C.D > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
DUHA NAMAZI

Duha, Arapça bir kelime olarak lûğatte, "güneş isabet etmek, terletmek, kuşluk yemeği yemek" manalarına gelir "Dahvetün" kelimesi günün ilerlemesi, güneşin biraz yükselmesi manasına; duhâ kelimesi ise kuşluk vakti, gün aydınlığı manalarına gelir Bu anlamıyla duhâ, aşağıda sıralayacağımız Kur'ân âyetlerinde de geçmektedir
1- "Yahut kasabaların halkı duha (kuşluk) vakti eğlenirken azabımızın kendilerine gelmesinden güvende miydiler?" (el-Â'râf, 7/98)
2- Hz Musa: "Buluşma zamanınız sizin bayram gününüzde insanların toplandığı duha (kuşluk) vaktidir" dedi (Tâhâ, 20/59)
3- "Kuşluk vaktine andolsun " (ed-Duha, 93/1)
4- "Kıyameti gördükleri gün dünyada ancak bir akşam yahut bir duhâ (kuşluk) vakti kalmış olduklarını sanırlar " (en-Naziat, 79/46)
Fıkhî ıstılahta duhâ vakti güneşin doğuşundan takriben iki saat sonra giren zamana denir Bu zaman güneşin batıya meyletmesinden az öncesine kadar devam eder Bu zamana Türkçe'de kuşluk vakti denir İslâm'da işte bu zaman dilimine mahsus mendup olan duhâ (kuşluk) namazı vardır Kur'ân-ı Kerim'de duhâ namazı diye bir namazdan bahsedilmemektedir Bu namaz bazı Hadislerde konu edilmektedir Taberânî Mu'cemü'l-Kebir adlı eserinde Ebu'd-Derdâ yoluyla Peygamber Efendimizin (sas) şöyle dediğini naklediyor: "Kim iki rekât duhâ namazı kılarsa o kimse gafil kimselerden olmaz Kim duhâ namazını dört rekât kılarsa Allah'a ibadet eden kimselerden olur Kim bu namazı altı rekât kılarsa o gün ona duhâ namazı olarak kâfi gelir Kim yine bu namazı sekiz rekât kılarsa, Allah o kimseyi kendisine itaat eden kimselerden kabul eder Ve kim ki bu duhâ namazını oniki rekât kılarsa Allah ona Cennet'te bir köşk yapar " (et-Tahtavî, 321)
Ayrıca yine duhâ namazı konusunda Ummu Hâni'den; "Rasûlullah (sas) Mekke'nin fethi gününde sekiz rekât namaz kıldı Bu namaz duha namazıydı" hadisiyle yine Ebu Hüreyre'den; "Dostum Rasûlullah (sas) bana üç şeyi tavsiye etti; onları ölünceye kadar bırakmam: Her aydan üç gün oruç tutmak, duhâ (kuşluk) namazı kılmak, vitir namazı kılıp da uyumak" (Tecrid-i Sarih Tercümesi, IV, 151) Ve Hz Âişe'den "Rasûlullah (sas) duhâ namazını dört rekât kılar ve dilediği kadar da artırırdı" şeklinde hadisler de varid olmuştur
Duhâ (kuşluk) namazının fıkhî hükümlerine gelince: Bu namazı dört rekât ve daha fazla kılmak menduptur Bu namaz oniki rekâta kadar kılınabilir Ayrıca en azı iki rekat, en fazlası on iki rekât, ortası ve en faziletli olanı sekiz rekâttır, diyen âlimler de vardır Büyük muhaddis Hâkim bu konuda şöyle demiştir "Ben hadis hafızı olan, kuvvetli ilim sahibi hadis imamlarıyla arkadaşlık ettim Onların, bu konudaki haberlerinin sıhhatli olması sebebiyle duhâ namazını dört rekât kıldıklarını gördüm Ben de aynı görüşteyim" (Tahtavî, 321) Öte yandan âlimler duhâ namazını devamlı kılmanın mı, yoksa zaman zaman kılmanın mı faziletli olduğu konusunda değişik görüşler beyan etmişlerse de, tercih edilen görüş, devamlı kılmanın faziletli olduğudur
Duhâ (kuşluk) namazının vaktine gelince; bu vakit güneşin doğuşundan, yaklaşık iki saat sonra başlar ve güneşin semanın ortasından batıya hafif yönelmesinden az önceki zamana kadar devam eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BİR KİMSE BİR DÜKKAN KİRALAR, SONRA KİRALADIĞI DÜKKANI BAŞKASINA DEVRETMEK İSTER BÖYLE BİR MU'AMELE CAİZ MİDİR? Belli bir süre için bir dükkanın kiralanıp, sonra da başkasına devredilmesi iki şart ile caizdir
Birinci şart: Yeni kiracı ilk kiraya veren adam olmayacak Mesela Hasan Efendi dükkanını Ali Efendiye kiraya verdi Ali Efendi kiraladığı dükkanı kiraya vermek isterse Hasan Efendiden başka bir adama vermesi gerekir
İkinci şart: Kiraladığı dükkan için verdiği ücretten fazla bir ücretle kiraya vermeyecek Yalnız altın ile kiraladığı dükkanı başkasına gümüş ile devreder, gümüşün değeri daha fazla tutarsa da caizdir Ev, tarla ve bahçe de dükkan gibidir (El fıkhu alel mezahibil-Erbaa) Yalnız elbise, hayvan ve çadır gibi kullanışı şahıslara göre değişen eşya kiraya verilirse kiracı onu başkasına kiraya veremez Mesela Hasan Efendi atını Ali Efendiye kiraya verirse Ali Efendi onu başkasına kiraya veremez Çünkü ikinci kiracı daha ağır olabilir (El fıkhu ale'l mezahibil-Erbaa)
Şafii mezhebine göre kiracı, kiraladığı şeyi sahibine kiraya verebildiği gibi başkasına da kiraya verebilir Fakat kiralanan şey at ve benzeri bir şey olursa yeni kiracı daha ağır olmayacak, dükkan olursa, onun düzenini bozmayacak, tahrip etmeyecek bir şey için kiralanacaktır (El Mühezzeb)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜKKANIMI BANKAYA YA DA İÇKİ SATACAK OLAN MARKETÇİYE KİRAYA VEREBİLİR MİYİM? Mes'elenin maslah'at-i âmme ve insan iradesine ve hürriyetine saygı gibi iki önemli yönü vardır Ebu Hanife tek başına kaldığı bu konuda daha çok hür iradeye, ama bir yönüyle de maslahata ağırlık veriyor gibidir Ona göre:Bir müslüman arabasını ve hayvanını kilise tamiri için zimmîye (hiristiyan ve yahudi azınlığa) kiraya verebilir, kendisi ücretle çalışabilir, bunu ona içki taşımak için de yapabilir Çünkü bu durumda yapacağı işin bizzat kendisi ma'siyet değildir Meselâ taşımaya ücret ma'siyet değildir Bu, ma'siyete sebep de değildir Ma'siyet, içenin ihtiyarı ile oluşur Zira taşımak bazan dökmek ya da sirke yapmak için de olabilir Ama şarap için üzümü sıkmanın bizzat kendisi haramdır Yine Imam Azam'a göre halkının çoğu zimmî olan bölgelerde müslümanın binasını kilise olarak ya da içki satılmak üzere kiraya vermesi de caizdir Çünkü icare (kiralama akdi) evin menfaati üzerine yapılmıştır: Böyle olduğundandır ki, sırf teslimle ücret gerekli olur Bunda bir masiyet yoktur Ma'siyet kiralayanın fiilindedir ve o da kendi fiilinde ihtiyar sahibidir Ama halkının çoğu müslüman olan bölgede bunlar caiz değildir Çünkü böyle olan yerlerde zimmilerin kilise bina etmelerine, açıktan içki satmalarına imkân verilmez: Binasını bankaya kiraya vermek de içki satışına kiraya vermek gibidir(Vehbe, NI/581-82) Ibn Kudâme, Imam Azam'ın bu görüşünü naklederken, halkının çoğu zimmî olan bölge yerine, kırsal kesimi zikreder ve kırsal kesimde caiz olupta diğer yerlerde olmayacağının izahında Ebu Hanife'nin arkadaşları da anlaşamamıştır der ve bu meyanda havra ve kumarhaneyi de zikreder(Ibn Kudâme, E1-Mugriî, V/552)
Imam-ı Azam'ın bu görüşünün Hanefi usûlüne yansımasına bakılırsa bu konuda kırsal kesim, ya da halkının çoğu zimmî olan bölge diye bir ayırım yapmak bile zordur Çünkü bunun usüldeki dayanağı şu esastır: Sebeple hüküm arasındaki illet, ihtiyarı bir fiil olursa bu sebep hakiki sebeptir ve hüküm, yani fiilin sonucu ona nisbet edilmez, hükümle sebep arasındaki illete nisbet edilir Bu yüzden meselâ, hırsıza çalacağı malın yerini gösterenden o mal tazmin edilmez(bk Menâfiu'd-Dekâik, 270; Mir'ât (Izmirî kenarında), N/406-407) Burada "tazmin" bir hükümdür Illeti hırsızlık, sebebi ise malın yerinin gösterilmesidir Hükme, yani tazmine gerekçe olan hırsızlık tamamen en muhtar birisinin fiili olduğundan hüküm sebebe, yani malın yerini göstermeye nisbet edilemez
Diğer iki imamımıza ve üç büyük imama göre binasını kilise, havra, içki dükkanı, kumarhane (banka) vBulletin işler yapmak isteyene kiraya vermesi caiz değildir(Ibn Kudâme, EI-Mugni, V/552) Çünkü bu,ma'siyete yardımdır Allah Rasûlü'de içki konusunda on kişiye lânet etmiştir, biri de taşıyıcısıdır(bk Ebu Davûd, Esribe 2; Müsned, I/316, N/97) Ebu Hanife'nin bu konudaki görüşü kıyasa, Imameynin ki istihsana dayanır Bu türden çoğu yerde itimad istihsanadır
Görüldüğü gibi dükkânını içki satıcıya ya da bankaya kiraya vermek Imam Azam'ın dışındaki cumhûra (fıkıhçı çoğunluğuna) göre mutlak anlamda caiz değildir Imamı Azam'da bunun için bir takım şartlar ileri sürmüştür ki, onun nokta-i nazarına göre de bu gün için buna fetva verilemeyeceği kanaatindeyiz Ihtiyata, cumhurun görüşüne, maslahat-i âmmeye uygun olan ve seddü'z-zerâyi'in gereğide caiz olmamasıdır (Allah'u a'lem)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜRZÎ, DÜRZÎLİK

Fatımî halifelerinden el-Hâkim biemrillah el-Mansur b el-Aziz billah (385-411/996-1021)'ın veziri Hamza b Ali'nin kurduğu İslâm dışı bâtıl bir mezhep Dürzî, bu mezhebin görüşlerini benimseyen kişi Propagandacı (dâî)* lerinden birisi olan Nuştekîn ed-Dürzî (ö 410/1019)'nin ismine izafetle anılan Dürzîlik, siyasi-itikadî bir mezheptir Şiîliğin İsmailiye* kolundan doğmuştur
Altıncı Fâtımî halîfesi el-Hâkim, ulûhiyet (tanrılık) dâvâsında bulunarak mektuplara "bismil-Hâkim er-Rahmanir-Rahim" yazdırıyor, hutbede kendi ismi okunduğunda halkı ayağa kaldırıyordu (Mahmud Es'ad, Tarih-i İslâm, 158) Hâkim, etrafa dâîler göndererek kendi sapık görüşlerinin propagandasını yaptırır ve: "hiç kimsenin kendilerine zarar veremeyeceğini, mezhebe bağlı olanların artık dalâlete düşürülmeyeceklerini" söyler Veziri Hamza b Ali de bu mezhebin imamı olur Bu arada el-Hâkim'in daha önceki dâîlerinden Nuştekin ed-Dürzî (Ânuştekin ed-Derezî) kendisinin imam tayin edilmesi için faaliyet gösterir Fakat aşırı fikirleri halkı isyana sevkeder ve 410 yılında öldürülür Halkın reaksiyonu üzerine bir süre ara verilen propaganda faaliyetine Hamza b Ali yeniden başlar ve etrafa dâîler göndererek birçok taraftar toplar el-Hâkim'in 411/1021 yılında el-Mukattam dağında kaybolması Hamza b Ali'nin de inzivaya çekilmesi üzerine Hamza'nın dördüncü vasisi Ali b Ahmed mezhebin başına geçer Fakat el-Hâkim'in yerine halîfe olan Ali b el-Hâkim, Dürzîleri takiple cezalandırır Bunun üzerine faaliyetlerini gizli olarak sürdürürler Daha sonra tekrar açıktan çalışmaya başlayarak Teym vadisi, Sayda, Beyrut ve Şam'da yayılırlar
Dürzîler Haçlı saferlerinde hristiyanlarla işbirliği yaparak müslümanlara karşı savaşmışlardır Günümüzde Lübnan'ın dağlık bölgelerinde, Suriye, Filistin ve Ürdün'de yaşamaktadırlar Lübnan anayaşasına göre özel hakları olan Dürzîlerin Ortadoğu'da siyâsî güçleri olup bugünkü Suriye yönetiminde büyük etkinlikleri vardır (E Ruhi Fığlalı, İtikâdî İslâm Mezhepleri, 169 vd)
Dürzîlik, Kur'ân'da "sırat-ı müstakim"* diye adlandırılan "doğru yol"un dışındaki bâtıl yotlardan birisidir Bu bakımdan "İslâm mezhepleri" içinde sayılmaması gerekir Kur'ân-ı Kerim sırat-ı müstakim'in dışına çıkılmaması gerektiğine dair gayet açık olarak birçok âyette hüküm bildirmiştir: "Îşte benim doğru yolu, m bu, ona uyun, (başka) yollara uymayın ki, sizi O'nun yolundan ayırmasın!" (el-En âm, 6/153)
Kendilerini gerçek tevhid inancına sahip (Muvahhidun) olarak gören Dürzîlerin Allah hakkında tecessüm (Allah'ı cisim olarak tasvir etme), hulûl (ruhun bir canlıdan başka bir canlıya geçmesi) gibi inançları ve bunların çok karışık yorumları vardır Onlara göre Allah'ın bir gerçek ulûhiyeti (lahut) bir de beşerî tezahürü (nâsut) vardır Allah kendisini beşer idrakine ancak bir insan şeklinde yani el-Hâkim şeklinde göstermiştir Aksi halde insan Allah'ı gerçek ulûhiyetiyle tanımaya güç yetiremezdi el-Hâkim'in Allah'ın beşerî tezâhürü olarak imamet mevkiine oturması ve onun tebliğini üstlenmesi Allah'ın gerçek tevhididir Dürzî inancına göre bu gerçek tevhide ulaşan kişinin ibadet mükellefiyeti ve buna ihtiyacı da yoktur (Fığlalı, age, 174-175)
Görüldüğü gibi bu mezhep mensupları İslâm'ın saf ve temiz tevhid akîdesini, nefs ve hevâlarına tâbi olan akıllarıyla bulandırmışlar, lâyık olmayan sıfatları Allah'a izafe etmişlerdir Halbuki gerçek tevhid* inancına göre: Allah birdir, Sameddir (herşey varlığını ve bekasını O'na borçludur Herşey O'na muhtaçtır O, hiçbir şeye muhtaç değildir Herşeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık O'dur) Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından) doğurulmamıştır Hiçbir şey O'nun dengi olmamıştır" (el İhlâs, 112/1-4)
Dürzîliğin, Hamza b Ali tarafından ortaya atılan inanç esasları özetle şöyledir: 1- el-Hâkim bi Emrillah'ı Allah bilmek Onlara göre Hâkim, Hz Muhammed'in şerîatını neshetmiştir 2-Emri tanımak: Bu, yaratıkların en şereflisi olarak kabul edilen Hamza b Ali'dir 3-Hududu tanımak: Bunlar Hamza ile birlikte beş vezirdir 4-Yedi esası bilmek: Bunlar iptal edilen yedi akîde (Kelime-i Şehâdet, namaz, oruç, hac, zekât, cihat ve velâyet) yerine konan yedi vasiyet (vesâya veya hisâl) dir Bu yedi vasiyet: 1-Sözde doğruluk, 2-İman kardeşlerini koruma ve karşılıklı yardım, 3-Önceki ibadetler ve bâtıl inançların tamamını terk, 4-İblîs'i ve bütün şer güçleri tanımama, 5- Allah olarak Hâkim'in birliğine iman, 6-Ne olursa olsun fiillerine sahip olma, 7-Açık veya gizli onun (Hâkim) ilâhî iradesine teslimiyet ve kabut
Dürzîlere göre âhiret ve âhiretle ilgili Cennet, Cehennem, Arş, Kürsî, hesap, ceza, mükâfat gibi şeyler hep bu dünyadadır
Dînî bakımdan Dürzîler, Akıllılar ve Cahiller olarak ikiye ayrılır Özel kıyafetleri olan akıllıların mezhep esaslarına bağlı olmaları, şehvetlerden kaçınmaları, sigara ve içki içmemeleri, hırsızlık, zina vBulletin kötülükleri yapmamaları gerekir Bunların önderlerine Şeyhu'l-Akl denir Cahillerin dünyevî lezzetleri tatmalarında, refah içinde yaşamalarında bir sakınca yoktur
Misafirperverlik, israftan sakınmak, ahlâkî değerlere önem vermek gibi özellikleri bulunan Dürzîler, "İslâm esaslarını hiçe saydıkları ve iman esaslarını da keyfi olarak tahrif ve tağyir ettikleri için" müslüman sayılmazlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜŞÜK

1- Organları Belirgin Düşük
İslâm Hukukunda "sakt" kelimesiyle anlatılan düşük sadece organları belirmiş olan düşüktür Ama bütün organların belirmiş olması şart değildir Saç ve tırnak gibi bazı organlarının belirmesi, çocuk sayılması için yeterlidir
Böylece bir kısım organları belirmiş çocuğu düşen kadın, bununla lohusa olur ve normal doğumla ilgili bütün hükümler onun için de geçerli olur Meselâ iddeti sona erer, çocuk düşmeden önce gördüğü kan âdet kanı olmaz
Organları Belirsiz Düşük
Hiçbir organı belli olmayan düşük, çocuk sayılmaz ve bununla çocuğa ait hükümler geçerli olmaz
Böyle bir düşükle gelen kan; nisaba ulaşırsa, yani âdetin en az miktarı olan üç gün sürerse ve öncesinde de bir tam temizlik geçmişse âdet kanıdır Bu iki şartları biz, ya da her ikisi eksikse hastalık kanıdır
Organları Belirgin Olup Olmadığı Bilinmeyen Düşük

Kadın, meselâ tuvalette düşük yaptığı için, organlarının belirgin olup olmadığını bilmemesi halinde; bu düşürme olayı âdet günlerinin başlangıcına rastlamış ve bununla kan devam etmişse: âdet günleri sayısınca namaz ve orucunu kesinkes terkeder Çünkü bu günlerinde ya âdetlidir ya da lohusadır Sonra yıkanır ve temizlik âdeti kadar süre namazlarını şüpheli bir şekilde kılar Çünkü lohusa olma ihtimali de vardır Sonra âdeti kadar süre namazlarını yine kesinlik ifade eder tarzda kılmaz Çünkü yine ya lohusadır veya âdetlidır Sonra yıkanır ve temizlik âdeti kadar süre -kırk günü doldurmuşsa- kesin tarzda kılar, doldurmamışsa dolduracak kadar sürede şüpheli bir şekilde, doldurduktan sonrakileride kesin olarak kılar Sonra bu minval üzere devam eder

Eğer âdet günlerinden sonra böyle bir düşük yapmışsa; bu düşük, temizlik günlerine rastladığı için, temizlik âdeti kadar gün namazını şüpheyle kılar Sonra âdetine rastlayan günlerde kesin olarak bırakır Çünkü ya lohusadır ya da âdetlidır
Bu son iki maddede anlatılan meselede göz önünde bulundurulan şey, şüpheye yer vermemek ve ihtiyatli olanla amel etmektir
Lohusa İle İlgili Hükümler
Daha önce âdetli ile ilgili hükümler verilirken,
"Hem Adetliyi Hem de ,Lohusayı İlgilendirenler" başlığı altında anlatılan sekizmadde burada da var kabul edilip onlara bakılmalıdır Çünkü onlar aynı zamanda lohusaya ait hükümlerdir
Hamile kadınla cinsel ilişki, tibbî bir sakınca tesbit edilinceye kadar serbesttir
Özet Olarak Lohusalık
1 Lohusalık, ağacın meyva vermesi gibi, kadının olğunluğunu, en şerefli görev olan anneliğini ve sağlıklılığını anlatan doğal bir haldir
2 Lohusalığın en azına sınır yoktur, en çoğu ise kırk gündür Buna göre doğumundan bir iki saat sonra kanı kesilen ve kırk gün içerisinde bir daha akmayan kadın temizdir İbadetini yapar, cinsel ilişkide bulunabilir Kırk günden sonra kan aksa da temiz sayılır
3 Doğum yapan kadın birinci doğumunda kaç gün kan görmüşse o, onun lohusalık âdeti olur Ondan sonraki doğumda kırk günü aşacak şekilde kan görürse, hesabını birinci âdetine göre yapar Ancak ikinci doğumda kırk günü aşmamak üzere, birinciden farklı gün kadar kan görürse, bu âdet haline gelmiş ve âdeti değişmiş sayılır
4 Lohusa namaz kılmaz, oruç tutmaz, Kui'ân okumaz, Mushafa dokunmaz, mescide girmez, Kâbe'yi tavaf etmez, cima şeklinde cinsel ilişkide bulunmaz Kılmadığı namazı kaza etmez, ama tutmadığı orucu sonra kaza eder
5 Organları belli düşük de çocuk sayılır ve anne onunla da lohusa olur
6 Organları belli olmayan düşük, âdet ya da hastalık sayılır, lohusa sayılmaz
7 Bir batından birden çok doğumlarda, lohusalık birinci doğumdan itibaren başlar
Modern Tip ve Lohusalık
a) Gebelik ve Lohusalık:
Gebelik yaşı, âdet yaşıyla paralellik gösterir Bir hanımın âdet gördüğü her yaş içerisinde gebe kalma şansı vardır Hattâ âdetten kesildiği halde bir yıl içerisinde yine gebe kalan hanımlara rastlanmaktadır
Gebelik süresi 280 +/-10 gündür Ya da normal âdet gören hanımın son âdet tarihine yedi gün eklenilip, üç ay geriye gidilerek hesap edilir Çıkan tarihten ondört gün önce, ya da sonra olabilir
Örnek:
Son âdet tarihi: Yaklaşık doğum tarihi:
541986 1211987 +/-14 gün
26121986 3101987 +/-14 gün
Daha geç olabileceğini iddia edenler de vardır ama bu geçersizdir Bu hanımlarda geç yumurtlama olmuş ve bunlar geç gebe kalmışlardır
Gebeliğin yedinci aydan önce sonuçlanması düşük olarak değerlendirilir
Doğacak çocuğun cinsiyeti, gebelik süresini etkilemez
Gebe niçin âdet görmez diye sorulabilir: Gebelerdeki homional sistemin çalışması çok farklıdır Bunlarda yumurtlama olmaz Östrojen-progesteron hormonları her siklus esnasında giderek artar ve âdet görürken en düşük seviyeye iner Gebelikte ise bu hormonlar gittikçe artar ve bunlara ek olarak koryonik gonodotropin hormonu salgılanır Uterus'un endometrium dokusu gebeliğin oluşması ve devamı için hazırlanmıştır, fakat dökülmemektedir Bu nedenle âdet görülmezGebelik sırasındaki kanamalar âdet kanaması değildir Düşük tehdidi kanamasıdır Son aylarda olan kanamalar ise esin (plasenta) yerleşme bozukluğunu veya erken ayrılmasını düşündürürBazan gebe kalındıktan bir ay sonra hafif kanamalar olabilir Bu da kesinlikle âdet kanaması değildir Bunu ispatlayan durum ise, kanamadan hemen sonraki ilk onbeş günde yapılan gebelik testinin olumlu olmasıdirGebeliğin kendine özgü psikolojisi ve bu konuda dikkat edilmesi gereken noktalar vardır:Gebeliğin oluşması ile birlikte anne vücudunda organık ve psikolojik birçok değişiklikler olur Bir taraftan anne olmanın mutluluğunu hissederken, diğer taraftan da altına girmis olduğu sorumluluğun dışarıdan göründügü kadar basit olmadığını farkeder
Gebeliğin ilk ve son üç ayı tehlikeli aylardır Anne adayı, hareketlerini dikkatle ayarlamalıdırYine ilk üç ayda birçok gebede bulantı ve kusma görülür Bazan kusmalar kilo kaybettirecek kadar fazla olabilir, Bu devrede kullanılabilecek ilaçların da oldukça sınırlı olması, gebeye yardımı iyice azaltır Bunun dışında halsızlık,başdönmesi, vücudun çeşitli bölgelerinde ağrılar (bas, bel, kemik ve kuyruk sokumu gibi), ayaklara ani kramp girmeleri görülebilir
Gebelerin ve süt veren annelerin beslenmesi oldukça önemlidir Özellikle vitamin, protein ve minerallerden zengin gıda almaları gerekir
Gebeler psikolojik açıdan da oldukça hassas bir devreye girmişlerdir Kısaca pireyi deve yapan bir tutum içerisindedirler Davranışları daha hoşgörü ile karşılanmalı, doğum korkusu, anne olma korkusu ve her türlü korku ve endişelerini giderecek şekilde samimi ve müşfik olmalı, problemlerini sabırla, sükûnetle dinleyip gerekli şekilde yardımcı olmalıdır
Lohusalığa Gelince:
Doğumdan sonra gelen kanın özellikleri konusunda şunlar söylenebilir:
Gebelikten önce rahim altmış-yetmiş gram ağırlığında bir organdır Gebelik sonunda bir kilograma erişir Bu gelişme rahimin endometrium tabakasında da olmaktadır Çünkü buraya bebeğin plasentasi (es) yapışarak bebeğin beslenmesini sağlar Doğumdan sonra es (plasenta) ayrılınca uterus, açılan damarların ağızlarının kapanması için derhal büzülmeye, sıkışmaya başlar İlk kanamalar bu esnada damardan gelen kandır Bazı nedenlerle bu sıkışma olayı olmazsa annenin hayatı ölümle sonuçlanır Uterusun devamlı kazılması ve endometriumun beslenme hadisesinin olmaması nedeniyle; desidua denilen endometrium dökülmeye başlar Bu dökülen doku artıkları fibrin, serum, lenf ve akyuvarlardan oluşmuş yara salgısıdır
Başlangıçta koyu kırmızı renktedir Gün geçtikte rengi açılır Nihayet kirli-beyaz akıntı ile sonuçlanır Lochia dediğimiz akıntının gelmesi kişiden kişiye çok farklıdır Bir-iki haftadan birbuçuk aya kadar devam edebilir
b) Gebe ve Lohusa Ile Cinsel İlişki:
Gebe ile cinsel ilişkide, ilk üç ayda, düşüklere sebebiyet vermemek için, son iki ayda ise erken doğuma veya mikrop kapmaya engel olmak için dikkatli davranmak gerekir Şayet kanama ve sanci gibi şikâyetler oluyorsa kesinlikle münasebette bulunmamalıdır
Doğumdan sonra rahim içerisi tamamen yara haline dönüştügü için lohusa ile ilişki kesinlikle zararlıdır
a) Yaraya kolaylıkla mikrop yerleşebilir, rahim içerisine ve vücuda yayılır
b) Lohusanın genel vücut direnci çok düşmüştür Atılacak yanlış bir adım, annenin ömür boyu sakat kalmasına veya hayatını kaybetmesine sebep olabilir
"Doğum sırasında üreme organları, özellikle rahim ve hazne berelenir, çok defa yırtıklar oluşur Bu sırada kadınla yakınlıkta bulunmak kadını pek fena örseler, mikropların hemen faaliyete geçmesi, bir çok önemli kadın hastalıklarının oluşmasına sebep olur Onun için rahim ufalmadan, kadının üreme organları tabiî halini almadan, kadına kesinlikle yanaşmamalıdır Tolstoy, bu zamanlar kadını rahatsız eden erkeği ayıplıyor: "Bir erkek, gebe bir kadını sevgili diye severken onun bir anne olduğunu unutmamalı Bir kadın hem bir sevgili, hem yorgun bir anne, hem de hasta bir insan olmaya bir anda tahammül edemez" (DrCemal ZÖ)
c) Gebeye ve Lohusaya Tavsiyeler:
Beslenme:
Dengeli ve ölçülü olmalıdır Gebeliğin başından sonuna kadar 10-12 kilo alınmalıdır Bazı besinlere aşırı düşkünlük, bazılarından tiksinti, veya abur-cubur yemek, kişiyi zararlı bir hale itebilir Her gebe kendi alışkanlıkları ve ekonomik durumu ile başlı başına bir program dahilinde yeterli protein, yağ, vitamin, karbonhidrat ve mineral almalı Gebeliğin altıncıayından itibaren tuz azaltılmalı, kalsiyum bakımından zengin gıdalar (süt, yoğurt, peynir gibi) alınmalıdır
İlâç:
İlâç almak, sakıncalıdır Özellikle organların teşekkül devresi olan ilk üç ay çok dikkatli olmalı, gerekli hallerde doktora başvurulmalı ve tavsiyelerine mutlaka uyulmalıdır
Sigara:
Düşük ve erken doğumlara sebep olmakta, zekâ yönünden bebeği olumsuz yönde etkilemektedir Bu yüzden sigara alınmamalı, hattâ sigara içilen bir odada dahi bulunulmamalıdır Zira bu doğacak çocuğun istikbali açısından önemlidir
Çalışma:
Normal bir gebenin günlük yaşantısını değiştirmesi düşünülemez Yalnız ani ve sert hareketlerden kaçınmalı, ağır yük kaldırmamalı, yukarılara doğru uzanmamalı, uzun ve sarsıntılı yolculuklardan kaçınmalıdır
Vücut Bakımı:
Çok soğuk, çok sıcak su ile yıkanmamak ve uzun süre banyoda kalmamak şartı ile banyo yapmalı ve temizliğe dikkat etmelidir Karın bölgesindeki çatlaklara mani olmak için yağlı bir krem veya badem yağı kullanılabilir
Gebelik ve süte hazırlik göğüslerde büyümeye sebep olur Meme başlarındaki direnci artırıp, emzirmede problem çıkmaması açısından meme başlarını sık sık sabunlu su ile yıkayıp meselâ badem yaği sürülebilir Halk arasında yaygın olan alkolle silme alışkanlığı, sertleşmelere ve çatlamalara sebep olacağından tavsiye edilmez
Diş Bakımı:
Çok önemlidir Gebe kalmadan gerekli tedavi yapılmalı, devamlı temiz tutmaya gayret etmelidir İlk ve son üç ayda mümkün olduğu kadar müdahaleye dikkat edilmelidir
Çocuk doğuran annenin çocuğunu bizzat emzirmesi çok önemlidir Bu, çocuk ve anne arasındaki ilişkiyi güçlendirir Emziren anne, vazifesini yapmanın huzuru içerisindedir Anne sütüyle bebeğin hastalıklara karşı dayanıklılıgı sağlanır
Anne sütü, süt çocuklarında gördüğümüz en kötü hastalık olan ishalden korur
Bebek ise, anne kucağında olmanın mutlulugu ve rahatlığı içindedir
En az altı ay sırf anne sütü atmalı, altı aydan sonra ise yaşına kadar süt ve yardımcı mamalar almalıdır
(Bizim bu sayfaları yazdığımız sıralarda TRT'riin 2511987, 7:30 haberlerinde, İzmir Tıp Fakültesi araştırması olarak verilen haberde; kadınlardaki meme kanserinin daha çok (% 19 daha fazla) ilk doğumunu otuz yaşından sonra yapanlarda görüldüğü açıklandı Bu konuda, doğum yapmama ve çocuğunu emzirmeme de başta gelen sebeplerden olarak söylendi)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜŞÜK YAPMA

Kürtaj, ana rahmindeki "cenin"* in herhangi bir dış etkiyle düşmesi Bu, kasıtlı olarak ilaç kullanma vBulletin ile olabileceği gibi, korku, yüksek bir yerden düşme, döğülme, hastalık ile de olur
Tıpta kullanılan "kürtaj" terimi ana rahminin içini kazıyarak oniki haftaya kadar olan gebeliklerin sona erdirilmesi anlamına gelmektedir
Kürtaj, istenmeyen gebeliği sona erdirmek için kullanılan bir metoddur; İslâm dışı yaşama biçimini benimsemiş toplumların bir ürünüdür Onlara göre kürtajın iki temel sebebi vardır:
1- Gayr-i meşrû gebelikler, 2- Çocuğun beslenmesi, eğitimi gibi ebeveyni sıkıntıya düşüreceği sanılan hususlar
1- İslâm'ı yaşama biçimi olarak benimsemiş bir toplumda zina ve zinaya götüren bütün ilişkiler haramdır Gençlerin zamanı gelince evlendirilmesi, onlara maddî imkân sağlanması toplumun görevi olduğu için, zina ve fuhuş olmaz Gayrîmeşru ilişki sonucu meydana gelen gebelikte çocuğun organları teşekkül ettikten sonra aldırılması haram olur Çünkü çocuk günahsızdır İslâm'a göre bu durumda çocuk aldırmak çözüm değildir Çözüm, zina edenlerin cezasını çekerek tövbe etmeleridir
2- Geleceğe ait düşünceler, vehim ve asılsız endişeden başka bir şey değildir Hiç kimse gelecekte ne olacağını bilemez "Şu kadar yıl sonra ülke kaynaklarının nüfusu beslemeye yetmeyeceği" şeklindeki faraziyelerin ilmî bir değeri yoktur Bu tarz bir düşünüş İslâm inancına da aykırıdır Çünkü Allah çalışan herkesin rızkını çalışmasına göre verir Kendisine inanan, tevekkül eden, müttakî kulları için de ayrıca kolaylıklar ve geniş rızıklar ihsan eder: "İnsana çalışmasından başka bir şey yoktur Ve çalışması da yakında görülecektir Sonra ona tastamam karşılığı verilecektir " (en-Necm, 53/39-41)
"Kim Allah'tan korkarsın, (Allah) ona bir çıkış (yolu) yaratır ve onu ummadığı yerden rızıklandırır Kim Allah'a güvenirse O ona yeter Allah emrini yerine getirendir Allah her şey için bir ölçü (bir sınır) koymuştur" (Talâk, 65/2-3)
Bir ülkenin hammadde kaynaklarının gelecekte o ülke nüfusuna yetmeyeceği hesabı, materyalist-sömürgeci devletlerin kendi menfaatlerine göre yaptıkları bir hesaptır Adil gelir dağılımının yapıldığı, insanların emeklerinin karşılığını aldığı ve birbirlerini sömürmediği bir toplumda "ülke kaynaklarının nüfusu beslemeye yetmeyeceği" endişesine yer yoktur
"Aile plânlaması", adıyla emperyalist ülkeler tarafından azgelişmiş ülkelere empoze ve tatbik edilen "nüfus artışının önlenmesi" programı, kürtaja yol açan nedenlerden biridir: Basın-yayın yoluyla yapılan "aile plânlaması" hakkındaki telkinler (propaganda), İslâmî şuurdan yoksun olan genç hanımlar üzerinde etkili olabilmektedir Bu telkinin etkisinde kalan bir kadın, istemediği halde hamile kaldığı çocuğunu ya kürtaj yoluyla aldırmakta veya ilaç kullanarak düşürmektedir
Nüfus artışını önlemek için gerekli ilaç ve malzemenin başta ABD olmak üzere hristiyan Batı ülkeleri tarafından Türkiye'ye parasız (yardım!) olarak verildiği, artık herkes tarafından bilinmektedir Aile plânlaması ile ilgili TV dizileri ve propaganda malzemesi de yabancı kaynaklar tarafından finanse edilmektedir Pathfinder Fund adlı kuruluşun "Türkiye Aile Sağlığı ve Plânlama Vakfı"na sağladığı destekle Türkiye'nin çeşitli bölgelerine nüfus plânlaması maksadıyla klinikler, sağlık ocakları ve sağlık evleri açtığı, basında çıkan haberler arasındadır
İlaç kullanarak, rahimde hilkati tamamlanmış (yaklaşık dört aylık) bir çocuğu düşürmenin veya kürtaj yoluyla böyle bir çocuğu aldırmanın dinimizde hiçbir meşrû mazereti yoktur, haramdır Bu bir cinayet sayılır Ananın veya süt emen diğer çocuğun ölümüne sebep olan bir özür varsa, organları teşekkül etmeden çocuğu aldırmak caizdir: "Emzikli bir kadında, gebelik belirip sütü kesilir ve emen çocuğun da hayatı tehlikeye düşer; o çocuğun da babası olmazsa, o kadın gebelik yüzyirmi gün olmadan önce, ilaç kullanarak karnındakini düşürebilir Ancak dört ay geçtikten sonra bunu yapamaz" (Fetevâ-i Hindiyye Tercümesi, XII, 126)
İslâm'da geçim korkusundan dolayı çocukların öldürülmesi kesin olarak yasaklanmış, rızık vermenin Allah'a ait olduğu bildirilmiştir: "Fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin Onları da sizi de biz besliyoruz Onları öldürmek büyük günahtır" (el-İsrâ, 17/31)
"De ki: Gelin, Rabbinizin size (neleri) haram kıldığını okuyayım: O'na hiçbir şeyi ortak koşmayın, ana babaya iyilik edin, fakirlik korkusuyla çocuklarınızı öldürmeyin; sizi de onları da biz besliyoruz Kötülüklerin açığına da kapalısına da yaklaşmayın ve haksız yere Allah'ın yasakladığı cana kıymayın! Düşünesiniz diye Allah size bunları tavsiye etti" (el-En'âm, 6/151)
Cahiliye döneminde Araplar kız çocuklarını öldürüyorlardı Kur'ân-ı Kerim buna işaret ederek, suçsuz olarak öldürülen bu çocukların hesabının sorulacağını bu cinayetin cezasız kalmayacağını bildirmiştir: "Ve sorulduğu zaman o diri diri toprağa gömülen kıza: Hangi günahı yüzünden öldürüldü? diye " (el-Tekvir, 81/8-9) mümtehine sûresi 12 âyette Cenâb-ı Hak, peygamberimize: "Mü'min kadınlardan çocuklarını öldürmemeleri hususunda " ve âyette geçen diğer konularda söz (biat) almasını emretmiştir
Doğan her çocuk rızkını da beraber getirmektedir Çünkü yeryüzündeki her canlının rızkını Allah Teâlâ vermektedir: "Yeryüzünde hiçbir canlı yoktur ki rızkı Allah'a ait olmasın (Allah) onun durduğu ve emanet bırakıldığı yeri bilir Bunların hepsi apaçık bir kitap (Levh-i Mahfuz)dadır " (Hûd, 11/6)
Abdullah b Mes'ûd (ra) şöyle anlatıyor: "Allah Rasûlü'ne sordum: Hangi günah daha büyüktür?" Şöyle cevap verdi: "Seni yarattığı halde Allah'a denk, ortak ve benzer koşman" Sonra hangisi? (dedim) "Seninle beraber oturup (hazırlanan yemekleri) yer korkusuyla çocuğunu öldürmen " dedi Sonra hangisi? (dedim) "Komşunun karısıyla zina etmen" buyurdu (Buhârî-Müslîm, Celâl Yıldırım, Kaynaklarıyla İslâm Fıkhı, IV/83)
Dînimiz insana değer verdiği için ana rahmindeki cenine ait hükümler koymuştur Onun özürsüz olarak, can verildikten sonra düşürülmesini cinayet saymıştır Bunun için bir kadının çocuğunu düşürmesine sebep olan kimse diyetle cezalandırılmıştır Hz Ömer (ra) zamanında, bir kadın ifadesi alınmak üzere hilâfet makamına çağrılıyor Hamile olan kadın, korkusundan yolda çocuğunu düşürüyor Hz Ömer buna çok üzülüyor ve ne yapılması gerektiğini Şûra üyelerine soruyor Çoğunluk, bunda bir kasıt olmadığını ve bir şey gerekmeyeceğini söylüyor Hz Ömer, Hz Ali (ra) ye: "Sizin görüşünüz nedir?" diye soruyor O da: "Bu arkadaşlarımız kendi görüşlerini söyledilerse herhalde görüşlerinde hata ettiler Yok seni korumak için böyle söyledilerse, iyi nasihatçi olmamış sayılırlar Ana rahminden kopup düşen ve ölen çocuğun diyeti gerekir Çünkü onun ölümüne sen sebep oldun" Hz Ömer bu içtihadı tasvip ederek gereken diyeti ödemiştir
"Düşük cenin, ister annesi öldükten sonra düşsün; ister o hayatta iken düşsün, ister diri düşsün, ister ölü düşsün, uzman hekimler onun işlenen fiil sebebiyle düştüğünü tespit ederlerse, o takdirde cinayet sayılır ve ceza uygulanır"
Cenînin ana rahminden ölü olarak düşmesine sebep olan kimseye beş deve veya bu kıymette para diyet olarak ödettirilir Alınan diyet cenînin vârislerine -miras hukukuna göre- taksim edilir Ceninin düşmesine sebep olan kimse -isterse anası olsun- diyete vâris olamaz
Kadın, çocuğunu düşürdükten sonra ölürse, çocuk için ayrı bir diyet, kadın için hata ile öldürülmüşse ayrı bir diyet gerekir Kasden öldürülmüş ise kısas gerekir
Cenin diri olarak düşer ve yaşarsa caniye tazir cezası gerekir
Müslümanların temelde kürtaj gibi bir problemi yoktur: Onlar "çocuklarını geçindirememek" endişesi taşımazlar Çünkü rızkı veren Allah'tır Çocuğun eğitimine gelince: Müslümanlar bu konuda bütün güçlerini harcar, imkânlarını kullanırsa gerekli İslâmî eğitim müesseselerini kurabilirler; hem sayı hem kalite yönünden kuvvetlenerek Hak-bâtıl mücadelesinde müslümanların zaferini sağlayabilirler Böylece müslümanların güçlenmesini istemedikleri için "aile plânlaması yardımı (!)"nda bulunan hristiyan âlemi de emellerine ulaşamamış olur (Ayr bk Doğum Kontrolü)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EDEB MAHALLİ

İslâm hükümlerine göre kadın ve erkeğin örtülmesi zorunlu yerleri Avret mahalli de denir Kur'an buyruğunca her müslüman edeb mahâllini örterek gizlemekle yükümlüdür Bununla birlikte kişinin başkasının edeb mâhalline bakması dâ haramdır İslâm, bu hükümleriyle toplumsal bozuluşun en büyük etkenlerinden birisi olan fuhuşa açılan kapıları kapatmış; insanın, özellikle kadının onurunu güvence altına almıştır
Edeb mahalli, insanın kadın ya da erkek oluşuna, karşısında yeralan insanın niteliğine göre değişir İslâm hukukçularına göre erkeğin edeb mahalli, göbek ile dizkapağı arasıdır Müslüman kadının müslüman kadına karşı edeb mahalli de yine göbek ile dizkapağı arasıdır Kadının erkeğe karşı edeb mahalli, Hanefi, Mâlikî ve İsnaşeriye ekollerine göre yüz ve elleri dışında bütün vücududur Şafii ve Hanbeli ekollerine göre ise kadının bütün vücudu istisnasız edeb mahallidir
Müslüman kadınların köleler ile müslüman olmayan kadınlar karşısındaki durumu da fıkıh ekollerine göre değişiklik göstermektedir Hanefi, Hanbeli ve İsnaaşeriye hukukçularına göre müslüman kadınlar için köleler de diğer yabancı erkekler gibidir Bu nedenle müslüman kadın köleler karşısında da tam tesettüre riayet etmesi gerekir Şafii ve Maliki hukukçularına göre ise kölelerin hanımlarının ziynetlerini görmesinde bir sakınca yoktur Selefe göre müslüman kadın için müslüman olmayan kadınlar da erkekler hükmündedir Buna karşılık er-Râzî gibi bazı bilginler müslüman olmayan kadınlarla müslüman kadınlar arasında bir fark kabul etmemektedirler Mevdûdî gibi bazı çağdaş bilginler ise selefin görüşünü tercih etmektedirler
Edeb mahallinin örtülmesi namazın da temel şartlarındandır Edeb mahalli tam olarak örtülmeden namaz kılınamaz Edeb mahallini örtse de, vücudun içini gösterecek nitelikteki giysiler namazı bozar, Namaz kılınırken herhangi bir nedenle edeb mahallinin dörtte bir bölümünün açılması durumunda namaz bozulur (Konunun ayrıntıları için ayrıca Avret, Tesettür ve Hicab maddelerine bakınız)
 
Üst Alt