G.H > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi..

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAZ VE ABDEST
Abdest aldıktan sonra sık sık gaz çıkardığım için abdestim bozuluyor Özür kabul ediyorum, ama olmadığı zamanlar da oluyor Ne yapmalıyım?
Söylediğiniz hal sürekli oluyorsa bir özürdür Sürekliliğin ölçüsü, bir namaz vaktini hükmen ya da hakikaten kaplaması, ondan sonraki vakitlerin her birinde de en az bir defa görülmesidir Hükmen kaplaması, zaman zaman kesilmesine rağmen, abdest alıp, o vaktin namazını kılacak kadar zaman bulamamasıyla olur Özrün, bir defa da olsa görülmediği bir vakit gelirse, özür sahibi olmaktan çıkılır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAZAB

Nefsin hoşa gitmeyen birşey karşısında intikam arzusuyla heyecanlanması; infiale kapılmak, öfke, hışım, hiddet, düşmanlık ve saldırıya meyleden saldırganlık hâli
Fıkıh açısından gazap hâlinde yapılan işlerde bazı istisnalar getirilmiştir Meselâ, gazap hâlinde kinaye sözlerle boşama, niyet olmadıkça geçerli değildir Kocanın kızarak eşine, babanın evine git demesi gibi (Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-ı İslâmiyye ve Istılahât-r Fıkhıyye Kamusu, II,185) Hâkim, gazaplı iken hüküm veremez (Müslim, Akdiye,16) Ahlâkî yönden gazap hakkında şu buyruklar vârid olmuştur: Hz Peygamber (sas): "Gazap bütün kötülükleri kendinde toplar" buyurmuştur (Ahmed b Hanbel, 5/373) Başka bir hadîsinde, "Gazap şeytandandır" (Ahmed b Hanbel, 4/226) buyurur
Resulullah (sas) kendisinden öğüt isteyen birine: "Öfkelenmeyeceksin" buyurur (Buhârî, Edeb, 76) Gazaplanma durumunda bunun nasıl giderileceği hakkında da şöyle buyurur: "Biriniz gazaba geldiğinde abdest alsın Ayakta ise otursun, gazabı yine gitmezse uzansın" (Ahmed b Hanbel, I, 283; V,152; Ebû Dâvûd Edeb,11) "Gerçek yiğit, güreşte güçlü olan değil, gazaba geldiğinde nefsine hâkim olandır" (Buhârî, Edeb, 76; Müslim, Birr, 107,108; Ebû Dâvûd, Edeb, 3)
Bütün bu buyruklar Kur'an-ı Kerîm'deki şu emrin açıklamasıdır: "O (koruna)nlar ki bollukta ve darlıkta Allah için harcarlar öfkelerini yutkunurlar, insanları affederler Allah da güzel davrananları sever" (Âl-i İmrân, 3/134)
Muâz b Cebel'den rivayet edilen bir hadiste Resulullah, huzurunda birbirine söven iki kişiden birisinin yüzünde öfke belirince şöyle buyurmuş: "Ben bir kelime biliyorum, eğer şu adam bunu söylerse öfkesi geçer O kelime: Euzü billahi mine'ş şeytani'rracîm (kovulmuş şeytandan Allah'a sığınırım)dir" (Tirmizî, Daavât, 52)
Urve b Muhammed es-Sa'dî bir adama öfkelenmiş ve kalkıp abdest almış, sonra dönüp bir daha abdest almış ve Resulullah (sas)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
"Gazap şeytandandır, şeytan da ateşten yaratılmıştır Ateş ancak su ile söndürülür Biriniz kızdığınız zaman abdest alsın"(Ebû Dâvûd, Edeb, 4)
Allahu Teâlâ'nın buyurduğu gibi öfkesini yutkunmayan insanların nasıl kötülükler işledikleri, bir hiç yüzünden nasıl birçok cinayet işlendiği ve kötülükten sonra öfkesi geçenlerin nasıl pişman oldukları her zaman görülmektedir Öfkeyle kalkan zararla oturur denilir Haklı bir davada bile olsa gazabı yenip karşı tarafı affetmek en büyük meziyettir Resulullah (sas)'in en güzel ahlâkı böyledir İslâm'da nefis için kızmak yoktur Mücadele ve mücahede Allah içindir Hz Ömer'in halifeliği döneminde bir sarhoşa rastlayıp had uygulatması üzerine sarhoş ona sövmüş, Hz Ömer onu bırakarak şöyle demiştir: "Beni gazaplandırdı Ceza verirsem nefsime yardım etmiş olurum Ben bir kimseyi nefsim için azarlayıp dövmeyi sevmem" Ayetlerde, herşeye rağmen gazaplanarak yapılan bir günâh sonunda müminin hatasından dönmesi, tövbe etmesi emredilmekte; Allah'ın tövbe edenleri affedeceği bildirilmektedir
İslâm ahlâkı, kötülüğe iyilikle muamele etmeyi, bunun ancak sabredenlere mahsus bir meziyet olduğunu vazeder (Fussilet, 41 /34-35) Fevrî ve fanatik hareketler hoş karşılanmamıştır (el-Hucurât, 49/5) Sabredip suç bağışlamanın işlerin en hayırlısı olduğu Allah'ın emridir (en-Nahl,16/126; eş-Şûrâ, 42/43)
Aşırı gazap aklın öyle bir afetidir ki, en lâtif varlığı bile mecnun hâline getirip hunhar bir hayvana dönüştürebilir Hiddet; akıl ve idrakin yerine heyecan, dürüstlüğün bitişi, gözlerin görmemesi, kulakların duymaması demektir ve böyle birini ne din, ne kanun ne de nasihatçıların sözleri engelleyemez Hiddetle başlayan, cinnet geçirerek kötülük yapar, sonra da pişman olur
Hz İsa (as)'a, "Âlemde en zorlu ve şiddetli olan şey nedir?" diye sorulduğunda o şöyle buyurmuştur: "Herşeyden şiddetli olan Allah'ın gazabıdır Ondan cehennemler bile bizim gibi titrer" demiştir "Bundan kurtuluş yolu nedir?" diyene de: "Kendi gazabını terk" demiştir
Gazap, kişiye edebi kaybettirir; edeb kaybolunca da insanın yapamayacağı rezillik yoktur Çoğunlukla hiddetlenmenin zararı sahibine aittir En kötü gazap hâli tez geçip geç gidendir Bu, kişiyi intikamcı yapar ve helâkına sebep olur
Rahmet Peygamberi ve en güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiş olan Hz Muhammed (sas) mü'minlerin imanca en olgun olanları ahlâkça en iyi olanlarıdır demiştir
Allahu Teâlâ'ya mahsus olan sıfatlardan Rahmet ve Gadap ise mahlukatın sıfatları gibi değildir Bu sıfatlar birçok ayet-i kerimede zikredilmektedir (el-Bakara, 2/61, 90; Âl-i İmrân, 3/112; el-A'râf, 7/71, 152, 154; el-Mâide, 5/60; el Feth, 48/6, en-Nur, 24/9)
Kur'an-ı Kerîm'in ilk suresi ve bir özeti sayılan el-Fâtiha suresinde "Bizi doğru yola ilet Nimet verdiklerinin yoluna Kendilerine gazap edilmiş olanların ve sapmışların yoluna değil " (el-Fâtiha, 1/5-7) buyurulmaktadır Allah haddi aşanlara, isyancılara, dini inkâr edenlere gazap üstüne gazap göndermiştir Bunların kıssaları Kur'an'da gayb haberleri şeklinde bildirilmiştir Gazap edilenler son olarak yahudiler ve hristiyanlar; daha geniş anlamda doğru yoldan sapanlardır Allah'ın gazabı, geçmiş inkârcıların başına türlü şekillerde gelmiştir: Onları yakalayıveren bir çığlık, bir yer sarsıntısı, ebâbil kuşları, kasırga, dağ gibi deniz dalgalarında boğulma
Bir kutsî hadiste ise Allah şöyle buyurur: "Rahmetim, gazabımı geçmiştir" (Buhârî, Tevhîd, 55)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAZETE VE DERGİLERDE BULUNAN KADIN RESMİYLE TELEVİZYONDAKİ GÖRÜNTÜSÜNE BAKMAK HARAM MIDIR?
Bugünkü neslin aksi istikamette doğru yönelip istenmeyen yola saplanmasının bir çok sebebi vardırŞüphesiz ki bunların en önemlilerinden birisi gençliğe müsbet ve yararlı şeyleri telkin etmek yerine menfi şeyleri telkin edip zararlı şeylerle kafalarını doldurarak beyinlerini yıkamak ve gazete ile dergilerde müstehcen resimleri yaymak ve bu yolla gençliği avlayıp ruh ve manalarını katletmek için gösterilen çabadırTelevizyon da dergi ve gazetelerden geri değildirbasın ve televizyon, beşeriyyete hizmet etmek hususunda en büyük rol oynamaları gerekırken bilakis daha fazla zararlı bir hale getirilmiştirBununla beraber,gazete ve dergilerdeki müstehcen resimler ile televizyondaki açık görüntüler gerçek değil resim ve hayal olduğu için onlara bakmak hakiki kadının vucuduna bakmak gibi haram sayılmazAncak şehvet ile bakan kimse için haram olurIbn Hacer Heytemi ile Şirvani şöyle diyorlar: Aynada veya suda görünen kadın görüntüsüne bakmak haram değildir Ancak fitneye vesile olduğu taktirde haram olur(Tuftehul Muhtaç ve Şirvani c7s192)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GAZİ, GAZİLİK

Gaza eden kişi İlâhî Kelimetullah için cihada giden, savaşan, Allah yolunda, Allah rızası için mücâdele eden müslüman askerlerden savaştan dönenlere gazi denildiği gibi; savaşta büyük yararlıklar gösterenlere de gazilik ünvanı verilir lügatta "savaşa katılan kişi" hakkında kullanılmasına rağmen, savaşa katılan ve sağ olarak geri dönenler için kullanılan bir deyimdir
Kur'an-ı Kerîm'de şu buyrukla müminlere seslenilmiştir: "De ki: Bize iki iyilikten, gazilik ve şehitlikten başka bir şeyin gelmesini mi bekliyorsunuz?" (et-Tevbe, 9/52) Bu ilâhî emri asırlarca halk "Ya gazi ya Şehid", "Ölürsem şehid, kalırsam gazi" şeklinde kullanmıştır
İslâm'da zorunlu askerlik yoktur Ancak cihada katılmayanlar kınanır (et-Tevbe, 9/42-49) Savaşa katılmayıp evlerinde oturanlar müslümanlar tarafından toplumdan âdeta soyutlanır, Allah da onların kalplerini mühürlemiştir Resulullah gazveye çıkmadan önce, "Cihada istekli olanlar dışında kimse bizimle gelmesin" buyurmuştur (İbn Sa'd, et-Tabakat, II, 27) Ancak Mekke'nin fethinden sonra İslâm devletinin ilk kuruluş ve bi'setin başlangıcındaki hükümler genişlemiş; müminlerin hepsinin savaşa çıkmasının gerekmediği, bir kısmının dini korumak için geride kalması emri gelmiştir (et-Tevbe, 9/122) İslâm'da askerlik zorunlu değilse bile ilimle uğraşanların dahi gönüllü olarak savaşa gittiği görülür Hz Ebû Bekir (ra) de aynı Hz Peygamber (sas) gibi bu konuda aynı uygulamayı yapmış ancak fetihlerin hızlanması ve İslâm devletinin sınırlarının genişlemesiyle Hz Ömer zamanında maaş alan, nizâmî bir askerlik kurumu ile Divanü'l-Ceyş kurulmuştur (Mürûcuz-Zeheb, III, 955)
Savaşa gidecek kişilerin seçilmesi Resulullah zamanında başlamıştır O, askerleri tek tek kontrol eder, sağlıklı olanları savaşa götürürdü Resulullah'ın uygulamasına göre belirli bir askerlik yaşı da konulmamıştır İhtiyar, çocuk ve hastalar dışında sağlam olan herkes cihada katılmıştır (İbnü'l-esir, el-Kâmil, II, 62) Hz Ömer ise, Divan'larda âkil, bâliğ, müslüman, sağlam, cesur olanları kaydettirmiştir İslâm ordusunun sürekli seferde kalmaması en fazla dört aylık bir seferden sonra askerlerin dinlendirilmesi ve yerlerine dinlenmiş olanların gönderilmesi usûlü ilk defa İslâm devletinde uygulanmıştır (İbnü'l-esir, el-Kâmil, II, 196)
Allahu Teâlâ müminlere zafer vâdettiği, ahirette güzel nimetlerle müjdelendiğinden hiçbir İslâm mücâhid; cihaddan geri kalmak istememiştir Allah gazilere, dünya hayatını, ahiret için satanlara büyük bir mükâfaat verecektir Savaş sırasında kaçanlar ise Allah'ın gazabına uğrarlar, onların yerleri cehennemdir Bu yüzden gazilerin esas olarak şehid olmak arzusuyla savaştıkları görülür (Bk el-Enfâl, 8/15, 16, 58; en-Nisâ, 4/74, 104)
Ayrıca Hz Peygamber (sas) cihada katılmayanlara görevlerini ihmal etmemeleri ve kısman da olsa telafi etmeleri için: "Kim Allah yolunda cihada çıkan bir gaziyi donatırsa aynen cihada çıkmış gibi olur" (Buhârî, cihad, 38; Müslim, Cihad 135; Ebû Dâvûd, Cihad 20)
Tarihte birçok müslüman devlet adamının cihad mefkûresini ifade etmek için gazi ünvanını aldığı bilinmektedir Selçuklular zamanında gazilik mefkûresini sürdüren bir zümre doğmuştur Bunlara Gâziyân-ı Rûm denilirdi (Aşıkpaşazade, Tevârih-i Âli-i Osman, s 222) Müslüman olmadan önce sık kullanılan cengaver ve yiğit anlamına gelen Alp kelimesinin de sonralan İslâmî bir içerik kazandığı ve hatta gazi kelimesinin bunun yerine geçtiği görülür Gaziler Anadolu'nun İslâmlaştırılması için Anadolu insanını tekkelere kapanmaktan çok düşmanla cihad yapabilecek yerlere sevketmiştir Bu sebeple teşkilatlanan zümreye Gâziyân-ı Rûm veya Alp-Erenler denilmiştir Bunlar, Osmanlı Devletinin kurulmasında da büyük rol oynamışlardır (Aşıkpaşazâde age, s 222, Fuad Köprülü, İlk Mutasavvıflar, s 216) Anadolu'nun İslâmlaştırılması için savaşa çıkan komutanlara gazi ünvanı onuncu yüzyıldan itibaren verilmişti Mengücük Gazi, Melik Ahmed Gazi gibi Türk şairi Aşık Paşa (732/ 1332) Alp-Eren veya Gazi olmak için birtakım şartlardan bahseder Kuvvetli bir yürek, yani cesur, pazu kuvveti, gayret, iyi bir at, husûsî bir elbise, yay, iyi bir kılıç, süngü, uygun arkadaş" (Köprülü age, 208) Bizans'a yakın bir uçta küçük bir Beylik iken, cihana sözü geçiren büyük bir devlet hâline gelmesi bu gazilere dayanıyordu Bu gelenek Hz Peygamber ve ashabıyla başlamış ve Osmanlı padişahlarının savaşa iştirak etmeden gazi ünvanı almalarına kadar sürmüştür Padişahlara gazilik fetvaya istinaden verilmeye başlandı (M Zeki Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, s 654)
Ayrıca yeni doğan çocuklara Gazi adının verilmesi de gaziliğin kültürümüzdeki yansımalarındandır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GECE İBADETİ

Daha çok "gece namazı" veya "teheccüd namazı" olarak bilinen ve çok fazla sevabı nedeniyle Resulullah tarafından müslümanların özendirildiği, en sahih rivâyetlere göre gecenin ikinci yarısında uykudan kalkılarak on iki rekât olarak kılınan nafile namazı
Kur'an-ı Kerîm'in Müzzemil suresinin baş tarafında: "Ey o örtünen, kalk gece, ancak birazında: Yarısı, yahut eksilt ondan biraz Ya da artır ve Kur'an oku, tertip ile yavaş yavaş, güzel güzel Çünkü, biz senin üzerine ağır bir söz atacağız Çünkü, gece neşesi hem daha dokunaklı, hem deyişçe daha sağlamdır" buyurularak, risâletin daha başlangıcında, bazı âlimlere göre beş vakit namazdan önce gece namazı emredilmiş ve İslam'ın tebliğini başarabilme açısından bunun gereği de vurgulanmıştır Resulullah'la birlikte ashabının da kıldığı bu namaz, aynı surenin sonunda yer almakla birlikte, yukarıdaki emirden belli bir süre sonra, hattu bazılarınca Medine'de inen "Rabbin biliyor ki, sen muhakkak gece üçte ikisine yakın ve yarısı ve üçte biri kalkıyorsun; beraberindekilerden bir grup da Gece ile gündüzü Allah takdir eder Bildi ki, siz onu bundan böyle başaramazsınız; bu bakımdan size lûtufta bulundu da, artık Kur'an'dan ne kolayınıza gelirse okuyun" ayetiyle ümmet için emir olmaktan çıkmış; İsrâ sûresinde "Gecenin bir kısmında sana mahsus bir nâfile olmak üzere teheccüdde bulun Umulur ki, Rabbin seni Makam-ı Mahmud'a ulaştırır" (el-İsrâ, 17/79) ayetinde de ifade olunduğu üzere, Resulullah (sas)'in terketmediği bir amel olarak kalmıştır O kadar ki, Buhârî ve Müslim'in ittifâken rivâyet ettiği bir hadîs-i şerifte, Efendimiz'in, mübârek ayakları şişinceye kadar geceleyin ibadet ettiği; Hz Âişe'nin kendisine, "Ya Resulallah, geçmişteki ve gelecekteki günâhların affolunduğu halde, neden böyle yapıyorsun?" demesi üzerine "Rabbime şükreden bir kul olmayayım mı?" buyurduğu ifade olunmaktadır İmam Müslim, Sahih'inde Resulullah'ın teheccüdünün uzunluğuna daha bir açıklık getirmekte ve Hz Huzeyfe (ra)'den; bir rekâtta Fâtiha'dan sonra Bakara, Âl-i İmrân ve Nisâ surelerini hem de ağır ağır, tesbih ayetlerinde tesbih ederek, dua istenen ayetlerde dua ederek okuduğunu, rükû ve secdeşinin de aynı şekilde uzadığını rivâyet etmektedir (Riyâzü's-Sâlihîn, II, 449, 457)
Gece namazının fazileti konusunda alimler çok söz etmiş ve müminleri bu namaza teşvik etmişlerdir Hz Ebû Hüreyre (ra)'den rivâyet edilen bir hadîs-i şerifte, "Rabbimizin her gecenin son üçte biri kaldığında dünya semasına nüzul edip "Yok mu bana dua eden, duasını kabul edeyim; yok mu benden isteyen, ona vereyim; yok mu benden bağışlanma dileyen, onu bağışlayayım" buyurduğu ifade olunmaktadır (Tecrii Sarîh Terceme ve Şerhi, IV, 112) Zaten, Kur'an-ı Kerîm'de de müminlerin, Rahman'ın kullarının Rablerinin rızası için secdede ve kıyamda geceleyen kimseler oldukları (el-Furkan, 25/64); gecenin az bir kısmında uyuyup, seherlerde istiğfar ettikleri (ez-Zâriyât, 51/51) ve yanlarının rahat döşeklerinden uzaklaşıp korku ve umut içinde Rabblerine dua ettikleri (es-Secde, 32/16) anlatılmaktadır Önemi dolayısıyle, farz namazdan sonra en faziletli namazın gece namazı olduğu Müslim'in rivâyet ettiği bir hadiste belirtilmiş; âlimlerin çoğunluğunca bu namaz sünnet-i müekkede olarak kabul edilmişse de, vacib diyenler de olmuştur Sünnet de olsa, bilhassa İslâm'ın tebliğcileri için herhalde asla vazgeçilmez bir namaz olsa gerektir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GECE TIRNAK KESMEK
Gece tırnak kesmek mekruh mudur?
Mekruh değildir Imam Ebû Yusuf buna böyle cevap vermiş ve "Delilin nedir?" diye soranlara "Hayır geciktirilmez" hadîsini okumuştur (159 Hindiyye V/358)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GECE YATARKEN İLLE DE SAĞ TARAFIMIZA MI YATMALIYIZ?
Insan avretini açmamak ve temiz bir yerde yatmak şartıyla; rahat edeceği şekilde yatabilir Bu mübahtır Ancak uykuyu da bir edeple uyumak ve edebe riayet ettiği için uyurken de sevap almak isteyenler, kıbleye yönelerek yatarlar Gazalî, bu iki şekilde olabilir, der: Biri ölüm halini alarak ayaklarını kıbleye doğru uzatıp bütün bedeniyle kıbleye yönelmek, diğeri (ve daha iyisi) mezarda olduğu gibi sağ yanı üzerine yatıp yüzünü kıbleye çevirmek( Gâzâlî I/998) Bu her iki durumda da ölüm hatırlanılmış ve af dileme (tevbe ve istigfar) akla getirilmiş olur ki, uykuya"yarı ölüm" dendiğinden, yatarken "istigfar" okumak da sünnettir Ancâk teneşirde yatan ölü halini düşünmedikten sonra, ayakları Kâbe yönüne ve dinî kitaplara doğru uzatıp yatmak mekruhtur (Hindiyye V/319) Kıbleye karşı sağ yani üzerine yattığında sağ elini sağ yanağının altına koyarak uyuması da müstehap (güzel)'tır Dediğimiz gibi rahat edemediği takdirde istediği şekilde yatması câiz olmakla beraber, "sağ yan üzerine yatmak mü'minler yatışı, sol yani üzerine yatmak krallar yatışı gökyüzüne dönerek (sırtüstü) yatmak nebîler yatışı, yüzüstü yatmak da kâfirler yatışıdır" denmiştir ( Hindiyye V/376) Rasûlüllah (sav) mescidde yüzükoyun yatan birisini görünce onu ayağıyla dürttü ve "Kalk, bu cehenneme özgü bir yatıştır" buyurdular (Itin Mâce el-Mekkî, Irşâd'ûs-sâri 83)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GEÇİCİ EVLENME ENGELLERİ:

Mutlak evlenme engelleri hiçbir şekilde ortadan kalkmazken, geçici veya nisbî evlenme engelleri belirli hallerde ortadan kalkabilir ve önceden evlenmeleri yasak olanlar geçerli bir şekilde evlenebilirler Geçici evlenme engelleri; din ayrılığı, dört kadınla evli olma, üçlü boşama, bekleme süreleri, başkası ile evli bulunma, iki hısımla birden evlenmek gibi başlıklar altında toplanabilir Bunları kısaca açıklayacağız
1) Din ayrılığı: Evlilik hayatı, karıkoca arasında karşılıklı sevgi, saygı ve anlaşmanın bulunmasını gerektirir Aynı dine mensup olanlar farklı dine inananlardan daha kolay ve daha iyi anlaşırlar Eşlerin farklı dinden olması, doğacak çocukların dinî ve ahlâkî eğitimlerini de etkiler Bu yüzden İslâm'da olduğu kadar, Hristiyanlık ve Yahudilikte de din ayrılığı bir evlenme engeli sayılmıştır
Müslüman erkek veya kadın, müşriklerle evlenemez Müşrik kapsamına puta tapanlar girdiği gibi aya, güneşe, ateşe ve tabiat güçlerine tapanlarda girer Hiç bir dine bağlı olmayan ateistlerde yasak kapsamındadır
Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Allah'a ortak koşan kadınlarla, onlar imana gelinceye kadar evlenmeyin Şüphesiz inanmış bir câriye, hoşunuza gitse bile, müşrik bir kadından daha hayırlıdır İslâm'ı kabul etmedikçe mü'min kadınları müşrik erkeklere nikâhlamayınız Çünkü mü'min bir köle, hoşunuza gitse bile müşrik erkekten daha hayırlıdır" (el-Bakara, 2/21) Bu yasağa uymadan yapılacak bir nikâh akdi bâtıldır
Bugünkü Hristiyan ve Yahudilerin akîdelerinde Allah'a şirk unsurları bulunduğu (bk el-Mâide, 5/5, 72; et-Tevbe, 9/30) öne sürülerek onların da müşrik kapsamına girdiği söylenebilir Ancak çoğunluk İslâm fakihlerine göre, müşriklerle evlenme yasağı bildiren el-Bakara Sûresi 21 nci âyeti, aşağıdaki âyetin hükmü tarafından tahsis edilmiştir ve ehl-i kitap kadınları ile evlenmeye izin verilmiştir: "Namuslu, zinaya sapmamış ve gizli dostlar da edinmemiş insanlar hâlinde yaşamanız şartıyla mü'minlerden hür ve iffetli kadınlarla, kendilerine sizden önce kitap verilenlerden yine hür ve iffetli kadınlar dahi, siz onların mehirlerini verip, nikâh edince (size helâldir)" (el-Mâide, 5/5) Ancak İslâm toplumuna düşman olan harbî ve ehl-i kitap olan bir kadınla evlenmek mekruh olup, bu konuda İslâm fakihleri arasında görüş birliği vardır (el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Mısır 1327-28/1909, 1910, II, 271; İbnü'l-Hümâm, age, II, 372 vd; el-Cassâs, age, II, 324; es-Sâbûnî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, Dımaşk 1397/1977, II, 564)
2) Üçlü boşamadan doğan evlenme engeli: İslâm hukuku kocaya ve bazı durumlarda da kadına boşanma yetkisi vermiştir Boşanan eşler yeniden evlenebilir Ancak kadın üç defa boşanmış olursa, dördüncü defa aynı erkekle evlenebilmesi için, başka bir erkekle normal olarak evlenip, başka bir evlilik tecrübesi geçirmesi şart koşulmuştur İşte, kadını önceki kocasıyla yeniden evlenmede helal hale getiren bu ara evliliğine "tahlîl (helâl kılma)" veya "hulle" adı verilir Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Yine erkek, karısını (üçüncü defa olarak) boşarsa, ondan sonra kadın kendinden başka bir erkeğe nikâhlanıp varıncaya kadar ona helâl olmaz Bununla birlikte, eğer bu yeni koca da onu boşarsa, onlar Allah'ın sınırlarını ayakta tutacakları kanaatinde iseler birbirlerine dönmelerinde her ikisi hakkında bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/230)
Meşrû bir hullenin şartları şunlardır: a) Bir defada veya ayrı zamanlarda üç kere boşanan kadın iddetini tamamlayacak, b) Bundan sonra, başka bir erkekle, sahih nikâhla evlenecek, c) Evlendiği ikinci kocasıyla zifaf meydana gelecek, d) Ölüm veya boşanma yoluyla bu ikinci evlilik sona ermiş bulunacak, e) Kadın ikinci kocadan olan iddetini tamamlamış bulunacak
İkinci erkekle yapılacak hulle evliliği, boşamak şartıyla anlaşmalı olursa Hanefilere ve bazı Şâfiîlere göre, bu mekruh olmakla birlikte geçerlidir Yalnız hulle için konuşulan şart yok sayılır Hadislerde anlaşmalı nikâh yapana "Muhallil (helâl kılıcı)" ifadesinin yer alması bu ikinci nikâhın sahih olduğunu gösterir el-Evzâî'den şöyle dediği rivayet edilmiştir: "Anlaşmalı nikâh yapân ne kötü yapmıştır, ancak bu nikâh câizdir" (es-Sâbûnî, age, I, 341)
İmam Mâlik, Ahmed b Hanbel ve bazı Şâfiîlere göre ise, anlaşmalı yapılan hulle evliliği bâtıl olup, bununla kadın ilk kocaya helâl olmaz Dayandıkları delil şudur: Rasûlüllah (sas) anlaşmalı nikâh yapana ve yaptırana lânet etmiş ve birincisine "kiralık teke" tabirini kullanmıştır (Alûsî, Ruhul-Meânî, II, 141)
Gerçekte anlaşmalı evlilik ilk kocaya gerekli teminatı sağlamaz İkinci koca boşanmaktan vazgeçerse buna çare bulunmaz Ancak kadın boşama yetkisi (tefvîz-i talûk) almışsa bunu kullanabilir (bk el-Cassâs, age, II, 88, 89; Alûsî, age, II,141; Tefsiru İbn Kesîr, Mısır ty, I, 280; es-Sâbûnî, age, I, 341; Bilmen, age, II, 109; H Döndüren, age, 228 vd)
3) İddete bağlı evlenme engeli:
İddet; evliliğin ölüm, boşanma veya nikâhı fesih sebeplerinden biriyle sona ermesi halinde, yeniden evlenebilmek için kadının beklemeğe mecbûr olduğu süredir İddet süresince, kadının başka bir erkekle evlenmesi haram olduğu için, bu geçici engel doğurur
İddet süreleri: Evliliğin kocanın ölümüyle sona ermesi halinde 4 ay 10 gündür (el-Bakara, 2/234 Kadın gebe ise, bu süre doğuma kadardır (et-Talâk, 65/4) Boşanma hâlinde ise kadın üç hayız (kurû') suresince iddet bekler (el-Bakara, 2/228) Hayız görmeyen küçüklerle, hayızdan ümit kesen yaşlıların iddeti üç aydan ibarettir (et-Talâk, 65/4) Buna göre, henüz ergenlik çağına girmemiş olan kız çocukları ile 55 yaşını geçmemiş bulunan kadınların iddet süresi boşamadan itibaren üç aydır (bk et-Talâk, 65/4) Evlilik dışında yanlışlıkla veya istekle cinsel ilişkide bulunmuş veya zorla ırzına geçilmiş kadınların nikâhla evlenebilmesi için bir defa hayız görünceye kadar bekletilmeleri gerekir Buna "istibrâ" denir Hayız görmekle kadının önceki erkekten gebe olmadığı anlaşılmış olur Hayat kadınları veya efendisi ile cinsel ilişkide bulunmuş olan cariyeler hakkında da aynı hükümler uygulanır (İbnü'l-Hümâm, age, II, 383, 384; el-Cassâs, age, I, 414, 415; İbn Rüşd, age, II, 40, 41; el-Fetâvâ'l-Hindiyye, I, 526; M Zihni, Münâkehat ve Müferekat, İstanbul 1324/1906, s 232; Hamdi Döndüren, age, s 231 vd)
4) Çok karılığa bağlı evlenme engeli: Dört kadınla evli olan erkek, bir beşincisiyle evlenemez Ancak bu eşlerden birinin ölümü veya boşanma hâlinde bu engel kalkar Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Eğer yetim kızlar hakkında adaletli davranamamaktan korkarsanız, sizin için helâl olan diğer kadınlardan ikişer, üçer ve dörder olmak üzere nikâh edin Eğer bu şekilde de adalet yapamayacağınızdan korkarsanız o zaman bir tane ile yahut mâlik olduğunuz câriye ile yetininiz Bu (tek eş veya cariye) sizin haktan eğrilip sapmamanıza daha yakındır" (en-Nisâ, 4/3)
5) İki hısımla aynı zamanda evlenmekten doğan engel:
İki kız kardeşin birlikte aynı erkekle nikâhlanması hâlinde, önceki tarihli nikâh geçerli, sonraki geçersiz olur Âyette şöyle buyurulur: "İki kız kardeşi birlikte olmanız da haram kılındı Ancak cahiliye devrinde geçen geçmiştir" (en-Nisâ, 4/23) Bu yasak hadis-i şeriflerle genişletilerek, karının hala ve teyzesi de yasak kapsamına alınmıştır Karı ile hala ve teyzesi bir nikâh altında toplanamaz" (Buhârî, Müslim)
6) Başkası ile evli olmaktan doğan engel: Bir kadın için evli bulunmak, başka bir erkekle yeniden evlenmek için bir engel teşkil eder Allah Teâlâ şöyle buyurur: "Savaş tutsağı olarak sağ ellerinizin mâlik olduğu kadınlar müstesna olmak üzere, diğer bütün kocalı kadınlarla (evlenmeniz de size haram kılındı) (Bu haramlar) üzerinize Allah'ın farzı olarak yazılmıştır" (en-Nisâ, 4/24)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GELİNİN KAYINPEDERLE HALVETİ
Gelini ile kayınpeder tek başlarına bir odada kalabilirler mi?
Gelin kayın pederine ebediyyen haram olduğu için, bir odada başbaşa kalmalarında haramlık yoktur Ancak bir odada beraber ikâmet· etmeleri ve bir odada başkası yokken yatmaları haram olduğundan değil, fitneye sebep olabileceğinden uygun görülmemiştir Bunun sebebi bir de Buhârîdeki bir hadisten bazılarının anladığı mânâdır Söz konusu hadîs-i şerifte Rasûllüllah Efendimiz : "Kadınların yanına girmekten sakınınız" buyurdular Ensardan birisi : "Ya erkek akrabasına (Hamv) ne dersiniz? diye sordu Rasûlüllah "Onlarla başbaşa kalmak ölümdür" buyurdu Burada kadınla başbaşa bulunması yasaklanan, hattâ ölüme benzetilen (hamv), kocamın kardeşi, dayı ve amca çocukları, kısacası kocamın Babası, dedesi ve oğullarından başka akrabasıdır denmiştir ( Aynî, XX/213; Kâmil Miras Tecrid XI/324 ) Ancak Tirmizî gibi, kayınpederi de bu kelimenin anlamına soktuğundan, ( Tirmizî, radâ 16; Aynî,XX/213; ibnü'I-Esîr, en-Nihâye I/148; Sevkânî, Neyl VI/129) gelinin onunla aynı odada başbaşa kalmasını mahzurlu görenler de vardır En azından o, kardeşi ya da Babası gibi değildir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GELİNİN SAÇINI YAPTIRMASI
Gelinin yabancı bir erkeğe görünmeden, makyaj yapması; saçlarını yaptırması câiz olur mu?
Saçını erkeklere ve ahlâksız kadınlara yaptırmaz ve "erkek gibi olmuş" denecek kadar kısaltmaz, süslenmede de haram ve vücuda zararlı kozmetikler kullanmazsa, yabancı erkeklere ve fitne söz konusu olduğunda da mahremi olan erkeklere göstermedikten sonra, Saçını istediği gibi yapar, istediği gibi süslenir: Hattâ, bu kocanın arzusu ise sevap bir davranıştır ve hakkı olmaktan öte, kadının kocasına karşı bir görevidir Burada ölçü: Kadının süsünü ve süs yerlerini yabancı erkeğe ve gayr-i müslim ya da ahlâksız kadına göstermemesi, kokusunu başkalarına duyurmamasıdır
 
Üst Alt