E.F > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi...

ceylannur

Yeni Üyemiz
EHL-İ SÜNNET VE'L-CEMAAT KİMDİR EHL-İ SÜNNET VE'L- CEMAAT OLMAYAN BİR KİMSE MÜSLÜMAN SAYILIR MI? Asr-ı saadette herhangi bir problem ortaya çıktığı zaman ihtilafa yol açmadan kolayca halledilirdi Çünkü Peygamber (sav) en az günde beş defa müslümanlarla bir araya gelip onlarla birlikte karşılaştıkları problemleri gözden geçiriyordu Peygamberi aşan bir mesele ortaya çıktığı zaman hakkında vahy-i ilahi nazıl olup onu açıklıyordu Peygamber (sav), şrtşhal ettiğinde tabii olarak Kur'an-ı Kerim ile Peygamber (sav)'in sünneti her şeyi açıkça belirtmediğinden, birçok meselelerde ihtilaf başgösterdi Bu sebeple ibadet ve hukuk alanında mezhepler oluştuğu gibi inanç sahasında da fırkalar meydana geldi İnanç sahasındaki fırkalar; Mu'tezile, Şia, Havarıç, Neccariye, Müşebbihe, Mürcie, Cebriye ve Ehl-i Sünnet olmak üzere sekiz sınıfa ayrılmıştır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EHLİ TARİKATIN BİR KISMI DİYOR Kİ: KUR'AN VE SÜNNET TARİKATTAN SÖZ ETMİYOR ÇÜNKÜ O GİZLİCE HAZRET-İ EBUBEKİR, ALİ VE SELMAN-I FARİSİ'YE TEVDİ EDİLMİŞTİR BU SÖZÜN ESASI VAR MIDIR? Tarikat, şeriatın bir dalı olduğuna göre gizli tutulamaz Adı geçen sahabelere gizli bir şeyin tevdi edildiğine dair hiç bir belgeye rastlanmamıştır Ayrıca tasavvuf hayatı bütün sahabelerde mevcut idi Yani Tasavvuf konusu olan zikir, fikir, ihlas, muhabbet, tevazu, zühd, isar, mürakebe ve müşahede ruhu onlarda en yüksek seviyeside idi Kur'an ve sünnet, tasavvuf ve tarikat ismini zikir etmemiştir Şeriatı, fıkıh, kelam, tasavvuf ve ahlak bölümlerine ayırıp her bir bölüme ayrı birer isim vermek sonradan olmuştur Ancak bu, tasavvuf veya fıkhın mevzu'ları Kur'an'da yoktur, manasına gelmez Büyük mutasavvıf Sehl el-Tüsleri tasavvuf hakkında şöyle diyor:
Bizim altı esasımız vardır:

1- Kur'an'a yapışmak,
2- Perygamber sünnet-i seniyyesine ayak uydurmak,
3- Helalı yemek,
4- Kimseye eziyet vermemek,
5- Günahlardan sakınmak,
6- Hukuku eda etmektir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EHL-İ TERTİB

Tertibin sözlük anlamı; tanzim etmek, dizmek, sıralamak ve düzene koymak, tedârik edip hazır hale getirmek, bir şeyi bir yere sâbit ve dâîmî kılmak, mertebelere göre davranmak, hile ve aldatmak
Hedeflenen bir neticenin meydana gelmesi için lâzım olan sebeplerin sıralarına göre tanzim edilmesi, bir neticeye varmak için sırasına riâyet edilmesi gereken sebepler de, tertibin tanımına girmektedir
Ehl-i tertib, yukarda anılan fiilleri yapan kimselere, yani tertibe riâyet edenlere verilen isimdir Ancak asıl mevzu, bu terimin ıstılâhî yönüdür
Istılah olarak "ehl-i tertîb", farz olan beş vakit namazı, ara vermeden vaktinde ve muntazam olarak kılanlar hakkında kullanılan bir tâbirdir Bu duruma göre, üzerinde beş vakitten az veya en çok beş vakit kaza namazı olan kimse "ehl-i tertîb" sayılır Üzerindeki kaza namazı altı vakti bulan kimse "ehl-i tertîb" olmaktan çıkar
Hanefi mezhebine göre, "ehl-i tertîb" sayılan bir kimsenin, kazaya kalmış namazları arasında ve kazâ namazıyla vakit namazları arasında tertîbe riâyet etmesi gerekir Kaza namazını kılmadan vakit namazını kılması câiz değildir Aynı şekilde öğlenin kazaya kalmış namazını, sabahın kazaya kalmış namazından önce kılması da doğru olmaz
Üzerinde altı vakitten az kazâ namazı bulunan kimse, vaktin farzını edâ ederken bunu hatırlarsa, kılmış olduğu vakit namazı geçici olarak bozulmuş olur İkinci, üçüncü, dördüncü ve beşinci vakit namazlarını da bu şekilde, kaza namazlarını hatırladığı halde kılar ve hiç birini iâde etmezse, beşinci vakti kılmakla bütün namazları sahih olur Çünkü namazdaki bozulma mevkûfen -geçici- duruyordu Beşinci vakte kadar böyle mevkûf olarak bulundurulur ve beşinci vaktin farzı kılınırsa hepsi de sahih olmuş olur Beşinci vakti kılmadan kaza namazını kılacak olsa, bundan önce kılmış olduğu dört vakit namazı nâfileye dönüşür, böylece tümünü kazâ etmesi gerekir
Tertib, şu üç husustan dolayı bozulur:
1- Kazaya kalan namazlar beş vakti aşarsa,
2- Vakit, ancak hazır namazı kılacak kadar daralırsa,
3- Vakit namazı edâ edilirken kazâ namazı unutulursa
Üzerindeki kaza namazları sayısını beş veya beşten daha aşağı bir sayıya indiren kimse, bir görüşe göre tekrar "ehl-i tertîb"den sayılır (Merginânî, el-Hidâye, 1 cüz, bâbü kadâi'l-fevâit; Ö Nasuhi Bilmen, Büyüt İslâm İlmihali, Celal Yıldırım, Büyük İlmihal, kaza namazlarında tertib)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EHVEN-İ ŞER

Ehven, kelime anlamı itibariyle, "daha hafif"; şer ise, hayrın karşıtı olup, "meşru olmayan her türlü iş" demektir Terkip olarak da ehven-i şer, diğerlerine kıyasla zarar ve fenalık bakımından daha hafif olan kötülük anlamında kullanılır
Mecelle'de, "İki şerden, daha hafif olanı (ehven-i şerreyn) ihtiyâr olunur" (Mecelle, md 29) şeklinde bir genel kural bulunmakta olup, bununla anlatılmak istenen şudur: Câiz ve meşrû olmayan iki şeyden birinin işlenilmesi durumunda kalınırsa, bunlar arasında kötülük ve fenalık bakımından daha az ve hafif olanı tercih edilir Çünkü, haram olan bir şeyi işlemek, ancak zarûretten dolayı mübah kılınmaktadır (Mecelle, md 21) Zarûretler de kendi miktarlarınca takdir olunacağına göre (Mecelle, md 22), daha hafif olan dururken, daha ağır ve büyük bir haramı işlemek zarûret sınırını aşmak olur
Aynı içerikte olmak üzere, "İki kötülükle karşı karşıya gelince daha hafif olanı işlenerek, büyüğünün çaresine bakılır" (Mecelle, md 28) ve "Daha şiddetli olan zarar, daha hafif olan zararla izâle olunur" (Mecelle, md 27) şeklinde iki genel kural daha vardır ve bunların her üçü de yaklaşık olarak aynı anlamı ifâde eder
Bu genel kuralı, pekçok alana uygulama imkânı vardır Bu kuralın uygulama örneklerinden biri şöyledir: Bir kimsenin çok değerli bir incisi yere düşüp, bir tavuk tarafından yutulmuşsa, incinin sahibi, tavuğun değerini ödeyerek tavuğu sahibinden satın alır (Mecelle, md 902) Bu durumda tavuğun sahibi, tavuğu satmamazlık edemez Şayet direnecek olursa, fiyatı kendisine ödenerek, tavuk ondan cebren alınır Kural olarak bir kimsenin malını, rızası hilâfına satmak câiz değilse de, burada daha büyük zararı gidermek amacıyla, daha hafif olan zarara katlanılmış ve sözkonusu kural gereğince, mülkiyetin dokunulmazlığı prensibine bir nevî sınırlama getirilmiştir
Diğer bir örnek de şöyledir: Bir kimse, arsasını, şuf'a hakkına sahip olan komşusuna (şefi') teklif etmeden başka birine satarsa, şefi' bu arsayı müşteriden geri alabilir Ancak, müşteri, böyle bir tarzda satın aldığı arsa üzerine, bir ev yaptırmışsa, bu durumda iki ihtimal sözkonusudur Birincisi, ev cebren (telâfisi olmayacak şekilde) yıkılarak arsa, müşterinin elinden alınır ve arsaya ödediği fiyat kendisine iâde edilir İkincisi, şuf'a hakkına sahip olan kişi, arsayı kendisi satın almak istemesi halinde, müşterinin yaptırdığı evin kıymetini de ödemeye icbâr edilir
Birinci ihtimalde müşteri için sözkonusu olan zarar, yaptırdığı evin, kendisine hiçbir karşılık verilmeden yıkılması olup, ağır bir zarardır Çünkü, müşteri, uğradığı zararı hiç kimseden talep edememektedir İkinci ihtimalde ise, zarar, "şuf'a hakkına sahip olan kişi hakkından olup, daha az para ödeyerek çıplak alması mümkün olan bir arsayı, bir de üzerindeki eve para ödeyerek satın alma durumunda kalması şeklindedir
Bu olayda iki taraflı bir zarar sözkonusudur Şu kadar ki, şuf'a hakkına sahip olan kişinin uğrayacağı zarar, karşılığında hiç değilse bir bedel bulunduğu için yani şefi' evin mülkiyetine sahip olduğu için, bu zarar müşterinin telâfisi olmayan zararından daha hafif (ehven) sayılmıştır
Bu ve benzeri prensiplerle, akıl ve mantığın rahatlıkla kabul edebileceği bir sistem dahilinde genelde, hukukî hayata bir esneklik ve istikrar kazandırmasına ve adil bir dengenin kurulmasına çalışılmıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EHVEN-İ ŞER" NE DEMEKTİR? Bu ifadenin aslı "ehven-i şerreyn" yani, iki kötünün hafif olanı, şeklindedir Önemli bir fıkıh yani, Islâm hukuku kaidesidir Islâm hukukuna göre hazırlanan "Mecelle" mize; "ehven-i şerreyn ihtiyar olunur" diye geçmiştir ki, başka ihtimal (alternatif) yoksa ve yapmak zorunda olduğumuz şeyler kötü şeylerse en hafifini seçmek mecburiyetindeyiz, demektir (Md29) Aynı zamanda Mecellemizde üç madde daha vardır: Iki fesatla karşılasıldığında hafif olanı yapılır, büyüğünün çaresine bakılır", "Büyük zarar küçük zararla giderilir"; "Genel zararı önlemek için kısmî zarar seçilir" (md 26,27,28) Bugünkü Türkçe ile aktardığımız bu maddeler Islâm hukuku açısından önemli maddelerdir ve bilinmeleri halinde günlük hayatımızda birçok problemimizi hallederler Ancak ifadelerden de anlaşılacağı gibi, iki kötüden hafif olanının yapılabilmesi için, hayır olan ihtimal (alternatıf) bulunmaması ve ikisinden birini mutlaka yapmak zorunda kalması şartları vardır Buna göre; şerlerin yanında bir de hayır varsa veya hayır olmasa bile şerlerin hiç birini yapmadan da olunabiliyorsa şerrin hafif olanı da yapılamaz Meselâ: Yaralı bir adamın, secdeye gidince yarası akıyorsa ima ile oturarak kılar Çünkü secdeyi terketmek namazı abdestsiz kılmaktan daha hafif bir zarardır Bir adamın tavuğu başkasının değerli bir incisini yutsa, incinin sahibi tavuğun parasını verip onu kesebilir, diğeri vermemezlik edemez Hamile bir kadın öldüğünde, çocuğunun canlı olduğu umuluyorsa kadının karnı yarılıp çocuk çıkarılır Etrafa yayılmasından endişe edilen bir yangını söndürmek için gerekirse itfaiye birisinin evini yıkabilir Susuzluktan ölmek üzere olan birisi, şaraptan değil de biradan ölmeyecek kadar içer Millete ve inanca en az zararlı olan partiye rey verir Sünnetten ya da farzdan birinin mutlaka gideceği yerde, kalbi kan aglayarak sünneti bırakır farzı yapar(Daha geniş bilgi için bk Ali Haydar Efendi, dürer I/83 vd; MSıddık el-Burnû el-Veciz 82 vd)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EKMEĞİ BIÇAKLA KESMEK CÂİZ MİDİR? Câizdir Allah'ın nimeti olması bakımından ekmekle meselâ kabak arasında bir fark yoktur Nimetler, daha doğrusu gıdalar arasında ekmegin zihinlerde ayrı bir yerinin olması özellikle eskiden ekmeğin ana gıda maddesi olduğundan kaynaklanmış olmalıdır Rasûlullah Efendimizin: "Ekmeğe ikramda bulunun" (Münâvi N/91; Benzer bir hâdis-i şerif için bk Muvatta' 49/10) hadisleri de bu anlamda olsa gerektir Yani bir mü'minin ekmege karşı tavrı ne ise; meselâ patlıcana karşı da o olmalıdır Bu yüzden ekmek vsnin bıçakla kesilmeyeceğine dair rivayetler zayıf bulunur ve kesmenin câiz olduğu söylenir (Buhârî, at'ime 20; Aynî XVNI/157)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EKMEK ÖPÜLÜR MÜ?
Birer nimet olarak ekmekle başka şeyler, meselâ fasulye arasında aslında fark olmamakla beraber herhalde gıda maddelerinin esasını oluşturduğu için, Islâm terbiyesinin ekmeğe bakışı, diğer gıdalara bakışından farklı olagelmiştir Bir de sebze, meyva ve hububat gibi nimetler tabii şekilleriyle yerlerde de bulunabilecekleri, hatta zaruretten çiğnenebileceklerine cevaz verilmesi de ekmeğe, biraz da psikolojik olarak bir ayrıcalık kazandırmıştır Büyük nimete büyük şükür gerekeceği esası da bunda etkili olmuş olmalıdır Belki de bu son noktaya işaret etmek üzere Allah Rasûlü Efendimiz ikramda ve saygıda ekmegi özellikle zikrederler: "Ekmege ikramda bulunun (saygı gösterin)" Suyûti bu konuda bundan başka üç hadis daha zikreder, Münavi de bu hadisleri şerhederken başka hadisler ve başka rivayetler nakleder Ancak anlamını verdiğimiz dışındakiler için zayıf ya da mevzu hükmü verilmiştir Ekmege ikramın nasıl yapılacağını da alimler şöyle açıklamışlardır: Ekmeğin üzerine tabak-çanak vs nin, kirletecek et ve sulu maddelerin konulmaması, ayak altına ve pis mahallere atılmaması, o hazırken katığın beklenmemesi (Hindiyye, VI/337) günümüz için söylersek, çöpe ve tuvalet lağımına ulaşan lavaboya atılmaması, kırıntı ve düşen parçalarının, pislenmedikçe toplanıp yenmesi ve en önemlisi, nimet olduğunu düşünerek buradan o nimeti vereni (Mü'mini) hatırlaması Üzerine tuzluk, hurma vBulletin şeylerin konulmasında ise bir beis görülmemiştir(E1-Fethurrahmanî, N/200) Rasûlüllah Efendimiz (sav)'de bir ekmek diliminin üzerine bir meyva koymuş ve "bu bunun katığıdır" buyurmuşlardır(Münavî, N/91-92) Ekmegi öpmek dini bir anlam ifade etmemekle beraber mahzurlu da değildir Ekmek için "öpülmesi değil, çiğnenmesi mekruhtur" (Tahtavî, 259; Münavî, N/9l; Ibn Abidin, Fetâva, N/305) sözü darb-ı mesel olmuştur Bıçakla kesilmesine gelince: Münavî her ne kadar Derakutnî'den, "Rasûlüllah ekmegin bıçakla kesilmesini yasakladı" anlamında bir hadis naklediyorsa da (Münavî, N/92) bu zayıf görülmüş ve bunda kerahet olmadığı söylenmiştir Bıçağın, parmağın ve tabağın ekmekle silinmesi halinde, kendisiyle silinen ekmek yenecekse bunda bir mahzur yoktur, yenmeyecekse mekruhtur(bk Hindiyye, V/341)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EL- HİDAYE E1-Hidâye, tanıtmaya çalıştığımız el-Merginâni'nin yine kendi yazdığı "Bidâyetü'1-Mübtedî" adlı kitabın şerhidir Ama aslında Kudûrî'nin ((428/1036) Muhtasarı ile Imâm Muhammed'in (189/804) el-Câmiu's-Sağir'inin bir araya getirilmiş açıklamalı şeklidir (Hacı Halîfe; Kesfu'z-zunun 2)2032) Ayrı ayrı dört cüz ya da iki büyük cilt halinde bir kaç defa basılmıştır Ayrıca başta Kemalûddîn ibn Hümâm'in Fethu'1- Kadîr'i olmak üzere, bazı şerhleriyle beraber de, yine birkaç defa basılmıştır Hidâye ayrıca çeşitli dünya dillerine terceme edilmiştir(bk YZiya Kavakçı, Karahanlılar Devrinde Islam Hukukçuları s133)Osmanlı medreselerinde yıllarca ders kitabı olarak okutulan Hidaye için: "Zamanın gözü bir ikincisiyle sürmelenmediği değerli bir kitap" (Taşköprüzade, Miftâhu's-sa'ade 2/l64) denmiştirHidâye'yi yazışının hikâyesini müellif şöyle anlatır: "Ilk tahsil yıllarımda istiyordum ki, fıkıhta hacmi küçük, fonksiyonunu büyük ve her konudan sözeden bir kitap bulunsun Derken zaman geçti ve Kudûrî'nin Muhtasar'ının en güzel, en az ve en öz kitap olduğunu, küçük-büyük herkesin el-Câmiu's-Sağîr'i ezberlemeye teşvik edildiğini görünce, ikisini birleştirmeye ve zorunluluk olmadıkça da, onlarda olandan başkasını almamaya karar verdim Ortaya çıkan kitaba "Bidâyetü'1-Mübtedî - Ilk Heveslilere Bir Başlangıç" adını verdim ve sonra da bunu "Kifâyetü'1-Müntehî Sona Varanlara Yeterli" adıyla şerh etmeye muvaffak oldum"( Lüknevî, Fevâid, s l41-l42 Kifâye adlı bu Şerhin bazı kaynaklar'da seksen cilt olduğundan (bk Taşköprüzâde, Mevzuâ'tü'l-ulum I/724, bazılarında ise sekizcilt olduğundan (bk IA Merginân mdl sözedilir Seksen cilt diyenler, ya fasıkül halindeki cüzleri kastetmiş olmalı, ya da bir hatâ sonucu "sekizi, seksen" diye okumuş bulunmalıdırlar Çünkü müellifin önsözündeki "bir nebze uzun oldu" ifadesi, ancak sekizcilt için yerinde bir ifadedir Seksen cilt olsaydı "çok uzun oldu" demeliydi) Bitirince biraz uzun olduğunu gördüm ve bu yüzden kitabın terkedileceğinden endişe ederek, gayretleri "Hidâye" isimli bir başka şerhe yönelttim Bundan ana rivayetleri ve sağlam içtihatları alarak, her konudaki fazlalıkları bıraktım, uzun olmasından kaçındım"( Merginânî, Hidâye, (Mukaddime) I/N) Değerli hocam Ruhi Özcan merhum, Hanefi mezhebinde sistematiği ve tertibi en güzel olan fıkıh kitabının Hidâye olduğunu söylemişler ve otuz yılda bitmek üzere plânladığı fıkıh külliyatını onun tertibi üzere belirlemişlerdiŞimdiki adıyla "Ümmü'1-Kurâ" Üniversitesinde doktorasını tamamlamak üzere olan bir arkadaşım da, hocalarından bir Arap fıkıhçının "Beni üç tane Mütenebbî Divanı yazmakla, Hidâye'nin üç sayfası gibisini yazmak arasında muhayyer bıraksalar, Mütenebbî Divani gibisine göz kestiririm de, Hidâye'nin üç sayfası gibisine cesaret edemem" dediğini anlatmıştı Buna rağmen ibaresinin "her talebe tarafından anlaşılabilecek sehlü'1-mümtenî" kabılinden" olduğu söylenir(Taşköprüzade age1 /725) Hidâye üzerine onlarca şerh, hâsiye, şerhe hâsiye, ihtisâr, tahriç ve tâ lik yapılmış (bk Kâtip Çelebi, age 2/2031 vd; Bu Şerhlerden özellikle, Fethu'l-kadîr, elnihâye, el-Binâye ve tahriçlerden de Nasbu'r-râye meşhurdur Fethu'l Kadîr üzerine Aliyyü'l- Kârî'nin bir hâşiyesinden söz edilirki, mevcut olması halinde çok değerli bir kitap olmalıdır Yine Fethu'l-Kadîr'e Ibrahim el-Halebînin de tenkitli bir ihtisarından söz edilir (bk agk)) ve bu özelliğiyle de o, Hanefi mezhebinde ilk sıralarda yer almıştır Merginânî'nin kendi oğlu Imâmüddin, Hidâye için: "Hidâye, Beleynini hidâyete götürür ve siler körlügü / Artık ey aklı olan, ondan ayrılma ve onu belle / Ki, kim bunu elde ederse, / En uzak arzuyu elde etmiştir" anlamında bir dörtlük söylemiş, birbaşkası da: "Hidâye Kur'ân gibi neshetti,/Kendinden önce yazılan şeriat kapılarını / Öyleyse koru kıraatini, sarıl tilâvetine / Ki, sözün hatâ ve yalandan uzak olsun" demiştir(Taşköprüzade age I/725)Hidâye'de Merginânî'nin kendine özgü bir terminoloji ve metodu vardır ki, onu okuyanların bunları bilmesinde sayısız yararlar mevcuttur:
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EL ÖPME VE "HÜRMET-İ MUSAHARA": Islâm, büyüklerin küçükleri sevmesini, küçüklerin de büyüklere saygı duymasını emreder Peygamberimiz: "Küçüklerimize şefkat, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir" buyurmuştur (el-Câmiu's-sağîr V/388 (Tirmizî, Tabarânî ve Müsned'den)) Ancak, meşru olan bir şeye ulaştıran yolların da meşru olması esastır Bir haram işlenerek, bir emir yerine getirilmez Islâm'da bu, kurallaştırılmış ve: "Bir emirle bir yasak çatışırsa, yasaktan kaçınmak tercih edilir" (bk Mecelle md 30; Ibn Nüceym, Esbah 90; Hâdimî 319; Suyûtî, Esbah 87;105, el-Borno, el-vecîz 85; Ayrıca bk Aclûnî, Kesfu'l Hafâ N/254) varsın emir yerine getirilmemiş olsun, denmiştir
Bunu hatırda tuttuktan sonra; el öpmenin; haram mekruh, mubah ve müstehap olanı bulunduğunu söyleyebiliriz:
Kadının, mahremi olmayan erkeğin elini öpmesi, erkeğin de mahremi olmayan kadının elini öpmesi haramdır Yine hem kadının, hem erkeğin, yakını olmayan, tüysüz genç oğlanların elini öpmesi de haramdır Kişiye makamı, dünyalık şöhreti, ya da parası ve malı için saygı gösterip, elini öpmek mekruhtur Hattâ haram diyenler de vardır Çünkü hadîste: "Kim bir zengine malı için saygı gösterirse, dininin üçte ikisi gider" buyurulmuştur (Ibn Salâh, Fetâva 18; Hindî, age NI/230 (6288) Deylemî'den)
Takvâ ehli, âlim ve sâlih kimselerin, ana-babanın elini öpmek ise müstehaptır Çünkü bunda, gerçekte ilme ve takvâya saygı vardır Ancak hoş olmayan şey, herkesin kendisini salih zannedip elini öptürmesidir
Bunların dışında kalanlardan küçüklerin, büyüklerin ellerini öpmeleri de mübahtır Yapıp yapmamakta bir sakınca yoktur
Gelinin kayınpederinin elini, damadın da kayınvalidesinin elini öpmesine gelince: Bunlar birbirlerinin ebedilik mahremleridirler, dolayısı ile birbirlerinin ellerine, kollarına, başlarına ve ayaklarrına bakabılirler ve genel kural olarak, bakılması helâl olan yerin tutulması da helâldir Ancak Hanefî Bilginleri, bazı âyet ve hadîsleri diğerlerinden farklı anlamışlar ve dokunma ile doğacak şehvetin de hısımlık oluşturacağına karar vermişlerdir Yani milyonda bir ihtimal de olsa, birbirlerinin elini tutan kaynana - damat, ya da kaynata - gelinden birinin bu sırada şehvet duyması, derhal aralarında yeni bir hısımlık oluşturur ye sanki karıkoca imişler gibi hüküm alırlar Meselâ bu olayın gelinle kayınpederi arasında olduğunu düşünürsek, onların karı-koca olmaları varsayıldığında, birbirlerine haram olarak olan ast ve üstleri bu olayla da haram olur ve damat, Babasının karısıyla evlenemeyeceği için hanımı kendisinden derhal boşanmış olur Damatla kayınvalide için de aynı şeyler geçerlidir
Hattâ bu durum sadece uyanık ve ayık hale ait değildir Meselâ karanlıkta hanımı sanarak, şehvet duyulacak yaşa gelmiş kızını, şehvetle tutan babaya artık kendi hanımı haram olur
Ancak bu tür sonuç doğuracak tutmanın, teni tenine değerek olması, ya da altının sıcaklığını iletecek kadar ince bir örtüden olması gerekir Kalın elbisesinden tutarak, ya da vücuduna bakıp düşünerek şehvet duymak, bu tür bir haramlıkoluşturmaz
Bu tür hısımlık haramlığı oluşturan olaylar, sadece tutmaktan ibaret değildir Erkeğin kadının iç fercine, kadının da erkeğin organına bakmasıyla şehvet duyması da aynı sonucu doğurur
Yalnız, şehvet duymak, sırf kalbinden kötü bir ilişki geçirmek demek değildir Şehvet duymanın işareti, erkeğin organında bir uyanma, uyanıksa uyanışının artması, kadının da kalbinin heyecanla çarpmasıdır Ikisinde birden bulunması şart değildir Bunun, sadece birinde bulunması bile sözkonusu haramlığın doğmasına yeter
İşte, çok az da olsa böyle bir ihmalden ötürü, damadın kayınvalidesinin elini, gelinin de kaynatasının elini öpmemesi daha iyidir, denmiştir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EL ÖPMEK
Sevgi, saygı ve hürmet ifadesi olarak yerleşmiş örfî, ahlâkı ve geleneksel bir hareket Müslümanlar arasında küçüklerin büyüklere hürmetlerini göstermek için ellerini öpüp alınlarına götürmeleri yerleşmiş bir adettir Genellikle yolculuklara gidiş ve dönüşlerde, uzun ayrılıklarda, misafirliklerde, düğün ve bayramlarda el öpme yaygınlaşmıştır
Müslümanların kendi aralarında tokalaşma * ve musâfaha yapmaları genel bir ahlâkı davranıştır: el öpme ise ana-babaya, saygıya lâyık yaşlılara ve hocalara karşı yöneltilen bir davranıştır Bunların dışında herhangi bir menfaat için başkalarının elının öpülmesi mekruh olarak görülmüştür
Sahâbilerin, Hz Peygamber (sas)'in elini öptükleri rivâyet edilmiştir (Ebû Dâvûd, Sünen, Kitâbu'l-Edeb, 5223) Iki Yahudi'nin Resulullah'a gelip ona soru sorduktan sonra elini öptüklerini Tirmizî nakletmektedir (Tirmizî, Sünen, Isrâ Tefsiri, Ibn Mâce, II, 1221) Islâm âlimleri, hürmet ve dindarlıktan dolayı kucaklaşıp, el ve bası öpmenin mübah olduğunu, dünyalık için el öpmeninse mekruh olduğunu belirtmişlerdir (Şeyh Muhammed es-Sefarini, Sülasiyâtü Müsnedi'l Imam Ahmed, Dımeşk 1961, II, 178-179) Hz Ali'nin, babanın çocuğunun elini öpmesinin bir şefkat, çocuğun babasının elini öpmesinin bir ibadet, kocanın hanımının elini öpmesinin arzudan, kişinin din kardeşinin elini öpmesinin dinden olduğunu söylediği nakledilmiştir (Osman Şekerci, Kaynaklarımıza Göre Islâm Terbiyesi, Istanbul 1972, s175) Islâm, mahrem olmayanların elini sıkmayı yasakladığı gibi, bir kimsenin karşısında dalkavukluk yapmayı eğilip bükülmeyi de çirkin bir hareket saymıştır Hz Peygamber, "Bereket büyüklerimizdedir Küçüklerimize acımayan, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir" buyurmuştur (Mecmâu'z-Zevâid, VIII, 15) Bu sebeple saygıya lâyık yaşlı kişilerin ve âlimlerin elının öpülmesi bir hürmet ifadesidir
Kâb b Mâlik ve arkadaşları, affedilmelerine ilişkin ayetler inince Rasûlullah'a giderek mübarek ellerini öpmüşlerdir Hattâ peygamberimizin mübarek elini öpenlerin bile elleri öpülmüştür (age, s42, Ahlâk Hadisleri Trc:Fikri Yavuz; Istanbul 1975, II, 352-353)
Çocuklar, genelde bütün büyüklerinin ellerini öperlerken; âkil bâliğ olmuş bir kişinin anne, baba, dede nine, amca, dayı, hala, teyze, ağabey, abla ve kayınbabasının elini öpmesi câizdir Damadın kaynanasının, gelinin de kayınbabasının elini öpmesi hususunda ihtilâf vardır Çok yaşlı kadınların ellerinin öpülmesinde beis yoktur: ancak mahremi olmayan kadınların elının öpülmesi haramdır ve el zinası sayılmaktadır Özellikle bu son husus, batılı câhili bir burjuva âdetidir
El öpmeyi, tek başına bir ahlâki davranış olarak değil, müslümanlar arasında geçerli olan ahlâkı davranışların; kucaklaşma, tokalaşma, güzel söz söyleme vBulletin hareketlerin bütünlüğü içerisinde bakılmalıdır
 
Üst Alt