A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKÎKA KURBANINDA ARANAN ŞARTLAR Kurban edilecek hayvan tek veya iki gözünden kör olmamalı; dişlerinin ekserisi düşmüş olmamalı; kulakları kesik olmamalı; boynuzlarından biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalı; kulağı veya kuyruğunun yarısından çoğu, memelerinin uçları kesik olmamalı; yahut yaratılıştan kulak ve kuyruğu olmayan bir hayvan olmamalıdır Akîka kurbanı Hanefi mezhebine göre mübah ve dolayısıyla menduptur Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır
Hz Peygamber bu kurbanın kesilmesi sırasında bir örf olarak başa kan sürülmesi âdetini yasaklamış, (Ebu Dâvud, Edahî, 20) kesilen saçların ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilmesini emretmiştir Akîka kelimesi anne-babaya isyân anlamına geldiği için Resulullah bu kurbanın adını "itaat ve ibadet" anlamına gelen "Nesike" kelimesi ile değiştirmiştir (Ibn Hanbel, II, 182)
Bu kurban çocuğun doğduğu günden bâlîğ olacağı güne kadar kesilebilir Ancak doğumun yedinci gününde kesilmesi daha çok sevap kazanmaya sebeptir Kesilen kurbanın kemikleri çocuğun sıhhatli olmasına sebep olsun niyetiyle kırılmayıp eklem yerlerinden sıyrılır ve öylece pişirilir Sonra bu kemikler bir yere gömülür Akîka kurbanının etinden bunu tasadduk eden kimsenin yiyebileceği gibi ev halkı da bu etten istifâde eder Bir kısmı da ihtiyaç sahiplerine dağıtılır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKIL HASTASININ BOŞAMASI Kocama doktorlar paranoyak teşhisi koydular Dediğinden habersiz hale geldi Bu rahatsızlığı döneminde bana defalarca "seni boşadım", "defol git" dediği oldu Islâm fıkhına göre kocamın bu haldeki talâkı geçerli sayılır mi? Şu halde ben ne yapmalıyım?
Rasûlüllah Efendimiz (sa) "üç kimseden kalem kaldırılmıştır (tasarrufları geçerli değildir, yaptıkları yazılmaz) Uyuyandan, uyanıncaya dek, çocuktan âkilbaliğ oluncaya dek, deliden kendine gelinceye dek" (Buhârî, talâk 11, hudûd 22; Ebû Dâvûd, hudûd 17; Nesaî, talâk 21;Ibn Mace, talâk 15; Dârimî; hudûd 1; Müsned I/118,140 VI/101) buyurmuşlardır Bu hadîs-i şerife dayanarak Ibn Kudâme diyor ki: Ilim ehli kimseler, sarhoşluk ve (insanın kendi ihtiyarıyla yaptığı) o anlamdaki şeyler dışında aklı giden insanın boşamasının geçerli olmadığında icma etmişlerdir Osman, Ali, Saîd b Müseyyeb, Hasan, Nehaî Sa'bî, Ebû Kilâbe Katâde Zührî Yâhya el-Ensârî, Mâlik, Sevrî, Sâfîî Ashâb-i re'y (Hanefiler) böyle söylemişlerdir Ayrıca Rasûlüllah'ın (sas) "Aklı bozuk matuh (bunak) dışında herkesin talâkı geçerlidir" (Buhârî, talâk 11; Tirmizî, talâk 15; ibn Mâce, talâk 15) dediği de rivayet edilmiştir Çünkü talâk mülkiyeti izale eden bir sözdür Öyleyse bunda alışveriş gibi akla itibar edilmesi gerekir Aklının; delirme, bayılma, uyku, ilaç alma, zorla içirilen içki ve aklı giderdiğini bilmeden içtiği böyle birşey ile gitmiş olması durumları eşittir Bunların hepsi boşamayı geçersiz kılar Bu konuda değişik görüş de bilinmemektedir: (ibn Kudâme, el-Mugnî VI/113-114) Deli, ma'tuh (atehli, saldırgan olmayan bunak, ifadeleri karışık, tedbiri bozuk) mübersem (menejitten etkilenen),sar'alı, medhus (korku ya da unutmaktan aklı giden) melankolik, panorayak, hastalar da bu hükümde aynıdır Ancak bunlarda nöbetin bulunmadığı, ya da söylediklerinin farkında oldukları zaman sarfettikleri sözler ve yaptıkları tasarruflar geçerlidir (Geniş bilgi için bk Ibn Âbidîn (Âmirâ) N/426-27) Zira boşamanın şartlarından biri de akıldır ve aklı gideren bu tür hastalıklara mübtelâ olanların hasta iken boşanmalarına itibar edilmez (el-Cezîrî, Kitâbu'I-fıkh'ale-I-Mezâhibi'I-erba'a IV/281)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKRABA İLE EVLENMENİN DİNEN HERHANGİ BİR SAKINCASI VAR MIDIR? Dinen mahrem olup kendileriyle evlenmek haram olanlar üç nevidir:
1-Nesep sebebiyle haram olanlar: Bunlar da yedi sınıfdır Anneler,Kızlar,Kızkardeşler,Halalar,Teyzeler,Erkek kardeşin kızı ve Kızkardeşidir
2-Süt sebebiyle haram olanlar: Neseb sebebiyle haram olanlar, süt sebebiylede haramdırlar yani onlar da yedi sınıfdır
3-Sıhriyet sebebiyle haram olanlar: Kur'an-ı Kerim'de bunlardan dört sınıf dile getiriliyor
A-Babanın eşi : Üvey anne,
B-Oğlun eşi : Gelin,
C-Eşin annesi : Kayınvalide
D- Eşin kızı : Kocanın üvey kızı
Yukarıda zikrettiğimiz kimseler ebedi olrak haramdırlarAyrıca geçici olarak haram olanlar da vardır Kur'an-ı Kerim bunlardan üç sınıf dile getirmiştir:
1-İki kız kardeş ile aynı anda evlenmek,
2-Zevce ile halası veya teyzesi ile aynı anda evlenmek yani ikisini bir arada bulundurmak,
3- Evli olan kadın
Bunlardan maada akraba olsun,yabancı olsun onunla evlenmek caizdirPeygamberimiz halasının kızı olan HzZeynep ile evlenmiştir Aynı zamanda HzAli amcaoğlu HzPeygamber'in kızı olan Fatıma ile evlenmiştir Demek yakın olsun , uzak olan akraba ile evlenmek caizdirAma yabancı ile evlenmek için tavsiyede bulunmakta bir beis yoktur Hatta Şafii fıkıh kitabları yakın akraba ile evlenmek tenzihen mekruhtur,diye kaydediyorlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKŞAM NAMAZI

İslâm'ın beş temel ibadetinden biri olan beş vakit namazdan akşam vaktinde kılınanı Diğer farz namazlarla birlikte Hicret'ten birbuçuk yıl önce Mirac olayında farz kılınmıştır Adını kılındığı vakitten almıştır Farzı üç rekât olup farz-ı ayndır Sünneti, sünnet-i müekkede olarak iki rekât kılınır
Kur'an-ı Kerim'de "Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd ona mahsustur- tesbih edin, namaz kılın" (er-Rûm, 30/17-18) buyurulmaktadır
Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla başlar, şafağın kaybolduğu ana kadar devam eder İmam-ı Â'zam'a göre şafak, akşam ufuktaki kırmızılıktan sonra meydana gelen beyazlıktır Bu beyazlığın kaybolması ile akşam namazının vakti sona erer İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise beyazlığın görünmesiyle akşam namazının vakti çıkar İmam Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'in görüşüne göre amel edilir Ancak bu süre içinde kılınamadığı takdirde kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlığın kaybolduğu âna kadar da kılınabilir
Akşam namazının farzı, sünnetinden önce kılınır Önce, günün akşam namazının farzını kılmağa niyet edilir İftitah tekbiri ile namaza başlanır, "sübhâneke", "eûzü besmele", "fâtiha sûresi" ve bir miktar ayet veya kısa surelerden biri (zamm-ı sure) okunur, rükû ve secdelerden sonra ikinci rekâtta ayakta (kıyam) "fâtiha" ve yine bir miktar ayet veya kısa surelerden biri okunur, yine rükû ve secdelerden sonra oturulur (ka'de-i ûlâ)*
Et-tehiyyatü okunduktan sonra üçüncü rekâta kalkılır, yalnız "fâtiha" okunur, rükû ve secdelerden sonra tekrar oturulur (ka'de-i âhire)*, "Ettehiyyâtü", salevât duaları ile "rabbenâ âtinâ" ve "rabbenâğfirlî" duaları okunarak selâm verilir Daha sonra iki rekât olan sünnet kılınır Akşamın sünnetinde her iki rekâtta da "fâtiha" ve zamm-ı sure* okunur; ikinci rekâtta oturduktan sonra, farzının kâ'de-i âhiresindeki dualar okunarak selâm verilir
Akşam namazının sünneti iki rekâttan daha fazla da kılınabilir Altı rekât kılmak menduptur Her iki rekâtta bir selâm verilmelidir Normal sünnetinden fazla kılınan bu namaza "evvâbîn namazı"* denir
Akşam namazının vaktinin darlığı sebebiyle ezandan sonra hemen kılınmasında acele edilmelidir Bu nedenle de kısa sureler okunmalıdır
Akşam namazının, hazır olan akşam yemeğinden sonraya bırakılması menduptur Yemek yenildiği takdirde namaz vakti çıkacak kadar dar olursa, namazı tehir etmek caiz değildir (Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1985, II, 643)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKSIRMAK Burun zarının ve nefes verme kaslarının sarsıntılı bir hareketiyle havayı bir anda ağızdan ve burundan dışarı atmak Aksırmak, insanda meydana gelen fizikî bir olaydır Halk arasında "hapşırmak" diye bilinen bu olay bir terim olarak Islâm dini âdâb-ı muâşeretinde * "Teşmitu'l Âtis" şeklinde geçer
Aksırmak vücutta meydana gelen bir zorlama sonucu olur Bu ihtiyacı duyan kimse aksırdığı anda ferahlar Bu ferahlamadan dolayı da müslümanın Allah'a şükretmesi gerekir Zira Hz Peygamber (sas), bu konuda şöyle buyururlar:
"Allah kulunun aksırmasını sever, fakat esnemesinden hoşlanmaz Ey Müminler sizden biriniz aksırıp Allah'a hamd ederse, (el-Hamdülillah derse) onun hamdettiğini işiten her müslümana, "Yerhamükellah" diye karşılık vermesi gerekir Esneme işi şeytandandır Birinize esneme hâli gelirse mümkün olduğu kadar esnemeye engel olsun Çünkü biriniz esnemek üzere ağzını açınca onun bu gafletine şeytan güler " (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XII, 165)
Bu hadîs-i şerif'e göre aksıran kişinin: "Elhamdülillah" demesi icab eder Karşısındaki müslüman da ona: "Yerhamükellah " diye karşılık verince aksıran kişinin tekrar dönüp bu kardeşine: " Yehdîkumullah ve yuslih bâleküm" (Yani Allah sizi hidâyet kılsın ve hatırınızı hoş tutsun), demesi sünnetin talımi gereğidir
Aksırma anında büyük bir gürültü ve ağızdan etrafa tükrük yayılabileceği için, aksıranın eliyle veya başka bir şeyle ağzını kapatarak, bunlara engel olması edeptendir Bu da Resulullah'ın tavsiyesi ve sünnetidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALAY, ALAY ETMEK Bir şeyle veya bir kişiyle eğlenmek, insanları hafife almak, tahkîr etmek, başkasının kusur ve noksanlarını söz, işaret veya yazı ile teşhîr etmek, toplumda küçük düşürme hareketleri
Alay etme duygusu insanlarda, kendini büyük görmeyle başlar; daha sonra karşısındaki insanı hiçe sayıp, ona tepeden bakmaya kadar gider Neticede bu duygu insanları alaya aldırır, şeytanı Rabb'ine isyan ettiren böbürlenerek Hakkı kabûl etmemek ve insanları hor görmek şeklinde tezahür eden kibir ve gurur hastalığını ortaya çıkarır
Alay eden kimsenin gururlanıp kibirlenmesi yanında, alay etme hareketiyle mümin kardeşini incitmesi ve rahatsız etmesi de söz konusudur Kibirlenmek haram olduğu gibi mümine eziyet de haramdır Her iki kötülüğün netîcesi olarak Islâm toplumunda kardeşlik bağlarının gevşemesi söz konusu olmaktadır Zîrâ alay ile beraber fertler arasına düşmanlık ve nefret duygusu girer Böylece de bir bina hâlinde tarif edilen Islâm toplumu dağılmış, parçalanmış olur
Islâm toplumu bir bütündür Islâm'da her ferdin haysiyet ve şerefinin dokunulmazlığı vardır Ferdin manevî hayatının temelini oluşturan ırz, şeref, haysiyet, namus duyguları lekelenemez Insan haysiyetini lekeleyecek olan kötü hareketlerin başında alay etmek gelir Islâm, insan hak ve hürriyetini, insan haysiyet ve şerefini koruma esası üzerinde durur; bu sebeple, müslümanların duygu ve düşüncelerini Kur'an-ı Kerîm vasıtasıyla garanti altına alır: "Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın; olur ki, alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar Kadınlar da kadınları alaya almasınlar; belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü lâkablarla atışmayın Imandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötü isimdir! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir " (el-Hucurât, 49/11)
Islâm, kardeşlik bağlarını korumak için alay etmeyi kesinlikle yasaklamıştır Allah'a ve ahiret gününe inanan bir müminin, insanları alaya alması, eğlence ve nükte konusu yapması caiz değildir Her ne şekilde olursa olsun, başkalarıyla eğlenmek, onu kötü ve sevmeyeceği lâkablarla çağırmak ahlâk bakımından da çok kötü bir şeydir Çünkü bu hareket, insanın kolayca unutamayacağı ızdırap veren bir yaradır
Toplum hayatındaki ilişkiler samimiyet üzerine kurulur Bu samimiyetin derecesini ölçen alet de kalptir Hz Peygamber: (sas) "Allah sizin şeklinize ve mallarınıza bakmaz Fakat kalplerinize bakar" (Müslim, Birr, 32) buyurmuştur Insanlar, daima dış görünüşe vakıftırlar iç alem bilinmez Allah katında tartılacak olan dış görünüş değil, kalplerin takvâsıdır Insanın ilmi ise bunu bilmeye ve anlamaya yeterli değildir Bu sebeple bir kimse önüne geleni horlayamaz, nazargâh-ı ilâhî olan kalbi alaya alarak kıramaz
Dünyada tek yüce değeri maldan ibaret sanıp, malıyla güçlü olduğunu zanneden ve karşısındaki bütün değerlerle alay edenleri Kur'an-l Kerîm kınamaktadır: "Vay haline! Diliyle çekiştirip, yüzünden de alay eden kimsenin" (Hümeze, 104/1)
Islâm'a göre, yaratılan her insanın Allah katında bir değeri vardır insanı ahsen-i takvim üzere yaratan Allah, onu en güzel hasletlerle bezemiş ve yeryüzünde halife kılmıştır (el-Bakara,2/30) Böyle bir varlığın dış görünüşü ile ilgilenip alaya almak; insanı yaratan Rabb'i ile karşı karşıya getirebilir Oysa ki insanın alay konusu olmasına Rabb'i ve eşsiz yaratıcısı olan Allah razı olmaz
Kur'an-ı Kerîm'de bir de inançla, (el-Bakara, 2/206; Münafıkûn, 63/5-6) Kur'an ayetleriyle, (et-Tevbe, 9/124- 125, 127) Peygamberlerle (Muhammed, 47/16) ve müminlerle (et-Tevbe, 9/79) alay edenlerden bahsedilir Sözü edilen kişiler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenlerdir (en Nisâ, 4/139; el-Mâide, 5/52; el-Mücâdele, 58/14) Sözü edilen kişiler bu hareketleriyle Allah'ı ve müminleri aldattıklarını zannederler (el-Bakara, 2/9; en-Nisâ, 4/143; Hûd, 11/5), Islâm'a göre inanç mukaddestir, alay konusu olamaz Ayetlerde, inançlarla alay edenler olarak bildirilenler, Islâm toplumu içinde türeyen münâfıklardır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞDeğeri olan bir malı yine değeri olan başka bir mal veya para karşılığında değiştirme Alış-veriş tarafların karşılıklı onayı ile yani icab ve kabûl ile gerçekleşir Iki taraftan biri malı, diğeri karşılığı olan para veya kıymet taşıyan başka bir malı ele geçirmeleri netîcesinde satışın gerçekleştiği söylenebilir
Insanlar dünya hayatlarında geçimlerini sağlamaları için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübâdelesinde bulunmak zorundadırlar, buna da ‚rızık temini' denilir
Cenâb-ı Hakk, "Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itâat ettiren) Allah Teâlâ'dır O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah'ın size verdiği rızıklardan yararlanın" (el-Mülk, 67/15) buyurmuştur Yeryüzünde dolaşmaktan maksat insanlara faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve bunun için araştırma yapmaktır Cenâb-ı Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama yeri kılmıştır Abdullah b Mes'ud (ra)'tan rivayet edilen bir hadîste Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuşlardır: "Rızık sağlamak gayesiyle çalışmak her müslüman üzerine farzdır " Buna göre müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve aile ferdlerinin rızıklarını sağlamak zorundadırlar Ancak bu rızkı sağlamak için çalışıldığında mutlaka Allah'ın rızası ve O'nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir Hz Ebû Bekr'in: "Haram ile beslenen bir vücûda ancak Cehennem ateşi yakışır" sözü müslümanın rızık temini ve alış-veriş anlayışını en güzel bir şekilde belirtmektedir Ashâbın helâl alışveriş yapmak ve haramlardan uzak durmak için şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini biliyoruz Ticaretle uğraşan bir müslümanın, İslam'ın alışverişe dair koyduğu bütün hükümleri ana hatlarıyla bilmesi gerekir Günlük hayatta yapılan alış-verişleri Allah'ın razı olacağı bir usûlde yürütebilmek için de bu hükümleri asgarî ölçüde bilmek her müslüman için farzdır
Islâm fıkhına göre bir müslümanın kendisinin ve aileşinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması ‚farz'dır Bunun dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da ‚müstehap'tır Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak ‚mübah'tır Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa ‚haram'dır Buna karşılık, küfre karşı verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malınıAllah yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibadettir Bu gaye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde sayılır
Aynı şekilde Islâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla aileşinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır Kim bilir yardım istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin, yahut vermez zilletini çekersin " (Buhârî Musâkât, 13, Zekât, 50, Buyû', 15; Ibn Mâce, Zekat, 25; Ibn Hanbel, I, 167)" Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir
Islâm'da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir Sonra ziraat ve sonra da zanaattır Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır
Gerçekte insanın ihtiyacını gideren eşya, tarım veya sanayı ürünüdür Bundan dolayı bazı ekonomik sistemler, insanların, tarım ve sanayı dışındaki yollarla kazanç temîn etmesini kabul etmezler Fakat, bir malın üretilmiş olması, ihtiyaçların giderilmesi için yeterli değildir Ihtiyaç, ancak üretilen eşyanın, muhtaç olanlara ulaştırılmasıyla giderilir Çiftçi veya sanayıcinin ürettiği malı, ihtiyacı olanlara ulaştırabilmesi ise mümkün değildir Türkiye şartlarında düşünecek olursak, bir fabrikanın ürettiği malları tüketicisine ulaştırabilmesi için birçok yerde şube açması ve bunlarla dağıtımını yapması gerekir Diğer taraftan tüketicilerin, ihtiyaç duydukları eşyayı elde edebilmeleri için doğrudan üretici ile ilişki kurmaları da imkânsızdır Öyleyse, eşya ile tüketici arasında köprü olacak, bunları birbirine ulaştırarak, yukarda zikredilen mahzûrları ortadan kaldıracak fakat yaptığı bu hizmet için belirli bir kâr elde edebilecek bir hizmet sektörüne ihtiyaç vardır Işte bu da, ‚Ticaret Sektörü'dür
Insanlara hizmet anlayışıyla yapılan bu manadaki ticareti Islâm meşru ve makbûl saymıştır Ticaret hakkında Allah'u Teâlâ şöyle buyurur;
"Allah, ticareti helâl, ribâyı da haram kıldı" (Bakara, 2/275)
"Güvenilir, doğru ve müslüman tacır, kıyamet günü şehidlerle beraberdir"(Ibn-i Mâce, Ticârât, 1) Hadîs-i Şerîfi de dürüst ticaretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını belirtmektedir
Islâm'a göre ticaret; değerli olan bir malı, değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir Dinimizin ticarette gözettiği gaye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil, insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal, meşru bir kazanç sağlamaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞİN ŞARTLARI
Ticarette mübadele edilen malın kıymetli olması: Ticareti yapılan mal, kullanılması dînen caiz olan maldır; helâl olan yiyecekler, giyecekler, çeşitli eşyalar gibi Kullanılması haram olan eşyanın ticareti de haramdır Peygamberimiz Mekke fethinde insanlara şöyle demiştir: "Allah ve Resulü şarap (bütün alkollü içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı" (Müslim, Müsakat, 13)
Insanlara haram kılınan şeyler, gerçekten onlara zararlı olan şeylerdir Haram olan malları satanlar insanlara kötülük yapmış olurlar Dînimiz böyle malların ticaretini yasaklayarak insanların birbirine kötülük yapmalarını önlemiştir
Malın özelliklerinin belirli olması, gizli bir kusuru bulunmaması: Peygamberimiz şöyle buyurur: "Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı bozmakta muhayyerdir Alan satan doğru söyler, malın özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını gizlerlerse ticaretlerinin bereketi yok olur " (Müslim, Büyû, 11) Çünkü böyle bir alış-veriş, taraflardan birinin aldanması, zarara uğraması demektir Bu ise dinde asla hoş görülmez Satılan malda herhangi bir kusur varsa bu gizlenmemeli; açıkça belirtilmelidir Ancak böyle satılırsa ticaret helâl ve bereketli olur
Satılan malın mevcut olması: Mevcut olmayan bir malın satışı caiz değildir Mevcut olmayan malın alıcıya teslimi mümkün olmayabilir Bu takdirde alıcı mağdur olacaktır Böyle bir mağduriyeti önlemek için Islâm hukuku, hemen teslim edilecek veya teslim edilebilmesi mümkün olan malların satışını uygun görmüştür Peygamberimiz (sas) meyveler meydana gelmeden, tomurcuk veya çağla halinde iken satışını yasaklamış, ancak dönmeye başladığı bir zamanda satışına izin vermiştir (Müslim, Büyû, 13) Çünkü, olgunlaşmasına kadar meyvelerde pek çok haşar ve hastalık meydana gelebilir Bundan da alıcı büyük zarar görür Diğer taraftan bu safhada meyvelerin miktarlarını tahmin de güçtür Bütün bu sakıncalarından dolayı mevcut olmayan malın satışına izin verilmemiştir
Mal ve bedelin belirli olması: Alışveriş belirli bir malın belirli bir bedelle değiştirilmesidir Mal veya bedelden biri belli olmazsa bu ticaret meşrû değildir Müşteri satılan malı görmeli, kontrol etmeli gerekli incelemeleri yapabilmelidir Satıcının da malı karşılığında alacağı şeyi; para ise miktarını başka bir mal ise, bunun ne olduğunu bilmesi lâzımdır Meselâ: müşteri, cüzdanımdaki paraya bu malı bana sat dese, satıcı da kabul etse böyle bir alış-veriş caiz değildir Bu tür alışverişlerde taraflardan biri için, mutlaka tehlike ve aldanma vardır Islâm'dan önce geçerli olan bu tür alışverişleri Peygamberimiz (sas) yasaklamıştır Akit unsurlarından birinin meçhul olduğu bu tür alış-verişlerin hepsine "garar" denir
Malın teslim alınması, (Kabz): Satım akdinde, alıcının herhangi bir engelle karşılaşmaksızın, satın aldığı mal üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması demektir Bu işlem, satılan malın teslim alınması ile gerçekleşir Kabz sayılan işlemler, satılanın durumuna göre değişir Meselâ ev veya arsanın teslimi; alıcının içine girmesi veya arsayı görecek şekilde yakınında durması yahut da evin kapı anahtarlarına sahip olması ile tamam olur Menkul mallarda ise, satılanın fiilen teslim alınması veya alıcının tasarruf alanına sokulması ile meydana gelir Ancak ölçü, tartı veya sayı ile satılan şeylerin kabzı; ölçerek, tartarak veya saymak suretiyle tamamının teslimi ile gerçekleşir (el-Kâsânî, Bedâyiu'sSanâyî, V, 244)
Menkûl malların kabzdan önce satışının caiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır Delîl Hz Peygamber'in şu hadîsidir: "Bir gıda maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe (teslim almadıkça) satmasın " (Buhârî, Büyû, 54, 55, Müslim, Büyû, 29-34, 34-36, 39, 41), Hadîste zikredilen gıda maddesi örnek kâbilinden olup, diğer menkûl mallar da hadîs kapsamına girer Islâm hukukçularının çoğunluğu bu görüştedir (el-Kâsânî Bedâyîu's-Sanâyi, V, 234) Buradaki endişe; menkûl mallarda çokça karşılaşılan haşar veya bir ayıbın sirâyeti ve bu yüzden sonraki müşterinin aldanma tehlikesidir Diğer bir tehlike de ilk müşterinin malı kabzedememesi ve kendi müşterisine teslim edememesidir Kabzdan önce satışın yüzyılımız ekonomisinde görülen zararlarından birisi de sun'î fiyat artışlarına neden olmasıdır Şöyle ki:
Günümüzde, arz ve talep dengesi yüzünden, özellikle kontrollü arz sonucu üretici ile tüketici arasına, henüz mal piyasaya sürülmeden aylar önce, pekçok şahıs veya şirket girmektedir Meselâ, ana toptancı, üretici firmanın belki beş-altı ayda üretebileceği tüm malınıdaha üretilmeden kapatmakta; fakat henüz mal eline geçmeden, başka toptancılara, onlar da tüketiciye kâr paylarını ekleyerek satmaktadır Mal son alıcıya, sanki bir kaç elden geçtikten sonra ulaşmaktadır Fakat gerçekte, ilk toplama ile son muşteri arasında yer alan kişiler, kendi aralarındaki işleri hep evrak üzerinde yürütmekte ve satış bedeline her biri ayrı ayrı kâr eklemektedir Mal, üretildiğinde son müşteriye doğrudan intikal etmektedir
Piyasada akıcılık gibi görünen bu işler, gerçekte fiyatların sun'î olarak artışına, mal arzının kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü mal sürülmesine sebep olmaktadır Kabzdan önce satış yasağı uygulanınca; ticaret muâmeleleri biraz ağırlık kazanacak, bunun yanında birtakım aracılar ortadan çıkmak zorunda kalacaktır Çünkü naklıye, depo kirası, personel istihdamı vBulletin harcamalar, aracıları ve parazıt şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır Böylece, piyasada rayıç fiyatın tabii olarak oluşması imkân dahiline girecektir
Sonuç olarak, satın alınan bir malın kabz ve teslim alınmadan önce satış yolu açık bırakılırsa; bir ambarda depo edilmiş malın fiyatı, o mal daha yerinden oynamadan elden ele, dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere yükseltilmiş olur (Tecrîd-i Sarîh Terc VI, 447, 450-451)
Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre kabzdan önce satış yasağı, arsa ve arazı satışlarını kapsamına almaz Çünkü menkûl malların tesliminde ortaya çıkabilecek güçlük ve riskler (garar) gayr-i menkûllerde söz konusu değildir Onun telef olma ihtimâli azdır (Alî Haydar, Mecelle Şerhi, I, 407, mad 253)
Ticarette kâr sınırı: Ticarette maksat; insanlara hizmetle beraber, o işten bir kâr sağlamaktır Yalnız bu kârın aşırı (ğabn-i fâhiş*) olmaması gerekir Genel olarak Islâm, ticarette belirli bir kâr haddi koymamıştır Kâr oranı satılan malların cinsine, özelliklerine göre değişir; Bazı mallarda düşük bir kâr haddi yeterlidir Toptan satışlarda ve değeri yüksek olan mallarda olduğu gibi Bazı mallarda ise bu oran normal tutulur Bozulma ihtimâli olmayan mallar, perakende satışlar vs gibi Bazı mallarda da kâr oranı yüksek olur Bozulma oranı fazla çeşitli riskleri mevcut olan mallar gibi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞLER HÜKÜM YÖNÜNDEN; SAHİH, FÂSİT VE BATIL NEVİLERİNE AYRILIR

1-Sahîh alış-verişler: Aslen ve vasfen (maddesi ve niteliği) dine uygun olan şeylerin alış-verişi sahîhtir Meselâ: Kullanılması dînen caiz olan bir malın şartlarına göre satılması gibi
2-Fâsit alış-verişler: Satılan malın vasfı (niteliği) dîne uygun değilse, bu tür satış fâsittir Meselâ, sürüden bir koyun diyerek, meçhûl bir koyunu satmak gibi Aslında koyunun satışı caizdir Fakat yukarıdaki satışta satılan koyunun nasıl bir koyun olduğu (niteliği) bilinmediğinden alış-veriş fâsit olmaktadır
3-Batıl alış-verişler: Satılan malın aslında Islâm'a aykırı bir durumu varsa böyle malların satışı batıldır Kullanılması veya yenilip içilmesi haram olan bir şeyin satılması, Meselâ içki, domuz vs gibi mal ve eşyanın satışı Islâm'da yasak bir alış-veriş türüdür
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞLERDE DİKKAT EDECEĞİMİZ HUSUSLAR VARDIR: Ticaretle meşgul olan bir müslümanın özen göstermesi gereken ilk önemli konu, haram kılınan malların satışını yapmamaktır Allah bir şeyi haram kılmışsa, onun bedelini de haram kılmıştır Nitekim Hz Peygamber (sas) şarapla ilgili olarak "Içilmesini haram kılan Allah'u Teâlâ satılmasını da haram kıldı " (Ebû Davud, Büyû, 64) buyurarak meseleyi gayet açık bir şekilde belirlemiştir Aynı şekilde mümin bir kasabın, Allah'ın adı anılarak kesilmemiş olan bir hayvanın etini satması da böyledir Çünkü hayvan boğazlarken kasden Allah'ın adı anılmazsa o et haram olur Buna göre, bir müslüman böyle bir eti satamaz Aynı şekilde put ve benzeri şeylerin de satışı Islâm'da yasaktır
Çalıntı olan bir malın satılması veya piyasaya sürülmesi de caiz değildir Hz Peygamber (sas)'in: "Kim bildiği halde hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak olmuştur" (Beyhakî, Sünen, V, 336) buyurduğu bilinmektedir Buna göre ticaretle uğraşan bir müslümanın gerek mal alırken ve gerek satarken bu hususlarda titizlik göstermesi gerekir
Islâm toplumunda malların fiyatlarına sun'î olarak yapılan müdahaleler asla câiz değildir Rasûlullah (sas): "Pahalılığı arttırmak için fiyatlara müdahale eden kimseyi kıyamet gününde büyük bir ateşin üzerinde oturtmayı Allah'u Teâlâ üzerine almıştır" buyurmaktadır (Bu hususta geniş bilgi için bk Narh ve Ihtikâr maddeleri)
Islam toplumunda karaborsa (ihtikar) haramdır Karaborsa, bir malın fiyatının artması için piyasadan çekilmesi, stok edilmesi, satılmaması ve fiyatı artınca satılmasıdır Ticarette normal kâr helâldir Fakat, ticaretin gayesi her ne pahasına olursa olsun kâr, hele aşırı kâr elde etmek değildir İslam'ın haram kıldığı aşırı kâr yollarından biri de karaborsadır Karaborsanın insanlara pek çok zararı vardır Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Piyasada sun'î darlık meydana getirmek, tüketimi sun'î olarak artırmak, bu vesîleyle enflasyonu yükseltmek, fazla fiyatla tüketicinin mağdur edilmesi, alıcı-satıcı arasındaki itimat, iyi niyet, sevgi ve saygının ortadan kalkması Birkaç kişinin aşırı para kazanması için buna başvurması, günah sayılmıştır Peygamberimiz karaborsacıyı şöyle tehdid eder "Pazara mal getiren rızıklandırılmış; ihtikar (stok ve karaborsa) yapan lânetlenmiştir" (Ibn-i Mâce, Ticaret, 6)
 
Üst Alt