G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
GASB ETMEK

Bir şeyi zorla ve zulüm yoluyla sahibinin elinden almak, tecavüzde bulunmak, zorlamak, mütekavvim bir malı, mâlikinin izni olmaksızın, ona maldan el çektirecek şekilde haksız yere elinden ve tasarrufundan almak anlamında bir İslâm hukuku terimi Gasp edene "Gâsıp", gasbedilen mala "mağsûb", malı elinden alınana "mağsubun minh" denir Mütekavvim mal; İslâm'a göre alım-satımı meşrû olan mal demektir Mala elkoyma hırsızlık yoluyla olmamalıdır Mal, mâlikten alınmış olabileceği gibi, kiracı, rehin veya emanet (vedîa) alandan da gasbedilmiş olabilir Malikîler bu tarife; malın zorla, haksız yere ve silahlı çatışma olmaksızın ele geçirilmesi şartını ilave etmiştir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadir, VII, 361 vd; el-Meydânî, el Lübâb, Kahire ty, II, 188)
İslâm'da başkasının malını gasbetmek kitap, sünnet ve icmâ' delilleri ile yasaklanmıştır: " Ey iman edenler, birbirinizin mallarınızı haram yollarla yemeyiniz Meğer ki, o mallar sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı ola" (en-Nisâ, 4/29) "Birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin İnsanların bir kısım mallarını bile bile günâha girerek yemek için onları hâkimlere aktarmayın " (el-Bakara, 2/188)
Hadislerde şöyle buyurulur: "Şüphesiz sizin kanlarınız, mallarınız; bu ayınızda, bu beldenizde, bu gününüzün haramlığı gibi birbirinize haramdır" (San'ânî, Sübülü's-Selâm, III, 73) "Müslüman bir kimsenin malı, başkasına gönül rızası bulunmadıkça helâl olmaz" (Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 316)" Kim bir karış toprağı zulüm yoluyla ele geçirirse, Allah kıyamet gününde yedi kat toprağı onun boynuna tasma gibi takar" (Şevkânî, age, V, 317)
"Bir kimse, yemin ederek bir müslümanın hakkını gasbederse, Allah o kimseye cehennemi vacib, cenneti haram kılar "
"Haksızlık etmekten sakınınız; zira haksızlık kıyamet gününde zulmettir "
"Haklar kıyamet gününde sahiplerine iade edilecektir Hatta boynuzlu koyundan boynuzsuz koyunun öcü alınacaktır "
"Bir kimse haksız olarak başkasının bir karış yerine tecavüz ederse, o yerin yedi katı da o kimsenin boynuna geçirilir "
" Vallahi, sizden herhangi biriniz haksız olarak bir şey alırsa, kıyamet gününde o şeyi yüklenmiş olduğu halde Allah'ın huzuruna çıkar Sizden birinizin bağıran deve, böğüren inek, meleyen koyun yüklenerek Allah huzuruna çıktığınızı görmeyeyim '
"Bir kimse kardeşinin haysiyetine, yahud malına haksız olarak taarruz etmiş ise altın-gümüş bulunmayan günden evvel onunla helallaşsın Aksi takdirde yaptığı zulüm nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahi,bine verilir İyiliği yoksa, hak sahibinin günâhından alınıp haksızlık eden adama yüklenir "
Kesin olarak söylüyorum ki kanlarınız mallarınız, şeref ve haysiyetiniz bu ayda, bu şehirde, bu günün hürmeti gibi haramdır '
"Hayır, ben onu, ganimetten çaldığı cübbe veya abaya bürünmüş olduğu halde cehennemde gördüm" (Riyâzu's-Sâlihin, I, 252" 268)
Gasbın haram oluşunda, İslâm hukukçularının görüş birliği vardır Gasbedilen mal hırsızlık nisâbına ulaşmasa bile başkasının malını zorla ele geçirmek demektir; o da İslâm'a göre büyük günâhtır
Gasp olayının gerçekleşmesi, İmam-ı Âzam ve Ebû Yusuf'a göre; bir kimsenin mal sahibinin malını haksız yere elinden alarak kendi tasarrufuna geçirmesiyle; İmam Muhammed'e göre mal sahibinin, malı üzerindeki tasarruf hakkını haksız olarak yok etmesiyle; diğer üç mezheb imamlarına göre ise; gâsıbın, bir başkasının malını kendi eline geçirmesiyle mümkün olur Temeldeki bu tür farklı anlayışlar, gasb'ın teferruat konularındaki fetvaların da farklı olmasına sebep olmuştur Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre gasp yalnız menkul mallarda söz konusu olur,Gayr-i menkul gasba elverişli değildir Çünkü mal sahibinin maldan elini çekmesi başka yere nakil ve değiştirme ile olabilir Bu ise ancak menkullerde gerçekleşir Arazi, bina, apartman gibi akarda ise başka yere nakil düşünülmediği için gasb fiili gerçekleşemez Bu yüzden bir kimse bir gayr-i menkulü gasbetse, mal onun elinde iken sel baskını, toprak kayması gibi semâvî bir afetle helâk olsa, bu iki müctehide göre, mâlike el çektirmekle gasp gerçekleşmediği için tazmin etmek gerekmez Ancak malın helâkî gasbeden tarafından olmuşsa ödemesi gerekir Burada gasba değil telefe (itlafa) itibar edilir
İmam Muhammed, Züfer ve diğer üç mezhep imamına göre, gasp hükümleri gayr-i menkulleri de kapsamına alır Çünkü haksız olarak yararlanma menkullerde olduğu gibi gayr-i menkullerde de olabilir Bunun delili: "Kim bir karış toprağı zulüm yoluyla gasbederse, Allah onun boynuna yedi kat toprağı tasma gibi takar" (Buhârî, Bed'u'l-Halk, 2; Müslim Musâkat, 137-139; Tirmizî, Diyet, 21)
İmam Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, gasbedilen malın yavru, süt ve meyve gibi ayrı (munfasıl) veya yağlanma, irileşme gibi bitişik (muttasıl) fazlalıkları helâk olsa, bu fazlalıkları gasbedenin tazmin etmesi gerekmez Çünkü mâlikin bunlar üzerinde henüz tasarruf eli bulunmamaktadır İmam Muhammed, İmam Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise, bunları da tazmin eder Çünkü asıl malı haksız yere elde tutmakla fazlalıkları da aynı şekilde tutmuş olur (el-Kasânî, Bedâyiu's-Sanâyi', VII, 143, 145, 160; İbnü'l Hümâm, Fethu'l Kadir VII, 388, 394; İbn Rüşd, Bidâyetü'l Müctehid, II, 313; el-Meydânî, age, II,194,195; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletühu, V, 712)
Gasbedenin gasbettiği maldan (binmek, içinde oturmak gibi) yararlanması hâlinde, bu yararlanmayı tazmîni gerekmez; çünkü bu bir mal değildir Mâlikin elinde iken mevcut değildi Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise ecr-i misil bu durumda ödenir (ez-Zühaylî, age, V, 713, 714)
Müslümana ait şarap, domuz eti gibi mütekavvim olmayan bir malı gasbeden kimse bunu telef etse veya tüketse yahut şarabı sirkeye çevirse, gasbeden müslüman olsun, zimmî olsun tazmin etmesi gerekmez Çünkü şarap ve domuz eti gibi alım satımı caiz olmayan şeyler müslüman hakkında mütekavvim mal değildir Müslüman veya zimmî, zimminin şarabını veya domuzunu yok etse tazmin etmeleri gerekir Çünkü bunlar, ehl-i zimmete ait muteharrim bir maldır Domuz onlara göre, bizdeki koyun hükmündedir Ebû Hanife'ye göre, müslümana ait eğlence aletlerini tahrip etmek tazmini gerektirir Çünkü bunlardan meşrû olmayan eğlence dışında da yararlanmak mümkündür Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve Mâlik'e göre ise, müslümana ait şarabı, domuzu, eğlence aletlerini (melâhî) ve putları telef etmek tazmini gerektirmez Delil şu hadistir: "Allah ve Resulu, şarap, murdar hayvan eti, domuz ve putların satımını yasakladı" (Buhârî, Meğâzî, 51, Buyû', 105, 112; Müslim, Buyû', 93, Fer', 8; İbn Mâce, Ticâret, II) Bu sayılanların müslüman nezdinde ekonomik değeri yoktur Bu yüzden tazmini gerekmez Ancak bunlar gayr-i müslimlere ait olursa, bu takdirde tazmin edilmeleri gereklidir (el-Kâsânî, age, VII, 147, 162, ; İbnü'l-Hümâm" age, VII, 396, 405; Zeylâî, Nasbu'r-Râye, IV, 369; İbn Kudâme, el-Muğnî, V, 256, 276 ; eş-Şirâzî, el-Mühezzeb, I, 374; ez-Zühaylî, age, V, 714-717)
Gasbedilen arsa üzerinde yapılan bina veya dikilen ağaçlar, masrafı gâsıb'dan alınmak suretiyle, yıktırılabilir ve arsa üzerinde meydana gelen zarar, gâsıba ödettirilir Gasbedilen bir malın, gâsıbın elinde bulunduğu sürede aynıyla muhâfazası için gereken masraflar gerçek mal sahibine ödettirilemez (Gasbedilen hayvanların sulanması, muhâfâzası, gasbedilen ağaçların aşılanması ve sulanması için gereken masraflar gibi) Mağsub, zararı ve bedeli ödenince gâsıbın malı olur
Gasbedilen malın geliri gâsıba aittir, aynısını iade etmek mecburiyetindedir Ancak (İmam Muhammed ve taraftarlarına göre) vakıf ve yetimlere ait olan akar mallarla kiraya verilmek için tayin edilmiş olan akarların gelirleri gasıba ait değil, sahiblerine aittir Mâlikî ve Şâfiî ekolüne göre ise gasbedilen akarların gelir ve menfaatleri, mal sahibine aittir Gâsıbın hukukî durumu ne ise, o malı gâsıb'dan gasbeden ikinci gâsıb'ın hukukî durumu da aynıdır
Gasbedilen bir mal, mevcud ise gasbedildiği şekliyle sahibine gasbedildiği yerde iade edilmesi gerekir Malı iade için gereken masraflar, gâsıb'a aittir- Gasbedilen mal harcanmış ve yok edilmiş olursa, gâsıb tarafından ödenmesi gerekir Eğer mal, değeri verilebilecek cinsten ise bu değer takdir edilerek verilir; misli verilebilecek cinsten ise (buğday vBulletin gibi), mislini vermek gerekir Gâsıb, eğer kendi malından birşey ilâvesi ile gasbedilen malın bazı vasıflarını değiştirirse, mal sahibi ya malının kıymetini ya da ilâve edilenin kıymetini ödeyerek malın aslını alır Mağsub, ismi değişecek şekilde (buğdayın öğütülerek un yapılması gibi) değişikliğe uğratılırsa gâsıb, bedelini öder ve mal da onun olur Gasbedilen ağacın meyveleri, hayvanın sütü ve yünleri, mal sahibine aittir Gasbedilen bir binanın veya arazının gasbdan sonra meydana gelen zararı, malın aslıyla birlikte sahibine ödenir Gasbedilen arazi veya arsa üzerinde yapılan ev ve ağaç gibi fazlalıklar, asıl maldan daha kıymetli ise, gâsıb tarafından gasbedilen malın bedeli ödenerek gâsıbın mülkiyetine geçer Bir kimse; başkasının tarlasını gasb yolu ile nadas ettikten sonra sahibi tarlayı geri alınca, o kimse nadas işçiliği için bir ücret isteyemez Gasbedilen bir malın kıymeti, gasbedildiği zamanki değerine göre ödetilir
Gasbedilen bir malın aslında, cinsinde, nevinde, miktarında, vasfında ihtilaf edilince, yemin ettirilmek kaydıyla gâsıb'ın sözü geçerlidir Gasbedilen malın zekâtı verilmez, çünkü sahibine iade edilmek mecburiyeti vardır Bir müslümanın, gayr-ı müslim olduğu için bir şahsın malını gasb etmesi caiz değildir Gasbedilen bir arsa üzerinde yapılan bir camide namaz kılmak Hanefilere göre caiz, Şâfiîlere göre mekruhtur Sahibi bilinmeyen gasbedilmiş bir mal, fakirlere ve kamu yararına olan bir yere tasadduk edilir Para veya benzeri gasbedilen bir malla yapılan ticaret (alış-veriş) sahihtir, ancak kazancın tasadduk edilmesi gerekir Ancak mal yanlışlıkla gasbedilmiş olursa günâh ve sorumluluk bulunmaz; malın iadesi veya tazmini ile yetinilir Gasbeden, dayak ve hapis cezası ile te'dib olunur Gasbedilen mal mevcutsa aynen geri verilir, iade masrafları da gasbedene aittir Gasbedilen mal helâk olmuşsa tazmin edilmesi, yani bedelinin ödenmesi gerekir Tazmin; ölçü, tartı veya standart olup sayı ile alınıp satılan (mislî) mallarda misliyle, bunun dışındakilerde kıymetiyle olur Ebû Hanife ve Ebû Yusuf'a göre, gasbedilen malda sonradan meydana gelen muttasıl veya munfasıl fazlalıklar (ziyadeler), mâlikin bunlar üzerinde tasarruf eli bulunmadığı için tazmin edilmez; İmam Muhammed, Şâfiî ve Hanbelîlere göre ise tazmin edilir Aynı zamanda bu mal bir ticarî mal ise ondan elde edilen kârın sadaka olarak verilmesi icap eder Gâsıb bu kazancı yiyemez (El-Kâsânî, age, VII,147, I50,168; es-Serahsî, el-Mebsût, XI,' 50; İbn Âbidîn, age, V, 128,135,137; İbnü'l-Hümâm, age, VII, 363, 367, 379, 383; eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, V, 316; İbn Rüşd, Bidâyetü'l-Müctehid, II, 312; İbn Kudâme, el-Muğnî,V, 221, 254, 258)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
BİR KİMSE BİR ŞEYİ GASBEDİP KULLANSA, KULLANDIĞI SÜRENİN KARŞILIĞINI VERECEK Mİ? Bir kimse gasbettiği şeyi kullansa, yani; ev ise içinde oturmuş, tarla ise onu ekmiş, binek hayvanı ise ona binmiş, elbise ise onu giymişse yaptığı şeyin ücretini verip vermeyeceği hususunda ihtilaf vardır
Hanefi mezhebine göre, kullandığı şeyin ücretini vermeyecektir Ancak vakıf veya yetim malı olursa veya faydalanmak için hazır bir durumda olursa –kiralık ev ve taksi gibi- o takdirde ücretini verecektir
Şafii mezhebine göre ise, o kimin malı olursa olsun, gasbeden onu kullansın veya kullanmasın ücreti verilecektir Çünkü malın değeri olduğu gibi menfaatin değeri de vardır Ayrıca malı biriktirmekten gaye onun menfaatini elde etmektir Malın menfaati elden çıktıktan sonra ücretini verecektir (Muğni'l-Muhtaç)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GASL, GASL-I MEYYİT(ÖLÜYÜ YIKAMA)

Yıkama, temizleme; müslüman ölüyü yıkama anlamında bir fıkıh terimi
Ölünün yıkanması dirilere farz-ı kifâyedir Yıkamak için niyet edilir, besmele çekilir, ölünün elbiseleri çıkarılır, avret yerleri örtülür ve yüksekçe bir yere yatırılır Ölüye namaz abdesti aldırılır, ancak ağzına ve burnuna su verilmez Abdestten sonra önce başı ve (varsa) sakalı yıkanır Yıkamaya sağdan başlanır Sol tarafına çevrilip yıkandıktan sonra sağ tarafına çevrilip yıkanır Sonra oturtulur ve karnı ovulur, ön veya arkasından bir şey çıkarsa yıkanır, bu takdirde tekrar abdest aldırılmaz Her uzvu üç kere yıkamak sünnettir Yıkama işlemi bitince ölü havlu ile kurulanır, baş ve sakalına güzel kokular sürülür
Yıkama işlemi sırasında güzel koku kullanılır Teneşir tahtası buhurlanır ve tütsülenir Bu, ölüye ta'zim içindir Ölü yıkayıcının elini bir bezle örtmesi müstehabdır Kaynatılmış suyla birlikte sidr veya çöven kullanılması, baş ve sakalın hatmi veya sabunla yıkanması gerekir Meyyitin tırnağı kesilmez ve saçı taranmaz Gassâl (gâsil; yıkayıcı) veya gâsile, meyyitle kapalı yerde kalır (el-Fetevâyı Hindiyye, I, 158 vd; Fethu'l-Kadîr, I, 449)
Savaş alanında şehid olmamış her ölünün yıkanılması farzdır Vücudunun bir parçası bulunan ölü, İmam Şâfiî, Ahmed ti Hanbel, İbn Hazm'a göre yıkanır, kefenlenir, cenaze namazı kılınır; İmam Ebû Hanife ve İmam Mâlik'e göre ise vücudun yarıdan çoğu bulunursa yıkanır
Şehidler yıkanmaz, kanlarıyla gömülürler Ancak, savaşta şehid düşenler dışındaki taundan, boğularak, zatürre, karın hastalığı, yanarak, göçükte, doğumda, malı uğruna, canı uğruna, ailesi uğruna öldürülen şehidler yıkanırlar Çünkü suikastla şehid düşen Hz Ömer, Hz Osman ve Hz Ali'nin cenazeleri yıkanmıştır
Gassâl (yıkayıcı)'ın emin, sâlih, güvenilir olması gerekir Yıkama esnasında ölü ile yıkayıcıdan başkasının bulunmaması mendupdur Hanefî mezhebine göre erkek, ölen hanımını yıkayamaz Hz Ali'nin Fâtıma (ra)'yı yıkadığı rivayet edilir Ölü kadının saçları örgülüyse çözmek mendubdur; yıkandıktan sonra tekrar örülür, arkaya salınır Kadının kocasını yıkaması caizdir Hz Ebû Bekir'i (ra) eşi yıkamıştır
Esas alarak erkek erkeği, kadın kadını yıkar
Ölünün yıkandıktan sonra secde yerlerine kâfur sürülür Çünkü bu an meleklerin hazır olduğu andır ve kâfur kullanmaktan maksat ölüyü soğutmak, ölünün bedenini dinç tutmak, bozulmadan ve böceklerden korumaktır (Seyyid Sabık, Fıkhu's-Sünne, I, 365)
Su bulunmazsa ölüye teyemmüm yaptırılır Teyemmüm, bir erkeğin kadınlar içinde veya bir kadının erkekler içinde öldüğü durumlarda da yapılır
İcmâa göre kadınlar, çocukları yıkayabilirler
Yine sünnete göre, ölünün tütsülenmesi ve yıkanma sayısı tek olmalıdır; bir, üç, beş gibi
Bir yerde tek yıkayıcı varsa onun ücret istemesi caiz olmaz (Mehmet Zihni, Nimet-i İslâm, 422)
Ölünün techiz ve defni süratle yapılmalıdır Bir meyyitin yıkanmasının bazı şartları vardır: Müslümanlık, bebeklerde düşük olmamak, vücudundan bir parçanın olması ve Allah yolunda öldürülen şehidlerden olmaması Bir müslüman, kâfir bir ölüyü yıkamaz ancak onu gömebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYB Insanın duyuları ve ilmi ile öğrenemediği bir kısmını ancak peygamberlerin haber vermesiyle bilebildiği bir kısmını ise Allah'tan başka kimsenin bilmediği gizli şeyler, âlemlerSözlük anlamıyla bir şeyin gözden gizli kalması demek olan "gayb" mastar olmakla beraber "gâib" ile aynı anlamdadır Ancak"gayb" sen onu görmediğin halde o seni gören; "gâib" ise senin görmediğin, onun da seni görmediği şeydir, demişlerdir Buna göre Allah "gayb"dir, "gâib" değildir Şiîlerin; "gayb"dan maksat, Kur'an'da ve hadiste va'd edilen ve beklenilen Mehdîdir şeklindeki kabullenişlerinin doğrudan çok uzak olduğu, Fahruddin Razı tarafından ifade edilmiştir Ayağın alt koğuguna dağlararasındaki kuytu alçaltılara da ilk bakışta görülmedikleri için "gayb" denir Gayb gerçeği, imanın belli başlı kaidelerinden ve Islam düşüncesinin en köklü esaslarından birisidir Çünkü Islam'ın esasını oluşturan iman temelleri altıya indirgenirse bunların bir bakışa göre en az dördü, diğer bir bakışa göre tamamı gayb sahasına girer Bir Islam düşünürü ve tefsircisinin ifadesiyle: "Gayba iman, insanoğlunun hayvanlar aleminden yücelişinin ayrılış noktasını teşkil eder" (Kutup, Terceme 5/265)
Bu yüzden Kur'an-ı Kerim'in ilk ayetlerinde gayba inanan mü'minler övülür ve kurtuluşa erecek olanların ancak onlar olacağı vurgulanır Çünkü insanın hem bu dünya hem öbür dünya ile ilgili olarak bilebildikleri, bilmedikleri yanında hesaba katılmayacak kadar azdır Onun kapasitesi her şeyi kavramaya müsait olmadığı gibi, görünene inanmak da karşılığında mükaafat olan bir erdem sayılamaz Zaten "ona ilimde çok az bir şey verilmiştir" Ilimde kendisi için dikilen sınır taşına varsa bile bilemeyeceği daha bir sürü "gayb" kalacaktır Ancak bu az ilme oranla da olsa insanların önceden bilmezken sonradan bildikleri, bir kısmının bilmediği halde diğerlerinin bildikleri şeyler bulunduğuna göre, bilinmeyenlerinin yanında, en azından sözlük anlamıyla gaybın biline bilenlerinin de olduğu anlaşılır Öyleyse "gayb"ın sınırını öncelikle ayetler ve hadislerle çizmek gerekirTürevleriyle beraber Kur'an-ı Kerim'de "gayb" kelimesi ellisekiz yerde geçer ve; göklerde ve yerde olup insanların bilmediği (2/330; 11/123) tarihin geçmiş olayları (3/44;11/49;12/102) kocası görmediğinde kadının sahip olduğu değerler (4/34), görüp hissetmeden sezilen ve delille kavranan (5/94), müşahade edilmeyen (6/73); (9/94, 105) sadece Allah'ın bilgisinde olan şeyler (10/20), kişinin görüp duymadığı yer, gıyabi (12/52, 81), insanın canı, ruhu, iç dünyası (34/14) kalbinden geçirdikleri (5/116; 9/78) gibi anlamlarda kullanılır Resulullah'ın hadislerinde ise; kabrinde azap gören birinin ne zamana kadar azap görmeye devam edeceği, yani gelecekte olacak şey, (2) Kıyamet saati, yağmurun yagma zamanı, rahimlerdekiler, ölüm zamanı ve yeri (3) gibi şeyler "gayb" cümlesinden sayılmıştırGaybın özellikle ayetlerdeki kullanılışına bakıldığında onun her çesidiyle bilinmeyen birşey olduğu anlaşılmıyor Bazı insanlara göre gayb olarak bir şeyin, diğer bazılarına göre bilinebileceği anlaşılıyor Mesela geçmiş bir peygamberin yaşadığı olaylara Rasulüllah Muhammed'e(sa) göre gayb denirken söz konusu peygamberin o olayı görüp bildiği açıktır İşte bu gerçek gaybın alimler tarafından "mutlak" ve "nisbi" (göreli, izafi) diye ikiye ayrılmasına sebep olmuştur: Allah'ın bizzat mahiyeti, künhü, (Buna Cürcanî "gaybu'1-hüviyye ve gaybu'l-mutlak-el-gaybu'1-meknun ve el gaybu'1-masûn" der Ama Allah'ın sıfatlarından birinin"gâib"olmayışı da ilginç olmalıdır Hatta bir ayeti kerimede "biz gaipler değiliz" (7/7) denir Onun için bu ayeti tefsir ederken Kurtubi: "O, bu dünyada gözlerden gâiptir, görünmez ama, aklı kullanma ve istidlâl ile gâip olmaktan çıkar" der Allah'ın(cc)"gâib" diye bir sıfatının olmayışı, O'nun bir gün görülebileceğini de' anlatıyor olmalıdır) Bütünüyle ahiret alemi, kıyamet saati, cennet, cehennem, Mahşer, mizan, sırat, likâ, kevser, melekler alemi, istikbalde olacak olaylar, ölüm saatleri ve yerleri gibi şeyler mutlak, yani herkese göre gaybtır Bir hadisi şerif bir ayetin açıklaması olarak bunları beşe indirger: "Beş şeyi Allah'tan başka kimse bilmez:1- Kıyametin zamanı Allah katındadır 2- Yağmuru indirir 3- Rahimlerdekini bilir 4- Hiç bir canlı yarın ne yapacağını bilmez 5- Kimse nerede öleceğini bilmez (31/34) Görüldüğü gibi Rasulüllah (sa) hiç kimsenin bilemiyecegi "gayb"in ayette sayılan bu beş maddeden ibaret olduğunu söyler( el-Camius-Sağîr-H No: 3963 4-Askalanî F'ethul-Karı 1/124 ) Ancak söz konusu ayetin 2 ve 3 maddelerindeki üslûbun yumuşaklığı bir yana, mesela sarıh Münavî Alusî ve Nevevî, bu maddelerle ilgili gaybın bilinmezliğinin, her yönlerini kapsayan genel anlamda olduğunu, yoksa bazı özelliklerinin bilinebileceğini söylerler Burada sayılan maddeler için bir sahabî "Gayb bu beş şeyden ibarettir, bunun dışındaki gaybi bazılar bilemese bile bazıları bilebilir" (1/163) demiştir Böyle olan gayb için Allah (cc) "De ki, göklerde ve yerde Allah'tan başka kimse gaybi bilmez" (27/65) "Gayb Allah'a mahsustur" (10/20) "Gaybın anahtarları onun katındadır, onları ondan başkası bilmez" (6/59) "Allah sizi gaybe muttali kılacak değildir Fakat Allah Resüllerinden dilediğini seçer (ve onlara gaybi bildirir)" (3/179) "Gaybi bilen O'dur Resullerinden diledigi dışında kimseyi gaybına muttali kılmaz" (72/26) buyurur Mü'minlerin annesi Aişe'den nakledilen bir hadiste de: "Kim Resulullah yarın ne olacağını haber vermiştir derse, Allah'a çok büyük bir iftara etmiş olur" (Müslim Kl, H 287; Kurtubî, 7/1 ; Benzer' bir hadis için bk Buhâri, Tefsir, Necm Suresi l) İşte bütün bunlardan hareketle:"Hiç bir mahlukun ne duyularının ne de ilminin ulaşamadığı gayba gaybi mutlak, muayyen bir mahlukun ilminin ulaşmadığı ve ona göre bilinmeyene de gaybi izafi (nisbî, göreli)" (Elmalı 7/4869 ‚) demişlerdir Bazılarıda gaybi:1- Delili bulunmayan ("gaybın anahtarları onun katındadır" ayetinde anlatılan budur ve bunu ancak Allah bilir) 2-Delili bulunan (Sani' olan Allah, sıfatları, Ahiret günü) diye ikiye ayırmışlardır Bunların hepsi birden göz önünde bulundurulduğunda gayb konusunda şu sonuca varmak hatalı olmayabilir: Kıyamet saatini Allah Resullerine de bildirmemiştir, yağmurun kesin olarak ne zaman yagacağını ancak Allah bilir Ancak ayetin bunu bildirdigi cümlesine bakıldığında bunun kıyamet saati kadar mutlak olmadığı bazı belirtiler yardımıyla tahminler yapılabileceği anlaşılır Belirtileri ortaya çıktıktan sonra bu gayb olmaktan çıkmıştır da denebilir Tıpkı, yağmur yagmakta iken dışarı çıkmak isteyen birisine, ıslanacaksın, demek gibi Rahimlerdekinin bilinmesi konusu da aynen yağmurun yagmasının bilinmesi gibidir Fazlalık olarak burada neyi sadece Allah'ın bildiği konusu da kapalıdır: Erkek-dişi olduğu mu? Sadece uzuvları belirinceye kadar erkekliği dişiliği mi? Said-şaki olduğu mu? Tam-eksik olduğu mu? Canlı doğup - doğmayacağı mı? Yoksa hepsi mi? İşte en azından bunların tümünü birden bilmek de insan için mümkün değildir Kişinin yarın ne yapacağı, yani istikbalde ne olacağını da - belirtilerden hareketle yapılan tahminlerin isabet edenleri dışında Allâh'tan başka kimse bilmez Kişinin nerede ve ne zaman öleceğini de kimse bilmez Bu konuda cinler de insanlar gibidir Söylerlerse yalan söylerler Ancak Allah tümüyle olmasa bile bu tür gaybın bazı noktalarını ve müfredatından bazılarını seçtiği rasüllerine bildirebileceğini söylemiş ve bildirdigi de olmuştur Bu türden olmak üzere (vahye dayanarak) bizim Peygamberimiz de istikbale ait birçok haberler vermiş ve söyledigi gibi çıkmıştır Ama vahye dayanmadan istikbali peygamberlerin dahi bilemeyeceğine dair pek çok nas mevcuttur
Bunların dışındaki gayb için, belirterek Allah'tan başkasının bilemeyeceğinin söylendiğini bilmiyoruz Başta evliyanın kerameti ve ilham olmak üzere, cinlerin istihdamı, telepati, tekniğin istihdamı, riyazet vs gibi yollarla, halde mevcut olmak şartıyla, bazılarına göre gayb ve bilinmez olanlar, başkalarına göre bilinir ve algılanır Kur'an-ı Kerim'de Hadis'in bildirdikleriyle ilgili olarak anlatılanlar, Halife Ömer'in Iran üzerinde bulunan komutan Sâriye'yi Medine minberinden görüp ikaz etmesi gibi sabit olaylar bunun delili olarak gösterilir Hatta Ibn Hacr el-Heytemî gaybın bilinmezliği prensibinin Allah'ın bazı evliyaya bile ondan haberler lütfetmesine engel olmadığını, bu yüzden bazı velilerin, mesela yarın öleceklerini söylediklerini, hatta Halife Ebubekr'in karısının rahmindeki çocuğun erkek olduğunu söylediğini ve öyle çıktığını yazar (el-Fetava'l hadisiyye s 222-23) "Mü'minin firasetinden sakının çünkü o Allah'ın nuruyla bakar" hadisi ve "Ben kulumu sevince duyan kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum" (Buhari, rikâk 38) kudsî hadisi de buna imkan verir gibidir Hatta Allah'ın nuruyla bakar hale gelen birisinin kârşısındakinin kalbinden geçeni dahi görebileceği söylenebilir Nitekim tasavvufta "Şerhu'1-kubur ve'ssudur" (kabirleri ve kalpleri keşif) velayetin daha ilk basamağı olduğu inancı meşhurdur Ancak Ebu Hanife'ye nisbet edilen şu söz gerçekten onun ise bu kabullenişi tereddütle karşılamak gerekir: "Kalplerde olanı Allah ve O'nun vahyettiği bir Rasulden başka kimse bilemezVahiy olmadan, kalplerdekini bildiğini iddia eden, alemlerin Rabbinin ilmine sahip olduğunu iddia etmiş olur" (Imam Azamın beş eseri, Çev Mustafa Öz Ist 1981, s29 Arapçasi;24 ) Biraz değişik ifadelerle Müslim, (Müslim, Iman 158; ) Ibni Mace (Ibn Mâce ,Fiten 1) ve Müsned'de(Müsned IV'/438-39) bulunan bir hadis de Ebu Hanife'ye nisbet edilen bu hükmü destekler görünür: Savaşta bir müşrikle karşı karşıya gelen bir sahabi onu "Allah'tan başka ilah yoktur" demesine rağmen öldürür, Peygamber (sa) bundan hoşlanmaz ve: "Karnını yarıp ta kalbinde olanı bilseydin ya!" diye üzüntüsünü belirtir Yine ashabı içerisindeki münafıkları vahiy yoluyla sadece Peygamberler biliyordu ve sadece Huzeyfe'ye bildirmişti Sahabe'nin en ileri gelenleri dahil onları bundan başka kimse bilmiyordu Başta Ebu Bekr (ra) olmak üzere en küçüğü dahi en büyük veliden daha büyük olanı sahabenin bilmediğini başkaları hiç bilemez şeklindeki iddia ciddi gibidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYR-İ MENKUL (TAŞINMAZ MALLAR)

Taşınmaz mallar Akar denilen konut, dükkan, arsa, işyeri ve benzeri, başka yere taşınması mümkün olmayan mallar Arsa üzerindeki binalar, ağaçlar da o arsaya tabi olacaklarından, onlar da gayr-i menkul sayılırlar
"Akar" da fıkıh ilminde gayr-i menkul demektir Fakat akar kelimesi kiraya verilip, gelir getiren mallar için kullanılmaktadır (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahatı Fıkhiyye Kâmûsu VI, 10)
Gayr-i menkulün zıddı "menkuldür" Bu tür malların, gayr-i menkulün aksine bir yerden diğer bir yere taşınmaları mümkündür Meselâ; paralar, hayvanlar gibi ölçülebilen ve tartılabilen mallar menkul mallardır
Gayr-i menkul içinde bulunan mallar da, satış işleminde, gayr-i menkule tabidir Şöyle ki, satış işlemi yapılan bir beldenin örfünde satılan şeyin şâmil olduğu herşey, beraber satıldığı açıkça söylenmese de, satılan şeye dahil olarak beraber satılmış olur Meselâ bir ev satılınca, onun bölümleri, kileri, ahır, kapı ve pencereleri vBulletin şeyler de satışa girdiği gibi; bir bahçe satıldığı zaman içinde elma ağaçları varsa, sözkonusu bahçenin satışına orada bulunan elma ağaçları da girmiş olur Alış işlemleri tamamlandıktan sonra, satıcı kalkıp, müşteriye, ben sana sadece evimi satmıştım, kileri vermem, veya bahçeyi satmıştım, elmaları vermem diyemez Böyle bir iddia geçersizdir
Menkul malların satışının caiz olabilmesi için kabz (malın alıcının tasarrufuna geçmesi) şartı vardır Halbuki gayr-i menkul mallarda kabz şart değildir Şayet kabzdan önce helâk olma tehlikesi varsa o zaman mal menkul hükmünde olur Çünkü, gayr-i menkulün helâki nadirdir Menkul bir malın kabzından önce satılması, kiraya verilmesi, köle ile mukâtep yapılması iltifakla caiz değildir (İbn Âbîdin, Reddu'l-Muhtâr, Çev, Mehmet Savaş, XI, 48)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYR-İ MEŞRU SERVET ZEKATA TABİ'İ MİDİR? Gasp, çalmak, zina ve kumar gibi gayr-i meşru yollarla elde edilen servet zekata tabi değildir Çünkü gayr-i meşru malın sahibi belli ise ona i'ade etmek lazım gelir, yoksa fakir ve müstahak kimselere dağıtmak icab eder Binaenaleyh meşru olmayan yollarla servet kazanmak haram ve günah olduğu gibi, onu elde tutup sahiplerine i'adesini veya muhtaçlara dağıtımı ertelemek de haramdır Ancak ölüm sebebiyle varislere intikal etmiş olan gay-i meşru servet, sahibi bilinmediği takdirde, bazı Hanefi ulemasına göre onlar için mübah sayılır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYR-İ MÜSLİM (MÜSLÜMAN OLMAYAN)

Müslüman olmayan, İslâm'ın dışında başka bir dine mensup kişi
İnsanlar inanç bakımından iki gruba ayrılır: Hz Muhammed'in peygamberlerin sonuncusu (el-Ahzâb, 33/40) ve bütün insanlığın peygamberi (el-A'râf, 7/158; Sebe', 34/28) olduğuna inanan kimselere müslüman; Hz Muhammed'in peygamberliğine inanmayan kimselere de gayri- müslim denilir Bu tanıma göre ehl-i kitap olanlar (yahudiler ve hristiyanlar), mecusiler, dehriler, sâbiîler, mürtedler, müşrikler gayri-i müslim sınıfına girmektedirler
İslâm ülkesinde bulunan gayr-i müslimlerle müslümanlar arasında birçok münâsebetler vardır Bunlar iki grupta ele alınabilir: Zımmîler: Zımmî kelimesi, zimmet kökünden türemiştir Sözleşme, antlaşma anlamlarına gelir Istılahta ise; antlaşma sonucu sürekli olarak İslâm ülkelerinde ikamet etme hakkına sahip olanlara zımmî; müslümanlarla gayr-i müslimler arasında yapılan bu sözleşmeye de zimmet akdi denilir
Mekke'nin fethinden önce yapılan akitler sürekli olmamıştır Yahudilerle ve Mekke müşrikleriyle yapılan sözleşmeleri örnek olarak gösterebiliriz Bu sözleşmeler belirli bir müddet sonra sona ermiştir Ancak, Mekke'nin fethinden sonra nâzil olan "Kendilerine kitap verilenlerden Allah'a ve ahiret gününe inanmayan, Allah'ın ve Resulumün haram kıldığını haram saymayan ve hak dini din edinmeyen kimselerle, küçülüp boyun eğerek elleriyle cizye verecekleri zamana kadar savaşın" (et-Tevbe: 9/29) ayetiyle gayr-i müslimlerden cizye alınmasına işaret edilmiştir Dolayısıyla zimmet akitleri Mekke'nin fethinden sonra yapılmıştır
Gayr-i 'müslimlerden bazılarıyla zimmet akdi yapılamaz; mürtedlerle bu akdin yapılması mümkün değildir Hanefi fukahâsı putperest Araplarla bu akdin yapılamayacağı görüşündedir İmam Şâfiî ve İmam Hanbel'e göre ehl-i kitap ve mecusiler dışındaki gayr-i müslimlerle bu akit yapılamaz Evzâî ve İmam Mâlik'e göre bütün gayr-i müslimlerle bu akit yapılır
Gayr-i müslimler şu yollardan biriyle İslâm tebaasına girer ve zımmî olurlar: İzinle İslam ülkesine girdikten sonra bu ülkeden haraç arazisi satın alanlar ve bu araziyi işletenler; ikamet izni bittiği halde ülkeyi terketmeyenler; evlenerek erkeğin tebaasına katılan kadın (Kadın, ikamet vBulletin konularda kocasına bağlı olur) Cizye vermeyi kabullenen fethedilen ülke halkı
İslâm ülkesi tebaasına giren bir zımmînin tebaalığını kaybetmesi için şu suçları işlemesi gerekmektedir: Müslüman bir kadınla zinâ etmek; müslümanlara savaş açmak; müslümanların inançlarını ifsat etmeye kalkışmak; devlet düzenine karşı çıkmak; cizye vermemek
Zımmîler devlet başkanı, ordu komutanı ve hâkim olamazlar Çünkü bu görevler doğrudan doğruya müslümanlarla ilgilidir Dünyevî işlerde zımmîlerden bildikleri konularda yararlanılabilir
İslâm tebaasına giren Zimmîlere seyahat, ikamet, din ve vicdan hürriyetiyle birlikte eğitim, çalışma, sosyal ve kamu hizmetlerinden yararlanma hakkı da verilmiştir
Zımmîlerin İslâm devletine karşı bazı yükümlülükleri vardır; bunlar, malî ve diğer yükümlülükler olmak üzere ikiye ayrılır Malî yükümlülüklerin başında cizye gelmektedir Cizye almak nassla sabittir (et-Tevbe, 9/29) Peygamberimiz (sas) düşmanla karşılaşan ordu komutanlarından şu üç emrin yerine getirilmesini ister: İslâm'a davet etmek, cizye istemek, savaşmak (Ebû Dâvûd Cihâd, 83) Her zımmîden cizye alınmaz; bunun belirli şartları vardır: Cizye, ergenlik çağına gelmiş erkeklerden alınır Kadınlar ve köleler cizye ödemezler Kör, kötürüm, yoksul ve çalışamayanlardan Şafiîlere göre cizye alınır, diğer mezheplere göre cizye alınmaz Bazı mezheplere göre, gayr-i müslimlerin din adamlarından, çalışamayacak durumdaki çiftçilerden de cizye alınmaz
Devletin koruma görevini yerine getirememesi, zımmînin müslümanlarla birlikte ülke savunmasına katılması, cizye ödemeyi engelleyen durumların ortaya çıkması, ölüm hâli ve zımmînin müslüman olması gibi hallerde cizye borcu düşer
Harac, ictihad yoluyla alınan bir vergidir Bir tür vergi bazan attırılabilir, bazan da azalır Devletlerarası ticaretlerden alınan vergiye de "uşûr" adı verilir
Gayr-i müslimler, müslümanları kendi dinlerine davet edemezler; müslümanları küçük düşürücü davranışlarda bulunamazlar; kılık ve kıyafetleri yönüyle müslümanları taklid edemezler; yasaklanan fiilleri işleyemezler; haram olan şeyleri müslümanlara satamazlar
Müslümanlarla ilişki içinde bulunan gayr-i müslimlerin diğer bir grubuna da "müste'men" adı verilir; "güven içinde olan, emân verilen, güvenliğe kavuşan" anlamlarını ifade eder Terim olarak anlamı; belirli bir süre için İslâm ülkesine girmek ve orada emin olarak kalabilmek için kendisine izin verilmiş olan gayr-i müslime bu ad verilir
Kur'an'da "Eğer müşriklerden biri emân dileyip yanına gelmek isterse, onu yanına al ki, Allah'ın sözünü işitsin; sonra onu güven içinde bulunacağı yere ulaştır" (et-Tevbe, 9/6) ayeti bu konuya delil teşkil etmektedir
Müste'menler dört sınıfa ayrılmaktadırlar: Elçiler, tüccarlar, ilim tahsilinde bulunanlar, ziyaret ve gezmek amacıyla gelenler
Emânın nasıl, kimlere ve kimler tarafından verildiğini şöylece özetleriz:
1- Özel emân: Bir kişiye veya küçük bir gruba verilen emândır Bu emânı, büluğ çağına gelen herkes verebilir: Hanefilere göre bu emânı müslümanlarla aynı safta savaşan zımmîler bile verebilir
2- Genel emân: Büyük bir topluluğa, yerleşim bölgesine verilen emândır Hanefilere ve Şâfiîlere göre bunu ancak devlet başkanları verebilir
3- Örf ve âdete göre verilen emân: Bunlar,' kendilerine emân verilmediği halde emân verilmiş olanlardır Yanlarında bulunan mektuplar, ticaret mallan müste'men sayılmasına delâlet eder Bunlar; elçiler ve tüccarlardır
4- Antlaşmadan doğan emân: Antlaşma yoluyla elde edilen emândır
5- Yakınlık yoluyla emân: Bir şahsa verilen emân onun çocuklarını da içine alır
Emânın sona ermesi müste'menin İslâm ülkesinden çıkıp harp ülkesine girmesiyle başlar Bunlar İslâm ülkeşinin vatandaşı değildir
Hanefîlere göre, müste'menlere Allah hakkından ve kamu haklarından dolayı ceza verilmez Hırsızlık, soygun gibi İmâm Şâfiî'ye göre ise ceza verilir
Müslümanların veya gayr-i müslimlerin hayata karşı işledikleri suçlarda suç işleyenin durumu göz önüne alınır Suçu işleyenin kimliğine göre farklı cezalar uygulanabilir Bir müslümanla bir gayr-i müslim, veya bir mürted aynı cezaya çarptırılmaz Bazı hukukî farklılıklar ortaya çıkar; ama hiçbir zaman gayr-i müslime haksızlık yapılmaz
Evliliklerde din olgusu önemli bir meseledir Müslüman bir erkeğin ehl-i kitap bir kadınla evlenmesinde sakınca yoktur (el-Mâide, 5/5) Müslüman bir erkek müşrik kadınla evlenemez İmanlı bir cariye müşrik kadına tercih edilmektedir (el-Bakara, 2/221) Müslüman kadın müşrikle evlenemez (el-Bakara, 2/221) Ailede etkin kişinin erkek olduğu düşünüldüğünde müslüman bir kadının ehl-i kitaptan bir erkekle evlenmesine izin verilmemiştir Gayr-i müslimlerin kendi aralarındaki evlilikleri mûteber kabul edilmiştir Bunların kendi aralarında belirlemiş oldukları mehirler mûteberdir, geçerlidir Müslüman erkekle evlenmiş olan gayr-i müslim kadın, kocasından boşandığı zaman müslüman kadının iddetine tabidir Müslüman bir erkekten boşanan müslüman bir kadın kocasından nasıl nafaka alıyorsa, gayr-i müslim bir kadın da müslüman bir erkekten ayrıldığı zaman müslüman kadın gibi, nafaka alır
Ehl-i kitabın yiyecekleri müslümanlar için helâldir Kur'an'da, "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği, size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir" (el-Mâide, 5/5) buyurulmaktadır Gayr-i müslimlerle insanî ilişkiler sürdürülür; hastaları ziyaret edilir, hediyeleşilir, selamlaşılır; dünyevî konulardaki bilgi ve becerilerinden yararlanılır komşuluk münasebetleri sürdürülür
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
EVİ, İÇKİ İÇİP, HAÇ'A TAPAN BİR GAYR-İ MÜSLİME KİRAYA VERMEK CAİZ MİDİR? Kur'an, dini kitap ve silahtan başka şeyleri gayr-i müslime satmak caiz olduğu gibi; ev, dükkan ve arsa gibi şeyleri de ona kiraya vermek caizdir (el-Fetava'-hindiye) İçinde gayr-i meşru şeylerin yapılamsı buna mani değildir Çünkü kiradan maksat oturmaktır Binayı, meyhane veya muvakkaten de olsa gayr-i müslimler için ma'bed olarak kullanılmak üzere kiraya vermek caiz değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYRİ MÜSLİMLE KOMŞULUK İLİŞKİLERİ
Müslümanla zimmî (Islâm hâkimiyetini kabul etmiş ehli kitap vatandaş) arasında zorunlu olan her türlü muameleyi yapmak caizdir (Hindiye, V/348 (sirâciye'den))
Müslüman, onların ömürlerinin uzun, işlerinin iyi olmasına vBulletin dua edemez Onların bağışlanmalarına da dua edemez Çünkü Allah (cc) müşrikleri asla bağışlamayacâğını bildirmiştir(K Münafikûn (63) 6) Buna rağmen bağışlanmalarını istemek, A1lah'i yanlış hüküm vermekle suçlamak olur ki, buna "küfür" diyenler bile vardır (bk Karafi, el-Furuk, IV6259 vd) Ancak onların hidayetine dua edilebilir (Bezzazıye VI/355; Hindiye, V/348)
Yahudi ve hiristiyan bir hastayı ziyaret edebilir Mecusî'de ihtilaf vardır Rasulüllah'ın ziyaret ettiği vakidir Amcasını da ziyaret etmişlerdir (agk; Ayrıca bk Hindiye, V/347)
Kâfiri bir ihtiyaç ya da yolculuk durumunda misafir etmesinde beis yoktur (Hindiye, V/347)
Bir kâfirden müslümanın hediye alması, eğer dini salabetini kıracak ve onu ona medyün hale getirecekse caiz olmaz Böyle bir durum yoksa caiz olur (Bezzâziye, VI/347) Zira: "Allah'ım, bana bir facirin nimetini nasib etme ki, kalbim onu sevmesin" (Benzer hadis için bk el-Hindî, age N211 (deylemi'den)), buyurulmuştur Kâfir ise facirden daha şediddir
Bir hiristiyanın bir müslümanı evindeki ziyafete çağırması durumunda; birbirlerinden ticâret yapmaları dışında aralarında bir dostluk ve beraberlik bulunmuyorsa, bazılarına göre bu ziyafete gitmek helâldir Çünkü bu bir nevî iyiliktir Mahzurlu olmadığı gibi menduptur Bazılar da: Müslümanı bir Mecusî ya da Hiristiyanın yemeğe çağırması halinde, eti çarşıdan (Islâm ülkesinde) almış olduklarını söylemiş olsalar bile, müslümanın o yemekten yemesi mekruhtur, demişlerdir Çünkü mecusî boğularak ve' dövülerek ölen hayvanın etini de yer Nasranî'nin ise özel bir boğazlama şekli yoktur Ya boğarak, ya da müslümanın kestiğini yer Ama çağıran Yahudi olursa, müslümanın onun yemeğinden yemesinde beis yoktur Çünkü Yahudi, ancak Yahudinin ya da Müslümanın boğazladığını yer (Kâdihân, NI/401) Ne varki, kâfirin yemeğini sürekli yemek mekruhtur Mecburiyet halinde bir-iki defa yemede mahzur olmayabilir (Hindiye, V/347)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAYRİ MÜSLÜMLE ORTAKLIK KURMAK
Ehli kitapla (Yahudi ve Hiristiyanlarla) iş ortaklığı kurulabilir Ancak şirkete ya da ortaklık konusu olan mala müslüman vaziyet etmelidir Buna gerekçe (illet) olarak onların malı faizde, içki ve hınzır gibi Islâm'da mütekavvim mal sayılmayan konularda kullanır olmaları gösterilir Günümüzde yaygın hisse senedi meselesini de bu açıdan değerlendirmek gerekir Bu, Ahmed b Hanbel'in görüşüdür Şafiî ise onlarla ortaklığı her halükârda mekruh görür Ahmed b Hanbel ise: Mahzurlu olmasının illeti bellidir, bu da şirket konusu olan mala müslümanın vaziyet etmesiyle giderilmiş ve mekruhluk ortadan kalkmış olur der Ehli kitap olmayan mecusîler (batıl din salikleri) gibi insanlar her konuda ehli kitaptan daha olumsuz bir konumda oldukları için, diğerleriyle ortaklık kurmayı-belli şartla-caiz gören Ahmed b Hanbel dahi böyleleriyle ortaklığı kerih görür, ancak kurulmuşsa sahih olacağını söyler (Ibn Kudâme, age, V/3-5) Ateistler (dinsizler) ise hepsinden daha kötüdür
 
Üst Alt