göstermek zorundadırlar ve bunu elbiselerinin yenleriyle tutarak değil, her abdestleri kaçtığında yeniden abdest alarak yapmalıdırlar
Dokunma konusunda Kur'ân'ın yazılı kısmı ile yapraklarının boş bulunan beyaz kısmı ve Mushafa bitişik olan cildi eşittirBu hüküm sadece Kur'ân-ı Kerîm'e aittir Tabloda, parada, duvarda, tefsir ve hadis kitaplarında ise dokunmanın haram olduğu yer sadece Kur'ân âyetinin yazılı olduğu yerdir, bunun dışındaki yerlerine dokunması haram değildir
Kur'ân-ı Kerîm'e, ondan ayrı bir şeyle Meselâ ona bitiştirilmemiş bir ciltle ya da elbisenin yeniyle dokunması caizdir Ancak elbisenin yeniyle dokunmasının mekruh (nahoş) olduğunu söyleyenler de vardır Çünkü Kur'ân'a bitişik cilt ondan sayıldığı gibi, insanın üzerindeki elbisesi de kendisinden sayılır, demişlerdir
Zikir ve duâ mecmualarını tutmak caiz ise de hoş değildir, tutmamak daha iyidir
Âdetli ve Lohusa olan kadın Kur'ân-ı Kerîm'i ve içinde Kur'ân âyetleri bulunan yazı parçalarını, okumadan yazacak olsa dahi yazamaz Ancak okumadan yazabileceğini söyleyenler de vardır Çünkü kalem Kur'ân dan ayrı bir araçtır, nasıl Kur'ân-ı Kerîm, kendisinden ayrı bir şeyle tutulabiliyorsa, bu durumdaki kalemle de yazılabilir, demişlerdir ki, bunun kıyasa daha uygun olduğu söylenmiştir Yeter ki, eliyle dokunmus olmasın
Sadece ellerin yıkanması dokunmayı helal kılmaz (Bak Md76)
Kur'ân-ı Kerîm'in yabancı dillerle yapılmış tercümelerine el sürmek de mekruhtur
Küçük çocuklara, abdestleri olmasa bile, Kur'ân-ı Kerîm'i vermekte bir sakınca yoktur Ancak mümeyyiz olanlarına, Kur'ân-ı Kerîm'e ta'zimi, yani saygıyı öğretmek için abdest aldırmak güzel bir davranıştır
Mescide Girme:
Bu durumdaki kadının, beklemeksizin geçmek şeklinde de olsa mescide girmesi haramdır Mescidlerin üzeri de mescid hükmündedirAncak yırtıcı bir hayvandan, hırsızdan, soğuktan, susuzluktan korkmak gibi bir zorunluluk (zaruret) bulunması durumu müstesnadır Böyle durumlarda da mümkünse teyemmüm yaparak girmesi daha güzel olur
Bayram ve cenaze namazlarının kılındığı açık alanlardan geçmesinde bir sakınca yoktur Çünkü bunlar mescid hükmünde değildir
Mezarları ziyaret etmesi de caizdir
Tavaf Yapma:
Âdetlinın ve lohusa kadının Kâbe'yi tavaf etmeleri de haramdır Bu durumda iken tavaf yapmışsâ tavafi geçerlidir (sahih), ancak bir hatâ ve bir günah işlemiştir,bu yüzden büyük başlardan bir ceza kurbanı kesmesi gerekir Tavafın, mescidin içinde yapılmasıyla dışında yapılması arasında fark yoktur
Cinsel Ilişki:
Âdetli ve Lohusa kadına cima ve arada bir engel olmaksızın göbeğiyle diz kapağı arasından yararlanma, şehvetle olmasa dahi, haramdır Bu bölgenin dışından ve engel varken bu bölgeden yararlanmak ise helâldir Yani âdetli ya da lohusa karısıyla yatmanın da, onu öpmenin de ve cinsel tatmin konusunda göbeğiyle diz kapağı arası dışından çıplak olarak dahi yararlanmasında, hanımının meselâ elleriyle tatmin olmasında sakınca yoktur
Dizkapağı ile göbek arasından çıplak yararlanmamak "azimet" ve müstehap, cima olmaksızın yararlanmak ise ruhsattır Ümmete, onun da çok mahzurlu olmadığını öğretmek için böyle buyrulmuştur Yoksa: "Örtü üzerinden yararlanabilirsiniz, ama onu da yapmamak daha iyidir" rivayeti de vardır, diye izah edenler de olmuştur Yani koca hayızlı karısından, dizkapağı ile göbek arası örtülü iken ittifakla yararlanabilir Ama dizkapağı ile göbek arasını örtü varken dahi terkeden en iyisini yapmış olur Cimadan korunduktan sonra çıplak yararlanan da çok kötü bir şey yapmış olmaz Ancak kendisini tehlikeye atmış olur (bk Müslim, hayz T6; Nesâî, taharet 180; Ibn Mâce, taharet 124; Darimî, vudû' 117)
Imam Muhammed'le beraber bir kısım Islâm âlimlerine göre ise; ön ve arkayı kullanmamak şartıyla göbekle diz kapağı arasıyla tenleşmek (mubaşeret) de helaldir Çünkü Hz Enes'in (ra) rivayet ettiği bir hadiste: "Her şeyi yapın, yalnız cima (çiftleşme) müstesna" (bk Hatttâbî, Ebû Dâvûd I/154) denilmektedir Ancak bunun, nefsinden emin olanlar için olduğunu söyleyenler de vardır Yani Imam Muhammed'e göre erkek âdetli ve lohusa karısıyla idhal (girdirme) dışında her türlü cinsel davranışta bulunabilir ve birbirinden yararlanabilirler Ancak bu çoğunluğun (cumhur) benimsemediği bir görüştür
Bu konudaki haramlık, sırf kadının haber vermesiyle gerçekleşmiş olur
Bu, kadının iffetli olması, erkeğin de onun doğru söyledigine iyice kanaat getirmesi halinde böyledir Yok, eğer kadın ahlâkı bozuk ve genellikle yalan söyleyen birisi olur, erkek de doğru söylediğine iyice kanaat getirmezse, sırf kadının sözlü haberi kabul edilmez
Her iki taraf da istekli olarak cima ederlerse, ikiside günahkâr olur, tevbe etmeleri ve bağışlanma dileğinde bulunmaları gerekir Ayrıca cima âdetin başında olmuşsa bir dinar, ortasında ve sonunda olmuşsa yarım dinar tutarında sadaka verir
Bir taraf istekle, diğer taraf zorlanarak cima ederlerse, sadece zorlayan günahkâr olur
Cima ettiklerinde gelmekte olan kan kırmızı ise bir dinar sarı ise yarım dinar sadaka verir de denmiştir Çünkü Ebu Dâvud ve Hakim'de bu görüşü destekleyen bir hadis vardır (Tirmizî, taharet 102; Ebu Davud, taharet 105; nikâh 45; Nesâî, taharet 181)
Vereceği sadakanın harcama yeri, zekâtın verileceği kimselerdir
Âdetli ve Lohusa kadınla cima etmeyi ve dübürden (arkadan) yaklaşmayı helal sayanın kâfir olacağını söyleyenler de vardır, ancak bunlar "başka şey için haram" olduklarından helâl sayan kâfir olmazsa da büyük günah işlemiş olur
Burada anlatmak istediğimiz, kocanın âdetli hanımıyla nasıl ve hangi ölçüde cinsel ilişkide bulunabileceği meselesidir
Yıkanma (Gusul, boy abdesti):
Âdetlinin âdeti, Lohusanın da Lohusalığı sona erdiğinde, mümkünse yıkanmaları, değilse teyemmüm yapmaları gereklidirBuraya kadar anlattığımız sekiz madde, âdetli için de Lohusa için de geçerlidir Bundan sonra sayacaklarımız ise sadece âdetliyi ilgilendirir
Sadece Âdetliyi Ilgilendirenler
1 "Iddet"in Âdetle Ilişkili Olması:

"Iddet": Boşandığı erkekten hamile olup olmadığını anlamak, böylece nesillerin birbirine karışmasını önlemek ve birisinin ekinini diğerine sulatmamak için, boşanan kadının evlenmeksizin belli süre beklemesidir "Iddet"in kelime anlamı sayı ve süre demektir Çünkü kadın bu kısıtlı günlerini sayar ve bu süreyi doldurmayı bekler

Boşamadan doğacak iddetin başlangıcı, boşamanın ardı, ölümden doğacak iddetin başlangıcı da ölümün ardıdır Iddet, bu andan itibaren süresi dolunca sona erer, kadının bunu bilmesi şart değildir Fasit nikâhtan doğacak iddetin başlangıcı ise ayrılmaları ya da kocanın artık cima etmeme kararına varmasının ardıdır
Iddet beklemek olan kadına evlilik teklifinde bulunulmaz, ancak üstü kapalı ifadelerle çıtlatılabilir
Sağlam bir nikâhla nikâhlı iken kocası ölen, yada kocası kendisini kesin (bâin) talakla boşayan kadının; ergin ve müslüman ise, iddeti süresince süslenmeme anlamında yas tutması, yani kokulanma, sürünme ve süslenmeyi terketmesi gerekir
Bu, Hz Peygamber'in (sas) emridir Böylelikle kadın evlenmesi haram olan süre içerisinde kendisini bu harama itebilecek yollardân birini kapamış ve nikâh hikmetinin kadrini iyice kavramış olur
Kesin talakla boşanan kadın iddeti süresince evinden gece ve gündüz çıkamaz Ölümden ötürü iddet bekleyen ise gündüz çıkar, gecenin bir kısmında da çıkabılir ama yine evinde geceler
2 "Istibra" :
Istibrada âdetle ilgilidir ve cariyede sözkonusudur Satınaldığı cariyenin hamile olması halinde onunla cima etmemek için belli bir süre beklemekten ibarettir
Günümüzde cariyelik sözkonusu olamayacağı için bu konu üzerinde fazla durulmayacaktır
3 Erginlik (Bülug):
Erginlik âdet görmekle sabitleşmiş olur Lohusalıkla bu bakımdan ilgisi yoktur Çünkü lohusalık olmadan da gebe kalma kabiliyeti edinmekle ergin olunur Bu da âdet görmekle anlaşılır
Boşama (Talak):
Sünnet olan boşamada âdete itibar edilir Şöyle ki: Her nasılsa karısını birden çok talakla ve sünnete uygun olarak boşamak isteyen koca, her iki boşamanın arasını bir âdetle açar ve üç boşama hakkını böyle tamamlar
Bu boşamaların arasını Lohusalıkla ayırmak düşünülemez, çünkü daha önce de gördüğümüz gibi, çocuğunu doğurmakla kadının iddeti zaten bitmiş olur Bid'at olan boşama ise karısını âdetli iken boşamaktir Lohusa iken boşamanın da bid'at olduğu söylenmiştir
Âdete özel durumlardan biri de, keffaret orucu tutarken görülen âdetin, keffaretin peşpeşe olma özelliğini bozmaması, bir diğeri de en azı üç, en çoğu on gün olmasıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂDETLİ İLE SEVİŞME
Hanımı âdetli iken erkek onunla sevişip kendini tatmin edebilir mi? Bunun günahı var mıdır? Âdetli karısının dizkapağı-göbek arasına dokunmadıktan sonra, onunla her türlü cinsel oynaşma yapabilir Karısının eliyle, ya da vücudunun başka yerleriyle tatmin olabilir ve diz kapağı - göbek arasından da örtü varken yararlanabilir Bunda hiç bir sakınca olmadığı gibi, hem kendini boşaltıp haramdan koruduğu, hem de âdetli iken bir bakıma hasta olan ve yalnızlık hissedebilmesi muhtemel bulunan eşiyle ilgilendigi için bu sevap ve yapılması gereken bir davranıştır Efendimizin, bütün hanımlarına, onlar hayızlı iken bu şekilde yaklaştığı rivayet edilmiştir Hatta bazılarına göre âdetli hanımıyla cima dışında herşeyi yapabilir Imâm Muhammed bu görüşdedir


ÂDETLİ KARISI İLE CİNSEL İLİŞKİDE BULUNANIN NE YAPMASI GEREKIR?
Önce bunun sağlık açısından, sakıncalı, tıbben mahzurlu, tiksinti ve her iki taraf için de eziyet verici bir iş olduğunu söylemeliyiz "Sana hayızlı ile cimayı soruyorlar De ki, bu (her iki tarafâ da) eziyet verici bir şeydîr Onlar âdetli iken onlardan ayrılın ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın Iyice temizlendiklerinde Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin Allah çok tevbe edenleri ve tertemiz'olanları sever" (K B akara 222)Görüldüğü gibi âdetli karısı ile cinsel ilişkiyi Allah yasaklamıştır ve bu yasağın haram kılma anlamına geldiği söylenmiştir Her şeye rağmen şeytana uyar ve bu çirkin haramı işlerse, ikisi de isteyerek yapmışsa ikisi de günah işlemiş olur Ikisinin de pişmanlık duyup tevbe etmesi ve istigfar etmesi gerekir Hz Ebûbekir Efendimize birisi bunu sormuş ve: "Istigfar et (bağışlanma dile) ve bir daha da yapma" cevabını almıştır Biri istemeden diğeri onu zorlayarak yapmışlarsa, sadece zorlayan günahkâr olur Işin fetvâ açısından hükmü budur Ancak bir veya yarım dinar (bir dînar, yaklaşık 45 gr altın demektir) sadaka vermesi müstehap (hoş ve daha temizleyici) bir davranış olur Bunun açıklaması da hadis-i şeriflerden alınarak şöyle yapılır: Bu günah, âdetin ilk günlerinde yapılmışsa bir dînâr, sonlarında ise yarım dînâr verilir Ya da kan siyah devresinde ise bir, sarı devresinde ise yarım dînâr verilir Bu da diğeri ile aynı kapıya çıkar(Mavsili, el-Ihtiyâr I/28)
Bu söylediklerimiz elbette asıl cinsel ilişki (cima) için sözkonusudur Onun dışında ise koca karısından pekçok yolla yararlanabilir


ÂDETTE DÜZENSİZLİK

Âdetim her ay değişik sayıda oluyor Ortalamasını mı almak gerekir Ayrıca son günlerde gelen bulanık akıntıyı da âdetten mi hesaplamalıyız?
Âdet günleri bir seferle sabitleşmiş, iki ay peş peşe aynı sayıda gelmekle düzgün âdet halini almış olur Dolayısıyla her ay 6,7,8 gibi sayılarda değişen ve iki ay peş peşe aynı sayıda olmayan âdet düzenli değildir ve on günü geçmedikçe, kaç gün gelmişse, hepsi âdettir Akıntı tam saflaşıncaya kadar gelen bulanıklık da âdetten sayılır

AĞIR OLAN NECÂSETLER ŞUNLARDIR:

1 İnsandan çıkan veya ondan kopup ayrılan şeylerden kan, sidik, dışkı, menî; küçük su döktükten veya ağır bir şey kaldırdıktan sonra cinsel organdan gelebilen beyaz renkli "vediy" denilen sıvı; sevişme veya karşı cinsi düşünme sırasında yine cinsel organdan gelebilen beyaz renkti yapışkan "meziy" denilen sıvı; ağız dolusu kusuntu; bedenden kesilip ayrılan et, deri parçası ve kadınlardan gelen âdet veya lohusalık kanı ağır pislik çeşidine girer
2 Eti yenmeyen hayvanların sidikleri, ağızlarının salyaları, kuşların dışındakilerin dışkıları ve bütün hayvanların akan kanları
3 Eti yenen hayvanlardan tavuk, kaz ve ördeklerin dışkıları
4 Boğazlanmadan kendi kendine ölen hayvanın eti ve tabaklanmamış derisi pistir
Mâlikîlere göre murdar ölmüş hayvanın eti gibi derisi, kemiği ve sinirleri de temiz değildir Kıl, yün ve tüyleri ise temizdir Şâfiîlere göre, ölü hayvanın kıl, tüy, yün ve tırnakları dahil bütün cüzleri temiz sayılmaz
5 Domuz eti! Usûlüne göre kesilse de necistir Eti, kılı, kemikleri, tabaklansa bile derisi necistir (en-Nahl, 16/15)
6 İçki: Cenab-ı Hakkın; İçki, kumar, dikili taşlar, şans okları Şeytan işi birer pisliktir" (el-Mâide, 5/90) ayeti uyarınca çoğunluk fakihlere göre necistir Bu yüzden elbise veya bedene şarap dökülürse yıkanmadıkça namaz kılınmaz Tercih edilen görüşe göre, diğer sarhoşluk veren içkiler de şarap hükmündedir
Şâfiîlere göre de bütün sarhoşluk veren içki çeşitleri az olsun çok olsun temiz değildir
Hafif sayılan ve temiz olmayan şeyler şunlardır:
1 At, katır ve eşeklerin sidikleri ile, eti yenen koyun, keçi, geyik ve karaca gibi evcil ya da yabanî hayvanların sidikleri ve bunların tersleri, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre hafif pisliktir Fetvaya esas olan bu görüştür Ebû Hanîfe'ye göre ise bunlar ağır pislik çeşidine girer
2 Etleri yenmeyen hayvanlardan, doğan, atmaca, şahin, çaylak, kartal gibi havada terleyen hayvanların dışkıları
3 Her hayvanın öd kesesi, bu hayvanın dışkısı hükmündedir
Hafif pisliğin namazda bağışlanan miktarı, bulaştığı yer elbise ise, elbisenin tamamının dörtte biri; kol ve ayak gibi bedenin bir organı ise bulaştığı organın dörtte biridir Bununla, kaçınılması güç olan, mesleği ve içinde bulunduğu kültür ortamı bakımından temizliğe tam dikkat edemeyen veya hayvancılıkla uğraşanların farkında olmadan karşılaştığı hafif pislikler için kolaylık getirilmiştir (İbnül-Hümâm, Fethul-Kadîr, I,135 vd; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 55; İbn Rüşd, Bidâyetül-Müctehid, I, 73; eş-Şîrâzi, el-Mühezzeb, I, 46; İbn Kudâme, el-Muğnî; I, 52; ez-Zühaylî, el-Fıkhul-İslâmî ve Edilletüh, Dimaşk 1405/1985, I, 115 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AHD Yemîn, mîsâk, söz verme, ittifak, bir şeyi korumak, halden hâle onu muhafaza etmek, tavsiye etmek anlamlarında kullanılan bir terim Ahd kelimesi Islâmî bir kavram olarak "Ahd-ü Mîsâk' şeklinde kullanılmıştır Allah'u Teâlâ ile beşer arasında geçen birçok ahidleşmeyi insan aklına getirmektedir Kur'an-ı Kerîm'de geçen ahidleşmelerden birisi insanoğlunun yaratıcısını bilmesi ve ona yönelip ibadet etmesidir Bu tür bir ahid fıtrî bir ahiddir Allah'ın varlığına inanmak ihtiyacı, insan yaradılışında sürekli ve kalıcıdır Yalnız bazen insan şaşırıp yolunu sapıtır O zaman Allah'a ortak aramaya koyulur Oysa insan, Allah'ın resulleri aracılığıyla gönderdiği emir ve yasaklara uyarsa ahde uymuş olur Ahidleşme Kur'anî bir metottur Allah resulleri ile onlara uyan, onların ashâbı olan insanlar arasında gerek Allah'ın hükümlerini yaşama, gerek bunları muhafaza etme konusunda ahidleşmeler olmuştur Ahd hem Allah'ın insanlara teklif etmiş olduğu hükümler ve hem de insanların Allah'a karşı veya Allah namına diğerlerine karşı yerine getirmeyi taahhüd etmiş oldukları hususlardır Kur'an-ı Kerim'de "Allah'ın ahdini yerine getiriniz" (el-En'am, 6/152) buyurulur Âlimler buradaki ahdi şöyle izah etmişlerdir: "Allah'ın ahidlerini îfa ediniz Gerek Allah'ın size teklif etmiş olduğu ahidleri, emirleri, nehiyleri ve gerek sizin Allah'a veya Allah nâmına diğerlerine verdiğiz ahidleri, adakları, yeminleri, akitleri, doğru olan her tür taahhütleri yerine getiriniz Islâm'da ahdi bozmak haramdır"
Gerek Allah'a ve gerekse insanlara karşı verilen ahdin yerine getirilmesi gerekir Kur'an'da kurtuluşa eren müminlerin sıfatları sayılırken: "Onlar emanetlerini ve ahidlerini yerine getirirler " (Mü'minûn, 23/8) buyurulur
Allah ile insanlar arasında birçok ahidler vardır Allah'ın insanlardan aldığı ilk ahid, onların zürriyetlerini Hz Adem'in sulbünden alıp kendi ulûhiyetini tasdik ettirmesidir (bk el-A'raf, 7/172)
Ahidle yemin arasında fark vardır Yemin bozulursa keffâret gerekir Fakat ahidte bu yoktur Ahdi bozmanın günahı keffâretle ortadan kalkmaz (Ibnü'l-Arabî, Ahkâmü'l-Kur'an, III, 1174)
"Ey Israiloğulları, sizi nasıl bir nimet ile nimetlendirdiğimi hatırlayın Ve bana verdiğiz sözü yerine getirin ki, ben de size verdiğim sözü yerine getireyim Siz, Benden korkun " (el-Bakara, 2/40) ayeti bu ahidlerden biridir
Ayet-i Celîleden anladığımıza göre, Cenâb-ı Hakk'a söz vermiş bulunan bir kavme karşı Cenâb-ı Hakk da onlara bir vaatte bulunmuştur Bu bir ahidleşmedir Allah'u Teâlâ ahdinden asla caymayacağına göre, insanlar da ahidlerinden caymamalıydılar Ancak insanlar ahidlerinden caymaya başlamışlar ve Allah'a ibadet etmemek, Onun yasaklarına uymamak ve O'na ortak koşmak gibi sapıklıklara düşmüşlerdir Ahidlerine uygun olarak yalnız Allah'a ibadet etmeleri, hayatlarında Allah'ın hükümlerini hakim kılmaları gerekmektedir Ancak fâsıklar ahitlerini bozarak Allah'la sözleşmelerini iptal etmişlerdir Allah ile olan ahdine vefa göstermeyen, bu ahdi bozan ve bozmaya çalışan kimseden hiçbir ahde saygı göstermesi beklenemez Oysa ki Allah kendisi ile yapılan ahde bağlılık gösterenlere büyük bir mükâfat vereceğini va'd etmektedir
"Doğrusu sana sadakat yemini edenler (ey Muhammed) bizatihi o yemin ile Allah'a bağlılık yemini etmektedirler Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir Bu yüzden her kim (o yeminden sonra) yeminini bozarsa, ancak kendi zararına bozmuş olur ve her kim Allah ile ahdini yerine getirirse Allah ona büyük bir mükâfat nasip edecektir" (el-Feth, 48/10)
Insanlar, Allah'ın emir ve yasakları ile hududunu aşarlarsa şeytana ibadet etmiş, onun çemberine girmiş olmaktadırlar Oysa Allah (cc) bütün insanlardan ahd-ü misâk aldığını ifade buyurmaktadır
"Ey Âdemoğulları, ben sizinle ahidleşmedim mi? Şeytana tapmayın, o sizin düşmanınızdır " diye (Yâsin, 36/60)
"Rabb'in Âdemoğullarından, onların bellerinden zürriyetlerini alıp devam ettirmiş ve onları kendilerine şahit tutarak: "Ben Rabb'iniz değil miyim? (demiştir)" "Evet (buna) şâhidiz!" dediler Kıyâmet günü! Biz bundan habersizdik demeyesiniz" (el-A'raf, 7/172)
Ahde vefa konusunda Islâm son derece titiz davranır Insanlar arası ilişkilerde güven unsurunun hâkim olması için yeğâne garanti vasıtası ahde vefâdır Bu güven olmadan veya sağlanmadan sıhhatli bir toplum hayatı mümkün olamaz Allah öyle bir topluma rahmet nazarıyla bakmaz
"Ama Allah'a verdikleri sözü iyice pekiştirdikten sonra bozanlar ve Allah'ın bitiştirilmesini istediği şeyi kesenler ve yeryüzünde bozgunculuk yapanlar Işte lânet onlara (dünya) yurdunun kötü sonucu onlaradır" (er-Ra'd, 13/25)
Cenâbı Hakk kullarından ilk ahdin yanı sıra daha sonraları peygamberleri aracılığı ile başka ahidler de almıştır Mesela Israiloğullarından namaz kılacaklarına, zekât vereceklerine, peygamberlerine itaat edeceklerine dair ahid almış ve bu ahde riayet etmeleri halinde de onlara dünya ve âhirette mükâfaat vereceğini bildirmiştir (el-Mâide, 5/12) Bundan başka anaya, babaya, akrabalara ve yoksul kimselere yardım edeceklerine birbirlerinin kanlarını akıtmayacaklarına birbirlerini yurtlarından çıkarmayacaklarına (el-Bakara, 2/83-84) dair söz almıştır Fakat ne yazık ki Israiloğulları bu ahde vefâ göstermeyerek sözlerini bozmuşlardır (el-Bakara, 2/100)
Islam Hukuku Açısından
Islâm hukuku açısından "ahd" ise; fıkıh sahasına giren bütün sözleşme ve akidlerdir "Ahd" ve "akd" kelimeleri asr-ı saadette devletler arasındaki sözleşmeler anlamında kullanılmıştır Bilhassa Hudeybiye andlaşmasında kullanılan ahd ve akd kelimeleri bu anlamı yansıtmaktadır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AHDİ BOZMAK Kur'an-ı Kerim, ahde vefâyı emreder Ahdi bozmayı, vefâsızlığı yasaklar Hatta bazı örnekler vererek ahdi bozmayı kötüler Bazı kimselerin ahidlerini bozarken kendilerince gösterecekleri sebepleri de reddeder "Ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra söküp bozan kadın gibi olmayın Bir ümmetin sayıca daha çok olmasından ötürü yeminlerinizi aldatma vasıtası yapıyorsunuz Allah, onunla sizi imtihan eder Kıyamet günü, ihtilâf ettiğiniz şeyleri elbette beyan edecektir " (en-Nahl, 16/92)
Ahdini bozan kimseler azımetten yoksun ve ileri görüşten mahrumdurlar Sanki bir kadın ipliğini iyice eğirip katladıktan sonra onu tekrar tekrar söküp dağıtmaktadır Bu benzetmedeki bütün ayrıntılar hakaret, hayret ve garipliklerle dolu bir anlam taşımaktadır Bütünüyle ahidleri bozmayı kötülemekte ve çirkin bir iş olarak ruhlara yerleştirmeye çalışmaktadır
Şahsiyetli ve akıllı bir insanın kalkıp da bu kadına benzemesi ve onun gibi zayıf iradeli olmayı kabullenmesi düşünülemez
Ayette, ahdi bozma durumunda olan devletler de kınanmaktadır Bir devlet bir veya birkaç devletle andlaşmalar imzalar, sonra da güçlü ve nüfuzlu devletlerin diğer saflarda yer aldığını ileri sürerek andlaşmalarını bozar ve bunda devletin çıkarının söz konusu olduğunu iddia ederse, islâm bu sebepleri kabul etmez ve mutlak şekilde ahde vefâ gösterilmesini emreder Verilen sözlerin ve andlaşmaların hile ve oyun vasıtası kılınmasına göz yummaz Ancak şunu da unutmamak gerekir ki; islâm, iyilik ve Allah korkusu esasları dışında yapılan hiçbir andlaşmaya itibar etmez Günah, isyan ve kötülük esasları üzerine yapılmış andlaşmaları reddeder Gerek islâm toplumunun gerek islâm devletinin yapısı bu esaslara göre kurulur
Müslümanların verdikleri sözü tutmalarından dolayı tarihte birçok kavimlerin Islam'a girdiği görülmüştür Müslümanlardaki doğruluk ve sadakat, inançlarındaki samimiyet ve ihlâs, işlerindeki temizlik ve dürüstlük onları hayran bırakarak Islam'la tanışmalarına ve hidayet bulmalarına sebep olmuştur Böylece müslümanlar ahidlerini bozmamakla, kaybettikleri basit ve küçük çıkarlar yerine pek büyük kazançlar elde etmişlerdir
Bir müslümanın sözü gerçekten Allah'a verilmiş bir sözdür Müslüman, Allah korkusu taşıdığından ahdini bozmayı düşündüğü an Allah'ın kendisini hesaba çekeceğini düşünerek bundan vazgeçer Çünkü ahdine sadık kaldığında Allah katında kendisi için hayırlar hazırlandığının şuurundadır
"Allah'ın ahdini az bir pahaya satıp değişmeyin Eğer bilirseniz Allah katında olan sizin için daha hayırlıdır" (en-Nahl, 16/95)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂHİR ZAMAN Hz Peygamber (sas)'in Islâm'ı tebliğinden başlayıp kıyametin kopmasına kadar geçecek olan müddet hakkında kullanılan bir terim Bu tarif çerçevesinde Resulullah'a "Âhir zaman Peygamberi" denilmektedir Bunun anlamı da "Son Peygamber" demektir
Bizden önce yaşamış ümmetlerin geçirdikleri zamanın tümü bir gün içinde sabahtan ikindiye kadar geçen zamana; bu ümmetin yaşadığı zaman ise ikindiden akşama kadar geçen vakte benzetilmiştir Kıyametin yaklaştığı zamana da aynı şekilde "Âhir zaman" denilmektedir Bu zamanın kesin olarak ne zaman başlayacağı da belli olmadığı için sadece bu döneme yakın bazı belirgin alâmetlerin görüleceği ifade edilmiştir (geniş bilgi için bk Kıyamet ve Kıyamet Alâmetleri)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂHİRET GÜNÜNE IMAN Âhiret günü; içinde yaşadığımız dünya ömrünün sona ermesiyle başlayacak olan insanların ikinci defa dirileceği ve herkesin; iman-küfiir amel ve amelsizlige göre hesaba kitaba çekileceği, ödül ya da ceza görecegi gün demektir Bu dünyanın sonu, yani âhiri ile başlayacağı, ya da en son zaman olduğu için ona "son gün" anlamında "Ahiret Günü" denmiştir Her sonradan yaratılanın bir ömrü olduğu gibi, dünyanın da bir ömrü vardır ve ömür sona erince dünya da yok olacaktır Israfıl isimli melek bu işle görevlidir Zamanı gelince, "Sûr" denen ve niteliğini bizim bilmediğimiz bir şeye üfürecek, çıkacak büyük gürültü ile herşey darmadağınık ve Kur'ân'ın ifadesiyle dağlar atılmış pamuk gibi olacak (bk el-Kâria (101) 4) Allah'tan başka herşey helâk olacak Sonra Allah Israfıli tekrar yaratacak ve onun "Sûr"a ikinci defa üflemeşiyle her canlı yeniden dirilecek, kalkacak ve saşkın saşkın bekleyecektir Işte bu ikinci dirilişe, "öldükten sonra dirilme" anlamında, "ba'sü ba'del-mevt" adı verilir
Bu ikinci dirilişten sonra; insanların bir yere toplanmaları (hasr), hesaba çekilmeleri (hisab), ömürlerini, gençliklerini, paralarını nasıl harcadıklarının sorulması (sual), yaptıkları iyilik ve kötülüklerini, niteliğini bilmediğimiz bir şeyle tartılması (mizan), yine niteliğini bilmediğimiz bir köprüden geçme (sirat), Hz Muhammed'le beraber ona inananların bir daha susamamak üzere içecekleri bir havuz (kevser), Onun ve Allah'ın izniyle âlim ve şehitlerin şefaat etmeleri, akla hayâle gelmedik nimetlerle bezenmiş Cennet ve yine akla hayâle gelmedik cezalarla dolu Cehennem Hep bu ikinci dirilişten sonradır Bunların hepsi kesin delillerle sabit olduğu için inanmamak insanı dinden çıkarır
Ancak dünyanın ne zaman yıkılacağını, âhiret günü'nün ne zaman olduğunu ancak Allah bilir O, bunu elçilerine dahi bildirmemiş, fakat dünyanın ömrüne göre o güne çok az zaman kaldığına işaret edilmiştir Hattâ Peygamberimizin arkadaşları ve onlardan sonra gelen müslümanlar ona hep, akşama sabaha gelir gözüyle bakmışlardır Peygamberimizin bazı sözlerinde ise, dünyada A1lah'ın varlığını ve birliğini kabul eden tek kişi bulunduğu sürece kıyâmet kopmayacaktır
Allah'ı tanımayanlar sürekli Cehennem'de kalacaklar, günahlarını tevbe ile affettiren ve Hz Muhammed'in şefaati, yani ricası ile günahları bağışlanan mü'minler Cennete gireceklerdir Buna rağmen günahları kalan mü'minler ise günahları ölçüsünde ceza gördükten sonra Cennete gireceklerdir
Allah'ın izin vereceği âlimler ve şehitler ve diğer bütün peygamberler de şefaat edecek, yani günahlı mü'minlerin bağışlanması için Allah'a yalvarış ve ricada bulunacaklardır
Insanın ölümünden Kıyâmet Günü'ne kadar olan âlem, "Kabır Âlemidir" Kabırde Münkir ve Nekir denen melekler insana dini ile ilgili sorular soracaklar ve insan orada iken bile sıkıntı ya da rahatlık bulacaktır
Ikinci dirilişten sonra "Mahşer"de bütün canlılar birbirleriyle de hesaplaşacaklar Hakkı olan hakkını alacak, hattâ boynuzsuz koyun boynuzludan hakkını alacak ve insanlar dışındaki canlılar bir daha dirilmemek üzere toprak olacak, insanlar için ise artık ölüm yok olacak, Cehennem'de kalanlar sürekli azab görecekler, Cennet'e girenler de sürekli nimetler içerisinde yaşayacaklardır
Kıyâmet, Berzah, Mahşer, Cennet, Cehennem nasıl olabilir? diye bir soru akla gelebilir Sağlam düşünebilen akılları için bu, hem mümkündür, hem de gereklidır Bir defa her sonradan var olanın, bir gün mutlaka yok olacağı maddenin tabiati gereğidir Dünya da bütün kapsamiyla bir maddedir, öyleyse o da bir gün yok olacaktır Değil dünyanın, bütün kâinatin ve fezanın bir gün yok olacağını, Islâm bilginleri Kelâm kitaplarmn "Allah'ın varlığının Isbatı" bölümlerinde, iki kere ikinin dört edeceği gibi kesin kes kanıtlamışlardır Bugün bilim ve teknik de, bilimsel metodlarla onları epeyce geriden de olsa izlemekte ve şimdilik dünyanın bir gün yok olacağına kesin gözüyle bakmaktadır Bilim ve Tekriik Dergisi'nin 97 sayısında dünyanın nasıl yok olacağı konusunda önde gelen bilim adamlarının yedi tane teorısının açıklaması verilmektedir Sonuç olarak dünyanın, öyle ya da böyle yok olacağı bir gerçektir
Dünyanın yok olacağı ve başlangıçta onu Allah'ın yoktan varettiği kesin olarak bilindikten sonra, bir başka dünyanın kurulacağı daha kolaylıkla anlaşılır Çünkü yoktan var eden, vardan daha rahat var eder Yani, bizim öldükten sonra var edilmemiz, hiç yoktan varedilmemizden daha zor değildir
Sonra Allah'ın bir sıfatı da Adalettir Yani, Allah Âdildir, kimseye çekirdek kadar zulüm ve haksızlık etmez Yani, herkes neyi haketmişse tastamam onu bulur Halbuki, dünyaya baktığımız zaman bir sürü zulüm, işkence ve haksızlıkların olduğunu görürüz; insanlara, inançlarından dolayı, işkence edilir, zindanlarda çürütülür Haram yollarla servet yığanlar, bazan devleti de arkalarına alarak, fakir ve güçsüzleri ezerler, kanunlar, hep o kanunları yapanlar ve güçlülerden yana iş görür, emperyalist ülkeler fakir ülkeleri habire ezer ve sömürürler Insanlar dışındaki bir çok canlı, zalım insanlar, ya da diğer canlılar tarafından işkence ve zulüm görürler Ve bütün bunlar dünyada çoğu zaman hiçbir karşılık görmeden göçer giderler Öyleyse bütün bu gidişler, hesabın kitabın görüleceği büyük bir mahkemeye doğrudur Orada sinegin ısırırken verdiği acıya kadar her olay, çok hassas bilgisayarlarla hesaba katılacak ve gelir gider, ya da kâr zarar defteri ona göre belirlenecektir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂHİRETE İMAN

"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında kullanılmıştır Dünya,canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir Bu kelimeler bazen "dâr=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır (el-Ankebût, 29/64), Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi Bazen de tek başına kullanılır (el-Bakara, 2/220) Dünya, yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir
Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak (el-Karia, 101/4-5), Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır (er-Rahman, 55/27) Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele saati" (el-Hacc, 22/2) ve "Kıyamet Günü"* (el-Kıyâme, 75/-1) diye adlandırır Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabırlerinden kaldırılacak ve "Mahşer"* denilen düz bir sahada (el-Hicr, 15/25), hesabı süratle gören Allah'ın (Âli İmrân, 3/19) huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını (el-Hakka, 69/19, 37) vermek üzere toplanacaklardır (el-Casiye, 45/26) Hesapların görülmesinden sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tüKerimez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret Alemi" denir
Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din (el-Mâide, 5/3) olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet (el-Bakara, 2/4) ve hadisle (Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis) ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır
Ahiret Günü denilince;
1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi
2- Ahiret hayatının başlaması
Ahiret hâdiseleri denilince de;
a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi *, kabır hayatı
b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabırlerden kalkıp mahşer* meydanında toplanması
c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması
d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan* (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması
e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat* köprüsünden geçiş
f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet*
g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem*
i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı*
h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde ele alınması gereken konulardır Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir
Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü " (el-Fatiha, I/3) ve "Gayb Âlemi" (el-Bakara, 2/3) olarak isimlendirir
Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb denir Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz O, gayb ve şehâdet âlemini bilir (el-Haşr, 59/22) Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren; görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:
1- Bir kısmının delili yoktur Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir "Gaybın anahtarları Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez" (el-En'âm, 6/59)
2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler gibi Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir Onlar da ümmetlerine bildirirler Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler Mümin zaten inanan insan demektir Bu haberlere inanmamak ise küfürdür Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir
Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır Sonradan meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir Bu tür hâdiseler insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir
Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla aykırı değildir Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette Kadirdir İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir
Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:
"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O'na daha kolaydır" (er-Rûm, 30/27) "Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir " (Yâsin, 36/79) Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir
İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir benzetmedir: "Odur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir Sonra dönüşünüz O'na dır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir" (el-En'âm, 6/60)
Kur'an-ı Kerim , kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle buyuruyor: "O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titretir ve kabarır Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir O, her şeye Kadirdir" (Fussilet, 41/39)
El-Hacc, 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır
Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:
"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür Fakat insanların çoğu bilmezler "(el-Mümin, 40/57; en-Naziât, 79/27, 33; Yâsin, 36/79, 81)
İnsanın boşuna yaratılmadığını (el-Müminûn, 23/115); başıboş terkedilmediğini, (el-Kıyâme, 75/36) her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini bildiren (Âli İmrân, 3/185; Yunus, 10/4; el-Leyl, 92/4, 11) ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler
Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının karşılığını görmeleridir Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır Öbür dünya ise, yapılanların karşılığının görüleceği yerdir (Âli İmrân, 3/185)
İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış içindedirler Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır; "İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir Bu, Allah'a göre kolaydır" (et-Teğabun, 64/7, ayrıca en-Nahl, 16/30-40)
Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan birisidir Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez (el-Bakara, 2/95; Âli İmrân, 3/56; el-İsrâ, 17/10; ez-Zümer, 39/26, 45)
Hz Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam "
Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği mükâfatla karşılanır" (el-İsrâ, 17/19) İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını bildirmektedir Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor Zira ahirete iman insana büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor İnsan dünya hayatında yaptığı bütün amellerinin karşılığını o gün görecektir "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir " (Zilzâl, 99/7-8) Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar
Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o vak'a olmuştur Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır Melekler de onun kenarlarındadır O gün Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz Sizden hiçbir sır gizli kalmaz Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir Yüksek bir bahçede, devşirmesi kolay (meyveleri yakın) ' 'Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için "
Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı Malım bana hiçbir fayda vermedi Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı) (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu Bugün onun için candan bir dost yoktur İrinden başka yiyecek yoktur Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez" (el-Hakka 69/13-37)
Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir Herkesin toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği (Âli İmrân, 3/25-30; el-Câsiye, 45/28; Kâf, 50/44; et-Teğâbûn, 64/9), kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey ödeyemediği (el-Bakara, 2/48, 123) ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı (Abese, 80/34-37), dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu (Abese, 80/38-42; Âli İmrân, 3/106-107) o ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Haşr, 59/18)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKAR Islâm hukukunda genellikle gelir getiren taşınmaz mallar için kullanılan bir terim Arazî, ev, dükkân, tarla, bağ, bostan vBulletin gayr-i menkûl malları kapsar Buna göre akar, hem gayr-i menkûl hem de arazî anlamında kullanılmaktadır Arazî üzerindeki ağaçlar ve binalar iki yönden değerlendirilmiştir Bu gibi ev ve ağaçlar tek başlarına menkûl, üzerinde bulundukları arazı ile birlikte ise gayr-i menkûl olarak kabul edilmiştir
Islâm hukukunda gayr-i menkûl ile menkûl malların satışları arasında bir fark gözetilmemiştir Taşınır bir mal ve eşya nasıl satılır ve yeni sahibine nasıl intikâl ediyorsa akarlar da aynı şekilde mülkiyet değiştirebilmektedir Hepsindeki genel şart, icab ve kabulün meydana gelmesiyle satışın gerçekleşebileceğidir
Gayr-i menkûlün satışında bedelin kabzıyla "sattım" veya "teslim ettim" demekle satış akdi tamamlanır Herhangi bir tescil ve tapulamaya, aradaki güven ve toplumun sağlam yapısından dolayı gerek görülmemiştir Ancak böyle bir tescilin şu faydaları vardır:

1-Akar üzerinde yapılacak tasarruflarda hîleye ve sahte muamelelere meydan verilmemesi,
2-Belli bir zaman geçip tescili yapılmamış gayr-i menkûllerde davanın reddine sebep teşkîl etmesi

Vakıf* akarları da iki bölümde incelenebilir:

1-Vakfedildikten sonra icârıyla değil de bizzat kendisinden yararlanılan akârlar Cami, okul, kütüphane, çeşme gibi yerler Bunlara "Müessesât-ı Hayrıyye" adı verilir
2-Vakfedildikten sonra kiraya verilerek vakfın şartlarına uygun bir şekilde gelirlerinin harcandığı akarlar Bunlara da "Akârât-ı Mevkufe" adı verilmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKİKA KURBANI Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün sonra başındaki tüyleri kısmen veya tamamen traş edip adını koyduktan sonra Allah'u Teâlâ'ya şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir Hz Aişe (ra)'den şöyle rivâyet edilmektedir
"Resul-i Ekrem (sas} bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun "akîka" olarak kurban etmemizi emretti" (Ibn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515)
Yine Hz Âişe validemizin rivâyetine göre, Peygamber Efendimiz (sas), torunları Hasan ile Hüseyin'in doğumlarının yedinci günü akika kurbanlarını kesmiş ve adlarını koymuştur (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XI, 401)
Islâm'dan önceki câhilî Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban* kesilirdi Kız çocukları için böyle bir merâsim söz konusu değildi Islâm bu değişikliği yaparak kız çocuklarına da değer verilmesini sağlamıştır
 
Üst Alt