Ashabı Uhdud ve Yolumuz

Nur Hanım

Aktif Üyemiz
AYET-İ KERiME
“Müminlere kızmalarının sebebi de, onların yalnız çok güçlü ve övgüye lâyık olan Allah'a iman etmeleri idi.O Allah ki, göklerin ve yerin hükümranlığı O'nundur ve Allah her şeye şahittir. İnanan erkek ve kadınlara işkence yapıp sonra da tevbe etmeyenlere cehennem azabı ve yangın azabı vardır.” (Buruc Suresi 8..10)
Buruç suresinde zikredildiği gibi Ashab-ı Uhdud kıssası her yerde, her nesilde Allah'a davette bulu-nan mü'minlerin düşünmesi gereken bir gerçektir. Kur'an bu üslûbu ve girişiyle; bunu yorumlayıp, açıklamasıyla, buna uygun şekilde yönlendirmesiyle Allah'a davetin niteliği, insanın oradaki rolü ve bu geniş alandaki -bu toprak olarak yeryüzünden daha geniş, dünyadan büyüktür- muhtemel gelişmelere dair derin bir çizgi çizmekte, müslümanlar için yol-daki işaretleri belirlemektedir. Onları Allah'ın gayb bilgisinde gizli olan hikmeti gereği bu yolda başları-na geleceklere karşı hazırlamaktadır.

Bu kıssa, Rabbine iman etmiş ve imanlarının hakikatini haykırmışların, sonra bu nedenle, Hakka iman etme özgürlüğü; güçlü ve her türlü övgüye lâyık olan Allah'a inanma özgürlüğü hakları ellerin-den alınanların... Böylece zorba ve zalim düşmanla-rın işkencelerine maruz kalmış bir grubun... İnandı-ğı gibi yaşamak isteyen küçük bir müslüman toplu-luğun kıssasıdır.

O zalimler insanın Allah katındaki değer ve yü-celiğini hiçe saymaktadırlar. Değerli bir varlık olan insanın acılarını tağutlar, bir oyun aracı olarak gör-mekteler, ateşle işkence edilirkenki haliyle de eğlenmektedirler.

İman bu kalplerle işkenceye üstün gelmiş, akide hayata karşı zafer kazanmıştır. Müslüman, zorbala-rın, tağutlarm tehditlerine aldırmamış, ateşte ölün-ceye kadar yanarken dininden vazgeçmemiştir.

Bu kalpler, dünya hayatına ibadet etmekten kurtulmuş, bu korkunç şekilde ölümle yüz yüze ge-lirken bile hayatta kalma sevdasına boyun eğmemiş, yeryüzünün bütün çekiciliğinden, prangalarından kurtulmuş, akidenin hayata galip gelmesiyle yücelmiştir.

Bu iman etmiş, hayrı isteyen, yüce ve değerli kalplerin karşısında, kafir, kötü, günahkar ve alçak bir topluluk vardı. Bunlar ateşin yanına oturmuşlar, mü'minlerin nasıl işkence gördüklerini, nasıl acı çektiklerini seyrediyorlardı. Oturmuşlar; ateşin yi-yip bitirdiği hayatın manzarasıyla eğleniyorlardı. Ve o yüce insanlar da ateşlerine yakıt olup toprağa dönüşüyorlardı. Ateşe muminlerden, o iyi insanlardan bir delikanlı, bir genç kız, bir kız çocuk, bir ihtiyar kadın, bir erkek çocuk ya da bir ihtiyar adam atılın-ca tağutların ruhlarında âdâ bir mutluluk peydah ediyor, çılgınların kanlı çığlıkları ortalığı kaplıyor-du.

Tağutların bu derece alçakça gerçekleştirdikleri ve oturup bu korkunç işkence manzarasını seyre ko-yuldukları dehşetengiz olay budur. Bunu, bu adilik-leri hiç bir vahşi hayvan yapmaz. Vahşi hayvan ye-mek için saldırır, avının çektiği acılardan haz duy-mak için değil.

Mü'minlerin ruhlarının yükseldiği ve kurtuldu-ğu bütün çağ ve nesillere önderlik eden ve sayesinde insanlığın yüceler yücesine vardığı olay budur.

Yeryüzü hesaplarına göre; azgınlığın imana ga-lip geldiği görülebilir. İyiliksever, yüce ve üstün bir topluluğun nefislerinde o yüce zirveye ulaşan bu imanla azgınlık arasındaki savaşta bir hesap ve ki-tap olmamıştır.

Kuran ayetlerinin anlattığı üzere bu olayla ilgili rivayetler; Allah'ın (c.c.) Nuh kavmini, Hud kavmi-ni, Salih kavmini, Şuayb kavmini, Lut kavmini, Fi-ravun ve askerlerini helak ettiği gibi o tağutları da bu suçlarından dolayı helak ettiğini zikretmiyor.

Yeryüzü hesaplarına göre bu son, üzüntü ve acı veren bir son olarak görülebilir.

iş böyle mi bitecektir? İmanın zirvesine ulaşan mümin topluluk, hendekte korkunç acılarla kaybo-lup gidecek midir? Bu derece azgınlık yapan asi top-luluk kurtulacak mıdır?

Yeryüzü hesabı, bu acı sondan dolayı senin kal-bine bir şey ilham eder.

Ancak Kur'an müminlere başka bir şey öğreti-yor: Onlara başka bir hakikatin kapısını aralıyor. Onlara kendisiyle.kendilerini ölçecekleri değerlerin yapısını, yapacakları savaşın güzelliğini gösteriyor.

Hayat, acı tatlı yönleriyle, varlık ve yokluğuyla mizanda büyük bir değer değildir Kazanma yada kaybetmeyi belirleyen öge de değildir. Zafer, zahiren galip olmayla sınırlı değildir. Bu, zaferin bir çok bi-çiminden sadece birisidir.

Allah'ın terazisinde en büyük değer, akide değe-ridir. Allah'ın pazarında revaçta olan mal imandır. En büyük zafer ruhun maddeye, akidenin acıya, imanın işkenceye karşı kazandığı zaferdir. Bu olay-da, müminlerin ruhları, korkuya, acıya, dünyanın ve hayatın çekiciliğine, işkenceye, bütün çağlarda bütün bir insanlığa yol gösteren bir zafer kazanmış-tır. İşte zafer budur.

İnsanların hepsi ölürler. Ölüş nedenleri farklı-dır. Fakat insanların hepsi bu zafere erişemezler, bu yüksekliğe ulaşamazlar, bu özgürlüğü elde edemez-ler, bu ufuklara varamazlar. Bu sadece, mele'i âlânın ölümde insanlarla birlikte olması ve dünya-daki yücelik yalnızca onların olsun diye Allah'ın seç-tiği, şereflendirdiği değerli bir topluluğun yapacağı iştir.

Müminler hayatlarını, imanlarından vazgeçerek kurtarma imkanına sahiptirler. Böyle yapsalardı ne kadar hüsrana uğrarlardı? Bütün bir insanlık da ne kadar hüsran olurdu? Bu büyük anlamı terkettikleri zaman, inançsız bir hayatı, hürriyetsizliği tercih et-tikleri takdirde ne kadar hüsrana, ziyana uğrarlar-dı? Tağutlar vücudlarına egemen olduktan sonra, ruhlarına da egemen olurken neleri kaybederlerdi?

Bu, gerçekten yüce bir keyfiyettir, büyük bir an-lam ifade eder. Onlar yeryüzünde ölürken, ateş onla-ra dokunup fani vücudlanm yakarken kazandıkları şey işte budur. Ateşin temizlediği bu yüce değer ga-lip gelmektedir.

Savaş alanı yalnızca yeryüzü, yalnızca dünya hayatı değildir. Savaşın tanıkları da yalnızca insan-lar değildir. Yüce Topluluk (Mele'i ala) yeryüzünde-ki olaylara karışmakta, bunlara lehinde yada aley-hinde şahidlik etmektedir. İnsanlar arasında yürür-lükteki ölçünün dışında başka bir ölçüyle onları ölç-mektedir. Yüce topluluğa, insanların yeryüzüne ka-tıldığından kat kat fazla saygın ruhlar katılır. Yüce topluluğun övgüsü ve ilgisi yeryüzündeki insanî değerlendirmelerden kesinlikle daha büyük, daha faz-ladır.

Bundan da öte, ahiret vardır. Yeryüzünün ken-disine katıldığı temel alandır o. Ne varolan gerçekte, ne de bu gerçeğe inananın duygusunda, ondan ayrıl-ma olmaz.

Öyleyse henüz savaş bitmemiş, asıl sonuç da ha-li hazırda alınmamıştır. Yeryüzünde bununla ilgili verilen hüküm doğru olmayan bir hükümdür. Çün-kü bu hüküm, bu savaşın az bir kısmı için verilen bir hükümdür.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt