Namazda şeytan vesveseleri

NuSReT

Aktif Üyemiz
Namaz Vesveseleri


İblis namazdaki bazı kimselere de okudukları dua ve surelerin okunuşu hususunda vesvese verir. Kişi örneğin Fatiha suresini okurken "elhamdu elhamdu" diye tekrarlar durur. Böylece namaz adabını çiğner şeytan bazen şeddeyi bastırarak okutmada, bazen fatihanın "mağdûbi" kelimesindeki Dâd harfinin çıkartılmasında vesvese verir. Birisini gördüm bu kelimeyi söylerken Dâdın üzerinde öyle duruyordu ki ağzından tükürüğü çıkıyordu. Hâlbuki harfi başka harflere benzemeyecek şekilde, olduğu gibi okumaktır. Ama iblis bu kelimeleri bundan öteye götürüp harfler üzerine durdurtur ve onların okuduklarını anlamaktan alıkoyar.
tb

Bu vesveselerin hepsi iblistendir. Sehl b. Ebi Umâme ona şöyle anlattı: Ben ve babam, Enes b. Malik'in (r.) yanına vardık. Sanki yolcu namazı gibi kısa süren hafif bir namaz kıldı. Selam verince babam "Allah (c.) sana rahmet eylesin. Acaba bu namazın Rasulullah'ın (s.) farz namazı gibi mi yoksa nafile mi kıldın?" dedi. O: Bu Rasullullah'ın (s.) namazıdır. Ondan farklı olarak, sadece bir yerde hata yaptım (ve onun için de sehiv secdesi yapmak zorunda kaldım). Rasullullah (s.) şöyle buyururdu: "Kendinize dini zorlaştırmayın, sonra Allah da size zorlaştırır. Çünkü bir takım kimseler (Hıristiyanlar) kendilerine zorlaştırmışlardı; Allah da (c.) onlara zorlaştırmıştı. İşte manastırda yaşayanlar. Onların kalıntılarıdır!" dedi. İcat ettikleri biz onlara yazmamıştık (farz kılmamıştık) (Hadid, 27) Osman b. Ebî Âs der ki: Rasullullah'a (s.) "Şeytan benimle namazım arasına girdi ve okumamı yanılttı." dedim. Buyurdu ki: O "Hanzep" adında bir şeytandır. Onu hissettiğinde Allah'a (c.) sığın "Eûzübillahi."yi oku ve sol tarafına hafifçe tükür!" söylediğini yaptım, Allah (c.) onu benden defetti.

Niyet Vesveseleri


İblis pek çok âbidi de kandırmış ve ona ibadetin sadece niyetten olduğu fikrini empoze etmiştir. Şeytan vesvesesine bir kimse namaz öncesi söyleye geldiği niyetle namazın hangi vakit namazı olduğu kaza mı eda mı yoksa hangi namaz olduğu (Kılınan namaz farz ise bunun hangi vakit namazı olduğunu; eda mı kaza mı olduğu hususunu akıldan geçirmek şarttır. Sünnet ve nafilelerde ise bunlar şart değildir. ) gibi hususları bir arada aklından geçirmeye ve diliyle söylemeye çalışır. Bu aslında imkânsız bir şeydir. Bir kişi âlim geldiğinde ayağa kalktığında bunun gibi niyet hazırlamaya kalkışsa zorlanacaktır. Bu örneği bilen kişi niyetin de ne olduğunu öğrenir. Niyetin tekbirden kısa süre öncesinde yapılmasında bir beis yoktur. Hal böyle iken onu tekbirle bitişik yapmaya çalışmanın anlamı nedir? Kaldı ki niyet ettikten sonra onu bozmadığı sürece niyetini tekbirle bitiştirmiş sayılır.

Tekbir Vesveseleri


Bu vesveselilerden bazısı sanki namazdan maksat sadece tekbirmişçesine tekbiri bin bir güçlükle yapıp getirdikten sonra namazdan tamamen gafil olur. Aklı başka yere gider, dikkati dağılır. Bu bir aldatmacadır ve kişi bundan şunu düşünerek kurtulur: tekbirden maksat namaza girmektir. Ev mesabesinde olan namazı ihmal edipte kapı mesabesinde olan tekbire takılıp kalmanın, onunla meşgul olmanın mantığı nedir?

Vacipin Terki


İblisin aldattığı bir takım kimseler asılsız gerekçelerle ve tevillerle birçok sünnetleri terk etmişlerdir. Bunlardan bazısı cemaatte ilk safı terk eder ve "önemli olan kalplerin Allah'a yakın olmasıdır." der. Bazısı namazda el bağlamaz ve "Kalbimde olmadığı hakkında huşulu görünmek istemiyorum" der. Bazısı büyük kişilerden her iki hareket de rivayet edilmiştir. Bu, bilgi kıtlığının sebep olduğu Buhârî ve Müslim'in Ebû Hureyre (r.) kanalıyla rivayet ettiği bir hadiste Rasullullah (s.) şöyle buyurmuştur: "İnsanlar ezandaki ve ilk saftaki fazileti bilseler ve (bunların sevabını) yakalamada kur'a çekme zorunda kalsalardı kur'a çekerlerdi!" Müslim'in Ebû Hureyre (r.) kanalıyla rivayet ettiği bir başka hadiste Rasullullah (s.) "Erkeklerin en hayırlı safı ilki, en kötüsü sonuncusudur." buyurmuştur. Eller sadece ayakta bağlanır. Teşehhüd halinde ise diz üzerine konur. Bu kimseler bu tür şeyleri adet haline getirmişlerdir. İblis bunları öyle aldatır ki, bilmeden birçok vacipleri terk ettikleri olur.

Bazısı imam selam verirken kendisinin okuması vacip olan duaları okumadığı halde onunla birlikte selam verir. Hâlbuki bu imamın sorumluluğunu üstlenip cemaatin söylemesine gerek olmayan şeyler değildir. (Hanefilere göre son teşehhüde teşehhüd miktarı oturmakla namaz olur. Salâvatlardan sonra "rabbenâ atinâ" gibi dualar sünnettir.)

İblisin aldattığı başka kimselerde namazları çok uzun kılar, dua ve sureleri çok uzun okurlar, böylece namazlardaki sünnetleri terk ederler ve mekruh işlerler. İbadet düşkünü birini gördüm: gündüz vakti nafile namazını sesli kılıyordu. Ona "Gündüz namazda sesli okumak mekruhtur" dedim. Bana "Sesli okumak suretiyle uyku basmasına engel olmaya çalışıyorum" dedi. Ben "Sabaha kadar uyumayı sünnetleri terk etmen olmaz. Seni uyku bastırdığında hemen uyu. Çünkü bedenin senin üzerinde hakkı vardır." dedim.

Gece Namazı Vesveseleri


İblis bazı âbidleri de gece namazını çok uzun kıldırmak suretiyle aldatır. Onlardan bazısı gece boyunca namaz kılar. Kıldığı gece ve duhâ namazlarına farz namazlarından fazla sevinir. Bu kişi sabah namazı öncesi bitkin düşer böylece bazen sabah namazını kaçırır. Veya kalkıp namaza hazırlık yapana kadar cemaatle namazı kaçırır. Veya bitkin ve yorgun sabahladığından ailesinin geçimi için çalışmaya takati kalmaz.

Hüseyin Kazvinî adında bir âbid bir hoca gördüm. Gündüz vakti Mansur caminde çokça yürüyüp dururdu. Yürümesinin sebebini sordum, "uymamak için" dediler. Dedim ki bu şer'an ve aklen cahilce bir harekettir. Çünkü Rasullullah (s.) Nefsinin senin üzerinde hakkı vardır. Hem (gece namazına) kalk, hem de uyu." buyurmuştur.

Rasullullah (s.): "Orta yoldan ayrılmayın. Çünkü her kim dine galebe çalmaya çalışırsa o kendisine galebe çalar (Yani sonunda aciz kalır hepsinin üstesinden gelmesi imkânsızdır.)" Enes b. Malik'ten rivayet edildiğine göre Rasullullah (s.) bir gün mescide girdive iki sütun arasında çekilmiş bir ip gördü "Bu nedir?" diye sordu. "Bu ip Zeynep'indir. O burada namaz kılıyor. Gevşediğinde veya tembelleştiğinde ona tutunuyor." dediler. Rasullullah (s.):

"Onu çözün" buyurdu. Sonra "Dinç olduğunuz vakitte namaz kılınız. Yorulduğunuzda veya gevşediğinizde oturunuz." buyurdu. Âişe (r.) den rivayet edildiğine göre Rasullullah (s.) şöyle buyurmuştur: Sizden birini uyku bastırdığında uykusu gidinceye kadar yatıp uyusun. Uykulu uykulu namaz kıldığında olabilir ki istiğfar ediyorum derken kendine söver!" Bu sahih bir hadistir. Buhârî ve Müslim rivayet etmiştir. Bir önceki hadisi de sadece Buhârî rivayet etmiştir.

Bu hareketin aklen cahillik olduğuna gelince; uyku zayıflayan bedeni yeniler. Kişi ihtiyaç duyduğu vakitte uykuyu defetmeye çalışırsa bu onun bedenine veya aklına olumsuz etki eder. Velhasıl cahillikten Allah'a (c.) sığınırız!

Birisi ancak ben seleften bazı kimselerin geceyi ibadetle ihya ettiklerini söyledim. Derse cevaben deriz ki: onlar bunu tedrici olarak yaptılar, sonunda bunu rahatlıkla yapabilir duruma geldiler. Böylece onlar sabah namazını cemaatle kılacaklarına güveniyorlardı. Kaylûle (gündüz) uykusunu da uyurlar, böylece gece için güç kazanırlardı. Ayrıca az yerlerdi. Bunlardan dolayı onların bu hareketleri doğrudur. Kaldı ki bize Rasullullah'ın (s.) hiç uyumaksızın sabaha kadar namaz kıldığına dair hiçbir rivayet ulaşmadı. Her halükarda, uyulması gereken Rasullullah'ın (s.) sünnetidir.

İblis gecelerini ihya eden bu kimselerden bazılarını kandırdı da gündüz bunu insanlara anlatmalarını sağladı. Onlardan kimi, o vakitte uyanık olduğunu öğrensinler diye "Filan müezzin ezanı şu vakitte okudu" der. Bu kimse riyadan kurtulsa dahi yaptığı hareketin açacağı en küçük zarar; ibadetini gizli olandan açık olana dönüştürmesi, böylece sevabını azaltmasıdır.

Gösteriş Namazı


İblis bazılarını da namaz ve başka ibadetler için mescide inzivaya çekilmekle aldatmıştır. İnsanlar bunları bilirler, yanlarına gelip onlar gibi namaz kılarlar. Halleri insanlar arasında yayılır meşhur olurlar, meşhur olurlar. Bu iblisin hilelerindendir. Nefis ibadet için bundan güç alır. Çünkü hareketinin insanlar tarafından duyulduğunu ve kendisine övgüler yağdırıldığını bilir. Zeyd b. Sabit'ten rivayet edildiğine göre Rasullullah (s.) şöyle buyurmuştur: "Kişinin kıldığı en faziletli namaz evinde kıldığı namazdır. Ancak farz namazlar müstesna" Bu hadisi Buharî ve Müslim rivayet etti. Amir b. Abdikays insanların kendilerini namaz kılarken görmelerinden hoşlanmaz ve her gün bir rekât nafile namaz kıldığı halde Hiçbirini camide kılmazdı. İbni Ebî Leyla da namaz kılarken biri yanına girecek olsa hemen yatardı.

Namazda şeytan nasıl kandırır, aldatır?


İbn-i Abbas (r.a) Hz.' inden naklen Muaz b, Cebel'den rivayet edilen bir hadiste, Şeytan Allahın izniyle Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem'in yanına gelip ona yaptığı hileleri şöyle anlattı: Ya Muhammed, namazı an be an tehir edilince... Onu da anlatayım. O her ne zaman ki, namaza kalkmak ister; tutarım. Ona vesvese veririm. Derim ki : "Henüz vakti var. Sen de meşgulsün. Hele şimdilik işine bak. Sonra kılarsın." Böylece o, vaktinin dışında namazını kılar ve bu sebepten onun kıldığı namaz yüzüne atılır.

Şayet o kimse beni mağlup ederse, ona insan şeytanlarından birini yollarım. Böylece onu vaktinde namaz kılmaktan alıkoyar. O, bunda da beni mağlup ederse bu sefer onun hesabini namazında görmeye bakarım. O namazın içinde iken;

"- Sağa bak, sola bak. Derim. O da bakar... O ki böyle yaptı. Yüzünü okşar alnından öperim.

Bundan sonra ona: "Sen ebedi yaramaz bir is yaptın." Derim ve böylece onun huzurunu bozarım. Sende bilirsin ki ya Muhammed, her kim namazda, sağa ve sola çokça bakarsa, başka şeyler düşünürse, namazından gafil olursa Allah onun namazını kabul etmez.

Bunda da ona mağlup olursam yalnız basına namaz kıldığında yanına giderim ve ona; çabuk çabuk kılmasını emrederim. O da, baslar; namazını çabuk çabuk kılmaya. Tıpkı horozun, gagası ile yerden bir şeyler topladığı gibi.

Bu isi yaptırmakla da ona başarı kazanamazsam bu sefer, cemaatle namaz kılarken onun yanına varırım. Orada başına bir gem takarım. Başını imamdan evvel secdeden ve rükû'dan kaldırırım. İmamdan evvel de secde ve rükû yaptırırım. İste o böyle yaptığı için, kıyamet günü, Allah onun başını eşekbaşına çevirir.

O kimse bunda da beni yener ise, bu defa ona namazda parmaklarını çıtlatmasını emrederim. Böylece o beni tespih edenlerden olur. Ama bu işi ona namaz içinde yaptırmaya muvaffak olursam.

Bunda da mağlup olursam, bu sefer ona tekrar giderim. Namaz içinde iken burnuna üflerim. Ben üfleyince, o esnemeye baslar. Şayet o, bu esneme esnasında elini ağzına kapamazsa onun içine küçük bir şeytan girer, dunya hırsını ve dünyevi bağlarını çoğaltır. İste bundan sonra o kimse, hep bize itaat eder. Sözümüzü dinler. Dediklerimizi yapar.

Yukarıdaki hadislerin tek bir hadis olmadığı bir çok hadisten oluşan içeriğin bir tek rivayet olarak yazıldığı bilinmektedir.

Vesveseden nasıl kurtuluruz?


Namazda ve namazın dışındaki kötü ve çirkin vesveseler, şeytandandır. Çünkü şeytan, müslümanı dîninden saptırmak ve onu iyilikten mahrum edip uzaklaştırmak konusunda çok gayretlidir.

Nitekim sahâbeden birisi, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem)'e namazda kendisine gelen vesveseleri şikâyet ederek şöyle demiştir:

"Ey Allah'ın elçisi! Şubhesiz şeytan, benimle namazım ve kırâatımın arasına girip onları karıştırmama ve onlarda şubhe etmeme sebeb oldu. Bu sebeble namazımda bana çektirmekte, namazımdan haz almamakta ve onda huşu duymamaktayım.

Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu:

- O, Hanzeb (Hınzeb) adındaki şeytandır. Namazda sana geldiğini hissettiğin zaman ondan Allah'a sığın ve sol tarafına hafifçe üç defa tükür.

Sahâbî (Osman b. Ebil-Âs) dedi ki: "Bunun üzerine öyle yaptım. Allah da benden onu giderdi."
(Muslim; hadis no: 2203).

Namazda huşu duymak, namazın özü ve cevheridir. Dolayısıyla huşusuz namaz, ruhsuz beden gibidir.

Namazda huşu duymaya yardım eden şeylerden ikisi vardır ki bunlar:

Birincisi:

Kulun, namaz sırasında ne söylediğini ve ne yaptığını akıl etmeye çalışması, kıraatı, zikri ve duâyı iyice düşünmesi, Allah Teâlâ'nın kendisini gördüğünü ve O'nunla fısıldaştığını bilmelidir. Çünkü namaz kılan kimse, namazda ayakta olduğu sırada Rabbi ile fısıldaşır. İhsan ise, Rabbini görüyormuşcasına O'na ibâdet etmendir. Sen O'nu görmüyorsan bile, O seni görmektedir. Ayrıca kul, namazından tat aldıkça, namaza olan eğilimi daha çok olur ve namaz onu kendisine çeker. Bu ise, îmânın gücüne göre değişir. Îmânın güçlenmesine vesile olan şeyler pek çoktur.

Bunun içindir ki Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

(( حُبِّبَ إِلَيَّ مِنْ دُنْيَاكُمْ النِّسَاء وَالطِّيب وَجُعِلَتْ قُرَّة عَيْنِي فِي الصَّلاة.))[ صحيح الجامع ]
"Bana, dünyanızdan kadınlar ile güzel koku sevdirildi ve namaz, gözümün nuru kılındı."
(Sahîhu'l-Câmi', zayıf rivâyet).

Başka bir hadiste şöyle buyurmuştur:
(( يَا بِلَالُ أَرِحْنَا بِالصَّلَاةِ. )) [ رواه أبو داود وأحمد]
"Ey Bilal! Namazı edâ etmekle bizi rahata kavuştur."
(Ebu Dâvud ve Ahmed).

Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem):
Namazı edâ etmekle bizi rahata kavuştur, demiştir. Namazdan bizi kurtar, dememiştir.

İkincisi:

İnsanı ilgilendirmeyen konularda düşünmek ve kalbi, namazın amacından cezbeden şeyleri düşünmek gibi ve kalbi meşgul eden şeyleri defetmeye/kovmaya çalışmaktır. Bu ise, her kulda farklıdır. Çünkü vesvesenin çokluğu, insanda bulunan şubhelerle şehevî duyguların çokluğuna, kalbe sevimli gelen şeylere kalbin yönelmesine ve kalbe çirkin gelen şeyleri kalbin defetmesine bağlıdır. (Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye;"Mecmûu Fetâvâ"; c: 22, s: 605).

Sorunda zikretmiş olduğun vesveselerin seni büyük bir noktaya getirmesine, hatta Allah Teâlâ'nın zâtı hakkında aklına vesvese vermesine gelince, şubhesiz bunlar şeytanın dürtü ve kışkırtmasıdır.

Nitekim Allah Teâlâ bu konuda şöyle buyurmuştur:
AYET-İ KERiME
وإما ينزغنك من الشيطان نزغٌ فاستعذ بالله إنه هو السميع العليم [ سورة فصلت الآية: ٣٦]
"Eğer şeytandan gelen bir vesvese seni dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın. Çünkü O, hakkıyla işiten, (kullarının bütün işlerini) hakkıyla bilendir." (Fussilet Sûresi: 36).

Nitekim sahâbeden bazı kimseler, kendilerini rahatsız eden vesveselerden şikâyet etmişlerdi.

Ebu Hurayra'dan (Allah ondan râzı olsun) rivâyet olunduğuna göre o şöyle demiştir:

(( جَاءَ نَاسٌ مِنْ أَصْحَابِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهِ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَسَأَلُوهُ: إِنَّا نَجِدُ فِي أَنْفُسِنَا مَا يَتَعَاظَمُ أَحَدُنَا أَنْ يَتَكَلَّمَ بِهِ. قَالَ: وَقَدْ وَجَدْتُمُوهُ؟ قَالُوا: نَعَمْ. قَالَ: ذَاكَ صَرِيحُ الإِيمَانِ.)) [ رواه مسلم ]
"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) 'in ashâbından bazı kimseler gelerek ona şöyle sordular:

- (Ey Allah’ın Rasûlu!) Bizden birimizin, içimizdeki çirkin bir şeyi konuşmayı büyük günah olarak görmektedir deyince,

Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem): Onu kalbinizde buluyor musunuz? diye sordu.

Sahâbe: Evet, dediler.

Bunun üzerine Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: İşte o, katıksız (gerçek) îmândır"
(Muslim; hadis no: 132)

İmam Nevevî (Allah ona rahmet etsin) bu hadisin şerhinde şöyle demiştir:

"Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'in: "İşte o, katıksız (gerçek) îmândır" sözünün anlamı; yani bu vesveseyi konuşmayı büyük günah olarak görmeniz, katıksız (gerçek) îmândır, demektir. Zirâ bunu büyük günah olarak görmek, ondan şiddetle korkmak ve onu konuşmak, -bunlara inanmayı bir tarafa bırakın-, bütün bunlar, ancak îmânı tam anlamıyla kemâle eren, îmânı gerçekleştiren (tahakkuk ettiren) ve kendisinden şubhe ve şek giden kimsede olur."

Yine bunun anlamı hakkında şöyle de denilmiştir:

Şeytan, kendisini aldatmak ve saptırmaktan ümidini kestiği kimseye vesvese verir. Onu saptırmaktan âciz olduğu için vesvese vermek sûretiyle onu sürekli rahatsız eder. Kâfire gelince, şeytan ona dilediği yönden gelir. Şeytan ona sadece vesvese vermek sûretiyle gelmez. Aksine onunla dilediği gibi oynar.
Buna göre hadisin anlamı: Vesvesenin sebebi, gerçek ve katıksız îmândır veya vesvese, gerçek ve katıksız îmânın belirtisidir."

O halde bu vesveseyi çirkin görüp ondan nefret etmek ve kalbin ondan kaçması, gerçek ve katıksız îmândır. Vesvese, zikir ve duâ ile Allah Teâlâ'ya yönelen herkesin başına gelebilir. Bu kaçınılmaz bir şeydir. Bu sebeble kulun, dîninde sebât göstermesi, bu vesveselere sabretmesi, zikir ve namazına devam etmesi ve canını sıkmaması gerekir. Zirâ o bunlara devam ederse, şeytanın hilesi kendisinden uzaklaşıp gidecektir.
Nitekim Allah Teâlâ şeytanın hilesi hakkında şöyle buyurmuştur:
AYET-İ KERiME
إن كيد الشيطان كان ضعيفاً [ سورة النساء من الآية :76 ]
"Hiç şubhesiz ki şeytanın hîlesi (kurduğu düzeni, tuzağı), zayıftır." (Nisâ Sûresi: 76)

Kul, kalbiyle Allah Teâlâ'ya yönelmek istedikçe, kendisine değişik vesveselerle gelecektir. Çünkü şeytan, yol kesen haydut gibidir. Kul, Allah Teâlâ'ya yürümek istedikçe, şeytan onun yolunu kesmek ister.

Bunun içindir ki seleften bazı kimseler şöyle demişlerdir:

"Yahudî ve hıristiyanlar: Bizler, vesvese etmeyiz, derler.

Onlar bu sözleriyle doğru söylediler. Çünkü şeytan yıkılıp harab olan bir evi ne yapsın ki?!" (Şeyhulislâm İbn-i Teymiyye;"Mecmûu Fetâvâ"; c: 22, s: 608).

1- Bu vesveseleri hissettiğin zaman: Allah'a ve Rasûlune îmân ettim, dersin.

Nitekim Âişe'den (Allah ondan ve babasından râzı olsun) rivâyet olunduğuna göre, Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:
(( إِنَّ أَحَدَكُمْ يَأْتِيهِ الشَّيْطَانُ فَيَقُولُ: مَنْ خَلَقَكَ؟ فَيَقُولُ: اللهُ، فَيَقُولُ: فَمَنْ خَلَقَ اللهَ؟ فَإِذَا وَجَدَ ذَلِكَ أَحَدُكُمْ فَلْيَقْرَأْ آمَنْتُ بِاللهِ وَرُسُلِهِ، فَإِنَّ ذَلِكَ يُذْهِبُ عَنْهُ ))
Şubhesiz şeytan birinize gelir ve der ki: Seni kim yarattı?
O da: Allah, der.

Bunun üzerine şeytan: Peki Allah’ı kim yarattı? diye sorar.

Biriniz bununla karşılaştığı zaman, şöyle desin: Allah’a ve O'nun peygamberlerine îmân ettim. Zirâ bu söz, o vesveseyi ondan giderir."
(Ahmed; hadis no: 25671; Elbânî; "Silsiletu'l-Ehâdîsi's-Sahîha"; hadis no: 116)

Benzer bir rivayette :

Rasûlullah (s.a.v.) buyurdu ki: "İnsanlar, biri şu şekilde sorana kadar soru sormaya devam edecekler:
Bu, 'Allah bütün mahlukatı yarattı. O halde ALLAH'ı kim yarattı?'
Böyle bir soru kimin kalbinden geçerse Allah'a sığınsın ve bu şekilde düşünmeyi bıraksın."
(Buharî, 59/11; Muslim, 135; Ebu Davud, 4721; Ahmed b. Hanbel, 2/292, 331, 387, 539)

İmam Mâzerf der ki: "Havatir (vesvese) iki kısımdır. Kalıcı olmayanı —ki şubheden kaynaklanmaz— ondan yüz çevrilirse kaybolur gider. Bu manaya göre hadis yorumlanırsa bu tür havatira vesvese denebilir. Şubheden kaynaklanan kalıcı havatira gelince, bu tür vesveseler ancak düşünce ve istidlal ile ortadan kalkarlar.")
Zira Cenâb-ı Hak şöyle buyuruyor:
AYET-İ KERiME
"Eğer şeytandan gelen kötü bir düşünce seni dürtecek olursa, hemen ALLAH'a sığın. Çünkü O, senin sığındığını işiten, niyetini de çok iyi bilendir." (Fussilet 36)

Şeytan iki nevidir. Açıkça görülen insandan şeytan. Görülmeyen cinsi olan cinden şeytan. Bundan dolayı Cenab-ı Hak, Nebî'sine (s.a.v.) insandan olan şeytanın şerrinden, ondan yüz çevirerek, terkederek, en uygun bir yolla yanından uzaklaştırarak; cinden olan şeytanın şerrinden de, Allah'a sığınarak korunmasını emretmiştir. Her iki cins şeytanın hilelerini ve onların şerrinden kurtulmanın yollarını, A'râf, Mu'minûn ve Fussilet sûrelerinde bildirmiştir.

Okumak ve zikretmek suretiyle yapılan istiâze, cin şeytanlarının şerrini uzaklaştırmanın en güzel yoludur. Terketmek yüz çevirip aldırış etmemek ve uygun bir biçimde uzaklaştırmak ise insan şeytanlarının şerrini uzaklaştırmanın en güzel yoludur.

Nitekim şair şöyle demiştir:

"Şeytanı boyun eğdirmek için istenilen en güzel şey; ya Allah'a sığınmadır veya uygun bir biçimde onu uzaklaştırmaktır. Birincisi, görünmeyen senanın şerrinden kurtuluş çaresidir. İkincisi de görünen şeytanın şerrinden kurtuluş ilacıdır." (İbn Kayyim el-Cevziyye, Za’du’l-Mead, İklim Yayınları: 2/472-474)

Abdullah b. Abbas'tan (Allah ondan râzı olsun) rivâyet olunduğuna göre, şöyle demiştir:
(( جَاءَ رَجُلٌ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ!إِنِّي أُحَدِّثُ نَفْسِي بِالشَّيْءِ، لَأَنْ أَخِرَّ مِنْ السَّمَاءِ أَحَبُّ إِلَيَّ مِنْ أَنْ أَتَكَلَّمَ بِهِ. قَالَ: فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اللهُ أَكْبَرُ، اللهُ أَكْبَرُ، اللهُ أَكْبَرُ، الْـحَمْدُ لِلهِ الَّذِي رَدَّ كَيَدَهُ إِلَى الْوَسْوَسَةِ. )) [ رواه أحمد ]

"Bir adam, Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem)'e gelerek şöyle dedi:

- Ey Allah'ın elçisi! Ben, içimden çirkin bir şeyi geçiriyorum. Gökten yere düşüp paramparça olmam, o çirkin şeyi konuşmamdan (onu dilimle telaffuz etmemden) bana daha sevimli gelmektedir. (Buna ne dersiniz?)

Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: Şeytanın hîlesini, vesveseye çeviren Allah'a hamdolsun."
(Ahmed b. Hanbel, 1/235; Ebu Davud, 5112; Tayâlisî, 2704)

İbn Abbas kanalıyla rivayet edilmiş olup, isnadı sahihtir. Ayrıca bu hususta Muslim, 132; Ebu Davud, 5111; Ebu Hurayra'den (r.anh) şöyle rivayet ediyorlar:
"Rasûlullah'in (s.a.v.) sahabesinden bir grup Peygamber'in (s.a.v.) huzuruna geldiler ve:Biz, birimizin konuşması bize çok zor gelecek şeyleri içimizde buluyoruz,diye sordular.

Rasûlullah (s.a.v.): Onu içinizde hissediyor musunuz? deyince,

Onlar: Evet, dediler.

Peygamber: Bu tam imandır, diye buyurdu."

Hattâbî der ki: "Bu tam imandır." cevabının manası şudur: Tam iman, sizi şeytanın içinize koyduğu fikirlerden ve onları tasdikten alıkoyan şeydir. Bunun manası vesvesenin kendisi tam imandır demek değildir. Çünkü vesvese şeytanın amelinden ve te'vilatından meydana gelmiştir. Nasıl olur da bu tam iman olur."

2- Gücün yettiği kadarıyla bu konuda düşünmekten yüz çevirmeye çalışmalı ve seni ondan oyalayacak şeyle meşgul olmalısın.
Son olarak tavsiyemiz :

Her hâl ve işinde Allah Teâlâ'ya sığınmalı, bu konuda Allah Teâlâ'dan yardım dilemeli, O'na yalvarıp yakarmalı ve ölünceye kadar bu yolda sana sebât göstermesini ve hayatını sâlih amellerle sona erdirmesini Allah Teâlâ'dan niyâz etmelisin.

KAYNAK
İbnü'l Cevzi, Şeytan Ayartması (Telbis-i İblis), Elif Yayınları.
 

NuSReT

Aktif Üyemiz
.
.
Şeytan Fısıltısı: Vesvese


Kalbimiz, bir tür misafirhane gibidir. Hayat boyu meydana gelen iç ve dış tesirlere ev sahipliği yapar durur. Bu tesirlerin en önemlisi de, irade dışı meydana gelen iç fısıltılardan oluşur. Bu fısıltıların bir kısmı iyi huylu, bir kısmı kötüdür. Bu durumda ev sahibine düşen; iyileri ağırlayıp, kötüleri uğurlamaktır.

Kalbimiz, düşünce ve eylemlerimizi şekillendiren bazı iç fısıltıların adeta harman olduğu bir alandır. Pek de isteğimize bağlı olmayan bu seslere “hâtır” adı verilir. (Hatıra kelimesi de buradan gelir. Fakat Türkçe’de hatıra kelimesi burada dediğimiz anlamında kullanılmaz.)

Hâtırlar, iç dünyamızda yankılanan etkili telkin unsurlarıdır ve iradeyi yönlendirme gücüne sahiptir. Birçok hareketimiz kalbimize doğan bu sesin somutlaşmış halidir. Denilir ki: Her iç ses, karşılık gördüğü nispette arzuya dönüşür. Arzu azmi, azim niyeti, niyetse azaları harekete geçirir.

İlham ve vesvese


İslâm alimleri arzu ve yönelmeyi kamçılayan iç sesleri iki kısımda incelerler. Bir kısmı, kötülüğe, şerre davet ederken, diğer bir kısmı iyiliğe, hayra davet eder. Bu seslerin, vicdan ve sağduyu diye de adlandırılan hayra davet edici türüne “ilham”, şerre davet eden türüne “vesvese” denir. İlham melek tarafından, vesvese ise şeytan tarafından telkin edilir.

Büyük hadis alimimiz Tirmizî Hazret-leri’nin rivayetine göre Hz. Peygamber s.a.v. Efendimiz buyurmuştur ki:

“Şeytan da melek de insanoğluna sokularak onun kalbine birtakım şeyler atarlar. Şeytanın işi kötülüğe çağırmak, sonu fena ve zararlı olan şeylere teşvik etmek ve hakkı yalanlamak, haktan uzaklaştırmaktır. Meleğin işi, hayra çağırmak ve hakkı doğrulamaktır.

Kim içinde hakka, hayra, iyiliğe çağıran bir ses duyarsa, bilsin ki bu Allah’tandır ve hemen Allah Tealâ’ya hamd etsin. Kim de içinde şer ve inkâra çağıran bir fısıltı duyarsa ondan uzaklaşsın ve hemen şeytandan Allah’a sığınsın.”
AYET-İ KERiME
Efendimiz s.a.v. böyle buyurduktan sonra şu ayet-i kerimeyi okumuştur: “Şeytan sizi fakirlikle korkutur. Size kötülüğü emreder.” (Bakara, 268)


Şeytanın tek silahı


Bilindiği üzere şeytanın tek gayesi insanı kendisi gibi cehenneme sürüklemektir. O, bu gayesine ulaşmak için Cenab-ı Hak’tan izin almış ve şöyle demiştir:
AYET-İ KERiME
“Öyleyse beni azdırmana karşılık yemin ederim ki ben de onları saptırmak için senin doğru yolunun üstüne oturacağım. Sonra onların önlerinden, arkalarından, sağlarından ve sollarından sokulacağım. Sen de çoğunu şükredenlerden bulmayacaksın.” (A’raf, 16-17)


Şeytan, gelecek endişesine sevk etmekle dünya tutkusunu artırır. Olan bitenle aldatarak dinde şüpheye düşürür. Günah ve kötülükleri güzel gösterir ve böylece yaklaşır.

Ancak şeytan bunların hiçbirini kendini göstererek yapmaz. Çünkü o vakit hiç kimse ona uymaz. Hal böyle olunca çeşitli hile ve aldatmalara başvurur. Gizlenmiş, maskelenmiş bir şekilde siner, durmadan fısıldar.

Sevgili Peygamberimiz s.a.v. şeytanın nasıl bir hilebaz, ne tür bir vesveseci olduğunu şöyle bildiriyor: “Muhakkak ki şeytan, ademoğlunun bütün yollarında oturur. Önce İslâm yolu üzerinde oturur ve ona (vesvese vererek) der ki: ‘Ananın babanın dinini terk edip müslüman mı olmak istiyorsun?’ Kul onu dinlemez müslüman olursa, bu sefer de (İslâm uğruna hicret etmesini önlemek için) hicret yolu üzerine oturur ve ona (yine vesvese verip) der ki; ‘Şu vatanını, şu havayı terk edip nereye gideceksin?’ Eğer onu dinlemez de hicret ederse, bu sefer cihat yolu üzerine oturur. Der ki: ‘Savaşmak, öldürmek ve nihayet ölmek değil mi? Sonuçta ailen ve servetin başkalarına kalacak değil mi?’ Kim şeytanın vesvesesine kapılmadan cihada gider de ölürse, onu cennetine koymak, Allah Tealâ üzerine hak olur.

Eğer düşman tarafından öldürülürse, cennetlik ve şehit olur. Cihada giderken hayvanından düşüp ölse dahi Allah onu cennetine koyar.” (Ahmed b. Hanbel, Neseî)

İlk vesvese


Kur’an-ı Kerim, şeytanın vesvesesine maruz kalan ilk insanların atamız Hz. Adem ile Hz. Havva annemizin (selam üzerlerine olsun) olduğunu şöyle kaydeder:
AYET-İ KERiME
“Derken, şeytan onların kendilerinden gizli kalan çirkin yerlerini açmak için ikisine de vesvese verdi ve şöyle dedi: Sizi Rabbiniz başka bir şey için değil, sırf melek olacağınız yahut ebedi şekilde kalanlardan olacağınız için bu ağaçtan uzak tuttu.” (A’raf, 20)

Halbuki Cenab-ı Hak: “Ey Adem! Şüphesiz bu (İblis) sana ve eşine düşmandır. Sakın sizi cennetten çıkarmasın, sonra bedbaht olursun.” (Tâhâ,117) diye uyarmıştı. Buna rağmen şeytan vesvesesini kullanarak onları bu ağacın meyvesinden yemeye ikna etti. Bu da onların cennetten çıkarılmalarına sebep oldu.

Şeytanın apaçık düşman olduğu konusunda Hz. Adem Aleyhisselam’dan günümüze kadar tüm insanlar uyarılmışlardır. Cenab-ı Hak bunu şu ayet-i kerimesiyle teyit eder:
AYET-İ KERiME
“Ey ademoğulları! Şeytana kulluk etmeyin, çünkü o sizin apaçık bir düşmanınızdır demedim mi?” (Yasin, 60)

Vesveselerden sorumlu muyuz?


Aklımıza şu soru gelebilir: Vesvese kötü bir şey olduğuna göre, kalbimize gelen vesveselerden acaba hesaba çekilecek miyiz?

Bu soruyu doğru cevaplayabilmek için bir iş gerçekleşmeden önce kalpte cereyan eden dört aşamadan söz etmek gerekir: Bunlardan ilki kalbe bir hâtırın gelmesi, bir sözün, düşüncenin kalpte harekete geçmesidir. İkincisi buna karşılık bir meyil olması, heyecan duyup, rağbet edilmesidir. Üçüncüsü, kalbin bu işi yapma üzerine hükmetmesi, son kararını vermesidir. Dördüncüsü ise azmetmek, ameli hayata geçirmek için kalben niyet etmektir.

Kalbin ilk iki hali olan hâtır ile meyil irade dışı meydana geldikleri için bir sorumluluğa yol açmazlar. Sevgili Peygamberimiz’in: “Allah Tealâ ümmetimi, hatırlarına gelen şeyleri yapmadıkları veya konuşmadıkları sürece o şey yüzünden hesaba çekmeyecektir.” (Buharî) hadisi buna delildir.

Gelelim karar ve azmetmeye... Bunların her ikisi de kasıtlı ve isteyerek meydana geldikleri için mesuliyet gerektirir. Cenab-ı Hakk’ın:
AYET-İ KERiME
“Allah sizi, kasıtsız olarak yaptığınız yeminlerinizden sorumlu tutmaz. Fakat kasıtlı yaptığınız yeminleriniz yüzünden sizi sorumlu tutar.” (Maide, 89)
ayeti ile Efendimiz s.a.v.’in “İnsanlar niyetleri üzere haşrolurlar.” (İbn Mace) hadisi buna delil gösterilebilir.

Fakat her şeye rağmen Allah’ın merhameti galiptir ve bir kalp, kötülükte karar kılıp, bu kötülüğü yapmaya azmettiği zaman bile melekler kulun o kötülükten dönme ihtimalini göz önünde bulundurarak hemen günah yazmazlar. Bu süre içerisinde insan Allah’tan korkup kötülükten vazgeçerse kendisine bir sevap yazılır.

Buharî ve Müslim Hazretlerinin rivayet ettiğine göre, Allah Tealâ meleklerine şöyle emreder: “Kulum kötü bir amel yapmaya karar verdiği zaman, onu yapmadıkça yazmayın. Şayet o günahı işlerse ona bir günah yazın. Eğer kulum o ameli yapmayı benim rızam için terk ederse, ona bir sevap yazın. Şayet iyilik yaparsa en az on misli olmak üzere, yedi yüz misline kadar ona sevap yazın.”

Vesveseden kimler etkilenir?


AYET-İ KERiME
Vesvese ancak şeytanı dost edinen kimseleri etkiler. Bu durum Kur’an-ı Kerim’de şöyle dile getirilmiştir: “Şeytanın nüfuzu, ancak onu dost edinenlere ve Allah’a ortak koşanlaradır.” (Nahl, 100)

Şeytanın salih kullar üzerinde hiçbir etkisi bulunmamaktadır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyurur:
AYET-İ KERiME
“Benim gerçek kullarım (var ya), senin onlar üzerinde hiçbir hakimiyetin yoktur.” (İsra, 65). Diğer yandan, iman edip Rablerine tevekkül eden kimselerin, kalplerine gelen vesveselerden etkilenmedikleri şöyle haber verilir: “İman edip Rablerine tevekkül edenler üzerinde şeytanın hiçbir nüfuzu yoktur.” (Nahl, 99)

Buradan anlaşılıyor ki, şeytanın vesvesesi ancak Rahman’ın yolunu terk edenleri, onu umursamayıp nefsini arkadaş edinenleri etkileyebilir. Cabir b. Ubeyd k.s. diyor ki: Alâ b. Ziyad’a içimdeki vesveseden şikayet ettim. Dedi ki: “Kalp, uğranılan bir ev gibidir. Bir şey varsa alır, yoksa bırakıp gider. Yani heva ve heves olmayan gönüle şeytan girmez.” (İhya, III/62)

Şeytanın vesveseleri de her insana göre farklıdır. Tıpkı bir düşmanın, her savaş için farklı stratejiler kullanması gibi... Bu vesveselerin belki de en tehlikeli olanı, şeytanın kalbe şüphe tohumları atıp inancı sarsmaya çalışmasıdır. Şeytan bu yöntemi, daha çok dini yeni yeni tanımaya başlayan veya kulaktan dolma bilgilerle yürümeye çabalayan insanlar üzerinde tatbik eder.

Eğer kişi kalbine gelen şüphe karşısında sıkı durur da Alah Tealâ’nın izniyle def etmeyi başarırsa, bu defa küfür veya edep dışı sayılacak düşünceleri akla getirmeye çalışır. Öyle ki insan, “keşke ölseydim de aklıma böyle şeyler gelmeseydi” der. Sonra, aklından geçen o şeyden dolayı çok büyük günaha girdiğini zannederek inanılmaz derecede üzülür.

Şeytanın istediği de budur: Onu telaşlandırıp dinden çıkmakla korkutmak... Çünkü kişi dinden çıktığına inandığında: “Zaten ben mahvolmuş biriyim, artık günah işlesem ne olur, işlemesem ne olur” ruh hâlini yaşayacaktır. Halbuki böyle durumlarda endişeye kapılmamak gerekir. Çünkü bu vesveseler insana ait değildir.

Vesveseden korunmak için


Kalbe gelen düşünceleri dinî ölçülerle karşılaştırıp ona göre hareket etmek doğru ve kolay bir yoldur. Yoksa, kalbe gelen şeyleri hemen kabullenip dinî hükmünü öğrenmeden hareket etmek yanlıştır.

Bu arada kalbe gelen vesvesenin üzerinde durmak, onu gözde büyütmek de anlamsızdır. Vesveseden korunmanın en etkili yolu ise Allah Tealâ’yı anmak, zikretmektir. Şeytanın giriş yolu kalp olduğuna göre, kalbin güçlenerek heva ve hevesi üzerinden atması şeytanın yolunu kapatacaktır. Zaten tasavvuftaki eğitimin gayelerinden biri de işte bu şekilde kalbi şeytanın cirit attığı bir meydan olmaktan çıkarıp Allah Tealâ’ya ait kılmaktır.

Allah anıldığı zaman şeytan susar. O nedenle kul, Kerim olan Rabbini her fırsatta anmalı, şeytanın vesvesesini savması için O’na sığınmalıdır. A’raf suresi 200. ayette şöyle buyurulur: “Eğer şeytandan bir fit (bir vesvese) gelip seni dürterse, hemen Allah’a sığın. Çünkü O hakkıyla işiten, hakkıyla bilendir.”
AYET-İ KERiME
“De ki: Rabbim, şeytanların kışkırtmasından sana sığınırım. Rabbim, onların yanımda bulunmalarından da sana sığınırım.” (Mü’minûn, 97-98)
Kürşat Salih YAMAN
 
Üst Alt