C.D > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİHÂD EMİRİ

Arapça'da "cihâd" kelimesi; bir amaca ulaşabilmek için, kişinin elinden gelen her türlü çabayı sarfetmesi anlamına gelir "Kutsal savaş" ile eş anlamlı değildir Bundan daha geniş bir anlamı vardır ve her türlü çabayı içerir Savaş, cihadın bir bölümü veya yerine göre bir safhasıdır Dille, kalemle, malla veya bizzat savaşa katılarak Allah yolunda yapılan tüm mücadeleler, hatta kişinin; Allah'ın emirlerini yerine getirme hususunda kendi nefsiyle mücadelesi, ıstılah olarak cihâd kavramına girer
"Emîr" ise, bir kavmin veya memleketin başı, reisi, genel vali ve ordu komutanı gibi anlamlara gelir
Buna göre "cihâd emîri"; cihâdı başlatmak veya yönetmekle görevli kimse dernektir Duruma göre, devlet reisi bu işi yürütebileceği gibi, kendi yerine bir başkasını görevlendirmesi de mümkündür Bu durumda "veliyyü'l-emr=(devlet reisi)"nin, savaşta askeri sevk ve idare etmesi için ordunun başına tayin ettiği kimseye "cihâd emîri" denir (Maverdî, el-Ahkâmü's-Sultâniyye, 37; Ö N Bilmen, "Istılahatı Fıkhiyye Kamusu ", III, 341)
Savaş için tayin edilen kumandanın makamına "İmâre ale'l-Cihâd = Cihâd Emîrliği" denir
Cihâd emîrliği iki kısımdır; Biri "imâret-i hâssa (özel anlamda emîrlik)"tir ki, yalnızca orduyu idareye ve harp işlerini yönetmeye mahsustur Diğeri, "imâret-i âmme (genel emîrlik)"tir Savaşı idare, ganimet mallarını taksim, barış sözleşmesi imzalama gibi bütün cihâd işlerini kapsayan emirliktir (Mâverdî, age, 37; Ö NB age, III, 341)
Harbe lüzum görülüp de bir ordu veya bir seriyye gönderileceği zaman "veliyyü'l-emr"in ilk yapacağı iş, bunların başlarına bir "emîr (komutan)" tayin etmektir Çünkü askeri sevk ve idare etmek, yönetimindekileri gözetmek, orduda birlik ve beraberliği sağlamak, gerekli hükümleri uygulamak için bir "emîr"e ihtiyaç vardır Zira her hâdisede devlet başkanına müracaat edilmesi bir takım zorlukları doğurabilir (Ö N Bilmen, age, III, 361)
Savaş; cesaret, iyi bir sevk ve idare, ganimetleri taksim hususunda hakkı koruma, güvenilir olma, hesap ve yazı bilme gibi hasletlere dayanır Bu yüzden devlet başkanı; bu iki görevi (savaşı yönetme, ganimetleri taksim) bir şahsa verebileceği gibi, ayrı ayrı kimselere de verebilir Bu konuda ehliyet ve ihtisas aranır
Şayet "veliyyü'l-emr", ganimetlerin taksimini "emîr-i harb (savaş emîri)" ile "emîr-i kısmet (ganimeti paylaştırma emîri)" olmak üzere, tayin edeceği iki şahsa verirse, bu hususta bunlardan herhangi biri yalnız başına hareket edemez; taksimi birlikte yapmaları icabeder
"Cihâd emîrliği"ne tayin edilecek zatın; adil, iyi bir yönetici, savaş siyasetini bilen, harb usulüne âşinâ, helâl ve haramı tanıyan, şefkat ve cesaretle muttasıf tehlikeleri umursamaz bir şekilde atılmaktan sakınan biri olması gerekir Zira bu özellikleri taşımayan bir kimsenin, "emîr" tayin edilmesiyle umulan faydalar sağlanamaz
Harbe kumandan tayin edilen zat, ordu içinde bulunma ihtimali olan casusları ve askerin maneviyatını bozacak zararlı davranışlarda bulunabilecek şahısları temizlemesi, orduyu teftiş ve kontrol etmekle meşgul olması icabeder
"Emîr"in soy ve fikir bakımından kendi soy ve fikrinde olanlara kendi mezhebinde bulunanlara meyletmemesi, soy, fikir ve mezhepte ayrı olanlara sırt çevirmemesi: ufak tefek bazı hâdiselere gereğinden fazla önem verip işi büyütmek suretiyle ihtilaf ve ayrılıklara yol açmaması gerekir" (Mâverdi, age, 39)
"Cihâd emîri", devlet başkanının vekilidir İslâm'da devlet başkanına itaat bir görev olduğu gibi; onun vekiline de itaat bir görevdir Hatta fertler, emîrin emrettiği veya yasakladığı şeylerin faydalı olup olmadıklarına bakmaksızın ona itaat etmeleri gerekir Çünkü bu şekilde içtihada dayanan hususlarda devlet başkanı veya vekiline itaat gereklidir Meselâ: Emîr, orduyu teşkil eden su taşıyıcıları, sağ cenah temsilcileri, sol cenah temsilcileri vBulletin gruplara "hiç birinin harp halinde diğerine yardım için bulunduğu noktayı terketmemesini" tenbih edecek olursa, bu grupların yerlerinden kımıldamamaları gerekir İsterse bu gruplardan birinin düşman tarafından yenilgiye uğratılmasından endişe duyulsun (Ö N Bilmen, age, III, 362)
"Emîr"in emrettiği veya yasakladığı şeylerin Allah'a karşı bir masiyet yahut helâk olmayı gerektiren, uygun olmayan bir davranış olduğu herkes tarafından kabul edilirse, bu takdirde kendisine itaat gerekmez Çünkü Yaratan'a karşı gelmeyi gerektiren hususlarda, yaratılana itaat edilmesi caiz değildir "Üstün, kanuna aykırı emirlerine uyulmaz" kuralı mâlûmdur Buna rağmen böyle masiyeti gerektiren bir emir veya yasaklama durumunda sabır ve tahammül gösterilir, isyandan kaçınılır
Yukarda anılan durumlar, müslümanların, kendilerinden olan bir yönetici (veliyyü'l-emr) tarafından yönetildikleri dönemlere mahsustur Ülkeleri istilaya uğramış, başlarına tâğutlardan biri geçmiş olan müminlerin eli kolu bağlı oturmaları kendilerine yakışmaz Bu durumda da bir cihad emirinin başkanlığında cihad etmeleri üzerlerine farzdır Cihadı terketmeleri Allah'ın emirlerine karşı gelmek demektir Bu cihadın mutlaka silâhla yapılması da şart değildir Zamanı gelinceye kadar; dille, kalemle,malla, ve akla gelebilen her türlü vasıta ile yapılabilir Tâ ki müminler, aralarından kendilerine önderlik yapacak birini hazırlayıp, onun etrafında birlik olsunlar Böyle biri görev yüklenince de ona muhalefet etmek, yahut ona yardım etmemek cihadı terketmek demektir Normal zamanlarda devlet reisine itaat nasıl farz ise, bu durumda da müminlerin çevresinde birleştikleri "lider" yani cihad emirine itaat farzdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİHADIN CEŞİTLERİ

1- Nefs'e Karşı Cihad Şüphesiz en güç cihad, insanın nefsiyle ve nefsinin arzularına karşı yaptığı cihaddır Müslüman, gerçek cihadı nefsine karşı verir Nefsine karşı cihadı kazanamayan, düşmanın karşısına çıkmak için kendisinde güç ve cesaret bulamaz Hz Peygamber Tebük seferinden dönüşte ashabına şöyle buyurmuştu: " Küçük cihaddan büyük cihada dönüyoruz" (Adûnî, Keşfu'l-Hafâ', I, 425) Bu hadisinde Hz Peygamber, en kalabalık bir ordu ile katıldığı Tebük seferini "küçük cihad" olarak vasıflandırırken; nefse karşı verilecek mücadeleyi "büyük cihad" olarak nitelendirmektedir " Hakiki mücahid nefsine karşı cihad açan kimsedir" (Tirmizî, Cihad, 2) hadîsi de aynı manayı ifade etmektedir
Aynı meâlde başka hadis-i şerifler de vardır Bütün bunlar bize, insanın nefsi ile, nefsinin boş ve mânâsız, hatta gayr-ı meşrû istekleri ile mücadele etmesinin cihad olarak değerlendirildığını göstermektedir
2- Ilim Ile Cihad
Cihad'ın başka bir çeşidi de ilim ile yapılan cihaddır Dünyadaki bütün kötülüklerin sebebi cehalettir Hakk'a ulaşmak isteyen herkesin cehaletten kurtulması, ondan uzaklaşması gerekir
Bilginin ortaya koyduğu delillerin gönüller üzerinde icra ettiği tesiri silâh gücü ile temin etmek mümkün değildir Onun için şöyle buyurulmuştur:
"Ey Muhammed! Insanları Rabbi'nin yoluna, hikmetle, güzel öğütle çağır; onlarla en güzel şekilde tartış Doğrusu Rabbin, kendi yolundan sapanları daha iyi bilir O, doğru yolda olanları da en iyi bilir " (en-Nahl 16/125)
Temeli ilim yoluyla tebliğ ve davete dayanan Islâmiyette, bu tebliğ faaliyetinin adı "ilim ile cihad"dır Bu usûle "Kur'an ile cihad" da denilir En güzel mücadele şekli Kur'an'ın mücadele şeklidir Bunun için Cenâb-ı Hak:"Sen kâfirlere uyma, uyanlara karşı Kur'an ile büyük bir cihadla cihad et" (el-Furkan, 25/52) buyurmuştur Ayet-i kerimede Kur'an ile cihadın "büyük cihad" olarak belirtilmesi, Kur'an'ın ilim ile cihad konusuna ne kadar önem verdiği göstermektedir Hak ve hakikatı, en tehlikeli zamanda bile, hiç bir şeyden korkmadan ve çekinmeden olduğu gibi söylemek de bir çeşit cihaddır Rasûlullah (sas) bu konuda şöyle buyurmuştur:
"Zalim bir hükümdar karşısında hak ve adaleti açıkça söylemek, büyük bir cihaddır " (Ibn Mâce, Fiten, 4011)
3- Mal Ile Cihad
Mal ile cihad, Allah Teâla'nın insana ihsan etmiş bulunduğu mal ve servetin yine Allah (cc) yolunda harcanması demektir
Bilindiği gibi dünyada her iş para ile yapılmaktadır Hakkın korunması ve zafere ulaşılması da yine paraya bağlıdır Bunun için mal ile cihadın önemi büyüktür Müslümanların, Islâm'ın yücelmesi hakkın muzaffer olması için her türlü mal, servet ve paralarını bu yolda fedâ etmeleri mal ile cihaddır
Hz Peygamber'in, mal ile cihad hususundaki teşvik edici sözleri ashabı kiramı harekete geçirmiş ve kendileri yoksulluk içinde sıkıntılı bir hayat geçirirken, mal ile cihad farızasını edâ edebilmek için elde avuçta ne varsa getirip Rasûlullah'a vermişlerdir Bu konuda Kur'an-ı Kerîm'de de pek çok ayeti kerîme vardır Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Iman edip hicret eden, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden, (mücâhidlere) yer veren ve yardım edenlerin hepsi birbirinin vekilıdır " (el-Enfal, 8/72)
"Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşın Bilseniz bu sizin hakkınızda ne kadar hayırlıdır " (et-Tevbe, 9/41)
"Allah, mallarıyla, canlarıyla mücadele edenleri derece bakımından oturanlardan üstün kılmıştır " (en-Nisâ, 4/95)
4- Savaşarak Cihad Yapmak
Cihad, müslümanlara farzdır Her müslümanın nefsi ile, ilim ve malı ile sürekli cihad yapması, böylece dinin korunması, Hakk'ın galip kılınması için çalışması gerekir Bazen "I'lây-ı kelimetullah" yani Allah adının yüceltilmesi dinin korunup yayılması içinde elde silâh düşmanla savaşmak icab edebilir Bu en büyük cihaddır ve müslümanlara farzdır Hattâ cihad denildiği zaman ilk akla gelen husus, düşmanla sıcak savaşa girmektir
Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
"Sizinle savaşanlarla; Allah yolunda siz de savaşın Fakat haksız yere saldırmayın" (el-Bakara, 2/190)
Bu ilâhi emir Allah yolunda, Islâm uğrunda savaşmanın ve Islâm yurdunu düşmana karşı korumanın cihad olduğunu bize ifade etmektedir Hz Peygamber (sas) de bir hadis-i şeriflerinde; ganimet elde etmek, şan ve şöhrete ulaşmak, mevki ve makam elde etmek için yapılan savaşın cihad olmadığını, cihadın, Allah (cc)'ın adının yüceltilmesi (I'lây-ı kelimetullah) için yapılan savaş olduğunu haber vermiştir
Çağımızda bir takım gruplar her ne kadar savaşsız bir dünyanın özlemini dile getirmekte ve bunun için açık veya gizli savaş aleyhtarı faaliyetler sürdürmekte iseler de, bu hiç bir zaman, binlerce yıldan beri devam eden gerçeği değiştirmeyecek ve savaşlar sürüp gidecektir Cenâb-ı Hak bu değişmez gerçeği aşağıdaki ayet-i kerîmede bize haber vermiştir:
"Hoşunuza gitmediği halde, savaş size farz kılındı Hoşunuza gitmeyen bir Şey, hakkınızda hayırlı olabilir Hoşunuza giden bir şey de, hakkınızda kötü olabilir Bunları Allah bilir, siz bilemezsiniz " (el-Bakara, 2/216)
"Savaşan, ancak kendi öz canı için savaşmış olur Allah hiç bir şeye muhtaç değildir " (el-Ankebut, 29/6)
Islâm dini müslümanlara şerefli bir hayat yaşatmayı hedef edinmiştir Bu sebeple bu dinin emrettiği savaş, savunma savaşı, zâlimlerden mazlumları kurtarma savaşı, her yere adalet götürme savaşı ve müslümanların haysiyetini koruma savaşıdır Kur'an-ı Kerîm'de:
"Kendilerine karşı savaş ilân olunduğunda zulme uğrayanlara cihad etmeleri için izin verildi Hak Teâlâ onlara yardıma hakkıyla Kadirdir" (el-Hac, 22/39) buyurulup meşrû savunma savaşına izin verilirken her an savaşa hazır olmak da emredilmiştir
Savaşın önemini ısrarla belirten Islâm dini ve onun yüce kitabı, barışın da gereğine işaret etmekte, barış teklifi düşmandan geldiği takdirde tavız vermeden teklifin yerine getirilmesini istemektedir:
" Eğer onlar barış isterlerse sen de onu kabul et Allah'a güven ve dayan"
"Her şeyi işiten, herşeyi hakkıyla gören O'dur Onlar seni aldatmak isterlerse, şunu kesin olarak bil ki, Allah sana yeter Seni,yardımlarıyla ve müminlerle destekleyen O'dur" (el-Enfâl, 8/63)
Islâm, müslümanlara yapılan tecavüzlerin hiç birinin karşılıksız bırakılmamasını istemektedir:
"O halde, size karşı tecavüz edenlere siz de aynıyla mukabele edin " (el-Bakara, 2/194)
Yeryüzünde fitne kalmayıncaya kadar müslümanların cihada devam etmelerini isteyen Islâm, savaş hukukunu da en güzel şekilde tanzim etmiştir Allah Teâlâ'nın:
" Andlaşma yaptığınızda Allah'ın ahdini (andlaşma hükümlerini) yerine getirin" (en-Nahl, 16/91)
"Haddi aşmayın, Allah haddi aşanları sevmez" (el-Bakara, 2/190) buyurması; Peygamber Efendimiz'in cephe gerisinde bulunan kadın, çocuk, ihtiyar ve din adamlarının öldürülmemesini, savaşçılara işkence edilmemesini çapulculuk yapılmamasını istemesi, Islâm savaş hukukunun temel kuralları olmuştur
Dinimizin müslümanlara farz kıldığı cihadın fazileti ve bu emri yerine getirenlerin Allah katında ulaşacakları yücelikler Kur'an-ı Kerim'de şöyle haber verilmektedir:
"Allah Teâlâ, Cennet'e karşılık müminlerin canlarını ve mallarını satın aldı Onlar Allah yolunda savaşırlar Savaş meydanında şehît ve gazı olurlar Allah'ın bu öyle bir vâdidir ki, Tevrat'ta da, Incil'de de, Kur'an'da da sabittir Kim Allah'tan daha çok vadıni yerine getirir? Yaptığınız bu hayırlı alış verişten dolayı sevinin Işte büyük kurtuluş budur" (et-Tevbe, 9/111)
"Ey mü'minler! Sizi çetin bir azabdan kurtaracak bir ticaret yolu göstereyim mi? O da şudur: Allah'a ve Rasûlüne iman eder ve Allah yolunda mallarınızla, canlarınızla savaşırsınız Bir bilseniz bu iş sizin için ne kadar hayırlıdır Bu takdirde Allah sizin günahlarınızı mağfiret eder, altlarından ırmaklar akan cennetlere ve Adn Cennetlerindeki hoş konutlara koyar Işte büyük kurtuluş budur" (es-Saf, 6/10-12) Cihadın fazileti hakkında Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurur:
"Rasûlullah'a: "-hangi iş daha hayırlıdır?" diye soruldu " Allah'a ve Peygamberine iman etmektir " dedi
"-Sonra hangisi faziletlidir, denildi: Allah yolunda cihaddır" cevabını verdi sonra "hangisidir?" sorusuna karşı da: "-Makbûl olan hac'dır, " buyurdu" (Buhâri, Iman, 18)
Abdullah b Mes'ud şöyle anlatıyor: "Rasûlullah'a: -Yâ Rasûlallah, Allah katında hangi iş daha sevimlidir? diye sordum -Vaktinde kılınan namazdır, dedi -Sonra hangisidir? dedim -Anne ve babana iyilik etmendir, buyurdu Sonra hangisidir? sorusuna da: -Allah yolunda cihaddır, cevabını verdi" (Buhârî, Cihad, 1)
Ebû Zerr (ra)'den şöyle rivayet edilmiştir: "-Ya Rasûlallah, hangi amel daha faziletlıdır?" dedim "Allah'a iman etmek ve onun yolunda savaşmaktır" buyurdu (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 531)
Bir adam Peygamberimiz (sas)'e geldi ve: "-Insanların hangisi efdaldır?" diye sordu Rasûlullah: "-Allah yolunda malı ve canı ile cihad eden mümin kişidir" buyurdu (Buhârî, Cihad, 2)
Elde silâh, din ve Islâm diyarı uğrunda hudut boylarında nöbet beklemenin asıl bir görev olduğunu ve bunun Allah Teâlâ'yı ziyadeşiyle memnun ettiğini bildiren Peygamberimiz (sas) şöyle buyurmuştur:
"Hudut ve Islâm diyarının muhafazası için bir gün, bir gece nöbet beklemek, bir ay (nafile olarak) gündüz oruç tutup gece namaz kılmaktan daha hayırlıdır" (Müslim, Imâre,163; Tirmizî, Cihad 2)
"Iki çeşit gözü, Cehennem ateşi yakmaz: Biri Allah korkusundan ağlayan göz; diğeri Allah yolunda nöbet beklerken uyumayan göz " (Tirmizî, Fezâilü'l-Cihad, 12)
Görüldüğü gibi cihad ilâhi bir emir olup kadın erkek bütün müslümanlara farzdır Bu farzı yerine getirenler Cenâb-ı Hakk'ın hoşnutluğunu kazanacak ve ahirette yüce mertebelere ulaşacaklardır
Cenâb-ı Hak:
"Siz de düşmanlara karşı gücünüzün yettiği kadar kuvvet ve (cihad için) başlanıp beslenen atlar hazırlayın" (el-Enfâl, 8/60) buyurarak müslümanlara her zaman cihad için hazırlıklı olmalarını emretmiştir
Işte bütün bu ayet ve hadislerin ışığında cihad, dünya ve dünya malı için olmayan, Kelîme-i Tevhîd'in kabulü ve gönüllere yerleşmesi için gösterilen cehd ile bunun neticesinde kazanılan kardeşliğin adıdır Cihad; insanları, kula kul olmaktan kurtarıp Allah'a kul etmeğe davet edişin ve bu uğurda çekilen sıkıntıların adıdır Cihad, insanları, sınıf, zümre, parti ve bütün beşeri hegemonyalardan kurtarıp Allah'ın hâkimiyeti altına gönül rızası ile davet etmenin adıdır Kinsiz, kansız ve mutlu bir Islâm toplumu oluşturmak için gösterilen ihlaslı hareketin adıdır Cihad, her ferdin, kendisini günahlardan arındırıp Allah'a istiğfar etmesi, Allah'a yönelmesi, Allah'a yönelen insanlardan oluşan bir dünya kurması ve bu dünyada kendisi ve insanlar için yalnız Allah'ın hâkimiyetini istemesi ve bunun için devamlı hareket halinde olmasıdır Cihad, eskiden yapılan ve pişmanlık duyulan bütün yanlış işlerin aksini yapma gücüdür Cihad, zimmete geçirilen bütün hakları geri iade edebilmektir
Cihad, terkedilen hukukullahı telâfi etmektir Cihad, nefis ve bedendeki her türlü taklıdi terk etmektir
Rasûlullah (sas)'ın torunu Hz Hasan der ki: "Adam Allah uğrunda cihad eder Halbuki bir kılıç vurmamış bulunur Sonra Allah uğrunda cihadın hakkı da; hak ve ihlâsa yakın bulunması, haksızlıktan ve kötü niyetlerden gücü yettiği oranda kusur ve ilgisızlıkten uzak bulunmasıdır"
Cihad, insanları baskı ve zorlamadan korumak ve kurtarmaktır Zorlama ve baskı olmayan Islâm'a, insanları davet ederek Allah'ın adını yüceltmektir Cihad, herkesi, mensubu olduğu akîdeden zorla çıkarmaya çalışmayıp, hakkın kabulü ve yayılışına engel olmak isteyen ve gücünün yettiğine baskı yapan hak düşmanlarının kovulması ve her türlü engelin kaldırılması ile, sağlam kalp ve dosdoğru düşünen bir akıl için belirlenmiş en güzel nizamı, yani Islâm'ı hâkim kılmaktır Cihad, Hz Peygamber (sas)'in yaşayıp tebliğ ettiği Islâm'a yapışarak Allah yolunda kendini ve malını feda etmiş, orta yolu seçmiş, aşırılıktan sakınmış ilâh olarak Allah'ı ve onun hâkimiyetini tanımış, Islâm'ı bütün dinlerin üstünde ve tamamlanmış tek din kabul ederek bu dini müdafaa ve yaşanılır kılmak için çalışmak demektir Bunun için Islâm'da mutlak surette, öldürme, intikam, din değiştirmeye zorlama yoktur Düşmanı yenmek, onun kuvvet ve gücünü bertaraf edip, dinde serbest olarak Allah'ın hükmüne tabi tutmaktır ki, işte Allah'ın adını yüceltmek için yapılan cihad şekillerinden birisi de budur
Cihad, ne bir savunma savaşı ne düşmana saldırıda bulunup onu imha etme savaşıdır Kıtal ve kan dökme değildir Yahut bir üstünlük ve egemenlik kurarak insanları boyunduruk altına alma savaşı da değildir
Insanlarla mücadele ve insanlar arası savaş ilişkilerini anlatan pek çok kelime varken, Islâm bu kelimeleri cihad kavramı yerine kullanmadı Meselâ, harp, kıtal, ezâ kelimeleri cihad kelimesinin yerini tutmamaktadır Islâm niçin eskiden Araplar'ın kullandığı harp vBulletin gibi kelimeleri almadı da yepyeni bir ifade olan cihad tabirini aldı Bunun birinci sebebi, harp tabiri şahsi menfaatler, polemik oyunlar için ateşi sönmeyen, yangını çağlar boyu milletlerin, kabilelerin içinden çıkmayan kıtal anlamında kullanılmıştır Harplerde genellikle, kişisel ve toplumsal kinler hâkim olmuştur Harplerde fikir endişesi, bir akîdeyi galip kılma çabası göze çarpmaz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİLBÂB

Müslüman kadını baştan aşağı örten çarşaf, ferâce ve câr gibi dış kıyafet Gerek Medine döneminde gerek daha sonra ki dönemlerde mümin kadınların evden dışarıya çıktıkları vakit üstlerine giydikleri bol ve geniş bir örtü olup, onları tanınmayacak şekilde örten bir nevi çarşaf demektir Cilbab mümin kadınların Allah'ın tesettür emrine uymak için giydikleri dış örtünün Kur'an-ı Kerîm'deki adıdır
Cilbab, mümin hanımların alâmetidir Bunu giyen bir hanımın tanınması ve hakkında su-i zanna düşülmesi mümkün değildir Zira cilbablı hanımların böyle bol ve geniş bir örtüye bürünerek saygıyı gerektiren bir dış kıyafetle tam tesettürlü olarak vakarla dolaşmaları, sokaktaki kadınlara sataşmayı huy edinen cahillere çekinme hissi verir Böyle bir İslâmî dış kıyafet bu gibi kimselerin yapacakları edepsizliğe engel olur (Ayrıca bk Tesettür)
Cilbab tabiri Kur'an-ı Kerîm'in el-Ahzâb suresinde şöyle ifade buyrulur: "Ey Peygamber! hanımlarına, kızlarına ve müminlerin hanımlarına söyle, dışarı çıkarken üstlerine cilbablarını alsınlar Bu, onların tanınmasını ve bundan dolayı incitilmemelerini sağlar Allah, Gafûrdur, Rahîmdir " (el-Ahzab, 33/59)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİLBAB" NEDİR? Islâmî kadın elbisesi tipi sözkonusu olunca, günümüzde en çok tartışılan konulardan biri de, "cilbab" ın ne olduğu konusudur Biz bu konuyu en geniş şekliyle araştırıp anlatmayı deneyecegiz Ta ki, bu konuda artık tartışma olmasın ve müslümanlar bu doğrultuda bir adım daha ilerlesinler
Bilindiği gibi Kur·'ân-ı Kerîm'de erkek elbisesi konusunda detaylı açıklama bulunmadığı halde, kadın kiyafeti konusunda detaylı sayılacak emir ve yasaklar vardır: Kadınlara zinetlerini ve zinet yerlerini açmamaları, başörtülerini yakalarını kapatacak biçimde üzerlerine atmaları, zinetlerini duyurmak için ayaklarını yere vurmamaları, "cilbablarını" üzerlerine sarkıtmaları ve süslü püslü sokaga çıkmamaları emredilmiştir ki, bunlar işin teferruatına kadar belirtilmesi anlamını taşır Bunlara bir de Resûlullah Efendimizin açıklamaları eklenirse kadın kiyafetinin, üzerinde ne kadar önemle durulması gerektiğini anlamış oluruz
Nûr Sûresi'ndeki bir âyette Allah (cc): "Kadınlar, başörtülerini, yakalarını örtecek biçimde başlarına örtsünler" (Nûr (24) 31) emrini vermiştir Bu âyetten daha sonra gelen "Ahzâb" âyeti ile de Allah "Mü'minler'in kadınlarına da söyle, cilbablarını üzerlerine sarkıtsınlar, yaklaştırsınlar" (Ahzâb (33) 59) emrini vermiştir Işte daha sonra gelen bu "cilbab" âyeti, önceki ile aynı şeyi anlatmış olmayacağına göre, birincisinde anlatılan başörtüsüne ilâve bir örtü ve elbise emrediyor demektir İşte Islâm bilginleri bu noktadan ve bu âyetin işin başında anlaşılıp uygulanma biçiminden hareket ederek, "cilbab" hakkında çeşitli yorum ve tanımlamalar getirmişlerdir Biz önce onları görecek, sonra da bir sonuca varmaya çalışacağız
Tefsirlere ve klasik Arapça sözcüklere baktığımızda, "cilbab" için şu değişik tanımların yapılmış olduğunu görürüz: Kamîs (üstlük), kadınların başlarını ve göğüslerini örttükleri ridadan küçük, başörtüden büyük elbise; milhafe yani çarsaf, milhafeden küçük geniş elbise, kadının normal elbiselerini örttüğü üst elbise, vücudu baştan ayağa örten elbise; mikna'a, yani peçe, başörtünün üzerinden örtülen rida; peştemalve rida, kadının bulüzünün ve başörtüsünün üzerinden büründüğü çarsaf (Örnek olarak bk Zâdü'I-mesîr VN/422 ve Sabunî N/382 Bu tanımlar "cilbâb" kelimesinin pekçok tefsirden çıkarılan tarifinin özetidir Öyleki, bunların dışında bir tanımı yok gibidir) "Cilbab" için söylenenlerin farklı olanları bunlardan ibarettir
Görüleceği gibi bu tanımlarda genellikle belirlenen ortak özellik "cilbab"ın giyilenden çok, bürünülen ve normal giysinin üzerine atıverilen bir üstlük olduğudur
Tefsircilerimiz bize cilbab'ın nasıl giyildiğini ve uygulama biçimini de anlatırlar Meselâ:
Ibnü'1-Cevzî: Başlarını ve yüzlerini örterler
Ebû Hayyân: "cilbablarını idnâ etsinler" ifadesi, bütün bedenin örtülmesini anlatır "Üzerlerine" denmekle de yüzleri kastedilmiştir Çünkü Cahiliyyet Döneminde kadınların açık olan yerleri yüzleri idi
Ebu's-Su'ûd: Kadın cilbabı başına atar, ve kenarını da göğsüne sarkıtır Bu âyet; kadınlar herhangi bir sebeple çıkarlarsa, yüzlerini ve bedenlerini örterler anlamına gelir
Süddî de: Bir gözleri hariç, bütün yüzlerini kapatırlar, demiştir
Ibn Kudâme: Cilbab (giyilmeyerek) entari üzerinden kuşanılır
Ibn Abbas: Kadınlar hür olduklarının bilinmesi için tek gözleri hariç, başlarını ve yüzlerini örterler
Ibn Şîrîn: Ubeyde es-Sem'ânî'ye cilbabın niteliğini sordum: Bir çarsaf alıp kuşandı Başının tamamını kaşlarına kadar örttü Sol gözünü açık bırakarak yüzünü de örttü: (İşte cilbab böyle kuşanılır demiş oldu) (bk Zâdü'I-mesîr V/250; Ebu's-suûd VI/81; ibn Kudâme, el-Mugnî I/602; Ebû Hayyân, el-Bahru'l-muhît V/250; Sabûnî, Ravâyi N/283, 381)
Elmalılı, âyette geçen: "cilbablarını sarkıtsınlar, yaklaştırsınlar" ifadesini anlattıktan sonra şunları ekler:
"Bu açıklamada da iki şekil vardır: Birisi, kaşlarına kadar başlarını örttükten sonra, büküp yüzünü de örtmek ve sadece tek bir gözünü açık bırakmak (Bizler yetiştiğimiz zaman validelerimizin tesettür tarzı bu idi) Ikincisi de, alnının üzerinden sıkıca sardıktan sonra burnunun üzerinden dolayıp, gözlerinin ikisi de açık kalsa bile, yüzünün ekserisini ve göğsü tamamen örtmüş bulunmakdır (1310'da Istanbul'a geldiğim zaman, Istanbul hanımlarının, bir peçe eklemek ve elde açık bir şemsiye bulunmak şartıyla tesettür tarzları da bu idi) (Elmalılı, Hak Dinî V/3928)
Cilbabda renk önemli midir? Ne örtünme âyetleri, ne de onları açıklayan hadîsler, kadınların, şu, ya da bu renkte cilbab giymeleri gerektiğini söylememişlerdir Buna göre kadın ister siyahtan, isterse beyazdan cilbab edinir
Ancak ilk müslüman hanımlar ve özellikle de Resûlullah'ın dönemindeki sahabî kadınlar cilbabın görev ve esprısını çok iyi kavradıklarından olacak ki, genellikle siyah rengi tercih etmişlerdir Meselâ Ümmü Seleme Annemiz: "Cilbab âyeti indigi zaman, Ensâr kadınları siyah giysilere büründüklerinden ötürü, başlarında kargalar varmış gibi çıktılar" (Cessâs, Ahkâmü'l-Kur'ân NI/372; Sabûnî N/382) demiştir
Şairler de cilbabı hep siyah olarak düşünmüş olacaklar ki, siyah ve koyu renkli konuları cilbaba benzetegelmişlerdir
Sonra, cilbabın verdiğimiz tariflerinden de anlaşılacağı gibi, cilbabın asıl görevi kadının zinetlerini örtmesi ve dışarıda kadının çekiciliğini azaltmasıdır; bunu ise koyu renkler daha güzel yaparlar Buna göre; farz ya da vâcip veya sünnet değildir ama, cilbabın koyu renkten olması daha güzeldir, denebilir
Bundan olacak ki, büyük Tefsirci Alûsî şunları söyler:
"Sonra bilesiniz ki, bana göre günümüzde ileri düzeyde (müreffeh) hayat süren bir çok kadının, evlerinden çıkarken, üst elbise olarak giydikleri örtülerde (cilbab olamayacakları gibi), gösterilmesi yasaklanan zinetler türündendir Çünkü bunlar nakışlı desenli ve göz alıcı giysilerdir Bana göre erkeklerin, kadınlarına böylece çıkma izni vermeleri, bundan hoşlanmaları ve kadınlarının yabancı erkekler arasında bu şekilde dolaşması, gayret, yani övülen kıskanma azlığındandır Bu, yaygın bir musibet halini almıştır Böyle yaygın musibet haline gelen şeylerden biri de, kadınların, kayınbiraderlerinden sakınmamaları, kocalarının da buna aldırmamaları, hattâ çoğu zaman da bunu bizzat kandilerinin emretmeleridir Bütün bunlar Allah'ın Resûlü'nün müsaade etmediği şeylerdir Lâhavle ve-lâ kuvvete illâ billah" (Alûsî, XVNI/146)
Bütün söylenenleri gözönünde bulundurduğumuzda, sonuç olarak cilbab için şunlar söylenebilir:
1 Cilbab, kadının evinden çıktığında başörtüsünün de üzerinden büründüğü bir dış elbisesi ve üstlüktür
2 Cilbab'in bütün vücudu örtmesi, genellikle en uygun model olarak görülmüştür En azı, yakaları örtecek kadar büyük bir başörtüsü olmasıdır
3 Cilbab'ın asıl fonksiyonu, kadının vücut hatlarını ve süsünü örtmek suretiyle, bakanlara iffetli ve namuslu bir kadın olduğunu hatırlatmasıdır
4 Cilbab'da renk emredilmiş olmamakla beraber, siyah ya da koyu renkli olması daha makbuldur
5 Yurdumuzda giyilen kadın giysisi modellerinden cilbabın târifine en uygun olanı, çarşaf ve Doğu'daki "ihram"dir Atkı ve omuzlarla beraber belden yukarısını örten geniş başörtüler ve Karadeniz Bölgesinin mendilleri de bazı tariflere göre cilbab sayılabilir
6 Çünkü cilbab, atılan, sarkıtılan ve bürünülen bir giysi olarak tanımlanmış ve uygulanmıştır
7 Kara çarsaf iyi bir cilbab olmakla beraber, cilbab sadece kara çarşaftır, demek yanlıştır Koyu renkli ve vücut hatlarını belli etmeyecek kadar geniş abaye gibi pardesüler de bele ve göğüslere kadar sarkan koyu bir başörtüsü ile birlikte "cilbab" sayılabilir Cilbabin ilk uygulamalarından anlaşılan sekle göre kolsuz ve bürünülen bir elbise olduğu görülürse de böyle olması zorunda değildir
d) Kadın Elbisesinde Aranan Özellikler
Islâm bilginleri kadının avreti ve elbisesi ile ilgili olan bütün âyet ve hadisleri gözönünde bulundurarak kadın elbisesi için aşağıdaki özelliklerin şart olduğunu belirlemişlerdir:
l "Cilbab" âyetinde anlatılan biçimde bütün bedeni örten bir elbise olmalıdır: Bundan sadece, fitne olmadığı zamanlarda eller ve yüz istisna edilebilir
2 Ince ve şeffaf olmamalıdır: Çünkü giyinmekten maksat, bedeni göstermemektir Halbuki seffaf bir elbise vücudu gösterir, hattâ bazan daha câzip hale getirir Dolayısı ile bu tür bir elbise giyen bayan "zinet yerlerini göstermesinler" emrine uymuş olmaz Resûlullah Efendimiz, ince bir elbise ile yanına giren baldızı Esma dan yüzünü çevirmiştir (Ebû Dâvûd) Âişe annemiz, ince bir başörtüsü ile gördüğü Abdurrahman kızı Hafsâ'nın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir başörtü örtmüştür (Ibn Sa'd, Tabakât VllI/71-72; Muvatta' Lebs 6) O zamanın imkânları ve kalın iplikleriyle örülen kumaşlar ince sayılabileceğine göre, günümüzde özellikle ilgi çekmek için yapılan şeffaf bezlerin durumu daha iyi anlaşılır
3 Dar olup, vücut hatlarını belli etmemelidir: Dar elbise giyen kadını Resûlullah Efendimiz çıplak saymış ve cehennemlik olduğunu bildirmiştir (el-Câmiu's-sağîr 332) Yine Efendimiz (sas) bazı "giyen çıplak" kadınlardan söz etmiş ve bunların Allah'ın lânetine ugrayacaklarını ve Cehenneme gireceklerini bildirmiştir "Giyen çıplak" terimini Şerahsî:"Ince elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan kadınlardır", diye açıklamıştır (Serahsî, Mebsût VNI/155)
Hz Ömer Halife iken halka dağıttığı bir çeşit elbisenin, vücut hatlarını belli edeceği için kadınlara giydirilmemesini emretmiştir(Beyhakî N/234-35; Serahsî, Mebsût X/155)
Kadının vücut hatlarını dışarı vuran elbiseye bakmak o uzuvlara bakmak sayılmıştır
Ibn Âbidin; "Kim bir kadını arkadan hayâle dalar ve kemiklerinin şekli belirecek derecede elbisesini görürse, Cennetin kokusunu duyamaz" hadisini delil tutarak, uzuvların şeklini belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile yasaktır, demiştir (Ibn Âbidîn)
4 Kokusunu yabancılar duymamalıdır: Yerinde de gördüğümüz gibi, Allah Resûlü Efendimiz, kokuyu çok övmek ve tavsiye etmekle beraber, başkalarının duyacağışekilde koku sürünüp çıkan kadının zina etmiş gibi günah alacağını bildirmiştir Koku sürünüp camiye giden kadının namazının kabul olunmayacağını haber vermiştir (Ebû Dâvûd, teraccul 7; Tirmizî, edep 35; Nesaî, zîne35; Dârimî, isti'zân 18)
5 Erkek elbisesine benzememelidir: Allah Resûlü Efendimiz, "erkeğe benzeyen kadına ve kadına benzeyen erkeğe Allah lânet etsin" buyurmuş ve böyle olanları evlerinize sokmayın, diye emir vermiştir (Buhârî, Libas 62; Ebû Dâvûd, edep 53; Tirmizî, edep 34 )
Modern tıp da bu tür görünümlerin dengesizlik olduğunu ve gerek giyim kuşamda, gerekse tuvaletinde karşı cinse benzeme eğilimini "homoseksüellik"le açıklayarak, "seksüel stimulus bozuklukları" türünden değerlendirmesi, bu maddenin anlaşılması için çok ilginçtir (Ayhan Songar, Psıkıyatri, Psikoloji ve Ruh Hastalıkları)
6 Elbisenin kendisi de süslü olmamalıdır: Çünkü kadınların yabancılara zinetlerini göstermeleri âyetle yasaklanmıştır Allah Resûlü kendisine bîat eden kadınlardan, cahiliyye kadınları gibi, zinetlerini göstererek çıkmamaları üzere bîat almıştır (Taberî I/79; Heysemî, Mecma'ur-zevâid VI/42) Kadının yabancıya göstermediği elbisesi istediği kadar süslü olabilir
7 Gayrı müslimlerin özel elbiselerine benzememelidir: Çünkü Efendimiz: "Kim hangi millete benzerse ondandır" (Ebû Dâvûd, libâs 4; Müsned N/50; Benzer bir hadîs için bk Tirmizî, isti'zân 7) buyurmuş ve müslümanları devamlı, başkalarından ayrı olmaya çağırmıştır
8 Üzerinde Kur'ân-ı Kerîm âyetleri işlenmiş olmamalıdır (bk Kal'acî, Mevsû'atü-fıkh-ı Ibrahim en-Nehaî N/590-91 )
9 Ayakkabılar dikkat çekilecek derecede ses çıkaracak türden olmamalıdır Allah (cc); " Gizlediklerinin bilinmesi için ayaklarını yere vurmasınlar" (Nûr (24) 31) buyurmuştur
Kadın süslü püslü elbiselerini namahremi olmadığı yerde, evinde, kocasının yanında giyecektir
Islâm sanıldığı gibi kadının süslenmesini ve güzel giyinmesini yasaklamamış, tersine izin vermiştir Hattâ altın ve ipek gibi değerli takı ve kumaşları erkeğe yasaklarken kadınlara serbest etmiştir Çünkü kadınlar tabiaten süslenmeye eğilimlidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİMADA İNZAL OLMAMASI Bir erkek hanımıyla seviştiği veya öpüştüğü zaman gusül abdesti alması gerekir mi? Birleşmede boşalma olmazsa yine yıkanacaklar mı ?
Sevişmekle ne kastediliyor?Cima mı yoksa çıplak ten teması (mubaseret-i galiza) mı? Biz her ikisine göre de açıklamaya çalışalım: Bir erkeğin karısıyla sırf oynaşması, öpmesi, tutması; çıplak ten temasında bulunması ile hanefî mezhebine göre ne abdestleri kaçar, ne de gusül yapmaları gerekir Ancak bu eylemleri yâparken her hangi birinden mezi (ince kaygan sıvı) çıkması halinde çıkanın sadece abdesti bozulur, gusül yapması gerekmez Cinsel organların birbirine değmesi halinde (sadece değmekle) Imam-i A'zam ve Ebû Yusuf'a göre her ikisinin de abdesti ve oruçlu iseler oruçları bozulur, gusletmeleri yine gerekmez Sünnette kesilen deriye kadar duhul olması halinde ise, boşalma olsun olmasın, her ikisine de gusül gerekir Rasûlüllah Efendimiz: "iki sünnet yeri karşılaştığında gusletmek gerekir",( Müslim, hayz 22; Benzer hadisler Buharî, Ebû Davûd, Nesdî ve ibn Mâce'de de vardır Ayrıca bk el-Muharrar I/134; Hadîsin vurûd sebebi için bk ibn Hamza, el-Beyân ve't-ta'rif, I/57) buyurmuşlardır Bu hadîsin bazı rivayetlerinde "boşalma olmasa dahî" ilâvesi de vardır Hanbelî ve Şâfîî mezhebinden bazı âlimler "su ancak sudan gerekir", yani yıkanma ancak meni akarsa gerekir, anlamındaki bir hadîse dayanarak, boşalma olmayan ilişkide yıkanmak gerekmez demişler; ancak bunun İslam'ın ilk yıllarında bir kolaylık göstermek üzere söylendiği, sonradan öbür hadisle neshedildiği (hükmünün kaldırıldığı) cumhur (âlimler çoğunluğu) tarafından söylenmiştir(Davudoğlu; Sahîh-i Müslim Terceme ve Serhi N/1101 vd)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİMÂ'NIN EDEPLERİ

İslâmiyet insan yaratılışına uygun en tabiî bir dindir Bu nedenle müminleri evlenmeye teşvik etmiştir Evlilik sayesinde cinsi arzular tatmin edilir, iffet ve namus korunur, neslin devamı mümkün olur

İslâm'a göre cimâ'ın da bir takım adâbı vardır Bunlar; birleşmeden önce euzü-besmele çekmek; örtü altında olmak; kıbleye karşı olmamak; aybaşı halinde yapmamak, dübürden sakınmak, kadına yumuşak davranmak; o da ihtiyacını giderinceye kadar terketmemek; ikinci defa ilişkide bulunacaksa eteğini yıkamak; gecenin başlangıcında ilişkide bulunacaksa uyumadan önce yıkanmak, hiç değilse abdest alıp öyle uyumak; sevgi ve ilgiyi artırıcı hareketlerde bulunmak ve:
"Allah'ım! Bizden ve bize vereceğin çocuktan şeytanı uzak kıl" diye dua etmek Kim bu duayı okur da çocuğu olursa şeytan onu saptıramaz (Tecrid-i Sarih Tercümesi, XI, 303; Mansur Ali Nasıf et-Tâc, II, 3082; Gazâli, İhya', Kahire 1967, II, 63-65)
İslâm cinsi arzuların meşru yoldan giderilmesini ister Kadına dübürden yaklaşmayı yasaklaması Kur'anî nass ile belirlenmiştir "Allah'ın size emrettiği yerden onlara gidin" (el-Bakara, 2/222) buyrulur Bu bildiğimiz tenâsül yoludur Arka yoldan yaklaşmak doğru değildir Peygamber Efendimiz: "Hanımına arka yoldan yaklaşan kimse lanete uğramıştır" buyurur Başka bir hadîslerinde de:
"Erkeğe veya kadına arka yoldan yaklaşan kimseye Allah, rahmet bakışıyla bakmaz" buyururlar (Mişkâtü'l-Mesâbih, II, 184) Böyle davranmak küçük livata olarak kabul edilmiştir
Adet gören veya lohusalık halinde bulunan kadınlarla cinsi ilişkide bulunmak haramdır Nitekim: "Hayız zamanında kadınlarınızla cinsi münasebetten vazgeçin " (el-Bakara, 2/222) ayeti bunu açıkça ifade etmektedir Cinsi münasebetten sonra gusletmek farzdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİMRİLİK

Harcanması gereken malı sarfetmekten kaçınmak, para ve malı çok sevdiğinden dolayı, başkasına bir şey vermekten çekinmek

Dinimiz, başta zekât olmak üzere bazı malî harcamalarda bulunmamızı emretmiştir Aile bireylerinin bakımı, akrabaların görülüp gözetilmesi de bu emirler arasındadır Çevremizdeki yoksullara imkân ölçüsünde malî yardım ise bir insanlık görevidir Parası ve malı olduğu halde bir insan bu görevlerini yapmaz ve malını sarf etmekten çekinirse, cimrilik yapmış demektir
Cimriliğin başlıca sebebi aşırı mal hırsı ve gelecekte yoksul kalma korkusudur Peygamberimiz: "Çocuk, cimrilik ve korkaklık sebebidir" buyurmuştur Aşırı mal hırsı ve cimriliği yüzünden durmadan mal biriktiren ve tükenir endişesi ile hastalıklarında bile harcamayıp, dünyayı kendilerine zindan eden cimriler vardır Halbuki mal Allah'ın nimetidir ve bu nimet yerli yerince harcanırsa Allah onu artırır
Cimriler, insanlar arasında da, Allah katında da sevimsiz ve aşağılık kişiler olarak görülür Allah Teâlâ:
"Onlar ki hem kıskanır, cimrilik ederler, hem de herkese cimrilik tavsiye ederler ve Allah'ın kendilerine fazlından verdiği Şeyleri saklarlar Biz de böyle nimetleri gizleyen nankörlere hor ve rüsvay edici bir azap hazırladık " (en-Nisâ, 4/37) buyurmuştur
Rasûl-i Ekrem (sas) de şöyle buyurmaktadır:
"Cimrilikten sakınınız Çünkü cimrilik, sizden önceki milletleri helâk etmiştir "
"Her sabah gökten iki melek iner Birisi: -İlâhi İnfak edene karşılığını ver; diğeri: -Allah'ım! Cimrilik edene de telef ver (malını yok et), diye dua ederler " (Riyazü's-Salihin, I, 253)
"Cimri kişi Allah'a uzak, Cennet'e uzak, insanlara uzak ve Cehennem ateşine yakındır" (Tirmizî, Birr, 40)
Cimriler hakkında söylenen sözler, cimrilerin insanlar arasındaki durumunu, çok güzel anlatmaktadır
Bişr b el-Haris, cimriler hakkında şöyle demiştir: "Cimrinin yüzüne bakmak, insanın kalbini katılaştırır Cimrilerle karşılaşmak müminler için belâdır"
Yahya b Muaz da şöyle demiştir:
"Kötü kimseler olsalar bile, cömertler için herkesin kalbinde bir sevgi vardır İyi olsalar bile, cimrilere karşı herkesin kalbinde yalnız nefret vardır"
İbnu'l-Mutez'in cimrilik hakkındaki görüşü de şudur: "İnsan malına cimrilik ettiği nisbette şerefinden kaybeder"
Mallarını kendileri için bile harcamaktan çekinen cimriler, Allah Teâlâ'nın kendilerine verdiği nimeti harcamamakla sadece kendilerini değil, eş ve çocuklarını da sıkıntıya sokarlar Çevrelerindeki diğer insanlara fenalık yapmış olurlar Çünkü, Allah'ın verdiği bu nimetlerde nafaka veya sadaka olarak diğer insanların da hakkı vardır Bu hakkın sahiplerine verilmemesi zulümden başka bir şey değildir Servet, Cenâb-ı Hakk'ın ihsanıdır Allah (cc), serveti dilediğine verir, dilediğinden alır Mal ve mülkün gerçek sahibi O'dur Cimriler, bu şuura eremeyen insanlardır
Müslümanların, cimrilik konusunda, Allah Teâlâ'nın aşağıdaki ihtarını unutmamaları gerekir Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
" Allah'ın verdiklerinden cimrilik edenler, sakın bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar bilakis bu onların kötülüğünedir Cimrilik yaptıkları şey, kıyamet günü boyunlarına dolanacaktır Göklerin ve yerin mirası Allah'ındır Allah işlediklerinizden haberdardır " (Âl-i İmrân, 3/180)
Beşer nefsi zayıftır, muhteristir Ancak Allah'ın koruduğu kimseler bundan müstesnadır Ancak imanla kendilerini mâmur edenler, bu cimrilik cehaletinden temizlenebilir, yeryüzünün zaruretlerinden kurtulabilir, menfaata karşı duydukları hırs kaydından vazgeçebilirler Çünkü iman sahipleri, Allah'dan, maldan da üstün birşey umabilirler Bu umulan şey Allah'ın rızasıdır Mümin kalp; mal ile değil, iman ile mutmain olur; Allah yolunda infak etmekle fakir düşeceğinden korkmaz Kendi hiç bir şey değilken Allah onu meydana getirmiş, vücut, göz, kalp, lisan ve sayısız nimetler bağışlamış ve mal sahibi yapmıştır Bunlar Allah'a aittir Öyle ise Allah'a güvenen birisi Allah yolunda ve Allah rızası için malını infak etmekten çekinmez
Ama kalp gerçek imandan yoksun olunca, infak etmeye veya sadaka vermeye teşebbüs ettiği zaman, her defasında, nefsinde bir cimrilik duygusu dalgalanmaya başlar, fakir düşeceğinden korkar Böylece infak etmekten vazgeçer Sonra onun hayatı emniyetsiz ve istikrarsız bir korku ve ihtiras Cehennemi haline gelir
Allah'a söz verdiği halde ahdine ihanet eden, verdiği söze vefa göstermeyip Allah'a karşı yalan söyleyen, hiç bir zaman kalbini münafıklıktan kurtaramaz Ölçülü hareket etmek İslâm nizamının temel esaslarından birisidir Aşırı müsrif davranmak da cimri davranmak kadar dengeyi bozar İslâm, dengenin bozulmamasını öngörür:
"Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme, büsbütün de açıp tutumsuz olma Yoksa pişman olur açıkta kalırsın " (el-İsrâ, 17/29)
Ayet-i Celilede cimrilik, ellerini boynuna bağlıyan bir insan gibi tasvir ediliyor İsraf ise, elini son haddine kadar açıp elinde ve avucunda ne varsa dağıtmak şeklinde ifade ediliyor
Cimri insanın da, müsrif insanın da varacağı netice aynıdır Cimriliğin de israfın da sonu pişmanlık duygusudur Her şeyin en iyisi orta hallisidir
Orta yol, iman ahlâkı ile küfür ahlâkının sınırıdır: Cimrilik cehaletten gelen kara bir lekedir İsraf ise şeytanın işini yapmaktır Müsrifler şeytanın kardeşleri olarak tanıtılmaktadır
Cimrilik kelimesinin Kur'an'daki diğer bir karşılığı katur kelimesidir Bu kelime, Türkçe'deki hasis kelimesini karşılamaktadır Anlamı, eli sıkı, yahut çok cimri demektir Kur'an'da, kişinin elindeki şeyleri çar-çur etmesi demek olan israfın zıddı olarak kullanılmıştır
"Ve onlar ki harcadıkları zaman, ne israf ederler, ne de cimrilik ederler; (harcamaları) bu ikisinin arasında dengeli olur " (el-Furkan, 25/67)
Cimrilik konusu, Allah'ın çok kötülediği bir haslettir İman eden bir kimse asla cimri davranıp mal yığmaz Tamahkâr davranmaz Nefsinin cimriliğinden kendini kurtarır Cimriliğin ve tamahkârlığın son derecesi olarak Kur'an'da bir kelime daha vardır Bu kelime şih, şuh veya şihh'dir Kelime güçlü bir kötüleme anlamında tamahkârlık ve cimrilik demektir
"O halde gücünüz yettiği kadar Allah'dan korkun (O'nun öğütlerini) dinleyin İtaat edin Kendi iyiliğinize olarak harcayın Kim nefsinin cimriliğinden (şuhhe nefsihi) korunursa işte onlar, kurtuluşa erenlerdir " (et-Tegabün, 64/16)
Bu ayete göre, cimrilik, nefsin kendisinde bulunan bir belâdır Nefsi, bu belâdan ancak iman kurtarır Allah'a ve âhiret gününe inanan insan, infak ederek nefsindeki bu cahilî lekeyi temizler, bu belâdan kurtulur Cimrilik belâsından kurtulamayan insan İslâmî bir hayata aşina olamaz İslâmî hayata alışkın olmayan cimriler, Allah'ın rahmet hazinelerine sahip olsalar bile, biter korkusuyla cimrilik ederler Halbuki Allah'ın hazineleri bitmez ve tüKerimez
"De ki, Rabbimin rahmet hazinelerine siz sahip olsaydınız tükenir korkusuyla yine de cimrilik ederdiniz Hakikaten insan çok cimridir " (el-İsrâ, 17/100)
Bu cümle ile cimriliğin son haddi dile getiriliyor Allah'ın rahmeti, her şeyi kaplamıştır Onun ne bitmesinden ne de eksilmesinden endişe edilebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİN Gizlenmek, gizli kalmak, gözle görülmeyen gizli kuvvetler
Cinlerin bir tek ferdine "cinnî" denir "cânn" kelimesi cin ile eşanlamdır Ğûl ve ifrit cinlerin değişik türleridir
Islâm'dan önce Arabistan'da cinler, çölün "satyre" ve "nymphe"leri idi Tabiat hayatının, insanların hükmü altına girmemiş ve düşman kalmış tarafını temsil ediyorlardı Fakat Hz Peygamber (sas)'in bey'ati esnasında cinler önemli ve bilinmeyen ilâhlar arasına girmekte idiler Mekke Arapları cinler ile Allah arasında bir nesep yakınlığı bulunduğunu söylerler (es-Saffât, 37/158), onları Allah'ın ortakları mertebesine çıkarırlar (el-En'âm, 6/128) ve onlardan yardım dilerlerdi (el-Cumua, 62/6)
Cinin varlığı Kur'an ve sünnet ile sabittir
Hayat sahibi yaratıklar yalnız şu madde dünyasındaki insanlarla, çeşitlerini bilemediğimiz hayvanlardan ibaret değildir Bir de ancak peygamberlerin ve asfiyâ (dinde yüksek mertebe sahibi kimseler)'nın gördüğü varlıklar vardır ki, bunlar melekler ile cinlerdir Bunlar çeşitli şekillere girecek vazıyette yaratılmışlardır Melekler Allah'a itaattan asla ayrılmazlar Göklerde bulunurlar, ancak Allahu Teâlâ'nın emriyle yeryüzüne iner, tekrar göklere yükselirler Cinler ise, insanlar gibi yeryüzünde bulunurlar Müminleri ve kâfirleri vardır Meleklerin ve cinlerin varlığı, Kur'an ve sünnetle sabit olduğundan, bunları inkâr etmek, Islâm akîdesini zedeler
Cinler de insanlar gibi mükellef olup onlara da peygamberler gönderilmiştir: "Ey cin ve insan topluluğu; size, içinizden, ayetlerimi anlatan ve şu (korkunç haşr) gününüzün geleceğini haber verip sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?" (el-En'âm, 6/130)
"Doğrusu biz (cinler) o hidayet rehberi (olan Allah'ın Peygamberini) dinlediğimizde hemen O'na inandık Her kim bu suretle Rabbi'ne iman ederse o, ne hakkıeksilmekten, ne de zulme uğramaktan korkmaz " (el-Cinn, 72/13)
"Şu vakti de hatırla ki, cinlerden bir kısmını Kur'an dinlesinler diye sana sevketmiştik Onlar (Peygamber'in huzurunda) Kur'an dinlemeye hazır olunca (birbirlerine): "Susunuz (dinleyiniz)"dediler Kur'an okunması bitirilince de döndüler ve inzâr etmek üzere kavimlerine gittiler Ey kavmimiz dediler: Biz bir kitap dinledik Musa'dan sonra indirilmiş O, kendisinden öncekini tasdik ile hakka ve doğru bir yola hidâyet ediyor Ey kavmimiz, Allah'ın davetçisine icabet ve ona iman edin ki, Allah günahlarınızdan bir kısmını mağfiret etsin ve sizi elem verici bir azaptan korusun; ve her kim Allah'ın davetçisi (Peygamberi)ne icabet eylemezse arzda acız bırakacak değildir Ve ona ondan başka sahip olacak veliler de yoktur Öyleleri açık bir dalâlet içindedirler" (el-Ahkâf, 46/29-32)
Hadis râvileri Rasûlullah (sas)'ın, cin'i görüp görmediği konusunda farklı görüştedirler Müslim'de, Abdullah Ibn Mes'ud (ra)'dan rivayete göre, Peygamber Efendimiz cinni'lerin davetine icabet buyurmuş, onları görmüş ve irşad etmiştir Buhârî ve Müslim'in, Ibn Abbas'tan rivayetlerine göre ise, Hz Peygamber ashabıyla "Ukaz" panayırına giderken "Nahle"de sabah namazını kıldırmış, bir grup cin gelip Kur'an dinlemiş ve müslüman olmuştur Bu durumu Cenâb-ı Hakk, Hz Peygamber Efendimize Cin sûresinin ilk ayetlerinde haber vermiştir (el-Cin, 72/1-3)
Müfessir Imam Kurtubî, bu iki rivayeti şu şekilde yorumlar: Ibn Abbas'ın rivayetine göre, Hz Peygamber o olayda, cinni görmemiş; onların Kur'an dinleyip müslüman olduklarını, Cenâb-ı Hakk daha sonra haber vermiştir Fakat bu olayla Ibn Mes'ud'un rivayet ettiği olay farklıdır Nitekim Ibn Mes'ud (ra) şöyle demiştir: "Bir gece Hz Peygamber (sas) ile beraberdik Derken aramızdan kayboldu Vadılerde, dağlarda aradık bulamadık O geceyi hep endişe içinde geçirdik Nihayet sabah olunca bir baktık ki Hîra* tarafından geliyor "Ya Rasûlallah dedik, sizi kaybettik Aradık bulamadık Bu yüzden bütün gecemiz endişe içinde geçti" şöyle buyurdu: "Bana cin(ler)den bir davetçi geldi Onunla beraber gittim Onlara Kur'an okudum" (Kurtubî, el-Camî'li-Ahkâmi'l-Kur'an, Beyrut 1967, XIX, 2 vd)
Cinler gaybı bilemezler (Sebe, 34/14) Allah'ın peygamberlerine bildirdiği şeyleri öğrenemezler: "Şüphe yok ki onlar (meleklerin sözünü) işitmekten kat'i surette azledilmişlerdir " (eş-Şuarâ, 26/212)
Cinler insanlardan önce yaratılmışlardır, Kur'an-ı Kerîm'de çok zehirli bir ateşten yaratıldıkları haber verilir:
"Cânnı da, daha önce çok zehirli ateşten yarattık " (el-Hicr, 15/27)
Cinlerin erkek ve dişi olanları vardır Evlenirler, çoğalırlar, yerler, içerler Ihtiyarı, genci vardır Cinler de mükellef olup insanlar gibi Allah'ın emir ve yasaklarına uymak zorundadırlar: "Ben cinleri ve insanları ancak ibadet etsinler diye yarattım " (ez-Zariyat, 51/56)
Cinlerin yaratılışlarıß türlü şekillere girmeye, ağır işler görmeye elverişlıdır Nitekim Kur'an'da ifade olunduğuna göre (en-Neml, 27/39), Hz Süleyman Belkıs'ın tahtını Yemen'den getirmek isteyince, bir cin, daha sen makamından kalkmadan ben sana onu getiririm, benim herhalde buna yetecek gücüm var demiştir Süleyman (as) Kudüs'te, getirilecek taht Yemen'deydi Onu bir saniyede getirmek büyük bir hız ve güce sahip olmak demekti Süleyman peygamber, cinleri ağır ve güç işlerde çalıştırmıştır
"Süleyman (as)'ın önünde, Rabbı'nın izniyle iş gören bazı cinler de vardı Içlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan tattırdık " (Sebe, 34/12)
Şeytan da cinlerdendir Allahu Teâlâ kendisini Hz Adem (as)'e secde etmekle mükellef tutmuş; şeytan ise, kendisinin ateşten, Adem'in topraktan yaratıldığını ileri sürerek secde etmemiştir Bunun üzerine Allahu Teâlâ onu rahmetinden kovmuş o da kâfir olmuştur (el-Bakara, 2/24) Şeytanların amiri durumundaki şeytana Iblis denir Şeytan, insanları azdırmak için çeşitli yollara başvurur Ondan sakınmak gerekir:
"Ey Ademoğulları, Şeytana tapmayın Çünkü o sizi Rabbınız'dan ayıran bir düşmandır, diye size emretmedim mi?" (Yaşın, 36/60)
"Şeytan sizin için yaman bir düşmandır Bu sebeple siz de onu düşman edinin " (el-Fatır, 35/6)
Hz Peygamber (sas) de şöyle buyurmuşlardır:
"Allah sizden her biri için, bir cinni arkadaş kılmıştır " Ashab: "Size de mi yâ Rasûlallah?" diye sorduklarında, Rasûlullah: "Bana da ancak Allah ona karşı bana yardım etti de, o (cin) müslüman oldu, artık o, bana ancak hayır emrediyor " buyurdu (et-Tâc, V, 233)
Bu hadisten anlaşılıyor ki, şeytan insanı saptırır E l-i Sünnet inancına göre, şeytan, insanın vücuduna da, aklına da zarar verir
Felsefecilerin çoğu, özellikle Ibn Sina ve Farabî cinlerin varlığını kabul etmezken; bazıları bunu kabul etmişlerdir Bunlar cinlere süflî ruhlar adını vermektedirler Bunların ervâh-ı felekiyyeden daha süratli cevap verdiklerini fakat onlardan daha zayıf olduklarını iddia etmişlerdir
Buna karşılık peygamberlere inanan ve belli şerîatlara sahip olan milletler, cinlerin varlığını tereddütsüz kabul etmişler; ancak mahiyetleri hususunda farklı görüşler ileri sürmüşlerdir Kimileri; cinler, havâî, yani rüzgârdan yaratılmış, çeşitli şekillere girebilen canlılardır, demişlerdir Bazıları ise bunların, cevher olduklarını; â'râz* ve ecsâm olmadıklarını söylemişlerdir Bu cevherleri de mahiyetleri muhtelif bazı kısımlara ayırmışlardır: Bazıları iyi, salih ve hayırseverdirler Bazıları ise kötü, aşağılık ve kötülükseverdirler Sayılarını ancak Allah bilir
Bazı fırkalar da cinlerin cisim olmakla beraber, mahiyetlerinin farklı, sıfatlarının bir olduğunu söylemişlerdir Sıfatları ise uzayda yer kaplamaları; uzunluk, genişlik ve derinlik gibi üç boyutlu olmalarıdır Cinler; latıf, keşif, ulvî ve süflî kısımlara ayrılırlar Hevâî cism-i latîflerin, mahiyet itibariyle, diğer cisim türlerine benzemesi imkânsız bir olay değildir Binaenaleyh bunların, kendilerine özgü ilimleri vardır, insanların yapamayacakları acaip ve zor işleri yapabilir, çeşitli şekillere girebilirler Bu da Cenâbı Allah'ın onlara bu gücü vermesi sayesinde olur Bazı fırkalar da, cisimlerin mahiyet itibariyle birbirine eşit olduğunu, hayat için bünyenin şart olmadığını söylemişlerdir Imam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî ile izleyicileri bu görüştedirler
Mu'tezile ise bu görüşü ve buna paralel olarak cinlerin varlığını kabul etmemiştir Bunlar, hayat için bünyenin şart olduğunu, zor işler yapabilmek için bünyenin katı olmasını bir şart olarak ileri sürmüşlerdir Bu görüş, çoğunluk tarafından reddedilmiştir Çünkü bu görüşte olanlar, harikulâde olayları inkâr, varlığı kitap ve sünnet ile sabit olan şeyleri reddetmiş oluyorlar
Cinler de, Islâm dini açısından iki kısımda incelenirler: Mümin olanlar, kâfir olanlar Insanlar gibi cinler de, Peygamberimize iman ile mükelleftirler Çünkü Peygamberimiz onlara da gönderilmiştir Binaenaleyh ona iman eden, müminler grubuna dahil olur; müminlerle birlikte Cennet'e girer Ona iman etmeyenler ise şeytanlarla beraber olur; Cehennem'i boylar
Cinler islâm dini ile mükellef oldukları için, onların da bundan haberleri olması ve Islâm dininin onlara da tebliğ edilmesi lâzımdır Işte burada cinlerle peygamberimizin temas şekli ortaya çıkıyor
Cinler henüz peygamberimizin bi'setinden haberdar değillerken göğe çıkar, mele-i âlâ'da konusulan şeyleri kulak hırsızlığı ederek çalarlardı Buna bir çok şey ilâve eder, insanlara aktarırlardı Peygamberimizin bi'setinden cinlerin haberi yoktu Her zamanki gibi gökten bir şeyler öğrenmeye kalkıştılar; fakat yakıcı ateşlerle, şiddetli bekçilerle karşılaştılar Bundan irkilerek sebebini araştırmaya başladılar Yeryüzüne akın ettiler Içlerinden bir grup, Peygamberimiz'i ashabı ile birlikte Nahle'de namaz kılarken buldu Okuduğu Kur'an'ı dinlediler; güzelliği ve mükemmelliği karşısında hayret ettiler Bunların üç ilâ on veya dokuz nefer oldukları ifade edilmektedir
Peygamberimiz (sas) onlara Islâm'ı öğretti (Müslim, 1, 332; Kitabu's-Salat, hadis no: 150-153; Ebû Davûd, 1,10, hadis no: 39) Şurasını hemen hatırlatmak gerekir ki cinler, bize tamamen aykırı yaratıklardır Onların Islam ile mükellef olmalarının şekli nedir; bunu ancak Allah ve Rasûlü bilirler Bize sadece buna inanıp iman etmek gerekir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİN İLE EVLENMEK CAİZ MİDİR? Cin insan gibi akıl ve şuur sahibi bir çeşit mahluktur Yalnız nasıl olduğunu bilemeyiz, varlığında şüphe yoktur Çünkü Kur'an-ı Kerim, te'vil götürmeyen açık bir ifade ile onların varlığından, küfür ve imanlarından söz ediyor Bu bir gerçektir, varlıklarını inkar etmek küfürdür
Onlarla evlenme meselesine gelince, mümkün mü değil mi pek bilinmez Onlarla evlenmekten söz eden, daha çok avamdır Şimdiye kadar herhangi bir insanın cinlerle evlendiği sabit olmamıştır Sorulduğu için bu mesele dile getirildi, yoksa üzerinde durmaya değmez ve onlarla evlenmek uzak bir ihtimal de olsa, fıkıh kitaplarımız onu ihmal etmemişler dile getirmemişlerdir; şöyle ki:
Bir insanın bir hayvan ile, cins ayrılığı olduğu için evlenmesi caiz olmadığı gibi cinni ile de evlenmesi caiz değildir (el-Fetava'l-Hadisiyye)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
CİN VE ŞEYTAN Göremediğimiz manevi varlıklar sadece melekler değildir Cinler ve şeytanlar da bizim görememize rağmen vardır
Cinler Allah'a ibadet, yani kulluk konusunda insanlar gibidirler Ancak onların zamanı ve mekânı da bizimkinden ayrıdır Meselâ kendi yıllarına göre yirmi yaşındaki bir cin bizim zamanımızla bin, hattâ binbeşyüz yıl öncesinden beri var olmuş olabilir Meselâ Peygamberimizle görüşen cinin hâlâ yaşadığı söylenir Yine bizim mekânımız, yani maddemiz onlar için boşluk hükmündedir Onun için onların nüfûz edebilen, yani sizabilen ateşten yarâtıldıkları bildirilmiştir (bk er-Rahmân (55) 15)
Cinler de evlenir, ürer ve çoğalırlar
Bazı kötü ruhlu insanların sihir konusunda cinlerden yararlandıkları doğrudur Ancak bu, sanıldığı ve korkulduğu ölçüde değildir Inancı güçlü insanlara cinlerin zarar veremeyeceği bir gerçektir Zaten Kur'ân-ı Kerîm'de sihirle ugraşanlar için: "Allah'ın izni olmadan onlar kimseye zarar veremezler" (Bakara (2) 102) denir Onların, çoğu zaman yalan söylediklerini de yine Kur'ân-ı Kerim'den öğreniyoruz Bu sebeple piyasada cinlerle sihir yaptığını veya yapılanları etkisiz hale getirdığını söyleyenlerin çoğunun, aslında böyle birşeyle ilgisi yoktur Cinlerle ilişki kurabilenleri, onların en fazla binde biri kadardır Bunların çoğu da cinler tarafından kandırılmakta ve yanlış bilgi vermektedirler
Zamanımızda cahil kesim insanları ve özellikle de kadınlar bu tür insanlara akın etmekte, onlara milyonlar akıtmakta ve onları bir kâhin sayıp, gaybı bilebileceklerine inanmaktadırlar Halbuki, bunların hepsi büyük günahtır Hattâ bazıları insanı küfre, yani dinden çıkmaya kadar götürür
Ancak her nasılsa cinlerin etkileyebildiği bir takım insanlar ve cinleri etkileyip onların etkilerini zararsız hale getiren bir takım insanlar da yok değildir Ama bu ikinciler yaptıkları karşılığında para almazlar ve bunun istismarını yapmazlar
Şeytan da insanları sürekli Allah'a başkaldırmaya çağıran bir kötü ruhânîdir En büyük özelliği, inatçılığı yüzünden Allah'ın dediğini yapmamasıdır
Cinlerin de şeytanların da varlığını Kur'ân-ı Kerîm haber vermektedir Bu yüzden onlara inanmamak da küfrü gerektirir Çünkü özellikle cinlerden sözeden başlı başına bir cin sûresi dahi vardır Artık onların varlığını mikrop gibi şeylerle açıklamak yanlış bir yoldur
Şeytan, Allah'a rakip olabilecek bir güç değil, insanlardan kimin iyi, kimin kötüyü seçeceğinin belli olması için Allah tarafından yaratılıp, eylemlerine izin verilen bir varlıktır Allah isteseydi onu yaratmayabilirdi Ancak o zaman kötülüklerden kaçınmanın önemi kalmazdı
 
Üst Alt