İslam'ın Tarihi

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
İslam'ın Tarihi
İslam'ın Tarihi
İslam tarihi denilince kaynaklarda, Peygamberimizin hayatı, hicret, savaşlar, cahiliye-Mekke-Medine dönemlerine ait gelişmeler ve nihayetinde de veda hutbesi yer alır. Devamında ise devletler, savaşlar, işgaller vs. Oysa İslam öncesiz, rakipsiz, sonrasız olandır. Allah’ın dini İslam ne Mekke’ye aittir ne de sadece Peygamberimizle ifade edilecek kadar geçici ve dar bir kalıptır. O’nun dini zaman ve mekan üstüdür.

Çünkü İslam, tevhid dininin ve ilk insan Âdem (as) ile başlayan Allah’ın dininin adıdır. Tüm Peygamber ve kitaplar Allah’ın dinini tebliğ için seçilmiş ve gönderilmiştir.

İslam’ın kelime anlamının yalnız Allah’a teslimiyet, esenlik, barış ve huzur olduğu hatırlanırsa tevhid dininin İslam olduğu çok daha iyi anlaşılacaktır. Nitekim kutsal kitap ve Peygamberlerin getirdiği şeriatın yani dini yaşama şeklinin farklı olması o toplumun günah ve sevapları ile doğru orantılı olarak Yüce Rabbimizin helal ve haramları değiştirmesi, kısması veya çoğaltması ile alakalıdır. Yoksa o kitap, din veya şeriatın bir önceki veya sonrakinden farklı olması gibi bir durum yoktur.

Hepsi sadece Allah’a iman, ibadet ve kulluk etmeyi, hepsi şeytana uymamayı, yedek ve uydurma ilahlar edinmemeyi, şirk ve küfürden uzak durmayı, tevazu, merhamet, fedakarlık, yardımlaşma ve paylaşma ortamında eşit ve hür olarak yaşamayı esas alır.

Hepsi insanın yaratılma gayesini hatırlatır ve infak etmeyi, hak yememeyi, zulmetmemeyi öğütler. Hepsi ahiretin varlığına yemin eder, hepsi hesap sorulacağına işaret eder.

Bu yüzden Allah’ın dini tektir, haktır, çetin ve adil olandır. Hepsinin adı tevhid ve İslam’dır.

İslam’ın tarihi dediğimizde işte yazılacaklar bu ilk noktadan başlamalıdır. O zaman ilk yazılacak madde de muhakkak İblisin ilk isyanı, insanı ilk ayartması ve insanı Allah yolundan çevirmeye yemin etmesiyle başlamalıdır ki saklanan İslam tarihi nedeniyle bugün pek çok Müslüman şeytanın bu yemininden habersiz ve gafil yaşamaktadır.

Bizleri cihatlara, hicretlere, Arapçaya ve Arabistan çöllerine gark eden İslam tarihinin kasıtlı yazarlarınca tevhid için verilen emeğin onda biri bile şirk için verilmediğindendir ki bugün Müslüman camia şirki tanımamakta ve dinlerini iman zafiyetleri ile birlikte yaşamaktadır.

İslam tarihinin Arş’tan, Yüce Meclis’ten, cennetten başladığı esas alınırsa ki öyle olmalıdır tevhid ve şirk çok daha iyi anlaşılacaktır. O zaman anlaşılacaktır ki düşman, hain, zalim, tuzak kuran, hile yapan hep bir tanedir ve o Hak düşmanıdır. İblisin ve nefsin tutsağı cin ve insanlar Allah’ın dinine rakip uydurma şirk dinini yaratan ve ona tabi olanlardır.

Muhakkak ki şeytanın (iblisin) Rabbimize isyan ederek meclisten kovulması, yaratıldıktan sonra insanı cennetteyken kandırması ve akabinde cennetten kovulmasına neden olan insandan nefret etmesi, öç almaya yemin etmesi, yeryüzündeki yaşamın bir sınava dönüşmesi Yüce Rabbimizin yüce ilmi ve kudreti dahilindedir. Zaten din iyi ve kötünün bir arada bulunduğu yaşamda iyi olanın hür ve serbestçe seçilmesi üzerine kuruludur ve bu da sınavın ta kendisidir.

İnsan ve İblis (ile yandaşlarının) yeryüzüne inmesi ile başlayan insanlık tarihi öncesinde her ne olduysa tasnif dışı ve din dışıdır. Çünkü o zaman diliminde varsa yaşayan insan, bitki ve hayvanların şuur nasibinden almamış olması hesap sorulamayacağının, hayvanlar gibi yaşam sonrası toprak olacaklarının teminatıdır ki din asıl; akıl, ruh ve şuur ile bezenmiş ilk insan Hz. Âdem (as) ve eşi ile tatbik alanı bulmuştur.

Şeytan, kibirlenerek büyüklenmiş ve isyan etmiş, kendi nefsini değil de insanı suçladığı için hakikati anlayamamış, insandaki cevheri görememiş, ilahi emre karşı gelmiş, tevbe edip af dilememekle, büyüklenme ve inadına devamla lanetlenmiş, kovulmuş ve cehenneme mahkum edilmiştir. İnsan ise kandığı ve gaflete düştüğü halde başkasını değil nefsini suçlamış, tevbe ile Yaratan’a sığınmış ve tevbesi kabul edilerek bağışlanmıştır. Yerdeki yaşam işte bu ikilem sonucu başlamıştır ki yeryüzü tam tarihini bilemesek te İnsanın yaratılmasından önce yaratılmıştır.

İblis yeryüzünün yaratılmasına gözleriyle şahitlik edip dururken, insan topraktan yaratılıp içine ruh üflenirken, Arş katında ki gayb alemine gözleriyle alenen bakıp duruyorken Allah’ı inkar etmek gibi bir düşüncesi asla yoktur ve olamaz da. Onun isyanı büyüklenmesi nedeniyledir ki kendisi ateşten yaratıldığı için topraktan yaratılan insanı küçük görmesine de bu sebep olmuştur.

İblis insandaki cevheri görememiş, ruh-şuur ve aklın ne demek olduğunu idrak edememiş, bu yüzden Rabbimizin secde emrine karşı gelmiştir.
Nitekim yere inen insan ve İblis soyu birlikte yaşamaya başlamış ve kandırmaca-süslü gösterme odaklı aldatmaca ve düşmanlık çağlar boyu yaşanmış ve yaşanmaktadır.

Şeytandan beklenen şeytanlık yapması, insandan beklenen insanlık yapmasıdır.

İnsan Adem Peygamber (as)’in evlatlarından itibaren tüm ikazlara rağmen İblise kanmaya, nefsine uymaya, kötülük ve güce o denli tutsak olmuştur ki en büyük zulümler, savaşlar, katliamlar bu nedenle yaşanmıştır yüzyıllar boyu.

İyiliğe ve cennetvari yaşama yönelik yaratılan ve donatılan insan bu şeytani dokunuşlarla çok zamanlar yoldan çıkmış, hakikati unutup inkar-nankörlük ve cahillik denizlerine yelken açmıştır.

İblis ilk günkü kararlılık ve azmi ile kötülüğüne devam ederken insan cenneti, cennetsel yaşamı unutmuş, sınav alanı olan dünyaya nihai yaşam olarak bakmaya başlamıştır.

Şeytanın tüm çabaları ile dejenere olan insanlık belirli zamanlarda uyarılmış ve her seferinde iyiye ve doğruya yeniden kılavuzlanmıştır. Çünkü Allah’ın ahdi ‘göndereceği kitap ve peygamberlerine uyanlar için cennetin helal olacağı’ yönündedir ki buda peygamberlerin sayı ve niteliğinin ezeli olan Allah tarafından zaten biliniyor olmasındandır.

Yüce Allah’ın ilim ve kudreti o denli büyüktür ki daha yaratılışın ilk gününde göndereceği peygamber ve kitapları bildirmesindeki maksadı topraktan yarattığı insanın şeytana tamah edeceğini bilmesindendir. Yazık ki Yüce Rabbimizin biliyor olduğu gerçekler bugün bile bir bir yaşanmaktadır.

İnsanlar ise gelen peygamberleri dinlememek, itaat etmemek, dünyadan vazgeçmemek, ahireti reddetmek eğiliminde olmuştur hep ve hala öyledir. Çünkü ahiretin kabulü bu dünyayı fütursuzca yaşamayı engelleyen en büyük etkendir.

Kafir ve mü’min arasındaki en büyük ayrım işte bu noktadadır. Küfrü tercih edenler Allah’ı ve ayetlerini yalanlayarak, Allah’a iftira atarak hakikati, sınavı, ahiret mizanını reddederken yaratılış gayesine de ters düşer ve cehennemlik olurlar. Mü’min ise imanı sayesinde ahirete de inanır, hesap ve sorguya da. Bu nedenle vakur, tevazu içinde ve iyi olarak yaşamaya gayret eder.

Müşrikler yani şirke bulaşmışlar Yüce Rabbimizin yanına, berisine eş ve ortaklar koyan ama Allah’ı bu yönetim kadrosunun en başından eksik etmeyenlerdir. Onlar şirkleri ile kişilerden, varlıklardan medet ve rızık umanlar, rablerinden şefaat bekleyenler, Kur’an üstü kitaplar edinenlerdir.

Münafıklar ise kafirlerden beter, maskeli müşriklerdir ki inananlar arasında yaşayıp onları zehirlerler. Onlar inanır görünüp asla inanmayanlardır. Nitekim onların yeri cehennemde kafirlerden de derindedir.

İşte Kur’an İslam tarihini anlatırken iki dinden bahseder; biri tevhid dini diğeri şirk dinidir.
Yine Kur’an insanları sadece iki grupta toplar; iman edenler ve etmeyenler.

İslam’ın tarihi yani insanlık tarihini tüm savaşları bu iki cephe arasında olmuştur ve olacaktır.

Gelen Peygamberlerin dini ve şeriatı o dinleri geçersiz, yanlış kılmaz. Aksine hepsi Allah katından olduğu için saygıyı gerekli kılar. Zaten iman etmek tüm kitap ve Peygamberlerin Allah katından olduğuna da iman etmektir. Bu kabul o dini akidelerin ve şeriatın hala geçerli olduğu manasına değildir. Çünkü Yüce Allah Peygamberimizin risaleti ile gelen son düzenlemelerle ve Kur’an ile sözlerini tamamlamış, bizler için İslam’ı seçmiş ve bu dini kıyamete kadar egemen kılmıştır ki Kur’an’ın ilk ayetten itibaren ilahi koruma altında olmasının gayesi de budur. Çünkü diğer kitap ve nizamlar değişmiş, saklanmış, değiştirilmiş, sonradan üretilmiş haldedir ki bu nedenle şeriatları geçersiz kalmış ve bir sonraki Peygamber gönderilmek durumunda kalınmıştır.

Ancak tüm dinlerin ortak paydaları hep aynıdır ve hiç değişmemiştir. Tüm oyunlar Allah’ın dinini bölen, menfaat odaklarının uydurmasıdır.

İşte İslam tarihi denilince anlaşılması gereken budur. Nuh peygamberin, İbrahim Peygamberin Allah’a teslim olan yani Müslüman olarak zikredilmesi bu nedenledir.

Allah’ın dini yüzyıllar önce de şimdi de aynı şeyi dilemektedir. Sınav budur, şartlar bunlar, sınav mekanı bu yeryüzüdür.

Haçlı seferlerinden, kıtlıklara, insanların katledilmesinden salgın hastalıklara kadar insan eliyle yaşanan zulümlerin tarafları hep yukarıda bahsedilen imanlı ve imansızlar taraflarıdır.

Hz. Peygamberimizden sonraki dönem muhakkak ki çok daha fazla önem arz eder ki peygamberimiz hem beşeri hem peygamberlik sıfatıyla örnek olmuş, dürüst ve emin kılınmış bir kuldur. O, İslam’ın nasıl yaşanacağını yaşayarak göstermiş, Kur’an’a tezat tek bir söz ve davranışta bulunmamıştır.

Kur’an’ın ve Peygamberimizin hayatının kıyamete kadar sürecek İslam’ın en değeli kaynakları olduğu bu nedenle hakikattir. Çünkü başkaca Peygamber ve kitap gönderilmeyeceği bizzat Rabbimizin ayetidir.

Mü’minler ve aslen tüm insanlık dini, beşeri dünyayı, sınavı bu ikisine sadık kalarak yaşamalı ve sonraki yaşama hazırlanmalıdır.

İblis iman edenler üzerinde etkisiz kılınmıştır. İblisten, nefsin zulmünden, kötülükten sakınmanın garantisi durumundaki iman dinin ilk kelimesidir ki sonrasında zaten infak yani paylaşmak ve yardım etmek gelir.

Bugün Peygamberleri öldürmeye teşebbüs eden zihniyetler de, iman kardeşliği içinde hicret eden mü’min zihniyeti de aynen devam etmektedir. Mesele taraf olmak ve hakikati görmektedir.

İslam tarihinde kötülükten yana rey kullananlar ölümleri ile birlikte ebedi azaba muhatap olurken, Allah yolunda değer, fayda, hicret, cihad ve ilim üretenler inşallah cennet bahçelerine mirasçı olmuşlardır.

İslam’ın tarihi denildiği zaman dün yaşananlar neyse bundan sonra yaşanacaklar da odur. Teknik, silahlar, dünyevi menfaatler değişse de kavga ve yeminler asla değişmez.

Sözün burasında ilahi hakikatten habersiz yaşayan Müslüman kesim için hatırlatma yapmakta fayda vardır ve o da şudur; Kur’an nurlarına temas edemez ve Arapça-anlamadan Kur’an okumaya devam ederseniz hakikate asla ulaşamaz ve ahirette bunu mazeret olarak öne süremezsiniz. Süregelen kavgada yanlış tarafta olmak istemiyorsanız Kur’an’ı en az bir kere kendi dilinizle okumak ve Allah kelamını anlamak zorundasınız. Bu bir farzdır.

Bilmez ve anlamazsanız bu size mazeret değil külfet olur ki vebalinden asla kurtulamazsınız. Çünkü bu Rabbimize en büyük haksızlıktır. Bu aynı zamanda şeytanın en büyük oyunudur ki elinde teşbihle gezen cahil sürüsünün mevcudiyeti şeytanı mutlu etmektedir.

Rabbimiz ise insanları çok sevmekte ve sürekli ikaz edip öğüt vermektedir. Anlaşılmadan okunan Kur’an ile bu öğütlere temas etmek mümkün değildir. Bu durumda da akibet karanlık olur. İslam’ın tarihi bu yüzden mücadele ve doğru çizgide kalabilme tarihidir ki bunu başaran azdır.

Allah tüm iman edenleri, tüm mü’minleri doğru yola ulaştırsın.
Allah tüm kullarını İslam’ın tarihinden haberdar eylesin.
Allah tüm inananlara doğru tarafta olmayı nasip etsin.
Amin!
 
Üst Alt