Kur'ân-ı Kerimden Helak kıssaları

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Kur'ân-ı Kerimden Helak  kıssaları
Kur'ân-ı Kerimden Helak kıssaları
Helak kıssaları Kur’an’ın işaretiyle nasıl yaşamamak ve ne yapmamak gerektiğini öütleyen yasaklar manzumesidir. Kur’an-ı Kerim’in şerefli sayfalarında bahsedilen helak olmuş kavimlerin kıssalarını ayetlerle okuyun.

Helak Edilen Kavimler ve Helak Sebepleri

Yüce Allah, yaratılmışların en şereflisi olan insana akıl ve irade vermiş ve bunun sonucunda ona bir takım sorumluluklar yüklemiştir. Bu sorumlulukları yerine getirebilmesi için de peygamberler ve kitaplar göndermek suretiyle ona rehberlik etmiştir. Kur'ân-ı Kerim, Yüce Allah tarafından Hz. Muhammed (a.s.)’e gönderilen son ilahi kitaptır. Bu Yüce Kitabın muhatabı bütün insanlar, gayesi de, onların dünya ve ahiret mutluluklarını sağlamaktır. Bu gayeye ulaşabilmemiz için, Kur'ân’ı okuyup anlamamız, emir ve yasaklarına uymamız gerekmektedir.

İnsanı yaratan, onu ruhen ve bedenen şekillendiren, onu yaşatan Allah'tır. Kainatı insanın emrine ve hizmetine veren Yüce Allah'ı tanımak, O'na yakınlaşmak ve O'na kulluk etmek her müslümanın en önemli görevidir. İnsan, kendisine yol gösterici olarak Allah'ın insanlara Peygamberimiz (sav) aracılığıyla ulaştırdığı vahyini ve Peygamber Efendimizin sünnetini rehber edinmelidir. Bitmez tükenmez bir ilim, hikmet ve saadet kaynağı olan Kur'ân; nuru ile alemleri aydınlatan, ruhlara şifa veren, insanların güçlü bir vicdana ve sağlam bir imana sahip olmasına vesile olan, akılları ve gönülleri aydınlatan yüce bir kitaptır.

Bundan dolayı, kendimize yol gösterici olarak Kuran'ı rehber edinerek Yüce Allah'ın Kuran'da bizlere neler bildirdiğini, son derece titiz ve dikkatli bir biçimde incelememiz ve bunlar üzerinde düşünmemiz gerekmektedir. Nitekim Allah, Kuran'ın gönderiliş amacının insanları düşünmeye yöneltmek olduğunu bildirir:
AYET-İ KERiME
"Bu Kur'ân; kendisiyle uyarılsınlar, Allah’ın ancak tek ilah olduğunu bilsinler ve akıl sahipleri düşünüp öğüt alsınlar diye insanlara bir bildiridir.” (İbrahim, 14/52).
Kuran'ın büyük bir bölümünü oluşturan geçmiş kavimlerin haberleri de kuşkusuz üzerinde düşünülmesi gereken konulardan biridir. Bu kavimlerin çoğunluğu, kendilerine gönderilen peygamberleri yalanlamışlar ve onlara düşmanlık yapmışlardır. Bu taşkınlıklarından dolayı Yüce Allah Kuran'da, bu helak olaylarının sonraki insanlara ibret olması gerektiğini bildirmektedir. Mesela Allah'a isyan eden bir grup Yahudi'ye verilen ceza;
AYET-İ KERiME
“Biz bunu, hem onu görenlere hem de sonra geleceklere bir ibret ve Allah’a karşı gelmekten sakınanlara da bir öğüt kıldık." (Bakara, 2/66)

ayeti ile ibret olarak bizlere anlatılmaktadır.

Kuran'da anlatılan helak olaylarının pek çoğu çağımızda yapılan arkeolojik bulgular sayesinde "görülecek" ve "bilinip-tanınacak" hale gelmiştir.

Her canlı gibi millet ve toplumların da dünyada belli bir yaşama süreleri vardır, doğar, yaşar ve ölürler. Tarih sahnesinde ebedi olarak yaşayan hiçbir kavim yoktur. Tıpkı insanlarda olduğu gibi kavimler de eceli geldiği zaman tarih sahnesinden silinir giderler. Bu Yüce Allah’ın kainatta tesis ettiği nizamın bir gereğidir.
Helak edilen kavimler ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim’de şöyle buyurulmaktadır;
AYET-İ KERiME
“Helâk ettiğimiz her memleketin mutlaka bilinen bir yazısı (belli vakti) vardır. Hiçbir toplum ecelini geçemez ve ondan geri de kalamaz.” (Hicr, 15/4-5).

Kur'ân-ı Kerim’de helak olduğu bildirilen kavimlerle ilgili olarak, “karye”,(1) ve “ümmet”(2) kelimeleri kullanılmaktadır. Bu kelimeler; memleket halkı, nesil, az veya çok, büyük veya küçük toplum anlamını ifade eder. (3)

Toplumlar ecelleri gelince helak olup giderler. Eceli ne bir an ileri geçebilir ne de geri bırakılabilir, ne uzatılabilir ne de kısaltılabilir. Bu eceli ancak Allah bilir. Her topluluğun bir helak zamanı vardır. O zaman gelince helakleri gerçekleşir.
NOT
“Her cemaat, büyük veya küçük her kavim ve devlet için Allah katında belirli bir vakit ve süre vardır. Allah’a karşı peygamberini yalanlayanların, müşriklerin,azgınların, dinsizlerin, zalimlerin, asilerin, edepsizlerin, hepsi dünyanın her tarafında birden bire aynı anda cezalandırılmazlar. Çeşitli toplumların, kavimlerin belirli müddetleri vardır. Birini şu kadar zaman içerisinde helak eden bir fenalık, diğerini mahvetmek için daha az veya daha çok zaman alabilir. Ancak ecelleri gelip mühletleri bitince ne bir saat gecikebilir ne de bir saat öne geçebilirler. Helak edilirler.”(4)
Bu husus Kur'ân-ı Kerim’de şöyle anlatılır;
AYET-İ KERiME
“Her milletin belli bir eceli vardır. Onların eceli geldi mi, ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (A'raf,7/34).
Ayet-i kerimede bu ecelin hiçbir şekilde şaşmadığı bildirilmektedir:
AYET-İ KERiME
“Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi asla ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.” (Münafıkun, 63/11).
Yine Kur'ân-ı Kerim’e göre ölen ancak Allah’ın izni ile ölür:
AYET-İ KERiME
“Hiçbir kimse Allah’ın izni olmadan ölmez. Ölüm belirli bir süreye göre yazılmıştır. Kim dünya menfaatini isterse, kendisine ondan veririz. Kim de ahiret mükafatını isterse, ona da ondan veririz. Biz şükredenleri mükafatlandıracağız."(Al-i İmran, 3/145).
“Her ümmetin azap ve helaki takdiri olup, levh-i mahfuzda yazılıdır. O yazıdaki sebep ve şartlar tahakkuk edip vakitleri gelince helak edilirler.” (5) Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır:
AYET-İ KERiME
“ Ne kadar memleket varsa hepsini kıyamet gününden önce ya helak edeceğiz ya da şiddetli bir azapla cezalandıracağız. İşte bu, Kitap’ta (Levh-i Mahfuz’da) yazılmış bulunuyor.”(İsra,17/58)

Ümmetlerin ve insanların helak zamanlarını takdir eden Allah’tır. Bu takdir ve ecelin dışında hiçbir kimsenin ölmesi, hiç bir ümmetin yok olması söz konusu değildir. Ayetlerde belirtildiği gibi, her toplumun ve her canlının bir eceli vardır. Zamanı gelince nefislerin ve kavimlerin ölümü tahakkuk eder. Bu ecelin zamanını insanlar bilemez, ancak Allah bilir.

Kur'ân-ı Kerim’e göre kavimlerin helak oluşuna bizzat o topluluklarda yaşayanların kendileri neden olmaktadır. Toplumların helakinin nedeni de işte burada yatmaktadır.Yüce Allah çok merhametlidir. Onun merhameti her şeyi kuşatmıştır. Allah insanlara zulmetmez, iyiliklerin karşılığını kat kat fazlasıyla verir. İşlenen kötülüklerin hepsine ise ceza vermez, bir kısmını bağışlar.
AYET-İ KERiME
“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez. (Yapılan) çok küçük bir iyilik de olsa onun sevabını kat kat arttırır ve kendi katından büyük bir mükâfat verir.”( Nisa 4/40)

“Şüphesiz Allah insanlara hiçbir şekilde zulmetmez; fakat insanlar kendilerine zulmederler.”(Yunus, 10/44)
Ayetler, Allah'ın insanlara zulmetmediği, insanların başlarına gelen felaket ve âfetlerin kendi hataları sebebiyle geldiğini, böylece isyan eden insanların kendi kendilerine zulmettiklerini ifade etmektedir.
AYET-İ KERiME
"Andolsun, sizden önceki nice nesilleri peygamberleri, kendilerine apaçık deliller getirdikleri halde (yalanlayıp) zulmettikleri vakit helâk ettik. Onlar zaten inanacak değillerdi. İşte biz suçlu toplumu böyle cezalandırırız." (Yunus,10/13)

“Eğer, o memleketlerin halkları iman etseler ve Allah’a karşı gelmekten sakınsalardı, elbette onların üstüne gökten ve yerden nice bereketler (in kapılarını) açardık. Fakat onlar yalanladılar, biz de kendilerini işledikleri günahlarından dolayı yakalayıverdik." (A'raf,7/96)

“Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince, biz onları bilemeyecekleri bir yerden yavaş yavaş felakete götüreceğiz.”(A'raf,7/182).
Kavimlerin helak edilmeleri, yapmış oldukları zulüm ve hatalar yüzündendir. Bir kavim kendisinde bulunan güzel hasletleri değiştirmedikçe Allah onları değiştirmez. Ayet şöyle buyurulmaktadır:
AYET-İ KERiME
“Şüphesiz ki, bir kavim kendi durumunu değiştirmedikçe Allah onların durumunu değiştirmez. Allah, bir kavme kötülük diledi mi, artık o geri çevrilemez. Onlar için Allah’tan başka hiçbir yardımcı da yoktur.” (Ra’d, 13/11)

Ayet-i kerime’ye göre insanlar, iyi hallerini devam ettirdikleri müddetçe nimet ve huzur içerisinde bulunmaya devam ederler. Toplumların helake ve yokluğa sürüklenmeleri fitne, fesat, anarşi ve terör gibi kendi kabahatleri yüzündendir. (6)

Bir toplumda ahlaksızlık, haksızlık, zulüm ve kötülükler çoğalır, bu kötülükleri önlenmeye veya kaldırılmaya çalışan da olmazsa cezalandırılır, helâk edilir. Allah bu toplumun yerine başka bir nesil var eder. Bu husus Kur'ân'da şöyle bildirmektedir.
AYET-İ KERiME
“Biz zulmetmekte olan nice memleket halkını kırıp geçirdik ve onlardan sonra başka toplumlar meydana getirdik.” (Enbiya, 21/11).

Geçmişten günümüze kadar pek çok kavim gelip geçmiştir. Bu kavimler varlıklarını bugüne kadar niçin sürdürememiştir? Bunlar niçin helak edilmişlerdir? Kur'ân-ı Kerim’e göre kimi kavimler darlık ve yokluk içinde, kimisi de bolluk ve refah halinde iken helak edilmişlerdir. (7)

Kur'ân-ı Kerim’in bizlere bildirdiğine göre Allah her kavme doğru yolu göstermeleri için peygamber göndermiş, peygamberler onları iman ve itaate çağırmışlar, taşkınlık, zulüm ve isyanı terk etmelerini istemişlerdir. Ancak o kavimlerin pek çoğu bu peygamberlerin davetine uymadığı gibi onları yalanlamışlar, hatta eziyet edip öldürmüşlerdir. Allah çeşitli kereler o kavimleri uyarmış, ancak düzelmeyince helak etmiştir. Konu ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmektedir:
AYET-İ KERiME
“Onlardan (Mekke halkından) önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkan ve iktidarı onlara vermiştik. Onlara bol bol yağmur yağdırmıştık. Topraklarından nehirler akıttık. Sonra da günahları sebebiyle onları helak ettik ve arkalarından başka bir nesil var ettik.” (Enam, 6/6)

“Derken onlar kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, (önce) üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Sonra kendilerine verilenle sevinip şımardıkları sırada onları ansızın yakaladık da bir anda tüm ümitlerini kaybedip yıkıldılar.”(Enam, 6/44) (8

Ayet-i kerimeler; Yüce Allah'ın geçmiş kavimleri günahları sebebiyle helak ettiğini, bu kavimlerin ekonomik ve teknik imkanları iyi olmasına rağmen helak olmaktan kurtulamadıklarını bildirmektedir. Yüce Allah helak olan bu kavimlerin yerlerine yeni topluluklar yaratmıştır.

Helak edilen kavimlerin başta gelen kabahatleri, onları imana, itaate ve doğruluğa davet eden Peygamberlere isyan etmeleri ve onları yalanlamalarıdır.

Kur'ân-ı kerim’in önemli bir bölümü geçmiş kavimlerin (toplumların) ve peygamberlerin kıssalarından, hayat hikayelerinden kesitler sunmaktadır. Şüphesiz bu kıssalar insanların okuyup geçmeleri için değil, ibret almaları içindir. Bu kıssalar çok önemli ibret, hikmet ve öğütlerle doludur. Bu itibarla âyetleri dikkatle okumalı ve bunlardan ders almalıyız.

Şimdi helâk edilen kavimlerden bazılarının helak ediliş sebeplerini zikredebiliriz.
KAYNAK
1. Karye ile ilgili olarak bak; İsra,17/16,58 Hicr,15/4,Enbiya,21/56 Hac,22/45,Şuara,26/208, Kasas,22/158, Muhammed,47/13
2. Ümmet ile ilgili olarak bak; Araf,7/34,164,Yunus,10/49, Hicr,15/5, Enam,6/42, Hud,11/48, Zuhruf,43/22. Enbiya,21/92. Hud,11/8 Ayrıca bak: “kavm” için; Ali İmran,3/117, “karn” için; Kasas,28/78, Enam,6/6 Yunus,10/13,Secde,2226,Kaf,50/36. Kavm ve Karn kelimesi de bu anlamda kullanılmaktadır.
3. El-Kurtubi,Muhammed, el-Cami li Ahkami’l-Kur'ân, l,137. Yazır, Elmalılı M. Hamdi, Hak Dini Kur'ân Dili,l, 508 ilgili ayetler için bak;zuhruf,43/22,Enbiya,21/92, Hud,11/8, Enam,6/38,42
4. Yazır, III, 2156
5. Karagöz,İsmail,Kur'ân’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum,s.172
6. Karagöz, İsmail,Kur'ân’a Göre Musibetler Açısından İnsan ve Toplum,176-177
7. Karagöz, s.182
 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Kur'ân-ı Kerimden Helak kıssaları - Allah zulmü bağışlamayacaktır

Allah zulmü bağışlamayacaktır

İnsan iyi ve kötüyü seçme yeteneğini kötüden yana kullanmaya, heves ve nefsi doğrultusunda harekete meyillidir. Bu haliyle insan ayetlerde sayısız kere tekrarlandığı gibi cahil ve nankör ve zalimdir.
AYET-İ KERiME
“O, âdetleri üzere hareket eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize verendir. O, istediğiniz şeylerin hepsinden size verdi. Eğer Allah’ın nimetlerini saymaya kalkışsanız sayamazsınız. Şüphesiz insan çok zalimdir, çok nankördür.” (İbrahim 14/33,34)

Oysa zulüm öldürmekten bile ağır bir günah ve bedeli ateş olan illettir.
AYET-İ KERiME
“…Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır…” (Bakara 2/191)

AYET-İ KERiME
“…Zulüm ve baskı ise adam öldürmekten daha büyüktür…” (Bakara 2/217)

Ve zulüm cezası büyük olandır.
AYET-İ KERiME
“…Sizden kim de zulüm ve haksızlık ederse, ona büyük bir azap tattırırız.” (Furkan 25/19)

AYET-İ KERiME
“O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez. O, önlerindekini ve arkalarındakini (dünyadaki ve ahiretteki durumlarını) bilir. Onların bilgisi ise Rahmân’ı kuşatamaz. Bütün yüzler; diri, yaratıklarına hâkim ve onları koruyup gözeten Allah’a boyun eğmiştir. Zulüm yüklenen, mutlaka hüsrana uğramıştır.” (Ta’ha 20/109-111)

AYET-İ KERiME
“Onlar için cehennem ateşinden döşek, üstlerinde de cehennem ateşinden örtüler var. İşte biz zalimleri böyle cezalandırırız.” (A’raf 7/41)

AYET-İ KERiME
“Münafıkların durumu ise tıpkı şeytanın durumu gibidir. Çünkü şeytan insana, “İnkâr et” der; insan inkâr edince de, “Şüphesiz ben senden uzağım. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım” der. Nihayet ikisinin de (azdıranın da azanın da) akıbeti, ebediyen ateşte kalmaları olmuştur. İşte zalimlerin cezası budur.” (Haşr 59/16,17)

Zulüm doğal olarak aklını işletemeyen, hakikati göremeyen ve inancında dik duramayanlara yani şeytanlara ve insana mahsustur. Allah ise asla zulmetmez sadece zerre kadar bile olsa her yapılanın ve tam olarak karşılığını verir.
AYET-İ KERiME
“Şüphesiz Allah (hiç kimseye) zerre kadar zulüm etmez…” (Nisa 4/40)

AYET-İ KERiME
“Biz, hiçbir memleketi uyarıcıları olmadıkça helâk etmedik. Bu, bir hatırlatmadır. Biz zalim değiliz.” (Şu’ara 26/208,209)

Bilakis Allah rahmet ve şefkatiyle insanın yaptığı zulümleri bile defalarca bağışlayan, kendi kudret, ilim ve hükmüne yapılan sayısız saldırı ve haksızlıkların cezasını hemen vermeyen, ahiret yurduna erteleyendir.
AYET-İ KERiME
“…Şüphesiz Rabbin, insanların zulümlerine rağmen bağışlama sahibidir. Bununla beraber Rabbinin azabı pek şiddetlidir.” (Rad 13/6)

AYET-İ KERiME
“Eğer Allah, insanları zulümleri yüzünden hemen cezalandırsaydı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onları belirli bir süreye kadar erteler. Ecelleri geldiği zaman ise ne bir an geri kalabilirler, ne de öne geçebilirler.” (Nahl 16/61)

Yüce Allah zalimleri en iyi bilendir.
AYET-İ KERiME
“…Ama onlara savaş farz kılınınca içlerinden pek azı hariç, yüz çevirdiler. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir.” (Bakara 2/246)

Allah zalimleri bilir, hidayete erdirmez, sevmez, doğru yola iletmez, yaptıklarından habersiz değildir. Zalimler için hiçbir yardımcı da yoktur. Onlar kurtuluşa eremezler. Zalimler topluluğu Allah’ın rahmetinden uzaktır.
Ve Allah’ın laneti zalimler üzerinedir.
AYET-İ KERiME
“…Biliniz ki, Allah’ın lâneti zalimler üzerinedir.” (Hud 11/18)

AYET-İ KERiME
“O gün zalimlere, mazeretleri fayda vermez. Lânet de onlaradır, kötü yurt da onlaradır.” (Mü’min 40/52)

AYET-İ KERiME
“Cennetlikler cehennemliklere, “Rabbimizin bize va’dettiğini biz gerçek bulduk. Siz de Rabbinizin va’dettiğini gerçek buldunuz mu?” diye seslenirler. Onlar, “Evet” derler. O zaman aralarında bir duyurucu, “Allah’ın lâneti zalimlere!” diye seslenir.” (A’raf 7/44)

Zulüm nedir ve zalim kimdir o zaman?

Zulüm; gerçeği inkar etmek, ilahi hükme eş ve ortaklar atamak, hak yemek, eziyet etmek, iftira atmak, yalanlamak, batılı egemen kılmaya kalkmak, her türlü baskı ve işkence ile insanlara istemediği bir şeyi yaptırmaya gayret etmektir.
BİLGİ
Zulüm, insanları Allah yolundan alıkoymak, kandırarak şirke sevk etmek veya güç kullanarak hak yemeye zorlamaktır.

AYET-İ KERiME
“Yahudilerin yaptıkları zulüm ve birçok kimseyi Allah yolundan alıkoymaları, kendilerine yasaklanmış olduğu hâlde faiz almaları, insanların mallarını haksız yere yemeleri sebebiyle önceden kendilerine helâl kılınmış temiz ve hoş şeyleri onlara haram kıldık. İçlerinden inkâr edenlere de acı bir azap hazırladık.” (Nisa 4/160,161)

Zulüm Allah’ın koyduğu sınırlara riayet etmemek, yasakları ciddiye almamak, inkâr etmek ve günah işlemekte sakınca görmemektir.
AYET-İ KERiME
“Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zalimlerden olursunuz.” (Bakara 2/35)

AYET-İ KERiME
“Dediler ki: “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz.” (A’raf 7/23)
“…Allah’ın koyduğu sınırları kim aşarsa, onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara 2/229)

Zulümlerin en büyüğü ise muhakkak Allah’a şirk koşmaktır ve bağışlanmayacak suçtur.
AYET-İ KERiME
“Hani Lokmân, oğluna öğüt vererek şöyle demişti: “Yavrum! Allah’a ortak koşma! Çünkü ortak koşmak elbette büyük bir zulümdür.” (Lokman 31/13)

Zalim ise; bu eylemleri hayata geçiren, destekleyen, yapılmasına ses çıkarmayan ve yapanlarla aynı mecliste olmakta sakınca görmeyenlerin tamamıdır.
AYET-İ KERiME
“Ey iman edenler! Eğer küfrü imana tercih ederlerse, babalarınızı ve kardeşlerinizi bile dost edinmeyin. İçinizden kim onları dost edinirse, işte onlar, zalimlerin ta kendileridir.” (Tevbe 9/23)

AYET-İ KERiME
“Onlar seni dinlerlerken hangi maksatla dinlediklerini, kendi aralarında konuşurlarken de o zalimlerin, “Siz ancak büyülenmiş bir adama uyuyorsunuz” dediklerini çok iyi biliyoruz.” (İsra 17/47)

AYET-İ KERiME
“Ey iman edenler! Hiçbir alışverişin, hiçbir dostluğun ve hiçbir şefaatin olmadığı kıyamet günü gelmeden önce, size rızık olarak verdiklerimizden Allah yolunda harcayın. İnkâr edenler ise zalimlerin ta kendileridir.” (Bakara 2/254)

AYET-İ KERiME
“Kim, kendisine Rabbinin âyetleri hatırlatılıp da onlardan yüz çeviren ve elleriyle yaptığını unutandan daha zalimdir? Şüphesiz biz, onu anlamamaları için, kalplerine perdeler gerdik, kulaklarına da ağırlıklar koyduk. Sen onları hidayete çağırsan da artık ebediyen hidayet bulamazlar.” (Kehf 18/57)

AYET-İ KERiME
“Artık bundan sonra Allah’a karşı kim yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Al-i İmran 3/94)

“…Allah tarafından kendisine ulaşan bir gerçeği gizleyen kimseden daha zalim kimdir?…” (Bakara 2/140)

“Derken, onların içindeki zalimler, sözü kendilerine söylenenden başka şekle soktular. Biz de haktan ayrılmaları sebebiyle, o zalimlere gökten bir azap indirdik.” (Bakara 2/59)

“Andolsun, sen kendilerine kitap verilenlere her türlü mucizeyi getirsen de, onlar yine senin kıblene uymazlar. Sen de onların kıblesine uyacak değilsin. Onlar birbirlerinin kıblesine de uymazlar. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların arzu ve keyiflerine uyacak olursan, o takdirde sen de mutlaka zalimlerden olursun.” (Bakara 2/145)

“Hakkında hiçbir delil indirmediği şeyleri Allah’a ortak koştuklarından dolayı; inkâr edenlerin kalplerine korku salacağız. Barınakları da cehennemdir. Zalimlerin kalacakları yer ne kötüdür.” (Al-i İmran 3/151)

“…Allah’ın indirdiği ile hükmetmeyenler, zalimlerin ta kendileridir.” (Maide 5/45)

“Âyetlerimiz hakkında dedikoduya dalanları gördüğün vakit başka bir söze dalıncaya kadar onlardan yüz çevir, uzaklaş. Şayet şeytan sana unutturursa hatırladıktan sonra (kalk), o zalimler grubu ile beraber oturma.” (En’am 6/68)

“Allah’a karşı yalan uyduran veya kendine bir şey vahyedilmemişken, “Bana vahyolundu” diyen, ya da “Allah’ın indirdiğinin benzerini ben de indireceğim” diye laf eden kimseden daha zalim kimdir? Zalimlerin şiddetli ölüm sancıları içinde çırpındığı; meleklerin, ellerini uzatmış, “Haydi canlarınızı kurtarın! Allah’a karşı doğru olmayanı söylediğiniz, ve O’nun âyetlerinden kibirlenerek yüz çevirdiğiniz için bugün aşağılayıcı azap ile cezalandırılacaksınız” diyecekleri zaman hâllerini bir görsen!” (En’am 6/93)

“Elçilerimiz (melekler) İbrahim’e müjdeyi getirdiklerinde, “Biz, bu memleket halkını helâk edeceğiz, çünkü oranın ahalisi zalim kimselerdir” dediler.” (Ankebut 29/31)

“Kim, Rabbinin âyetleri kendisine hatırlatıldıktan sonra onlardan yüz çevirenden daha zalimdir? Şüphesiz ki biz suçlulardan intikam alıcıyız.” (Secde 32/22)

“Bunların durumu tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Allah’ın âyetlerini inkâr etmişler, Allah da kendilerini günahları sebebiyle hemen yakalamıştı. Şüphesiz Allah kuvvetlidir, azabı çetin olandır. Bunun sebebi şudur: Bir toplum kendilerinde bulunan (iyi davranışlar)ı değiştirmedikçe, Allah onlara verdiği bir nimeti değiştirmez ve şüphesiz Allah hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir. Bunların durumu, tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin durumu gibidir. Onlar Rablerinin âyetlerini yalanlamışlar, biz de onları günahları sebebiyle helâk etmiştik ve Firavun ailesini de suda boğmuştuk. Hepsi de zalim kimselerdi.” (Enfal 8/52-54)

NOT
Kibir ve aşağılayıp büyüklenme; kanmanın, zulmetmenin öz kardeşidir ve bu huylar kimde varsa zalim de odur. Kışkırtan, vesvese verenler işte tam bu duyguyu kullanır ve insan bu kibri nedeniyle ateşlere razı olur.

AYET-İ KERiME
“İnkâr edenler, peygamberlerine; “Andolsun, ya sizi yurdumuzdan çıkaracağız, ya da bizim dinimize dönersiniz” dediler. Rableri de onlara şöyle vahyetti: “Biz zalimleri mutlaka yok edeceğiz.” (İbrahim 14/13)

“Nitekim âyetlerimiz kendilerine gerçeği gösterecek biçimde gelince, “Bu apaçık bir sihirdir” dediler. Kendileri de bunların hak olduklarını kesin olarak bildikleri hâlde, sırf zalimliklerinden ve büyüklük taslamalarından ötürü onları inkâr ettiler. Ama bozguncuların sonunun nasıl olduğuna bir bak!” (Neml 27/13,14)

Allah’ın rahmet ve merhameti, şefaat ve bağışlayıcılığının nimetlerinden yararlanamayacak olanlar işte bu zulmedenler ve ortaklarıdır.
“Bir zaman Rabbi İbrahim’i birtakım emirlerle sınamış, İbrahim onların hepsini yerine getirmiş de Rabbi şöyle buyurmuştu: “Ben seni insanlara önder yapacağım.” İbrahim de, “Soyumdan da (önderler yap, ya Rabbi!)” demişti. Bunun üzerine Rabbi, “Benim ahdim (verdiğim söz) zalimleri kapsamaz” demişti.” (Bakara 2/124)

“Onlar, Allah’ı bırakıp, hakkında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, kendilerinin de hakkında hiçbir bilgilerinin bulunmadığı şeylere kulluk ederler. Zalimlerin hiçbir yardımcısı yoktur.” (Hac 22/71)

“Andolsun, “Allah, Meryem oğlu Mesih’tir” diyenler kesinlikle kâfir oldu. Oysa Mesih şöyle demişti: “Ey İsrailoğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin. Kim Allah’a ortak koşarsa, artık, Allah ona cenneti muhakkak haram kılmıştır. Onun barınağı da ateştir. Zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Maide 5/72)

“Kim Allah’a karşı yalan uydurandan, ya da O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalimdir? Şüphesiz ki, zalimler kurtuluşa eremez.” (En’am 6/21)

“Ey Muhammed! Biz çok iyi biliyoruz ki söyledikleri elbette seni incitiyor. Onlar gerçekte seni yalanlamıyorlar; fakat o zalimler Allah’ın âyetlerini inadına inkâr ediyorlar.” (En’am 6/33)

“…İnsanları bilgisizce saptırmak için Allah’a karşı yalan uyduran kimseden daha zalim kimdir? Şüphesiz Allah, zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (En’am 6/144)

“…Artık Allah’ın âyetlerini yalanlayan ve (insanları) onlardan çeviren kimseden daha zalim kimdir!? İnsanları âyetlerimizden alıkoymaya kalkışanları, yapmakta oldukları engellemeden dolayı azabın en kötüsü ile cezalandıracağız.” (En’am 6/156,157)

“Aralarında hüküm vermesi için Allah’a (Kur’an’a) ve peygambere çağırıldıkları zaman, bir de bakarsın ki içlerinden bir grup yüz çevirmektedir. Ama gerçek (verilen hüküm) kendi lehlerinde ise, boyun eğerek ona gelirler. Kalplerinde bir hastalık mı var, yoksa şüphe ve tereddüde mi düştüler? Yoksa Allah ve Resûlünün kendilerine karşı zulüm ve haksızlık edeceğinden mi korkuyorlar? Hayır, işte onlar asıl zalimlerdir.” (Nur 24/48-50)

“Yaklaşmakta olan gün konusunda onları uyar. O gün yürekler gam ve tasa ile dolu, (sanki) gırtlaklara dayanmıştır. Zalimlerin ne sıcak bir dostu, ne de sözü dinlenir bir şefaatçisi vardır.” (Mü’min 40/18)

“Onlar cehennemde, “Ey Rabbimiz! Bizi buradan çıkar ki dünyada iken işlemekte olduğumuzdan başka ameller, salih ameller işleyelim” diye bağrışırlar. (Onlara şöyle denilir:) “Sizi, düşünüp öğüt alacak kimsenin düşünüp öğüt alabileceği kadar yaşatmadık mı? Size uyarıcı da gelmişti. Öyle ise tadın azabı. Çünkü zalimler için hiçbir yardımcı yoktur.” (Fatır 35/37)

Kıyametin hesap ve mizan vaktinde, zalimler kâfirlerle birlikte hasredilecek, pişmanlık ile nefislerine ve kendilerini kandıranlara düşman olacaklar ve cennetlikler onlara bakıp kendi durumlarına şükredeceklerdir.
AYET-İ KERiME
“De ki: “Ey kavmim! Elinizden geleni yapın. Ben de (görevimi) yapacağım. Ama dünya yurdunun sonucunun kimin olacağını yakında öğreneceksiniz. Şüphesiz, zalimler kurtuluşa eremezler.” (En’am 6/135)

“Sakın, Allah’ı zalimlerin yaptıklarından habersiz sanma! Allah, onları ancak gözlerin dehşetle bakakalacağı bir güne erteliyor. O gün başlarını dikerek (çağırıldıkları yere doğru) koşarlar. Gözleri kendilerine bile dönmez, kalpleri de bomboştur. (Ey Muhammed!) İnsanları, kendilerine azabın geleceği gün ile uyar. Zira o gün zalimler, “Ey Rabbimiz! Yakın bir süreye kadar bizi ertele de senin çağrına uyalım ve peygamberlerin izinden gidelim” diyecekler. Onlara şöyle denilecek: “Daha önce siz, sonunuzun gelmeyeceğine yemin etmemiş miydiniz?” (İbrahim 14/42-44)

“O gün zalim kimse, (çaresizlik içinde) ellerini ısırıp şöyle diyecektir: “Ne olurdu ben de peygamberle beraber aynı yolu tutsaydım! Yazıklar olsun bana, keşke falanı dost edinmeseydim! Andolsun, Kur’an bana geldikten sonra beni ondan o saptırdı. Zaten şeytan insanı yardımcısız bırakıverir.” (Furkan 25/27-29)

“De ki: “Hak, Rabbinizdendir. Artık dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Biz zalimlere öyle bir ateş hazırladık ki, onun alevden duvarları kendilerini çepeçevre kuşatmıştır. (Susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden eriyiği gibi, yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir. O ne kötü bir içecektir! Cehennem ne korkunç bir yaslanacak yerdir.” (Kehf 18/29)

“Bize gelecekleri gün (gerçekleri) ne iyi işitip ne iyi görecekler! Ama zalimler bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Meryem 19/38)

“(Ey insanlar!) Sizden cehenneme varmayacak hiç kimse yoktur. Rabbin için bu, kesin olarak hükme bağlanmış bir iştir. Sonra Allah’a karşı gelmekten sakınanları kurtarırız da zalimleri orada diz üstü çökmüş hâlde bırakırız.” (Meryem 19/71,72)

“İnkâr edenler, “Biz bu Kur’an’a da ondan önceki kitaplara da asla inanmayız” dediler. Zalimler, Rablerinin huzurunda durduruldukları zaman hâllerini bir görsen! Birbirlerine laf çevirip dururlar. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Siz olmasaydınız, biz mutlaka iman eden kimseler olurduk” derler. Büyüklük taslayanlar, zayıf ve güçsüz görülenlere, “Size hidayet geldikten sonra, biz mi sizi ondan alıkoyduk? Hayır, suçlu olanlar sizlerdiniz” derler. Zayıf ve güçsüz görülenler, büyüklük taslayanlara, “Hayır, bizi hidayetten saptıran gece ve gündüz kurduğunuz tuzaklardır. Çünkü siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na eşler koşmamızı emrediyordunuz” derler. Azabı görünce de içten içe pişmanlık duyarlar. Biz de inkâr edenlerin boyunlarına demir halkalar geçiririz. Onlar ancak yapmakta olduklarının cezasını göreceklerdir.” (Sebe 34/31-33)

“O zalimler, azabı gördükleri zaman artık onlardan azap hafifletilmez ve kendilerine mühlet de verilmez.” (Nahl 16/85)

NOT
Zalimlerin en büyük destekçisi ve kandırıcısı şeytan lakaplı İblis’tir. İblis insanı kendisi ve askerleri ile kandıran ve zulmetmeye sevk edendir. Ve zalimler baş yol göstericileri olan İblis ve soyu ile kâfirler ile birlikte hasredileceklerdir.

AYET-İ KERiME
“Onların hepsini bir araya toplayacağı gün şöyle diyecektir: “Ey cin topluluğu! İnsanlardan pek çoğunu saptırıp aranıza kattınız.” Onların insanlardan olan dostları, “Ey Rabbimiz! Bizler birbirimizden yararlandık ve bize belirlediğin süremizin sonuna ulaştık” diyecekler. Allah da diyecek ki: “Allah’ın diledikleri (affettikleri) hariç, içinde ebedî kalmak üzere duracağınız yer ateştir.” Ey Muhammed! Şüphesiz senin Rabbin hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir. İşte biz, kazanmakta oldukları günahlar sebebiyle zalimlerin bir kısmını diğer bir kısmına böyle musallat ederiz.” (En’am 6/128,129)

“İş bitirilince şeytan da diyecek ki: “Şüphesiz Allah, size gerçek olanı söz verdi. Ben de size söz verdim ama yalancı çıktım. Zaten benim sizi zorlayacak bir gücüm yoktu. Ben sadece sizi çağırdım, siz de hemen bana geliverdiniz. O hâlde beni kınamayın, kendinizi kınayın. Artık ben sizi kurtaramam, siz de beni kurtaramazsınız. Şüphesiz ben, daha önce sizin, beni Allah’a ortak koşmanızı kabul etmemiştim. Şüphesiz, zalimlere elem dolu bir azap vardır.” (İbrahim 14/22)

“Allah, şeytanın verdiği bu vesveseyi, kalplerinde hastalık bulunanlar ile kalpleri katı olanlara bir imtihan vesilesi kılmak için böyle yapar. Hiç şüphesiz ki o zalimler, derin bir ayrılık içindedirler.” (Hac 22/53)

“Hani biz meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de İblis’ten başka hepsi saygı ile eğilmişlerdi. İblis ise cinlerdendi de Rabbinin emri dışına çıktı. Şimdi siz, beni bırakıp da İblis’i ve neslini, kendinize dostlar mı ediniyorsunuz? Hâlbuki onlar sizin için birer düşmandırlar. Bu, zalimler için ne kötü bir bedeldir!” (Kehf 18/50)

Kur’an’ın ‘zalimler topluluğu’ olarak tanımladığı, helake müstahak kavimler ise zulmü yapan veya zulmedenlere sessiz kalıp itaat eden toplumlardır.
AYET-İ KERiME
“De ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size beklenmedik bir anda veya açıktan açığa gelse, zalimler toplumundan başkası mı helâk edilecek?” (En’am 6/47)
“…Kim, Allah’tan bir yol gösterme olmaksızın kendi nefsinin arzusuna uyandan daha sapıktır. Şüphesiz Allah, zalimler toplumunu doğruya iletmez.” (Kasas 28/50)

“Nice memleketleri helâk ettik. Onlara azabımız gece uykusuna dalmışken, yahut gündüz istirahat hâlinde iken gelmişti. Azabımız kendilerine geldiğinde, “(Biz bunu hak ettik.) Gerçekten biz zalimler olmuştuk” demekten başka söyleyecekleri kalmamıştı.” (A’raf 7/4,5)

“Hani Rabbin, Mûsâ’ya; “Zalimler topluluğuna, Firavun’un kavmine git! Başlarına geleceklerden hâlâ korkmuyorlar mı?” diye seslenmişti.” (Şu’ara 26/10,11)

“Rabbin, ülkelerin merkezî yerlerine, kendilerine âyetlerimizi okuyan bir peygamber göndermedikçe oraları helâk edici değildir. Zaten biz, halkları zalim olmadıkça memleketleri helâk etmeyiz.” (Kasas 28/59)

Allah zalimlere süre veren, ahdine sadık kalandır. Zalimlere zulmetme yetki ve gücünü veren de Allah’tır. Böyle olması zalimlerin günahlarının artması ve zalime uyanların apaçık belirlenmesi içindir.
“Zalim oldukları hâlde, mühlet verdiğim, sonra da kendilerini azabımla yakaladığım nice memleket halkları vardır. Dönüş yalnız banadır.” (Hac 22/48)

“Allah, iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sabit bir sözle sağlamlaştırır, zalimleri ise saptırır. Ve Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/27)

Zulme meyletme konusunda öğüt alanlardan birisi de sevgili peygamberimizdir. İkaz Peygamberimizin şahsında tüm insanlığadır.
AYET-İ KERiME
“Rab’lerinin rızasını isteyerek sabah akşam O’na dua edenleri yanından kovma. Onların hesabından sana bir şey yok, senin hesabından da onlara bir şey yok ki onları kovasın. Eğer kovarsan zalimlerden olursun.” (En’am 6/52)

Zulmedenin mazlumun günahlarını üstlenecek olması hakikattir.
AYET-İ KERiME
“(Ey Muhammed!) Onlara, Âdem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak oku. Hani ikisi de birer kurban sunmuşlardı da, birinden kabul edilmiş, ötekinden kabul edilmemişti. Kurbanı kabul edilmeyen, “Andolsun seni mutlaka öldüreceğim” demişti. Öteki, “Allah, ancak kendisine karşı gelmekten sakınanlardan kabul eder” demişti. “Andolsun! Sen beni öldürmek için elini bana uzatsan da ben seni öldürmek için sana elimi uzatacak değilim. Çünkü ben âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.” “Ben istiyorum ki, sen benim günahımı da, kendi günahını da yüklenip cehennemliklerden olasın. İşte bu zalimlerin cezasıdır.” (Maide 5/27-29)

Korkulacak olanlar fani gücü ve yetkiyi elinde bulunduran zalim zavallılar değil Rabbimizdir.
AYET-İ KERiME
“…Zalimlerden korkmayın, benden korkun. Böylece size nimetlerimi tamamlayayım ve doğru yolu bulasınız.” (Bakara 2/150)

Zulme karşı mücadele demek Kur’an nuru ile aydınlanmak, zulmü ve zalimi tanıyıp fersah fersah kaçınmaktır.
AYET-İ KERiME
“Biz Kur’an’dan, mü’minler için şifa ve rahmet olacak şeyler indiriyoruz. Zalimlerin ise Kur’an, ancak zararını artırır.” (İsra 17/82)

Zalimlerle ortak, eş, dost, destekçi olanlarında sonu karanlık, akibeti aynıdır.
AYET-İ KERiME
“…Şüphesiz zalimler birbirinin dostlarıdır. Allah ise kendisine karşı gelmekten sakınanların dostudur.” (Casiye 45/19)

AYET-İ KERiME
“Allah, sizi ancak, sizinle din konusunda savaşan, sizi yurtlarınızdan çıkaran ve çıkarılmanız için destek verenleri dost edinmekten men eder. Kim onları dost edinirse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehine 60/9)


SONUÇ VE ÖZET;
NOT
Zulümden korunmanın ilk adımı tanımaktır. Burada bildirilen ayetlerin daha fazlasını defalarca tekrar eden Kur’an mü’minin bu anlamda en büyük yardımcısıdır. Kur’an okunur ve anlaşılırsa zalim de zulüm de anlaşılır ki korunulabilsin. Yoksa cehalet ve mazeret ateşlerde yanmaktan kulu kurtarmayacaktır.

Kurtuluş Kur’an nuru ile aydınlanmada, Allah’ın sınırlarına riayet etmede, bilmeden zulmedildiği takdirde tevbe edip helalleşmektedir. Çünkü Allah bağışlayan, tevbeleri kabul edendir.

Zulüm konusu pek çok ayette sapıklık, inkar, küfür, Allah’a ortak koşma, kibirlenme, hakikati yalanlama ile birlikte alınmış bir illettir. Rabbimizin şefkatinden mahrum olacak bilakis lanetini taşıyacak olanlar bu zalimlerdir.

Muhakkak ki azap sadece zalimi değil zalimlerden oluşan toplumları da, zalimlere kul köle ve destekçi olanları da kapsayacaktır.

Zalimin akibeti cehennemlerde kavrulmaktır.

Zulmün bir numaralı destekçisi İblis o gün kendisine uyan ahmaklara şöyle seslenecektir; ‘Ben sizi zorlamadım, siz kendiniz kandınız. benim sizin bana ibadet ve kulluk ettiğinizden bile haberim yoktu!’

Sonuçta kanan ve aldanan herkes kandıranlarla birlikte ve inşallah sonsuza kadar cehennemde hasrolunacaktır.

Zalimlere sessiz kalan toplumların sonu da helake müstahaktır. Çünkü onlar zulme sessiz kalıp canını kurtarmak ve yaşamaya devam etmek adına ilahi sistemin zedelenmesine sessiz kalmışlardır. Bu sessiz grup çoğaldıkça da toplumun kurtuluş ve hidayet umudu asla olmayacaktır. Lanetlenecek bu toplum, Allah’ın rızasını da kaybedeceğinden şefaate de mazhar olamayacak ve cehennemde heber olup gidecektir.

Bu manada toplumun ileri gelenlerine, bireylere düşen görev zalimleri ayıklamak hiç değilse belirlemektir. Bunun tam aksi beyazlar kara , karalar beyaz diye yutturulacak olursa toplum bir süre sonra zulmü kendisi yapar hale gelecek ve kurtuluş umudunu hepten yitirecektir.

Tevbe kapısı hala açıktır.

Rabbim tüm zalimleri yeryüzünden ilelebet silip, adaleti, hakkı ve güzelliği, hayrı ve huzuru, barış ve esenliği egemen kılsın.

Amin!

Yazımızı Nuh (as) Peygamberin duasıyla bitirelim;


TAVSİYE
“Nûh, şöyle dedi: “Ey Rabbim! Kâfirlerden hiç kimseyi yeryüzünde bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan, kullarını saptırırlar; sadece ahlâksız ve kâfir kimseler yetiştirirler. Rabbim! Beni, ana babamı, iman etmiş olarak evime girenleri, iman eden erkekleri ve iman eden kadınları bağışla. Zalimlerin de ancak helâkini arttır.” (Nuh 71/26-28)

 

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
Kur'ân-ı Kerimden Helak kıssaları - Kur’an’da firavun kıssası

Kur’an’da firavun kıssası


Kur’an’da firavun kıssası
Kur’an’da firavun kıssası
Musa Peygamber ve Firavun bahsi Kur’an’da en çok yer tutan kıssadır ve defalarca tekrar edilerek iman konusunda insanların ne denli güçlü, itibarlı ve zengin olsalar da muhakkak Hak’ka uygun davranmaları konusunda ders çıkarması hedeflenmiştir.

Bahis çok uzun ve detaylı olduğu için yazımızda; İsrailoğulları’nın durumları, Hz. Musa (as)’ın hayatı konularından ziyade iman faslına ait olan hususlara vurgu yapılacaktır.

Hz. Musa Peygamberin ilahi görevle görevlendirilmesinden çok daha önce risâlet için seçildiği ve Firavun zulmünün (kadınları yaşatıp erkek çocukları öldürdüğü, insanları kazıklatarak öldürttüğü) sınır tanımaz hale geldiği bir zamanda dünyaya geldiği, ilahi mucize ile ve maksatlı olarak Firavun yanına sokulduğu ayetlerden anlaşılmaktadır. Nitekim özetle Musa Peygamber sepet ile nehre atılmış, Firavun ailesince bulunmuş ve evlat edinilmiş, süt emmesi için yeniden annesine iade edilmiştir.

Bu vaziyet ve ortamda büyüyen Peygamber risâlet görevini alıp kardeşi ile birlikte Firavun’a gönderilmiş ve onu Hak’ka, imana davet etmiştir. Ancak firavun iman etmemiş, türlü oyun ve aldatmacalarla daha çok böbürlenip, kendisine gösterilen mucizelere rağmen haddi aşmaya devam etmiş ve nihayet suda boğulmak üzereyken pişman olup tevbe etse de eceliyle gelen iman kar etmemiş ve gelecek nesillere bir ibret olarak bedeni muhafaza edilmiş, kendisi cehennemle cezalandırılmıştır.

FİRAVUN’UN TASVİRİ


Ayetlerde pek çok yerde geçen tasvirlerde firavun;

* Azabın en kötüsünü yapan, (kadınları sağ bırakıp oğulları boğazlayan),
* Ayetleri yalanlayan, umursamayan,
* Peygamberi ve mucizeleri (sihir diye niteleyerek) yalanlayan,
* Bozgunculuk yapan,
* Halkı sınıflara ayıran, bölen,
* Zalimlikte sınır tanımayan, haddi aşan,
* İman edenlere düşmanlık yapan,
* Zenginlikte sınır tanımayan,
* İman edenleri fesatçı sayan, tebasının iman etmesi durumunda taht, itibar ve ilahlık etiketini kaybetmekten korkan,
* Askeri gücü ile kendisini her şeyi yapmaya muktedir ve haklı sayan,
* Mucize ve belalardan ders alamayacak ve acaba diye düşünemeyecek kadar kalın kafalı,
* Yalan yere yemin eden,
* Allah’ın Peygamberini öldürmekten çekinmeyecek kadar zalim ve cahil,
* Büyüklenip, kibirlenen,
* Kendisini akıllı sanan, laf cambazlığı ile ilahi risâlet ve tebliğ görevini şüpheye düşüreceğini sanan,
* Hakikate gözlerini kapayan, kalbi mühürlü,
* Gerçeği saptıran, doğruyu göstermeyen, yöneticilik vasfının gereklerini yerine getirmeyen birisi olarak tasvir edilmiştir.

FİRAVUN TASVİRİNİN TAHLİLİ


* Zalimdir. Öldürürken bile ızdırap verecek kadar vahşidir. (Kazıklayarak)
* Büyüklük taslayan bir suçludur.
* Peygamberi ve mucizeleri yalanlayan firavun büyüklenmeye, alay etmeye, ayetleri yalanlamaya devam edecek kadar kibirlidir.
* Sihirbazlara ücret, iltimas teklif edecek kadar rüşvetçi ve menfaatçi aynı zamanda inançsızdır.
* Kendisini ilah yerine koyan bir zavallıdır.
* İmanı birilerinin (kendisinin) iznine tabi sanacak kadar cahildir.
* Hakikati gözleri ile gördüğü ve yanındakiler iman ettiği halde reddedecek ve en yakınındakileri bile menfaat kaybı durumunda tuzak kurmakla niteleyecek kadar sinsi, zayıf karakterli ve ahlaksızdır.
* Menfaatini her şeyin üzerinde tutan bir çıkarcıdır.
* İlahi emir gereği Musa Peygamberin belki korkar veya öğüt alır umuduyla yaptığı yumuşak tebliğ ve nasihatlerden anlamayacak kadar ilahi gazabı hafife alır bir ruh haline sahiptir.
* Hak’ka tabi olmak ve huzura kavuşup affedilmek yerine çıkarlarının kaybolmamasına gayret edecek kadar cahil, nankör ve kördür.
* Halk arasındaki geleneksel insana tapma fikri işine ve çıkarına uygun olduğundan sistemin en fanatik savunucusu kendisi ve yanındaki erkândır. Bu düzenin değişmesine asla razı olmayacağını her söz ve hareketiyle belli etmiştir.
* Sahip olduğu gücü hem de kendi halkına karşı, zulüm, işkence ve intikam maksatlı kullanacak kadar gözü dönmüş birisidir.
* Yıllarca süren bela ve afetlere rağmen imana yanaşmamış, ders almamış, bolluk ve bereketi kendisinden, yokluk ve kıtlığı Musa Peygamberin uğursuzluğundan sanmış, daha doğrusu bunun arkasına saklanmıştır.
* Süregelen felaketleri kaldırsın diye Musa Peygamberden yardım dileyen, iman edeceğine yemin eden, felaket ortadan kalkınca yemininden dönen bir yalancıdır.
* Mahiyetinin en kişisel inanç ve hürriyetlerini bile kendi rızasına bağlı kabul eden firavun kendisine yapılan isyanı en ağır şiddetle cezalandırmış ama Yüce Rabbimize kendisinin yaptığı isyanı göz ardı etmeye çalışmıştır. Bu esnada daha da öfkelenip büyüklenmesi kendi azabının daha şiddetli olduğunu söylemesi Yüce Allah’a yaptığı isyanın en ileri aşamasıdır.
* Firavun, halkını saptırmış, onlara doğru yolu göstermemiştir.
* İsrailoğullarını köleleştirmesi nedeniyle Musa Peygamberi yetiştirmesini nimet sayan bir ruh haline sahiptir. Oysa Firavun, İsrailoğulları’na köle muamelesi ederek onların erkek çocuklarını öldürüyor olmasaydı, Mûsâ da Firavun’un himayesine girmeyecek ve “nimet” diye takdim edilen bu durum doğmayacaktı. Kısaca, Firavun Mûsâ’ya bir nimette bulunmamış, aslında ona zulmetmiştir.
* Halkı sınıflara ayırıp bölerek gücünün muhafazasını sağlamıştır.
* Peygamberi yalanlamasının nedeni maddi ve askeri gücüne güvenmesidir ki bu gaflet ve delaletin ta kendisidir.
* Firavun da yanındakiler de halkı bölüp sınıflara ayırarak olası bir isyanı engellemeye, kurdukları düzeni muhafazaya çalışıyor, için için bu isyanın ve güç kaybının yaşanacağından korkuyorlardı.
* Firavun Mısır hükümdarlığını kendi gayret ve başarısı sanacak kadar aciz ve zavallı, kendisini peygamberden daha hayırlı gösterecek kadar sözde kurnaz, beşeri bir peygamberi anlayamayacak kadar bilgisiz, yoldan çıkmış birisiydi.

FİRAVUNUN YANINDAKİLER


Firavunun şaşalı yaşamı krallık ve ilahlık üzerine kuruluydu. Bu yüzden adeta yarı tanrı durumundaki firavun kendisini halkın sahibi ve ilahı olarak görür, sahip olduğu güç ile her şeyi yapmaya hakkı var sanırdı. Firavunun yanındaki çıkar odakları da tıpkı firavun gibi bu gücün tüm imkânlarından yararlanır ve sistemin değişmesine asla razı olmazlardı. Başlıca din işlerinden sorumlu kişi ve gruplar ile para işleri ile alakalı kişi ve kesimler firavuna en yakın isimlerdi. Firavun bu sayede halkı hem dini hem ekonomik olarak etki ve baskı altına alır, güçlü ve sayıca fazla ordusu ile dilediği zaman savaş açar ve yakıp yıkardı.

Kıssada geçen Hâmân, Firavun’un başveziri, Kârûn ise İsrailoğulları’ndan hak tanımaz azgın ve şımarık bir zengindir.

Firavuna yakın olanlar (Firavunun karısı iman etmiştir) iman etmemiş, firavunu da ikaz etmemiş, firavunla aynı akıbeti paylaşmışlardır. Onlarda firavun gibi güç ve iktidar kaybına asla razı olamayacak ve bu uğurda her şeyi göze alacak kadar katıydılar.

Musa Peygamber sadece firavuna değil aynı zamanda firavunun yanındakilere de gönderilmiştir. Ama onlarda firavun gibi büyüklük taslamış ve suçlu bir topluluk olmuştur.

Firavun gibi hakikati sihir olarak niteleyip kaçamak oynamışlar ve yenilmekten kurtulmaya sözde kurnazca bir çözüm bulmuşlardır.

Atalarından gelen geleneklere sonuna kadar bağlıdırlar ve Peygamberlik tebliğ ve mucizelerini de erk kaybı olarak niteleyecek kadar maddiyatçı bir yapıdadırlar.

Musa Peygamberin mucizelerle birlikte yaptığı tebliğine rağmen hepsi Firavunun hakikate ters emrine uyacak kadar yaşamayı seven korkak bir karaktere sahiptiler.

Sihirbazlar yapageldikleri sahtekârlıklardan kirlenmiş ruh ve bedenleri ile ilahi mucizeleri de sihir sanacak kadar akılsız ve cahildiler. Sihirleri ilahi hikmet ile yutulduğunda ise derhal secde ile iman etmelerinin nedeni sihir sahtekârlığı ile ilahi mucize arasındaki farkı çok iyi anlamalarıdır. Bu imanı ölümü göze alacak şekilde, hemen orada ifade etmeleri mucizelerin ne denli güçlü olduğunun göstergesidir.

İSRAİLOĞULLARININ DURUMU


* Firavun kıssası esas itibarıyla baştan sona İsrailoğulları’nın imani bir imtihanıdır. Gerek maruz kaldıkları zulüm ve eziyetler esnasında gerekse Musa Peygamberin risâlet görevi esnasında yaşananlara verdikleri tepkiler aşağılandıklarını ama buna alışık ve razı olarak yaşadıklarını göstermektedir. O zamana kadar alışageldikleri yaşam ve inanç koşulları onları hayatta kalmak adına insana kulluk etmeye zorlamış ve hiçbiri ölümü göze alıp isyan edememiştir. İlahlık ve Rablık sistemi onlar için sadece güç demektir ki zaten Firavunu ayakta tutan da halk arasına saldığı bu korkudur.
* Sen gelmeden önce de bize işkence ediliyordu, sen geldikten sonra da ediliyor diyecek kadar cahildiler.
* Acı ve zulme karşılık gösterdikleri sabır nedeniyle Yüce Allah tarafından kurtuluşla ödüllendirildiler.
* Musa Peygamberden maddi bir ilah silüeti (put) isteyecek kadar batıl, cahil ve acizdiler.
* Firavun ve ileri gelenlerinin kötülük yapmaları korkusu ile kavmin küçük bir bölümünden başkası Mûsâ’ya iman etmedi.

İLGİLİ AYETLERDEN BAZILARI

AYET-İ KERiME
“Hani, sizi azabın en kötüsüne uğratan, kadınlarınızı sağ bırakıp, oğullarınızı boğazlayan Firavun ailesinden kurtarmıştık. Bunda, size Rabbinizden (gelen) büyük bir imtihan vardı. (Bakara 2/49)

“(Bunların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin durumu gibidir: Âyetlerimizi yalanladılar. Allah da onları günahlarıyla yakaladı. Allah, azabı çok şiddetli olandır.” (Al-i İmran 3/11)

Mûsâ, şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünya hayatında nice zinet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azabı görünceye kadar iman etmezler.” (Yunus 10/88)

“Andolsun, biz Mûsâ’yı âyetlerimizle ve apaçık bir mucize ile Firavun’a ve onun ileri gelen adamlarına peygamber gönderdik de ileri gelenler Firavun’un emrine uydular. Hâlbuki Firavun’un emri doğru değildi. Firavun, kıyamet gününde kavminin önüne geçecek ve onları ateşe götürecektir. Ne kötü varış yeridir orası! Onlar, hem bu dünyada, hem de kıyamet gününde lânete uğratıldılar. Ne kötü destektir onlara verilen destek! (Hud 11/96-99)

Andolsun, biz Mûsâ’ya apaçık dokuz mucize verdik. İsrailoğullarına sor (sana anlatsınlar): Hani Mûsâ onlara gelmiş ve Firavun da ona, “Ben senin kesinlikle büyülendiğini zannediyorum ey Mûsâ!” demişti. Mûsâ ise, “İyi biliyorsun ki, bunları ancak, göklerin ve yerin Rabbi apaçık deliller olarak indirmiştir. Ey Firavun, ben de seni kesinlikle helâk olmuş bir kişi olarak görüyorum” demişti. Bunun üzerine Firavun (işkence etmek ve öldürmek suretiyle) o yerden onların kökünü kazımak istedi. Biz de onu ve beraberindekileri hep birden suda boğduk. (İsra 17/101-103)

“Firavun, halkını saptırdı, onlara doğru yolu göstermedi.” (Ta-ha 20/79)

“Sonra Mûsâ ve kardeşi Hârûn’u mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun ve ileri gelenlerine peygamber olarak gönderdik de (onlar) büyüklük tasladılar ve kendilerini büyük görüp böbürlenen bir topluluk oldular. Bu yüzden, “Kavimleri bize kul köle iken, bizim gibi iki insana mı inanacağız” dediler. Böylece ikisini de yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.” (Mü’minun 23/45-48)

“Kârûn’u, Firavun’u ve Hâmân’ı da helâk ettik. Andolsun, Mûsâ kendilerine apaçık mucizeler getirmişti de yeryüzünde büyüklük taslamışlardı. Oysa bizi geçip (azabımızdan) kurtulamazlardı. (Ankebut 29/39)

“Onlardan önce de Nûh kavmi, Âd kavmi, kazıklar sahibi Firavun, Semûd kavmi, Lût kavmi ve Eyke halkı da Peygamberleri yalanlamışlardı. İşte onlar da (böyle) gruplardı.” (Sad 38/12,13)

“Andolsun ki biz Mûsâ’yı mucizelerimizle ve apaçık bir delille Firavun’a, Hâmân’a ve Kârûn’a gönderdik. Onlar ise; “Bu çok yalancı bir sihirbazdır” dediler. Mûsâ onlara tarafımızdan gerçeği getirince, “Onunla beraber iman edenlerin oğullarını öldürün, kadınlarını sağ bırakın” dediler. Fakat kâfirlerin tuzağı hep boşa çıkmıştır. Firavun dedi ki: “Bırakın beni, Mûsâ’yı öldüreyim. (Faydası olacaksa) Rabbini yardıma çağırsın! Çünkü ben onun, dininizi değiştireceğinden yahut yeryüzünde bozgunculuk çıkaracağından korkuyorum.” Mûsâ da, “Ben, hesap gününe inanmayan her kibirliden, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığınırım” dedi. Firavun ailesinden, imanını gizlemekte olan mü’min bir adam şöyle dedi: “Rabbim Allah’tır, dediği için bir adamı öldürecek misiniz? Hâlbuki o, size Rabbinizden apaçık mucizeler getirdi. Eğer yalancı ise, yalanı kendi aleyhinedir. Eğer doğru söylüyorsa, sizi tehdit ettiği şeylerin bir kısmı başınıza gelecektir. Şüphesiz Allah, aşırı giden, yalancılık eden kimseyi doğru yola eriştirmez.” “Ey kavmim! Bugün yeryüzüne hâkim kimseler olarak iktidar ve saltanat sizindir. Ama başımıza geldiğinde bizi, Allah’ın azabından kim kurtarır?” Firavun, “Ben size ancak kendi görüşümü bildiriyorum ve sizi ancak doğru yola götürüyorum” dedi. İman etmiş olan adam dedi ki: “Ey kavmim! Şüphesiz ben, Nûh kavmi, Âd kavmi, Semûd kavmi ve onlardan sonra gelen toplulukların başına gelen olayların sizin de başınıza gelmesinden korkuyorum. Allah, kullarına asla zulmetmek istemez.” “Ey kavmim! Gerçekten sizin için, o bağrışıp çağrışma gününden, arkanıza dönüp kaçmaya çalışacağınız günden korkuyorum. (O gün) sizi, Allah’(ın azabın)dan kurtaracak kimse yoktur. Allah, kimi saptırırsa artık onu doğru yola iletecek de yoktur.” Andolsun, daha önce Yûsuf da size apaçık deliller getirmişti de, onun size getirdikleri hakkında şüphe edip durmuştunuz. Daha sonra o ölünce de, “Allah, ondan sonra aslâ peygamber göndermez” demiştiniz. İşte Allah, aşırı giden şüpheci kimseleri böyle saptırır. Onlar kendilerine gelmiş hiçbir delil olmaksızın, Allah’ın âyetleri hakkında tartışan kimselerdir. Bu ise Allah katında ve iman edenler katında büyük öfke ve gazap gerektiren bir iştir. Allah, her kibirli zorbanın kalbini işte böyle mühürler. Firavun dedi ki: “Ey Hâmân! Bana yüksek bir kule yap, belki yollara, göklerin yollarına erişirim de Mûsâ’nın ilâhını görürüm(!) Çünkü ben, onun yalancı olduğuna inanıyorum.” Böylece Firavun’a yaptığı kötü iş süslü gösterildi ve doğru yoldan saptırıldı. Firavun’un tuzağı, tamamen sonuçsuz kaldı. O inanan kimse dedi ki: “Ey kavmim! Bana uyun ki, sizi doğru yola ileteyim.” “Ey kavmim! Şüphesiz bu dünya hayatı ancak (geçici) bir yararlanmadır. Ahiret ise ebedî olarak kalınacak yerdir.” “Kim bir kötülük yaparsa, ancak onun kadar ceza görür. Kadın veya erkek, kim, mü’min olarak salih bir amel işlerse, işte onlar cennete girecek ve orada hesapsız olarak rızıklandırılacaklardır.” “Ey kavmim! Bu ne hâl? Ben sizi kurtuluşa çağırıyorum, siz ise beni ateşe çağırıyorsunuz.” “Siz beni Allah’ı inkâr etmeye ve hakkında hiçbir bilgim olmayan şeyleri O’na ortak koşmaya çağırıyorsunuz. Ben ise sizi mutlak güç sahibine, çok bağışlayana (Allah’a) çağırıyorum.” “Şüphe yok ki sizin beni tapmaya çağırdığınız şeyin ne dünya ne de ahiret konusunda hiçbir çağrısı yoktur. Kuşkusuz dönüşümüz Allah’adır. Şüphesiz, aşırı gidenler cehennemliklerin ta kendileridir. Size söylediklerimi hatırlayacaksınız. Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını hakkıyla görendir.” Allah, onu, onların hilelerinin kötülüklerinden korudu. Firavun ailesini, azâbın en kötüsü kuşattı. (Öyle bir) ateş ki, onlar sabah-akşam ona sunulurlar. Kıyametin kopacağı günde de, “Firavun ailesini azabın en şiddetlisine sokun” denilecektir.” (Mü’min 40/23-46)

“Andolsun, biz Mûsâ’yı mucizelerimizle Firavun’a ve ileri gelen adamlarına göndermiştik de o, “Şüphesiz ben âlemlerin Rabbinin elçisiyim” demişti. (Mûsâ) mucizelerimizi kendilerine getirince, bir de bakmışsın, o mucizelere gülüyorlar! Onlara gösterdiğimiz her bir mucize önceki benzerinden daha büyüktü. Doğru yola dönsünler diye, onları azaba uğrattık. (Onlar azabı görünce) “Ey büyücü! Sana verdiği söze dayanarak, bizim için Rabbine dua et. Çünkü biz artık doğru yola gireceğiz” dediler. Fakat biz onlardan azabı kaldırınca bir de bakmışsın sözlerinden dönüyorlar. Firavun, kavmine seslenerek dedi ki: “Ey kavmim! Mısır hükümdarlığı benim değil mi? Şu nehirler de benim altımdan akıyor (değil mi?) Hâlâ görmüyor musunuz?” “Yoksa ben, şu zavallı, nerede ise maksadını anlatamayacak durumda olan bu adamdan daha hayırlı değil miyim?” “(Eğer doğru söylüyorsa) ona altın bilezikler atılmalı yahut onunla beraber bulunmak üzere melekler gelmeli değil miydi?” Firavun, kavmini küçük düşürdü (ezdi). Onlar da kendisine itaat ettiler. Çünkü onlar yoldan çıkmış bir toplumdu. Onlar bizi bu şekilde öfkelendirince biz de onlardan öç aldık, hepsini suda boğduk. Onları, sonradan gelecek inkârcılara, geçmiş bir ibret ve bir örnek kıldık. (Zuhruf 43/46-56)

“Andolsun, onlardan önce Firavun kavmini sınamıştık. Onlara değerli bir peygamber (Mûsâ) gelmişti. O, şöyle demişti: “Allah’ın kullarını (esaret altındaki İsrailoğullarını) bana teslim edin. Çünkü ben güvenilir bir peygamberim.” “Allah’a karşı ululuk taslamayın. Çünkü ben size apaçık bir delil (mucize) getiriyorum.” “Şüphesiz ki ben, beni taşlamanızdan, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a sığındım.” “Bana inanmadınızsa benden uzak durun.” Sonra Mûsâ, Rabbine, “Bunlar günahkâr bir toplumdur” diye seslendi. Allah da şöyle dedi: “O hâlde kullarımı geceleyin yola çıkar, çünkü takip edileceksiniz.” “Denizi açık hâlde bırak.” Çünkü onlar boğulacak bir ordudur. Onlar geride nice bahçeler, nice pınarlar bıraktılar. Nice ekinler, nice güzel konaklar! Zevk ve sefasını sürdükleri nice nimetler! İşte böyle! Onları başka bir topluma miras bıraktık. Gök ve yer onların ardından ağlamadı; onlara mühlet de verilmedi. Andolsun, İsrailoğullarını o alçaltıcı azaptan; Firavun’dan kurtardık. Çünkü o, haddi aşanlardan bir zorba idi. Andolsun, onları, bir bilgi üzerine (dönemlerinde) âlemlere üstün kıldık. Onlara, içinde açık bir imtihan bulunan mûcizeler verdik. (Duhan 44/17-33)

“Mûsâ kıssasında da ibret vardır. Hani biz onu açık bir delil ile Firavun’a göndermiştik. O ise kuvvetine güvenerek yüz çevirdi ve “Bu bir büyücü veya delidir” dedi. Bunun üzerine biz de kendisini ve ordularını yakalayıp denize attık. O ise (pişman olmuş), kendini kınıyordu. (Zariyat 51/38-40)
“Allah, iman edenlere ise, Firavun’un karısını örnek gösterdi. Hani o, “Rabbim! Bana katında, cennette bir ev yap. Beni Firavun’dan ve onun yaptığı işlerden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar!” demişti.” (Tahrim 66/11)

“Firavun, ondan öncekiler ve yerle bir olan şehirler (halkı olan Lût kavmi) hep o suçu işlediler. Öyle ki Rablerinin elçilerine karşı geldiler. Bunun üzerine Allah da onları gittikçe artan bir azap ile yakaladı. (Hakka 69/9,10)

“(Ey Muhammed!) Mûsâ’nın haberi sana geldi mi? Hani, Rabbi ona mukaddes Tuvâ vadisinde şöyle seslenmişti: “Haydi Firavun’a git! Çünkü o azmıştır.” “Ona de ki: İster misin (küfür ve isyanından) temizlenesin? Seni Rabbine ileteyim de O’na karşı derinden saygı duyup korkasın!” Derken Mûsâ ona en büyük mucizeyi gösterdi. Fakat o, Mûsâ’yı yalanladı ve isyan etti. Sonra sırt dönüp koşarak gitti. Hemen (adamlarını) topladı ve onlara seslendi: “Ben, sizin en yüce Rabbinizim!” dedi. Allah onu, ibret verici şekilde dünya ve âhiret cezasıyla cezalandırdı. Şüphesiz bunda Allah’tan sakınıp korkan kimseler için büyük bir ibret vardır.” (Naziat 79/15-26)

“(Ey Muhammed!) Rabbinin, (Hûd’un kavmi) Âd’e, şehirler içinde benzeri kurulmamış olan, sütunlarla dolu İrem’e, vadide kayaları oyan (Salih’in kavmi) Semûd’a, kazıklar sahibi Firavun’a ne yaptığını görmedin mi? Bunlar şehirlerde azgınlık eden ve oralarda pek çok bozgunculuk çıkaran kimselerdi. Bu yüzden Rabbin onların üzerine azap kamçısı yağdırdı.” (Fecr 89/6-13)


SONUÇ;

Firavun lanetlenmiş, kafir bir zalimdi. kendisini sahip ve ilah olarak gören büyüklenmiş ve elindeki güç ile mucizeleri bile göremeyecek kadar kibirlenmiş bir cahil idi. Muhakkak ki onun azmasına ve gelecek nesillere ibret kalmasına da müsade eden Allah’tır. Allah azmasına müsade etmiştir ki tarih sayfaları tarihin bu en güçlü zaliminin bile iman karşısında nasıl yok olup gideceğini yazsın. Allah O’nu tatlı ve yumuşak olarak uyarmakla rahmetinin ve adaletinin gereğini yerine getirmiş, sonrasında Peygamberinin duası ile kıtlık ve yokluklara sevk etmiş, haddini aşan ve ıslah olmayan firavunun helaki neden sonradır ki hak olmuştur.

Yalnızca firavun değil, yanındakiler de, ona uyan ve sessizlikleri ile firavunun eylemlerine manevi destek veren teba da cehenneme sevk olunmuştur.

En zor şartlarda bile Firavunun karısı imanı seçip tövbe edebiliyorsa şu hakikattir ki “ancak kafirler Allah’tan ümit keser”.

Kurtuluş her zaman mümkündür.

Firavun yanında olup sırça saraylarda oturmaktansa Musa Peygamber ve yanındakiler gibi mazlum olup çöllerde sürünmek yeğdir.

İman herşeyimizdir. Hele hakikatler göründükten, Allah’ın elçisi bildirdikten sonra gerçeğe kapıları kapatmak ateşlere mahkumiyettir ve o ateş sadece yapana değil yanındaki yardakçı ve yardımcılarına da bulaşacaktır. Çünkü kötüyü kötü yapan yanındakilerin ve korkak tebanın verdiği güçtür.

Nitekim firavun ölünceye kadar zalimlikte aşırı gitmiş ve Kur’an’da bu yüzden adı en çok geçen bir karanlıklar prensi olmuştur.

Yüce Kur’an’ın onu sayısız kere zikretmesinin nedeni ise; zulmedenin doğrudan kavim değil ama bir kişi olması, bu kişinin helak edilen tüm kavim ileri gelenlerinden daha güçlü olması, imana gelmesi için yapılan sayısız davet ve ikaza kulak tıkaması ve imansızlıkta direnmesidir.

Kibirlenen ve büyüklenen firavun nasıl ibretlik şekilde can verdi ve şimdi cehennemde yanıyor ise kötülük her zaman kaybetmeye mahkumdur.

Çünkü Allah nurunu tamamlayacaktır ve akibet muttakilerindir!
 
Üst Alt