Mevlâna celâleddin-i rûmî

Nur Hanım

Aktif Üyemiz
MEVLÂNA CELÂLEDDİN-İ RÛMÎ

Mevlâna 30 Eylül 1207 yılında bugün Afganistan sınırları içerisinde yer alan Horas Ülkesi'nin Belh şehrinde doğmuştur.

Mevlâna'nın babası Belh Şehrinin ileri gelenlerinden olup, sağlığında "Bilginlerin Sultânı" ünvanını almış olan Hüseyin Hatibî oğlu Bahâeddin Veled'tir. Annesi ise Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun'dur.

Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled, bazı siyasi olaylar ve yaklaşmakta olan Moğol istilası nedeniyle Belh'den ayrılmak zorunda kalmıştır. Sultânü'I-Ulemâ 1212 veya 1213 yılllarında aile fertleri ve yakın dostları ile birlikte Belh'den ayrıldı.

Sultânü'I-Ulemâ'nın ilk durağı Nişâbur olmuştur. Nişâbur şehrinde tanınmış mutasavvıf Ferîdüddin Attar ile de karşılaştılar. Mevlâna burada küçük yaşına rağmen Ferîdüddin Attar'ın ilgisini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştır.

Sultânü'I Ulemâ Nişabur'dan Bağdat'a ve daha sonra Kûfe yolu ile Kâ'be'ye hareket etti. Hac farîzasını yerine getirdikten sonra, dönüşte Şam'a uğradı. Şam'dan sonra Malatya, Erzincan, Sivas, Kayseri, Niğde yolu ile Lârende'ye (Karaman) geldiler. Karaman'da Subaşı Emir Mûsâ'nın yaptırdıkları medreseye yerleştiler.

1222 yılında Karaman'a gelen Sultânü'/-Ulemâ ve ailesi burada 7 yıl kaldılar. Mevlâna 1225 yılında Şerefeddin Lala'nın kızı Gevher Hatun ile Karaman'da evlendi. Bu evlilikten Mevlâna'nın Sultan Veled ve Alâeddin Çelebi adlı iki oğlu oldu. Yıllar sonra Gevher Hatun'u kaybeden Mevlâna bir çocuklu dul olan Kerrâ Hatun ile ikinci evliliğini yaptı. Mevlâna'nın bu evlilikten de Muzaffereddin ve Emir Âlim Çelebi adlı iki oğlu ile Melike Hatun adlı bir kızı dünyaya geldi.

Bu yıllarda Anadolunun büyük bir kısmı Selçuklu Devleti'nin egemenliği altında idi. Konya'da bu devletin baş şehri idi. Konya sanat eserleri ile donatılmış, ilim adamları ve sanatkarlarla dolup taşmıştı. Kısaca Selçuklu Devleti en parlak devrini yaşıyordu ve Devletin hükümdarı Alâeddin Keykubâd idi. Alâeddin Keykubâd Sultânü'I-Ulemâ Bahaeddin Veled'i Karaman'dan Konya'ya davet etti ve Konya'ya yerleşmesini istedi.

Bahaeddin Veled Sultanın davetini kabul etti ve Konya'ya 3 Mayıs 1228 yılında ailesi ve dostları ile geldiler. Sultan Alâeddin kendilerini muhteşem bir törenle karşıladı ve Altunapa (İplikçi) Medresesi'ni ikametlerine tahsis ettiler.

Sultânü'l-Ulemâ 12 Ocak 1231 yılında Konya'da vefat etti. Mezar yeri olarak, Selçuklu SarayınınGül Bahçesi seçildi. Halen müze olarak kullanılan Mevlâna Dergâhı'ndaki bugünkü yerine defnolundu.

Sultânü'I-Ulemâ ölünce, talebeleri ve müridleri bu defa Mevlâna'nın çevresinde toplandılar. Mevlâna'yı babasının tek varisi olarak gördüler. Gerçekten de Mevlâna büyük bir ilim ve din bilgini olmuş, İplikçi Medresesi'nde vaazlar veriyordu. Vaazları kendisini dinlemeye gelenlerle dolup taşıyordu.

Mevlâna 15 Kasım 1244 yılında Şems-i Tebrizî ile karşılaştı. Mevlâna Şems'de "mutlak kemâlin varlığını" cemalinde de "Tanrı nurlarını" görmüştü. Ancak beraberlikleri uzun sürmedi. Şems aniden öldü.

Mevlâna Şems'in ölümünden sonra uzun yıllar inzivaya çekildi. Daha sonraki yıllarda Selâhaddin Zerkûbî ve Hüsameddin Çelebi, Şems-i Tebrizî'nin yerini doldurmaya çalıştılar.

Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. Mevlâna'nın cenaze namazını Mevlâna'nın vasiyeti üzerine Sadreddin Konevî kıldıracaktı. Ancak Sadreddin Konevî çok sevdiği Mevlâna'yı kaybetmeye dayanamayıp cenazede bayıldı. Bunun üzerine, Mevlâna'nın cenaze namazını Kadı Sıraceddin kıldırdı.

Mevlâna ölüm gününü yeniden doğuş günü olarak kabul ediyordu. O öldüğü zaman sevdiğine yani Allah'ına kavuşacaktı. Onun için Mevlâna ölüm gününe düğün günü veya gelin gecesi manasına gelen "Şeb-i Arûs" diyordu ve dostlarına ölümünün ardından ah-ah, vah-vah edip ağlamayın diyerek vasiyet ediyordu.

"Ölümümüzden sonra mezarımızı yerde aramayınız!
Bizim mezarımız âriflerin gönüllerindedir"

MEVLÂNA'NIN ESERLERİ


MESNEVİ

Mesnevî, klâsik doğu edebiyatında, bir şiir tarzının adıdır. Sözlük anlamıyla "İkişer, ikişerlik" demektir. Edebiyatta aynı vezinde ve her beyti kendi arasında ayrı ayrı kafiyeli nazım şekillerine Mesnevî adı verilmiştir.

Her beytin aynı vezinde fakat ayrı ayrı kafiyeli olması nedeniyle Mesnevî'de büyük bir yazma kolaylığı vardır. Bu nedenle uzun sürecek konular veya hikâyeler şiir yoluyla söylenilecekse, kafiye kolaylığı nedeniyle mesnevî tarzı seçilir. Bu suretle şiir, beyit beyit sürüp gider.

Mesnevî her ne kadar klâsik doğu'şiirinin bir şiir tarzı ise de "Mesnevî" denildiği zaman akla "Mevlâna'nın Mesnevî'si"gelir. Mevlâna Mesnevî'yi Çelebi Hüsameddin'in isteği üzerine yazmıştır. Kâtibi Hüsameddin Çelebi'nin söylediğine göre Mevlanâ, Mesnevî beyitlerini Meram'da gezerken,otururken, yürürken hatta semâ ederken söylermiş, Çelebi Hüsameddin de yazarmış.

Mesnevî'nin dili Farsça'dır. Halen Mevlâna Müzesi'nde teşhirde bulunan 1278 tarihli, elde bulunan en eski Mesnevî nüshasına göre, beyit sayısı 25618 dir.

Mesnevî'nin vezni : Fâ i lâ tün- Fâ i lâ tün - Fâ i lün'dür

Mevlâna 6 büyük cilt olan Mesnevî'sinde, tasavvufî fikir ve düşüncelerini, birbirine ulanmış hikayeler halinde anlatmaktadır.

DÎVAN-I KEBİR

Dîvân, şairlerin şiirlerini topladıkları deftere denir. Dîvân-ı Kebîr "Büyük Defter" veya "Büyük Dîvân" manasına gelir. Mevlâna'nın çeşitli konularda söylediği şiirlerin tamamı bu divandadır. Dîvân-ı Kebîr'in dili de Farsça olmakla beraber, Dîvân-ı Kebîr içinde az sayıda Arapça, Türkçe ve Rumca şiir de yar almaktadır. Dîvân-ı Kebîr 21 küçük dîvân (Bahir) ile Rubâî Dîvânı'nın bir araya getirilmesiyle oluşmuştur. Dîvân-ı Kebîr'in beyit adedi 40.000 i aşmaktadır. Mevlâna, Dîvân-ı Kebîr'deki bazı şiirlerini Şems Mahlası ile yazdığı için bu dîvâna, Dîvân-ı Şems de denilmektedir. Dîvânda yer alan şiirler vezin ve kafiyeler göz önüne alınarak düzenlenmiştir.

MEKTUBAT

Mevlâna'nın başta Selçuklu Hükümdarlarına ve devrin ileri gelenlerin.e nasihat için, kendisinden sorulan ve halli istenilen diıü ve ilmi konularda ise açıklayıcı bilgiler vermek için yazdığı 147 adet mektuptur. Mevlâna bu mektuplarında, edebî mektup yazma kaidelerine uymamış, aynen konuştuğu gibi yazmıştır. Mektuplarında "kulunuz, bendeniz" gibi kelimelere hiç yer vermemiştir. Hitaplarında mevki ve memuriyet adları müstesna, mektup yazdığı kişinin aklına, inancına ve yaptığı iyi işlere göre kendisine hangi hitap tarzı yakışıyorsa o sözlerle ve o vasıflârla hitap etmiştir.

FÎHİ MA FÎH

Fîhi Mâ Fih "Onun içindeki içindedir" manasına gelmektedir.. Bu eser Mevlâna'nın çeşitli meclislerde yaptığı sohbetlerin, oğlu Sultan Veled tarafından toplanması ile meydana gelmiştir. 61 bölümden oluşmaktadır. Bu bölümlerden bir kısmı, Selçuklu Veziri Süleyman Pervane'ye hitaben kaleme alınmıştır. Eserde bazı siyasi olaylara da temas edilmesi yönünden, bu eser aynı zamanda tarihi bir kaynak olarak da kabul edilmektedir. Eserde cennet ve cehennem, dünya ve âhiret, mürşit ve mürîd, aşk ve semâ gibi konular işlenmiştir.

MECÂLİS-İ SEB'A

(Yedi Meclis) Mecâlis-i Seb'a, adından da anlaşılacağı üzere Mevlâna'nın yedi meclisi'nin, yedi vaazı'nın not edilmesinden meydana gelmiştir. Mevlâna'nın vaazları, Çelebi Hüsameddin veya oğlu Sultan Veled tarafından not edilmiş, ancak özüne dokunulmamak kaydı ile eklentiler yapılmıştır. Eserin düzenlemesi yapıldıktan sonra Mevlâna'nın tashihinden geçmiş olması kuvvetle muhtemeldir. Şiiri amaç değil, fikirlerini söylemede bir araç olarak kabul eden Mevlâna, yedi meclisinde şerh ettiği Hadis'lerin konuları bakımından tasnifi şöyledir :

1. Doğru yoldan ayrılmış toplumların hangi yolla kurtulacağı.
2. Suçtan kurtuluş. Akıl yolu ile gafletten uyanış.
3. İnanç'daki kudret.
4. Tövbe edip doğru yolu bulanlar Allah'ın sevgili kulları olurlar.
5. Bilginin değeri.
6. Gaflete dalış.
7. Aklın önemi.

Bu yedi meclis'de, asıl şerh edilen hadislerle beraber, 41 Hadis daha geçmektedir. Mevlâna tarafından seçilen her Hadis içtimaidir. Mevlâna yedi meclisinde her bölüme "Hamd ü sena" ve "Münacaat" ile başlamakta, açıklanacak konuları ve tasavvufî görüşlerini hikaye ve şiirlerle cazip hale getirmektedir. Bu yol Mesnevî'nin yazılışında da aynen kullanılmıştır.

ESERLERİNDEN SEÇMELER


Mesnevi,c.I
Dinle, bu ney nasıl şikayet ediyor; aynlıkları nasıl anlatıyor. Diyor ki: Beni kamışlıktan kestiklerinden beri Feryadımla Erkek de ağlayıp inlemiştir, kadın da. Aynlıktan şahrem-şahrem olmuş bir gönül isterim ki iştiyak derdini Anlatayım Ona. Aslından uzak kalan kişi, gene buluşma zamanını arar. Ben her toplulukta ağladım, inledim; iyi Hallerdede de eş oldum, kötü hallerler de. Herkes, kendi zannınça dost oldu bana; içimdeki sırlarımıysa kimse Aramadı. Benim sırrım, feryadımdan uzak değil; fakat gözde, kulakta o ışık yok. Beden candan, can da bedenden Gizli değil; Fakat kimseye canı görmeye izin yok. Ateştir neyin bu sesi, yel değil. Kimde bu ateş yoksa, yok olsun o Kişi.

Mesnevi,c.V, s. 3676-3697
"Her an aziz bir misafir gibi, gönlüne bir düşünce, bir keder gelir çatar. Canım efendim, sen gönlüne gelen düşünceyi Bir insan olarak kabul et. Çünkü insanın değeri düşünce ve ruhladır. Gam fıkri, neşenin yolunu keserse, sakın Üzülme. Çünkü gönüle gelen gam, sana başka neşeler hazırlamaktadır. Gam, yeni bir neşe, yeni bir sevinç gelsin Diye gönül evini sıkıca süpürür, temizler. Gönül dalındaki sararmış, kurumuş yaprakları koparır, atar. Böylece taze Ve yeşil yaprakların bitmesine yardım eder. Keder, ta ötelerden yeni bir sevinç gelsin diye, eski sevincin kökünü Kazır. gam, üstü dallarla, yapraklarla örtülü yeni kökü güçlendirmek için çürümüş, pörsümüş olan eski kökü Yerinden söker, atar.


Divan-ı Kebir 3172
"Ey benim canım, şu toprak perdesinin ötesinde, gizli bir zevk, gizli bir mutlu yaşayış vardır. Herşeyi gizleyen bu Örtünün ardında, yüzlerce güzel Yusuflar vardır. bu ten bu görünen beden ortadan gidince, asıl varlığın olan ruhun Kalkar. Ey sonsuz olan ruh, ey fani olan ten! bu halin nasıl olduğunu anlamak ister isen, her gece kendine bak. Uykuya dalınca tenin ölmüş gibidir. Ruhunsa, cennet bahçelerinde kanat çırpmaktadır.."

Divan-ı Kebir 911
"Ölüm günümde tabutum götürülürken bende bu dünyanın derdi, gamı var,dünyadan ayrıldığıma üzülüyorum Sanma, bu çeşit şüpheye düşme. Sakın öldüğümiçin bana ağlama, yazık oldu, yazık oldu deme, eğer nefse uyup Şeytanın tuzağına düşersem, işte hayıflanmanın sırası o zamandır. Cenazemi görünce ayrılık, ayrılık Deme, o vakit benim ayrılık vaktim değil, buluşma, kavuşma vaktimdir. Beni toprağın kucağına verdikleri zaman Sakın veda, veda deme, çünkü mezar, ötekialemin, cennetler mekanının perdesidir. Batmayı, gözden kaybolmayı Gördün ya. Birde, doğmayı gör. Düşün, Güneşle, aya, gözden kayboldukları zaman bir ziyan geldi mi?

Bu hal sana, batmak, kaybolmak gibi görünmese de, aslında bu hal, doğmaktır,yeniden hayata kavuşmaktır. Mezar, İnsana hapishane gibi, zindan gibi görünürse de,orası, ruhun kurtulduğu yerdir. Hangi tohum yere atıldı, Ekildi de Tekrar bitmedi,topraktan baş kaldırmadı? Niçin insan tohumu hakkında yanlış bir zanna düşersin?

Hangi kova kuyuya sarkıtıldı da, dolu çıkmadı? Can Yusufu neden kuyudan ziyangörsün, niçin feryad etsin? Bu Dünyaya ağzını yumunca, öte tarat'a aç! Artık senin hay huyun, uğraşmaların mekansızlık alemindedir."

Divan-ı Kebir 3039
"Manaların aşk burakı, aklımı da, gönlümü de aldı, götürdü. Nereye götürdü?diye sen bana sor. Aklımı da, gönlümü De senin bilmediğin o tarafa, ötelere götürdü.Ben öyle bir revaka, öyle bir kemer altına ulaştım ki, orada ne ay Gördüm, ne de gök.Öyle bir dünyaya eriştim ki, orada dünya da, dünyalıktan çıkar, dünyalığını kaybeder.

Bir an için olsun, müsaade et, aman ver de aklım başıma gelsin, gelsin de canın neolduğunu anlatayım. Onun Güzelliklerinden bahsedeyim, sözlerimi yabana atma.Kulak ver bana, senin de canın var. Canı anlamağa çalış. Sevgilinin bize lütuflanvar, keremleri var, ihsanları var, armağanları var. Bunlar acayıp, görülmemiş lütuflar, İhsanlardır. Bunlar, eşi benzeri olmayan keremlerdir. Duygu yolundan apaçık ışıklargelmede, gönüller Aydınlanmaktadır. Süheyl yıldızına benzeyen can, rukn-i yemanîtarafından görününce ay da görünmez olur, güneş- De, yedi göğün kutbu da. Canın nuru, onların hepsini alt eder. Bir an için altın kınntısına benzeyen dini al, dilinin Altına koy da senin kendi gönlünde, kendi içinde nasıl çok kıymetli bir maden bulunduğunu gör, anla. Sende bulunan Beş duygu ışığını, gönül nuru ile aydınlat. Duyguları beş vakit namaz gibi bil. Senin gönlün ise yedi ayetten ibaret Olan Fatiha Süresi'ne benzer. Her sabah göklerden bir ses gelir, gönlünden dünya sevgisini Atabilirsen o sesi duyar, hakikat yolunun izini bulur, yol alır gidersin."

Divan-ı Kebir 1536
"Gel, aramıza gir. Biz, Hak aşıklarıyız, gel aramıza katıl da sana aşk bahçesinin kapısını açalım. Gölge gibi evimizde Otur, biz Hak güneşinin komşularıyız. Biz, can gibi göze görünmüyoruz, aşıkların aşkı gibi, izimiz, Nişanımız da yok. Fakat eserlerimiz, sende, senin önünde, çünkü biz can gibi hem gizliyiz, hem de apaçık ortadayız. Sen, her neden bahsediyorsan, onlardan da yücelere, daha ötelere bak, biz ötelerin de ötesindeyiz. Sen, su gibisin, Fakat çukurda kalmışsın, mahbussun. Kendine bir yol aç da bize katıl, çünkü biz, Hakk'a doğru akan bir seliz."

Divan-ı Kebir 1540
"Gel de birbirimizle candan konuşalım, kulaklardan, gözlerden gizli olarak söyleşelim. Gül bahçesi gibi dudaksız, Dişsiz gülelim, düşünce gibi duvaksız, dilsiz görüşelim. Akl-ı evvel mertebesinde Hakk'ın varlığının idraki içinde, Dünyanın sımnı ağzımız kapalı olarak da sonuna kadar söyleyelim. Hiç kimse, kendi kendisiyle apaçık sesle Konuşmaz, madem ki hepimiz biriz, dilsiz, dudaksız gönüllerimizden birbirimize seslenelim. Sen, nasıl olur da eline Tut dersin? 0 el senin midir? Mademki elimiz bir, ellerimizin de bir olduğundan bahsedelim. El, ayak, gönlün Hareketini bilir, dilimiz susarak, gönlümüz titreyerek söyleşelim."

Divan-ı Kebir 3020

"Gel, gel, daha yakın gel, bu yol vuruculuk ne zamana kadar sürüp gidecek? Mademki sen, bensin, ben de senim, Artık bu senlik ve benlik nedir? Biz Hakk'ın nuruyuz, Hakk'ın aynasıyız. Şu halde kendi kendimizle, birbirimizle ne Diye çekişip duruyoruz? Bir aydınlık, bir aydınlıktan neden böyle kaçıyor? Biz hepimiz, bütün İnsanlar, tek bir vücud halinde, olgun bir insanın varlığında toplanmış gibiyiz. Fakat neden böyle şaşıyız? Aynı Vücudun birer uzvu olduğumuz halde neden zenginler, yoksulları böyle hor görürler? Aynı vücutta bulunan sağ el, ne Diye kendi sol elini hor görür? Her ikisi de mademki senin elindir, aynı tende uğurlu ne demek, uğursuz Ne demek? Biz hepimiz, bütün insanlar hakikatta tek bir cevheriz. Aklımız da bir, başımız da bir. Fakat kambur felek Yüzünden biri, iki görür olmuşuz. Haydi, şu benlikten kurtul, herkesle anlaş, herkesle hoş geçin. Sen kendinde Kaldıkça, bir habbesin, bir zerresin, fakat herkesle birleştin, kaynaştın mı, bir ummansın, bir madensin! Bütün İnsanlarda aynı ruh vardır, fakat bedenler, tenler yüzbinlercedir. Nitekim dünyada sayısız badem vardır, ama Hepsinde de aynı yağ bulunmaktadır. Dünyada çeşitli diller, çeşitli lügatler var, fakat hepsinin de anlamı birdir, Çeşitli kaplara konan sular, kaplar kırılınca birleşirler, bir su halinde akarlar. Tevhidin ne Demek olduğunu anlar da, birliğe erersen, gönülden sözü, manasız düşünceleri söküp atarsan, can, mana gözü açık Olanlara haberler gönderir, onlara gerçekleri söyler."

Divan-ı Kebir 2675
"Mutlu olmanın sırrını peygamber efendimizden öğren de, Allah sana ne verirse onarazı ol. Başına gelen derde, Belaya razı olur da, ses çıkarmazsan, o anda hemen sana cennet kapısı açılır. Eğer gam elçisi sana gelirse, tanıdık Bir dost gibi karşıla, onu kucakla. Zaten o sana yabancı değildir, onunla aşinalığın vardır. Sevgiliden gelen cefaya Karşı sakın suratını asma, onu neşe ile karşıla. Ona merhaba, hoş geldin de. Onu güler yüzle, tatlı sözlerle karşıla Da, gönül alıcı o eşsiz varlık hoşa gitmeyen çarşafını üstünden atsın, güzelliği ortaya çıksın.

Gam çarşafina bürünerek gelmiş olan o dilberin çarşafının ucundan sıkıca tut. Asla bırakma. Onun çarşafının Kirliliğine bakma. 0 çarşafın içindeki dilber çok güzeldir. Çok tatlıdır, pek de vefalıdır. O çarşafın içinde korkunç bir Varlık, bir ejderha varmış hissini vermek istemişlerdir. Gam belası beni korkmuş, endişeye kapılmış olarak değil, Gülerek görür. Ben neşe kılığına girerek gelen derdi davet etmem Aksine dert kılığında gelen devayı çağırırım. Şunu İyi biliniz ki, gamdan ıstıraptan daha tatlı, daha mübarek bir şey olamaz. Karşılığı sonsuzdur..

Divan-ı Kebir 128
"Bize Hak yolunda bizsiz olarak bir yolculuk nasîb oldu. 0 yolculukta bizsiz olduğumuz için gönlümüze bir ferahlık Geldi. Daima bizden gizlenen, o gerçek sevgili, o ay yüzlü, güzeller güzeli, orada, bizsiz olarak yanağını yanağımıza Koydu. Biz o dostun gamı ile can verdik de, onun gamı, bizi bizden kurtardı. Bizsiz olarak doğurdu. Biz her Zaman aralıksız, şarabsız, şarab içmeden mest olanlardanız. Biz daima biz siz olarak neşeleniriz. Manevî zevkler Duyarız. Siz sakın bizi yad etmeyin, buna lüzum yok. Çünkü biz bizsiz olduğumuzdan, kendimiz rüzgar kesilmişiz de Her yerde eser dururuz. Biz bizsiz kalıyoruz da her zaman sevinç içindeyiz, mutluyuz. Bu sebeble daima bizsiz Olalım, bizsiz kalalım diyoruz. Kapıların hepsi de yiizümüze kapanmıştı. Biz bizden kurtulunca, kapıların Hepsi de açıldı."

Divan-ı Kebir 183
"Gözlere görünmeyen, gizlenip duran, o sevgiliden eğer can kokusu alırsan, ondan bir iz, bir eser bulursan, coşar, Taşar, yüzlerce cihana sığamaz o! ursun. Can güneşi görebilirsen, ordusuz bir padişah kesilirsin de hem ğayb Mülkünü elde edersin, hem de gizli sırları bilene kavuşursun. Duyup istediğin ve sevdasına kapıldığın hazineyi Yeryüzünde göremediysen, onu gök yüzünde bulursun. 0 mübarek gönül aynasında şüpheden temizlenmiş o berrak Aynada, daha bu Dıinya'da iken Ccnnetteki güzelleri, güzellikleri bir bir bulursun, görürsün. Eğer gönül Vesveselerinin elinden bir an için kurtulursan, çözülmcsi pek zor olan tılsımın anahtarını elde eder, o tılsımı Bozarsın. Can padişahın aşkı ile, putları kır, dök de onları yapanı, onlan nakşedeni apaçık gör."

Divan-ı Kebir 3024
"Şu tenimiz ruhumuzun bir köşküdür. Orası bir tepe, bir yıkık yer değildir. Ruhumuz bizim biricik dostumuz, Yarimizdir. 0, bize hiçbir zaman yabancı olmaz. Gönül yolu, korkunç bir çölden geçer. Yürekli bir er, Rüstem gibi yiğit Olmayan bir kişi oraya nasıl varabilir? Oraya varacak kişi, bir pehlivan gibi hasmını yere vuran, çeşitli gıdalarla Bedenini besleyen, kuvvetli, güçlü kişi değildir. Oraya varacak kişi, nefsini yenen, kendi benliğini yıkıp alt eden, Dünya aşığı değil, Allah aşığı olan kişidir. Böyle bir kişinin bedeni mezara girince, mezarın toprağı ile örtülünce, o Bedenden tohum nasıl baş verir yücelirse, tıpkı onun gibi Hak tarafından kabul ediliş ağacı yükselir, boy atar. Nurlu Bir gönül ehlinden başka, o nura aşık olan kimdir? Aşk mumu, pervanenin gönlünden başka neyi yakar?"

Divan-ı Kebir 1611
"Yapma ey dost, ben garîb bir kişiyim. Başımda senin sevdan var. Ben dertliye, yurdundan ayrı düşmüş ben garîbe, Hoş bir şekilde bak. Ben seni istemekteyim. Başka isteğim yok. Senin aşkınla mestim, kendimden geçmişim, hcnim Kendimden bile haberim yok. Hep seni durmadan istemekten ötürü, başımı bile kaşıyamıyorum. Gönlüm, neden Nurlandı? Aydınlandı? Neden ikbale erdi? Sana söyleyeyim: Bu garîb gönlümün aynasında, senin güzelliğini, Eşsizliğini hissediyorum, buluyorum da ondan. Ey dost, Kıyamet Günü'nü düşün de, beni azarlama, ayıplama. Ben Senin aşkınla coşmuşum, dalgalanıyorum, bütiin dalga olmuşum, bütün coşkunluk olmuşum. Çünkü bende senin Vahdet denizinin mübarek incisi bulunmaktadır. Gönül sarayına girip seni görmek istiyorum. Gafletimin Kapıcısı beni içeri bırakmıyor, beni başından savmak arzusunda amma, o bilmiyor ki, ben gizlice Gönül Penceresinden seni seyretmekteyim, temaşadayım. Bundan sonra artık çoşmayayım, kıyametler Koparmayayım. Bende senin aşkından söz eden gönlün varken, artık kim benim gönlüme karışır? Hükmeder?"

Divan-ı Kebir 2256
"Senin aşkınla kararsız olan kişi, sana kavuşunca karar bulur, huzura erer. Böylece ayrılık dikeninle gönlü Yaralanan kimse, senin gül bahçene ulaşır da mutlu olur. Şu Dünya'da görülen güller, susamlar, bütiin çiçekler, Bütün gül bahçeleri senindir, senin yarattıklarındır. 0 güllerin, çiçeklerin solmaları, ölmeleri senin sonbaharının Haberciliğindendir. Onların topraktan baş kaldırmaları, tekrar hayata kavuşmalan, neşeli neşeli oynaşmaları da Senin ilkbaharının eseridir. Gerek yeryüzünde, gerekse gökyüzünde bulunan canlı cansız her varlık, herşey, her Zerre aşıkların canları ve gönülleri gibi, senin aşkına düşmiişler de kararsız olmuşlardır. îçlerinden yanıyorlar, Koşuyorlar. Yarattıklarının hepsi de senin aşkınla yaşarlar, sevdana taparlar. Bıitün alem, senin kudretli elindedir. Onlar bazan senin düşkünlerin, mestlerin olurlar. Bazan da senin hımarındadırlar. Varlıkların hepsi de, senin Sevdana kapılmış, alt üst olmuşlardır. Neşeyi de, kederi de senden almışlardır. Ne yazık ki, herşeyi sen yarattığın Halde, yarattıkların senden habersizdirler. Yarattığın eserlerde senin sanatını sezmek, hadiselerde takdîrini Müşahede etmek ne tuhaftır? Mukadderata boyun eğerek, şikayet etmeden senin tecellîlerini beklemek ne hoştur. Seninle beraber olunca, senin sevgine ulaşınca, ölü ömrü, pörsümüş teni ve donuk canı ne yapayım? Sayılı iki üç Günlük ömür ne işe yarar?"

Divan-ı Kebir 1940
"Ey Hak aşıklarının canı, ey senin aşkınla oynamaya, zühre, def çalmaya koyulmuş. Sanki sana karşı duyduğumuz Sevgiyi oynayarak, çalarak alem yapıyorlar. Aşk okunun açtığı yaradan nice bağrı yaralı, nice avlanmış hasta var. Fakat ortada ne ok görünüyor, ne de yay. Aşık'ın kanı göz yaşı olmuş da. göz yaşlarından yeşillikler bitmiş, Yeşilliklere gül yüzünün aksi vurmuş, her taraf güllük gülistanlık olmuş. Kış gibi soğuk, ayrılık yolları kesmiş, Bağlamışlı. Bu yüzden bağın, bahçenin çiçekleri, yer zindanında hapsolup kalmışlardı. Baharın adaleti ile yol emin Olunca, soğuklar gidip yol açılınca, yeşillikler, ellerinde yalın kılıçlarla göründü. Gonca da eline mızrağını alıp Çıkageldi. Kalk, dışarı çık, bağa bahçeye gel. Onlar uzak yoldan geldiler. Kalk. binek atın var, ona bin. Atını kırlara Sür, gülistanlara sür. Uzak yoldan gelenler karşılanır. Yeşillikler, çiçekler yüklerini bağladılar, yokluk aleminden Geldiler. Denizlere ulaştılar, denizlerden göklere yükseldiler, burc burc bütün gökleri dolaştılar, her yıldızdan bir Fayda, bir hüner elde ettiler ve nihayet yağmur halinde toprak alemine düştüler. Su ve sıcaklık her an onlara Gökyüzünden yardım etmektedir. Onlar birkaç gün şu yeryüzünde misafir olarak kalacaklar, sonra geldikleri ycre Dönüp gideceklerdir. Bu hep böyle gider, böylc sürer. Bu misafirlere rüzgarlar başları üstünde sofralar taşırlar, Seher yılı da elinde kaselerle gelir, ikramda bulunurlar. Sofraya oturacaklardan başkalarının görmemesi için, bu Yemek kaplarının üstlerinde kapaklar vardır. Can ehlinden, gönül ehlinden başkalanna kapalı olan bu Bakırların içindeki yemekleri herkes merak eder. Bu tabaklarda ne var diye sorarlar. Soranlara hal dili ile derler ki: Eğer herkes bu sırlara mahrem olsaydı, tabağın örtülmesine ne lüzum vardı? Herkes bilirdi ki, can gıdası, can gibi Gizlidir. Ten gıdası, beden gıdası da ekmek gibi ortadadır."

Divan-ı Kebir 1713
"Kalkın ey aşıklar, göklere doğru yükselelim. Şu yaşadığımız Dünya'yı, gördük, anladık bir de gideceğimiz o Dünya'ya varalım. Hayır, hayır şu iki Dünya bahçesi de güzel, ikisi de hoş, biz bu ikisinden de, hem Dünya Bahçesinden, hem de ahiret bahçesinden vazgeçelim de, bahçıvanı arayalım, bulalım, ona doğru gidelim. Dağlardan Koşup gelen sel gibi secdeler ederek, başımızı taştan taşa vurarak, denize kadar gidelim. Denize Kavuştuktan sonra da, iistündeki köpükler gibi, el çırpa çırpa koşalım, yürüyelim. Şu kederlerle dolu alemden, bu Yeis aleminden, düğün dernek alemine, neşe alemine sefer edelim. Yüzleri sarartan bu ıstırab Dünya'sından Uzaklaşalım da, yüzümüze kan gelsin, can gelsin. Alçalma, insanlığımızı kaybetme korkusundan yaprak gibi dal gibi Titreyerek, yüreğimiz çarparak aman yurduna, kurtuluş yurduna varalım. Zaten gurbette biz, dertlerden, Kederlerden kurtulmamıza bir çare yoktur. Toprak yurdunda yola düşmüşüz. Günah Tozlarından silkinip kalkmamız mümkün değil. Şu Dünya'da gördüğümüz güzellikler,şekiller, süretler kendisini Gizleyen bıiyük bir sanatkarın, bir ressamın varlığını isbat etmektedir. Biz kem gözden gizli, izi belirmeyen ressama Varalım. Insanlık yolu, hakîkat yolu belalarla dolu bir yoldur. Fakat yol gösterenimiz aşk olduğu için, bizim Korkumuz yok. Çünkü aşk, bu yolda nasıl gideceğimizi bize öğretiyor. Yusufun sevdası ile canımızıDünya Sevgisinden, nefsin isteklerinden temizleyelim. Bir ayna haline getirelim de Yusufun eşsiz güzelliğine bir armağanla Gidelim."

Divan-ı Kebir 2795
"Ey yüzlerce gül bahçesinin canı, yasemine kendini göstermedin, ondan gizlendin fakat ey benim canımın canının Canı olan sevgili, sen nasıl oldu da benden gizlendin? Gökler seninle aydınlandığı, seninle nurlandığı halde, sen niçin Kendini gizlersin, göstermezsin? Şu bedeni canlandıran, yaşatan sensin. Peki ne diye can verdiğin bedenden De gizlenirsin? Hakk'ın izzetinin kemalinden ve kendi güzelliğinin üstünlüğünden ötürü mü? Kendi güzelliğini, Kendinden mi kıskanıyorsun da ey padişahlar padişahı, böylece erkeklerden de, kadınlardan da gizleniyorsun. Ey Kendinden geçen, kendinden bile gizlenen eşsiz, benzeri olmayan, ey bizden de gizlenen, iki Dünya'dan da gizlenen.

Şaşılmaz, ey canlara gönüllere apaçık görünen azîz varlık, öyle bir gizlendin, şu fanî gözlerimize öyle bir görünmez Oldun ki, bu aşırı gizlenişle, sen gizlilikten bile gizli kaldın. Ey Tebrîzli Şems; sen, Hazreti Yusuf gibi bir kuyuya Düşmüş, kendini gizlemişsin. Ey ab-ı hayat, ey bizi ölümsüzlüğe kavuşturacak bengi su, seni elde etmek için kuyuya Sarkıtacağımız ipden bile gizlendin. Seni nasıl bulabileceğiz?"

Divan-ı Kebir 2217
"Sararmış, sormuş yüzümü gör de bana hiçbir şey söyleme. Sayısız dertlerimi seyret de, Allah aşkına olsun hiçbir Şey söyleme. Kanlarla dolmuş gönlüme bak. Irmağa dönmüş göz yaşlarımı seyret. Ne görsen geç hepsinden, neymiş, Nasılmış diye birşey sorma. Dün gece hayalin gönül evinin kapısına geldi de, kapıyı çaldı, gel dedi. kapıyı Aç,fakat hiçbirşey söyleme. Senin verdiğin ıstırabdan, gamından feryad, diye elimi ısırdım. "Ben artık seninim, elini Isırma, hiçbir şey söyleme" dedi. "Sana bağlanan şu canı, ne zamana kadar, Dünya'nın etrafında döndürüp Duracaksın?" diye sordum. "Hiç ses çıkarma, nereye çekersem tez gel" dedi. "Sussam hiçbirşey söylemesem, Gönlün buna razı'olur mu?" dedim. Bir ateş yaktın, yandırdın, alevlendirdin sonra da gir içine birşey söyleme Diyorsun. Benim bu sözlerime karşı, sevgili gül gibi güldü de, gir ateşe dedi. Gir de o ateş içinde yaseminler, Yapraklar, çayır, çimenler gör ve hiçbir şey söyleme. Aşk ateşi baştan başa söz söyleyen gül oldu. Gül yaprakları Ateşten dil kesildi de: "Bizi yaratan sevgilinin lutfundan, ihsanından, güzellikten başka bir söz söyleme" dedi".

Divan-ı Kebir 2414
"Gözüne perde kesilen lokmadan çok yeme, yoksa gideceğin yere gidemezsin, onu kaybedersin. Yaşamanı o Lokmaya bağlı sanırsın amma, aslında çok yediğin lokma, can gözüne kıl. baş gözüne perde kesilir. Şu Dünya Çayırlığında pek fazla yayılıp, gezme, neden gezmiyecekmişim de deme. Bu fazla dolaşmalar da can gözüne Perdedir. Beden tılsımı her zehiri bal gibi, şeker gibi gösteriyor. 0 kendini perde arkasında gizleyen bir Gelindir, aslında senin gerçeği görmene bir perde olmuştur. Fazla lokmadan elini çekersen, daha fazla hayaller Belirir, gelir daha fazla hayallere dalarsın. Fakat hayallerden bazıları safa kapısına perde olur. Aslında tabiattan Gelen hayal, rüh hayalinin yüzünü örter. 0 zaman akıl bu "Cana canlar katan bir perdedir" diye haykırır. Ey gönül, Sen çeşit çeşit, renk renk olan perdelerden çık, sıyrıl, aklını başına al da perdeler seni gerçek dosttan ayırmasın".

Divan-ı Kebir 1116
"Ey azîz dost, ey eşsiz sevgili, herkes kendi cinsiyle uzlaşmış, kendi cinsiyle kaynaşmıştır. Herkes kendi tabiatına Layık, kendi rühuna uygun birisini dost edinmiştir. Madem lütfun, sevgin bizi, bizden aldı, kendimizden geçirdi. Lütfunu bizden esirgeme, sensiz bırakma bizi. Cins cins herkes, herşey kendi cinsiyle kaynaşır, herkes, herşey Kendi cinsinden birisini, bir şeyi seçer. Bu yüzdendir ki, birisi cinsinden olmayanla, düşüp kalkarsa, o münafık Sayılır. Bu hal su ilc yağın, katranla karın beraber bulunuşuna benzer. En bahtsız kişi, cinsinden olmayandan ayrılıp, Kendi cinsine kavuşuncaya kadar, bulunduğu yerde susadıkça susar, susuzluğu arttıkça artar. Kim senden kaçar da, Başkasından hoşlanırsa, kim senden ürker, seni bırakır başkasıyla karar kılarsa, o aslından, kendi cinsinden ayrı Düşdüğü için, sevdiğini sandığının yanında suratını ekşiterek, bulut gibi somurtkan oturur. Kendi cinsinden olanın Yanında ise, ilkbahar gibi gönlü açılır, neşelenir. 0, kendi cinsiyle beraber olunca Susam Çiçeği gibi dil kesilir, Cinsinden başkasının yanında dilsiz kalır. Kendi cinsiyle bir arada bulununca gül gibi açılır, güzel kokular saçar, Cinsinden başkasına ise diken olur?"

Divan-ı Kebir 2894
"Bu gidişle menzile, varacağın yere nasıl varacaksın? Bu tenbellikle, bu huyla dilediğine nasıl ulaşabileceksin? Bu Sırrı çözmek, bu sırra mahrem olmak sana nasîb olmamış, müşkil sırrı açmayı nasıl başaracaksın? Su gibi şu çamur İçinde hapsolup kaldın, bedeninin aslı olan bu balçıktan ne vakit tertemiz, arınmış olarak çıkıp kurtulacaksın? 0 Lutuf ve ihsan denizinin yardımı olmadıkça, bu kirlilik, bu günah dalgasından nasıl kurtulup mutluluk sahiline Varacaksın? Aşk Burakı, Cebrail (a.s) in gayreti, kılavuzluğu olmadıkça Hazreti Muhammed (s.a.v) Efendimiz gibi, Nasıl olur da o en yüksek makama yükselebilirsin? Sen tutuyor, fanî varlıklara güveniyorsun, sığınacağı Olmayanlara sığınıyorsun. Devlet ve ikbal sahibi padişahlar padişahına nasıl sığınacaksın?"

Divan-ı Kebir 2722
"Gönlü gereği gibi anlamak için bir zaman. gönül mahallesine girdim, orada kaldım. Böylece gönliin halinden bir iz, Bir nişan aramaya koyuldum. Bakayım "Gönlıimün halleri nedir? Nasıldır?" diye düşündüm. Gördüm ki, yalnız ben Değil, bütün Dıinya ondan şikayetçi, onun yüzünden feryada düşmüş. Her ovada, her şehirde rastladığım Bilginlerden, akıllı kişilerden gönüle dair ne düşundüklerini, ne destanlar söylediklerini sordum. Hepsi de gönlün Elinden yakındı, yaka silkti, hepsi de feryada geldi. Bu hal bana dokundu. Gönül konusu üzerinde bir şüphcye, bir Zanna düştüm. Sonunda, bu konu üzerinde, aklın bir işe yaramadığını anladım da aklımı bıraktım. Gönüle doğru Sefere çıktım, yola düştüm, fakat onun bulunmadığı, hiçbir yer de görmedim. Aslında şu gönül, arif ile marufun yani, Bilen ile bilinen arasında tercümanlık edip durmada. Gönülün ne olduğunu ancak gönül sahipleri bilir. Ruhsuz kişi, Gönlün değerini ne bilsin? Sen gönülü ancak AIlah kapısında, ilahî dergahta bulabilirsin. Gönül filan da, fişmanda Bulunmaz. Alemde kırık gönülleri onaran, eksiklikleri tamamlayan, dilediğini zorla yaptırmaya gücü Yeten, her izi olanı, her izi bulunmayanı gereği gibi gören Allah'tan başkasında gönlü bulamazsın. Çünkü Allah, gönlü Ev edinmiştir".

Divan-ı Kebir 3
"Ey gönül, Hakk'ın verdiği nimetlere karşı vazifeni hakkıyla yapamamakta kusurlarına karşı özür dilemek için neler Düşünüyorsun? Ondan bunca vefalar gelmede, senin tarafından ise bunca cefalar. Ondan bunca keremler, Cömertlikler senden ise eğri büğrü işler. Verilenleri az bulmak düşiincesi, ondan bunca nimetler, senden ise bunca Hata. Senden bunca hased, bunca kötü düşünce, onun bunun hakkında kötü zanlar. Ondan ise, bunca ihsan, bunca Lutf, bunca iyilikler. Bunca ihsan, bunca iyilik niçin? Dünya hayatının zorlukları, acılıkları tatlılaşsın, güzelleşsin diye. Bunca kendine çekiş neden? Allah dostlarına ulaşsın, onlara katılsın diye kötülükten, işlediğin günahtan pişman olup Da Allah diye yalvarınca, seni o çeker, belalardan kurtarır. Yaptığın suç yüzünden korkuyorsun, candan perişan Oluyorsun, kurtulma çareleri arıyorsun da o anda seninle beraber olanı, seni korkutanı ne diye kendinde göremiyor, Bulamıyorsun? Allah, seni bazan yaratılışına, tabiatına bırakır. Mal, mülk sevgisine, gümüş, altın, kadın sevdasına Düşiirür. Bazan da canına Cenab-ı Mustafa'nın, hayali nuru bağışlar, seni aydınlatır. Kah seni o tarafa, iyi adamlara, Hoş adamlara doğru çeker, götürür. Kah seni kötülere ulaştırır. Hayat gemini şu girdablardan ya geçirir, selamete Ulaştırır, yahut da girdaba atar, kırar, dağıtır. Dünya'da herkes, sevgilisine can verir. Fakat birinin sevgilisi, kan Tulumundan ibarettir. Öbürününki Güneş'in nürudur".

Divan-ı Kebir 823
"Ömür, yarınlara bağlanan ümitlerle geçip gitmekte, gafilcesine kavgalarla, gürültülerle, didinmelerle tükenip Durmadadır. Sen aklını başına al da, ömrünü, şu içinde bulunduğun bugiin say. Bak bakalım, bugünü de hangi Sevdalarla harcıyorsun? Kah cüzdanını para ile doldurmak kaygısı ile, kah iyi yemek, içmek endişesi ile, bu azîz Ömür geçip gitmede, her nefesde eksilmede. Ölüm bizi, birer birer çekip alıyor, onun heybetinden, korkusundan Akıllı insanların bile beti benzi sararıp durmadadır. Ölüm, yolda durmuş, bekliyor. Efendi ise gezip, tozma Sevdasındadır. Ölüm kaşla güz arasında, onu hatırlamaktan bile bize daha yakın. Fakat gaflete dalanın aklı nerelere Gitmekte, bilmem ki? Teni besleyip, şişmanlamaya bakma, çünkü o, sonunda toprağa verilecek, mezar kurtlarına Yem olacak bir kurbandır. Sen gönlünü manevî gıdalarla beslemeye bak. Yücelere gidecek, şereflenecek odur. Bu Leşe yağlı, ballı şeyleri az ver. Çünkü, tenini besleyen şehvetine, nefsanî arzulara kapılıyor, sonunda rezil olup Gidiyor. Sen rüha, manevî yiyecekler ver, yağlı ballı düşünüş, anlayış, buluş gıdaları ver de, gideceği yere Güçlü, kuvvetli gitsin".

Divan-ı Kebir 611
"Ey karanlık geceyi uykuda geçiren mü'min, dua etmek zamanı geldi. Haydi kalk. Ey kötülük etmeyi adet edinmiş Nefs, ibadet etme, iyilik etme zamanı geldi. Pencereden bak, tevbe kapısını aç, evi tertibe koy, düzelt. Haydi durma Bizim nöbetimiz geldi. Suçtan, kötülüklerden neden temizlenemiyorsun? Günahlardan ellerini yıka, yüzüne su vur, Abdest al, namaza durma zamanı geldi. Seni mezara koydukları, lahitte yüzünü Kıble'ye döndürdükleri zaman, Hayatta şu karşında duran Kıble'yi hatırlarsın, amma, namazını kılamadığın, kazaya bıraktığın için içinin Yanmasından eline ne geçer? Sen şimdi hayatta iken, bu Kıble'den bir nur, bir ışık ara. Bir ışık elde et de, o nur, o Işık, senin kabrini ışıtsın. Allah'ın nuru gelince, kabir bir gül bahçesi olur".

Divan-ı Kebir 442
"Aşıklara, dostu araştırmak farzdır. Aşıkların coşkun akan bir sel gibi, yüzlerini, başlarını yerlere sürerek, taşlara Vurarak, dostun deresine varıncaya kadar koşması gerektir. Zaten dileyen, isteyen hep odur. Bizler gölgeler gibiyiz. Bizlerin konuşup görüşmemiz, dedikodulanmız hep dosta aiddir. Fakat hakîkatte kendi kendinden bahseden, Konuşan hep odur. Bazan akarsu gibi, dostun deresinc doğru çağlar, gideriz. Bazan da durgun su gibi, dostun Testisinde hapsolur kalırız. Bazan ateşin üstündeki güveç toprak tencere gibi kaynar coşarız. 0, ise birşeyler Düşünerek, fazla taşmayalım diye kepçe ile başımıza vurur. Dostun huyu böyledir. Ne şaşılacak şeydir ki: nazla, işve İle seni eritir, zayıflatır, kıla döndürür de yine sen, dostun bir kılına iki Dünya'yı bile vermezsin. Dostla
Oturmuşuz, onunla hir aradayız da, dosta; ey dost, dost nerede? diye soruyoruz. Dostun mahallesindeyiz de, Gafletimizden dost nerede? Dost nerede? deyip duruyoruz. Kötü, hoş olmayan kuruntular, uygunsuz düşünceler, Bizim gevşek tabiatımızdan meydana gelmektedir".
 
Moderatör tarafında düzenlendi:
Üst Alt