I.İ > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
İHRAMA GİRME YERLERI (MİKATLAR)

Mîkat, ihrama girme yeri ve zamanı demektir Çoğulu mevâkît'tir Bir terim olarak, Mekke çevresinde, çeşitli bölge ve ülkelerden hacca gelenlerin ihrama girecekleri özel yerleri ifade eder Bir kimsenin, hac veya umre için, mikatları ihramsız geçmesi caiz olmaz Aksi halde kurban veya mikat yerine dönmek gerekir Ancak mikat yerinden önce ihrâma girmek ittifakla caizdir Hatta Hanefilere göre, bir sakınca doğmayacaksa, ihramı öne almak daha faziletlidir "Hac ve umreyi Allah için tamamlayınız" (el Bakara, 2/196) ayetinde buna delâlet vardır Mikatları beklemeksizin, ailesinin bulunduğu yerden ihrama girmek hac ve umreyi eksiksiz tamamlamak demektir Hz Ali (ö 40/660) ve Abdullah b Mes'ud'un (ö 32/652) görüşü budur Çünkü bunda daha çok meşakkat ve daha büyük tazîm vardır
İhrama girme yerleri, Mekke'de, Mekke (Harem) ile mikatlar arasında (hıl bölgesi) veya mikatların dışında kalan bölgelerde (âfâkî) oturanlara göre değişiklik gösterir (el-Kâsânî, age, II, 163-167; İbnü'l-Hümâm, age, II, 131-134; el-Meydânî, el-Lübâb, I, 178 vd; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, I, 202-204; İbn Kudâme, el-Muğnî, III; 257-267)
1 Mekke'de oturanlar: Bunların hac için ihrama girme yeri yine Mekke'dir Hz Peygamber ashab-ı kirâma hac için ihrama, Mekke'nin içinde girmelerini emir buyurmuştur (ez-Zeylaî, Nasbu'r-Râye, III,16) Mekke dışında, harem dâhilinde evi olanlar da böyledir Mekkelilerin umre için mikat yeri ise, dilediği herhangi bir yerden, hıll'in harem bölgesine en yakın olan yeridir Ancak umrede ihrama girmek için hıll'in en fazîletli yeri Hanefi ve Hanbelîlere göre "Ten'îm", sonrâ "Ci'râne", sonra "Hudeybiye"dir Resulullah (sas) Abdurrahman b Ebî Bekr'e Hz Âişe'ye Ten'îm'de ihrama girerek umre yaptırmasını emir buyurmuştur (Buhârî, cihâd, 125, Umre, 6; Müslim, Hac,135,136; Ahmed b Hanbel, III, 309, 394; Tirmizî, Hac, 91)
2 Hıll'de oturanlar: Harem bölgesiyle, beş mikat yerinin çevrelediği alan arasındaki bölgeye "hıll" denir Hıll'de oturanların hac veya umre için ihrama girme yeri (mikat), ailelerinin bulunduğu yer veya bu yerle harem arasında kalan, hıll'den dilediği herhangi bir yerdir Hac ve umreyi tamamlamayı emreden ayetle (el-Bakara, 2/ 196) Hz Ali ve İbn Mes'ud'un görüşü buna delildir Hanefîler bu görüşü benimsemiştir İmam Mâlik'e göre, bunların mikat yeri, kendi evleridir
3 Mikatların çevrelediği alan dışında oturanlar (âfâki): Arabistan'da mikatlar dışında oturanlarla, dış ülkelerden hac veya umre niyetiyle Hicaz'a gidenler için geldiği bölge veya ülkeye göre ihrama girme yerleri (mikat) belirlenmiştir İbn Abbâs (ra)'tan şöyle dediği nakledilmiştir: "Nebî (sas), Medineliler için Zülhuleyfe'yi, Şamlılar için el-Cuhfe'yi, Necidliler için Karnü'l-Menâzil'i ve Yemenliler için Yelemlem'i mikat olarak belirledi Bunlar, belirtilen bölge veya ülke tarafından gelen diğer belde yolcuları için de mikat yeridir" (Buhârî, Hac, 7, 9, 11,12, Sayd,18; Müslim, Hac,11-12; Ebû Dâvûd, Menâsik, 8; Nesâî, Menâsik,19, 20, 23; Ahmed b Hanbel, I, 238) Câbir (ra)'den merfû olarak rivayet edilen Müslim hadisinde bunlara, Iraklılar için Zat-ı ırk ilâve edilmiştir (Ebû Dâvûd, Menâsik, 8)
Gelinen ülkelere göre mikatlar şöyledir:
a Türkiye, Suriye, Mısır, Mağrib ve Avrupa tarafından deniz yoluyla gelenlerin mikatı Cuhfe (Râbiğ)'dir Cuhfe ile Mekke aiası yaklaşık 187 km dir
b Medine'den gelenlerin mikatı Zülhuleyfe (Âbâr-ı Ali) olup, Mekke'ye yaklaşık 464 kmdir En uzak mikat yeri burasıdır
c Irak, İran ve diğer doğu ülkelerinden gelenlerin mikatı Zât-ı Irk'tır Bu yer Mekke'ye yaklaşık 94 kmdir
d Kuveyt ve Necid yönünden gelenlerin mikatı bugün es-Seyl denilen Karnü'l-Menâzil'dir
e Yemen'den gelenlerin mikatı Mekke'nin güneyinde bulunan Yelemlem olup, Mekke'ye 54 kmdir,
İhrama girme yerlerini Hz Peygamber tayin ettiği için hac, umre, ticaret veya başka bir amaçla gelen her müslümanın buralarda veya daha önce ihrâma girmiş olması lâzımdır Eğer yol, bu noktalardan geçmiyorsa buraların hizalarından ihrâma girilir Medine'ye gelenler, hac için Mekke'ye doğru yola çıkınca Zülhuleyfe'de bugün Âbâr-ı Alî denilen yerde ihrama girerler
Mikatlardan içeride bulunan kimseler, ihramsız Mekke'ye girebilirler Fakat hac veya umre için, bulundukları yerden ihrama girerler Mikat içinde, fakat Mekke dışında bulunan, bulunduğu yerde; Mekke'nin içinde oturanlar ise, kaldığı evde ihrama girerler
Dışarıdan hac veya umre için gelen kimse mikatı ihramsız geçerse ya bir kurban keser veya geri dönüp mikat yerinde ihrama girer Mekke'ye girme niyeti olmaksızın mikatı ihramsız geçene birşey lâzım gelmez

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İHRAMDA OLAN KİMSENIN HAMAM VS YERLERDE SABUN İLE YIKANMASI CAİZ MİDİR? İhramda olan kimsenin hamam vs de sabun ile yıkanması Şafii mezhebine göre caizdir Ebu Eyub'dan rivayet edildiğine göre Peygamber (sav) de "İhramda iken yıkanırdı" (el-Mühezzeb)
Hanefi mezhebine göre ise sabunsuz veya kokusu olmayan sabun ile yıkamakta bir sakınca yoktur Fakat kokulu sabun ile yıkanmak haramdır (el-Fıkh ‚ala'l-Mezahib el-erba'aMebsüt)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İHRAMSIZ OLARAK SAFA ILE MERVE ARASINDA SA'Y ETMEK CAİZ MİDİR?
Safa ile Merve arasında sa'y edebilmenin iki şartı vardır
Birincisi tavaftan sonra olması, ikincisi ondan önce ihramın bulunmasıdır Tavaftan sonra ve ihramdan evvel yapılan sa'y caiz değildir Hacc için Safa ile Merve arasında yapılan sa'y, Arafat vakfesinden önce olursa ihramın bulunması şarttır Yoksa Arafattan sonra olursa şart değildir
Mutemetti olan kimse Arafat vakfesinden önce hacc için sa'y etmek isterse Arafat'a çıkmadan evvel ihrama girer ve bir nafile tavafını yapar Sonra hacc için sa'y eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İHSAN
Iyilik, güzellik, uygun ve güzel olanı en güzel ve kusursuz bir şekilde yapmak Ihsan; Allah'ın huzurunda olduğunu onu gönül nuruyla görüyormuş gibi tasavvur ederek kulluk vazifelerini yerine getirmek Bu anlamda ayet-i kerimede "öyle değil! Kim muhsin olduğu halde kendini Allah'a teslim ederse, onun mükafatı Rabbinin katındadır" (el-Bakara, 2/112) Inanç ve gönül planında ihsan ve teslimiyet Allah'ın kullarından istediği kurtuluş beraatıdır Anne-baba hakkındaki tavsiyelerde de onlara "ihsan" ile davranılması istenmiştir (bk el-Bakara, 2/73; en-Nisa, 4/36; el-En'âm, 6/151; el-Isrâ, 17/32)
Münafıklar Hz Peygamber (sas)'e gelmişler ve yaptıkları kötülükleri gizlemek ve güzel göstermek için "Biz ihsan ve uzlaştırmadan başka bir şey yapmak istemezdik" (en-Nisa, 4/61) diyerek Allah adına yemin etmişlerdir Bu ifade tarzından ihsan kavramının Araplar arasında bilinen ve kullanılan bir kavram olduğu anlaşılıyor Ancak Islâm bu kavrama farklı bir anlam yükleyerek mutlak iyilik, güzellik ve iyi davranış olgusunu ilâhî iradenin kabulüne ve rızasına uygun olarak yapıları iyilik tarzında değiştirmiştir Nitekim bu manayı Kur'an'ın ifadelerinde ve Hz Peygamberin hadislerinde müşahede etmek mümkündür Cibril (as) sahabilerden Dıhye (ra)'in şeklinde Hz Peygamber (sas) in huzuruna gelmiş ve ona "ihsan nedir?' sorusunu sormuştur Peygamber (sas) ihsanı şöyle tanımlamıştır: "Allah'a onu görüyormuşsun, sen onu (gözle) görmesen de o seni görüyormuşçasına kulluk etmendir" (Buhârî, Tefsiru sûre (31); Iman, 37; Müslim, Iman, 57; Ebu Davud, Sünne, 16; Tirmizi, Iman, 4; Ibn Mace, Mukaddime, 9) Seyyid Şerif ihsan teriminin tarifini yaparken bu hadisi zikrederek şöyle demektedir: "Basiret nuruyla Rabbü'l-Âlemîn'in huzurunda olduğunu tasavvur ederek kulluğu yerine getirmektir Hadisteki "sanki onu görüyormuşsun" ifadesi Allah'ın bizatihi görülmesinin maksat olmadığını, Allah'ın sıfatlarını idrak ederek kulluk etmenin istenildiğini anlatmaktadır" (Seyyid Şerif e/-Cürcani, et-Ta'rifât, s l2)
Ihsan yalnız ibadetle ilgili meselelerde mü'minin yükümlü olduğu bir sorumluluk değil, bütün söz ve işlerindeki değişmez tavrıdır Hz Peygamber "Allah her şeyde ihsan ile davranılmasını kullarının üzerine gerekli kılmıştır Bundan dolayı "öldürdüğünüzde güzel davranın, hayvanların kesiminde güzel davranın" (Müslim, Sayd, 57; Ebû Dâvud, Edâhî, 11; Tirmizî, Diyat, 14; Nesai, Dahaya, 22, 26; Ibn Mace, Zebâih, 3) buyurmuştur Yapıları iyiliklerin hasbî ve Allah rızası için olmasının gerekliliğine de işaret eden Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuştur:"Insanlar bize iyi davranırsa onlara iyilik yaparız şayet kötü davranırlarsa onlara kötülük yaparız diyen şahsiyetsizlerden olmayın Kendinizi, insan/ar iyi davranırsa onlara iyilikle mukabele etmeye, şayet kötülük yaparlarsa onlara aynıyla karşılık vermeye alıştırın" (Tirmizî, Birr, 63)
Yapılan iyıliğin ve ihsanın inkar edilmesi hoş görülmemiş, birtakım insanların yapıları iyilikleri inkâr etmelerinin kendilerinin cehenneme girmesine sebep olan bir haslet olduğu bildirilmiştir Kocalarını ve kocalarının iyiliklerini inkar eden kadınların cehenneme gireceği bildirilmiş (bk Buhari, Iman, 21; Kusuf, 9; Müslim, Kusuf, 17) Ihsanın insanlar arasındaki münasebetlerdeki etkisi ve önemi anlatılmıştır
Insanlara güzellikle davranan, Allah'a kulluk yaparken kulluğun gereği olan; kulluk yapıları zatı iyi tanımanın gereklerini yerine getiren muhsinlerin Allah'ın rahmetine çok yakın olduğunu Hz Peygamber (sas) bildirmiştir (Dârimî, Mukaddime, 56)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İHTİKAR NE DEMEKTIR?
İhtikar, şiddetli ihtiyaç olduğu bir zamanda gıda maddesini satın alıp kıymeti daha fazla artsın diye onu hapsetmektir Şer'an haramdır Allah'ın Resulü onun hakkında şöyle buyuruyor: Kırk gece kadar insanların yiyeceğini hapsedip ihtikar eden kimse Allah'tan (onun rahmetinden) uzaktır Allah da ondan beridir Bir mahalle halkı içinde az bir kimse bulunsa Allah'ın zimmeti o mahalleden beri olur (al-Hakim)
Abu'z-Zenad, Said bin Müseyyeb'e dedi ki: Senin tarafından bana ulaşan habere göre Peygamber (sav)şöyle buyurmuştur: Medine'de ancak, günahkar olan kimse ihtikar eder Halbuki sen bizzat bu işi yapıyorum Bunun üzerine Sa'id dedi ki: Peygamber (sav) bu ihtikarı yasaklamadı Yasakladığı ihtikar, kişinin satılık malı fiyatı, yüksek olduğu bir zamanda pazara getirip yüksek bir fiatla satmaya kalkışmasıdır Ama fiat düşük olduğu bir zamanda satılık malını getirir, başkası da onu satın alır, yanında tutar ve halkın muhtaç olduğu bir zamanda piyasaya sürerse ihtikar sayılmaz
İmam-ı Gazali'ye göre ihtikar, gıda maddesinde cari olduğu gibi, meyvede de caridir Ebu Yusuf'a göre; yiyecek, giyecek gibi insanın muhtaç olduğu her şeyde caridir Şiddetli ihtiyaç yok, piyasa boşluğu varsa gıda maddelerini stok etmekte beis yoktur
<B>İHTİKAR DÎNEN HARAMDIR

</B>Bazı müctehidler ihtikarın sadece insan ve hayvan yiyeceklerinde olduğunu kabul etmişlerdir Yukarıda geçen hadîste ise genel bir ifade vardır; yani insanın bütün ihtiyaçlarını içine almaktadır Buna göre yiyecek maddesi dışında kalan diğer ihtiyaç maddeleri de, karaborsacılığın sınırı içine girmektedir Çiftçinin ürettiği malı bekletmesi ise ihtikar değildir Çiftçi emeğini değerlendirmek için bekletebilir Fakat o mala aşırı bir ihtiyaç duyulursa piyasaya sürmesi daha iyidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İKİ MEZHEBİN BİRBİRİNE ZIT OLAN HÜKÜMLERİYLE BİR MES'ELEDE AMEL EDİP TEFLİK YAPMAK CAİZ MİDİR?
İki mezhebin biribirine zıt olan hükümleriyle bir meselede amel edip teflik yapmak iki çeşittir:

1- İcmaa muhallif olan teflik
2- İcmaa muhallif olmayan teflik

Yapılan bir teflik, icmaa muhallif ise, kesinlikle caiz değildir Mesela Hanefi mezhebinde; baliğa ve akile olan kadının nikahı için velinin izni ve rızası şart değildir Kendi kendini evlendirebilir Diğer Mezheplerde ise; velinin izni şarttır Maliki Mezhebinde de akit esnasında şahitlerin bulunması şart değildir Akitten sonra da ilan edilse kafidir Mesela: Bir kimse, şahitsiz kızını biriyle evlendirse, daha sonra da nikahı ilan etseler caizdir Ama diğer Mezheplerde şahitlerin bulunması şarttır Şafi'i mezhebinde mehri dile getirmek şart değilken, Maliki mezhebinde şarttır Bir kimse nikah hususunda bu üç mezhebi birleştirip teflik ederse caiz değildir Yani: Hanefi mezhebine göre velisiz, Maliki mezhebine göre şahitsiz, Şafii mezhebine göre de mehirsiz nikahı aktederse sahih değildir Çünkü böyle bir nikah; ne Şafii'ye, ne Hanefi'ye, ne de Maliki'ye göre akd edilmiş sayılmaz
Fakat icmaa muhallif olmayan taflik ise caizdir diyebiliriz Mesela: Malıki mezhebinde abdest ve gusülde vücut ve organları oğmak şarttır Aynı mesele Şafii'de şart değildir Şafii mezhebinde bir erkeğin vücüdü bir kadının vücüdüna dokunduğunda abdesti bozulmasına rağmen Malıki mezhebinde bozulmaz
Bir kimse bu iki mezhebi taklit ederek; abdest organlarını oğmadan abdest alır, vücudu bir kadının vücuduna dokunduğu halde namaz kılarssa her iki mezhebe göre de sahih olmamış olur Yalnız bu teflik icmaa muhallif değildir Çünkü Hanefi Mezhebine göre oğmak şart olmadığı gibi, erkeğin vücudu kadının vücuduna dokunması halinde de abdest bozulmaz Bunun için de böyle bir namaz Hanefi Mezhebine göre sahihtir
El-İzz b Abdüsselam ile İbn Dakiku'l-İd gibi alimler bu tip telfikte bit sakınca yoktur diyorlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İKİNCİ EVLİLİK İÇİN İZİN
Gelir düzeyi normal, evli ve iki çocuğu bulunan bir erkek, hanımı karşı çıkmasına rağmen ikinci bir kadınla evlenebilir mi ?
Islâmî öğretilere göre erkek, nafakalarını ve iskân ihtiyaçlarını karşılamak, aralarına adaletle ve yansız olarak davranmak şartıyla dörde kadar evlenebilir Bunun için karısının izin vermesi gerekmez Ancak karılarından birinin hakkını yiyorsa o, mahkeme kararıyla hakkını alır Fakat evlenebilir demek, evlenmelidir, demek olmadığı gibi, evlenmesi güzeldir demek de değildir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İKTİDARSIZLIK
Erkeğe ârız olup, cinsî temasta bulunmasını engelleyen acizlik hastalığı Buna Arapça "innet" bu durumda olan erkeğe de "innîn" denir Erkeğe karşı cinsî istek duymayan kadın için de "innîne" terimi kullanılır
Islâm hukukunda iktidarsızlık hâli evliliği etkileyen hastalıklardan sayılmıştır Karı kocanın, birbirinin cinsî yönlerinden yararlanma hakları vardır Kocanın zifafı gerçekleştirmesi gerekir Evlilik akdi sırasında mevcut olan veya akitten sonra meydana gelen bazı hastalık ve kusurlar sebebiyle karının boşanma davası açma hakkı vardır Kocanın, mahkemeye başvurmadan, eşini boşama imkânı her zaman bulunduğu için, herhangi bir hastalık veya kusur sebebiyle dava açma hakkı erkeğe tanınmamıştır
Ebû Hanîfe ve Imam Ebû Yusuf'a göre, kadının hâkime başvurarak evliliğe son verdirebileceği kusurlar beş tanedir

1) Koca iktidarsız (innîn) olacak Karının bu sebebe dayanarak boşanma davası açabilmesi için şu şartlar gerekir: a) Evlendikten sonra hiç cinsi yakınlaşma olmamış bulunacak Bir defa cinsî yakınlaşma olmuşsa, artık bu sebebe dayanılamaz b) Erkeğin bu kusuruna kadını, nikâhtan önce bilgisi, nikâhtan sonra da rızası bulunmayacak c) Kadının kendisinde cinsî yakınlaşmaya engel bir hâl olmayacak
2) Husyelerin çıkarılmış olması Böyle bir erkeğe "hasîy" denir
3) Cinsiyet uzvunun kesik olması Buna "mecbûb" denir
4) Erkeğin sihir, büyü vBulletin etkilerle bağlı olması
5) Kocanın cinsiyetinin belirlenmemesi Buna "hunsâ" denir (Mehmed Zihni, Münâkehât-müfârakât, Istanbul 1906, s 277; M Muhyiddin Abdülhamid, el-Ahvâlü'ş-Şahsiyye, s 310; Hamdi Döndüren Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s 326, 393)

Birinci maddedeki şartlar, diğer maddeler için de aranır Kocada bu ayıplar, nikâhtan sonra meydana gelirse buna dayanarak boşanma davası açılmaz Nikâhtan önceki ayıplar için kadının rızası bulunmazsa, bir süre susması veya boşanma davası açıp, bir süre takip etmemesi dava hakkını düşürmez Bu ayıpları olan koca, karısını kendiliğinden boşarsa, mesele kalmaz Kadın hâkime başvurunca, hâkim cinsî temasın olup olmadığını kocaya sorar Olumsuz cevap alırsa kendisine mahkeme gününden başlamak üzere bir yıl süre verir Hz Ömer devrindeki uygulama da bu şekilde olmuş ve Hz Ömer Kâdî Şurayh'a bu konuda bir mektup (talimat) göndermiştir Bununla, değişik mevsimlerin koca üzerinde olumlu etkileri beklenir Bu süre içinde koca şifa bulmazsa ve karısını kendiliğinden de boşamazsa, karının isrârı üzerine hâkim boşamaya karar verir Bununla, bir bâin talak meydana gelir Kadın, mehrini tam olarak alır, iddet bekler, bu sırada koca ölürse, aralarında mirasçılık cereyan etmez Uzvun kesikliği hâlinde, sonuç değişmeyeceği için kocaya süre tanınmaz
Imam Muhammed'e göre, karı kocasıyla birlikte yaşadığı takdirde cinsel yönden zarar göreceği her kusur ve hastalıktan dolayı boşanma davası açabilir Ancak bu kusur ve hastalıklar bilinerek evlenilmişse, artık bunlara dayanılarak boşanma istenemeyeceğinde görüş birliği vardır (Ibnü'l Hümâm, Fethu'l-Kadîr, III, 263)
1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Âile Kararnâmesi, kadının hangi kusur ve hastalık hallerinde boşanma talebinde bulunabileceği, Imam Muhammed'in görüşüne uygun olarak formüle edilmiştir (madde, 119, 125) 1920 tarihli Mısır Medeni Kanunu'na 9 ve 10 maddelerde Imam Muhammed'in görüşüne uygun bazı yenilikler eklenmiştir Suriye Medeni Kanunu ayrıca buna akıl hastalığını ilâve etmiştir Türk Medeni Kanunu ise akıl hastalığı dışında hiçbir hastalığı boşanma sebebi saymamıştır Ancak, evlilik akdinden önce mevcut bir hastalık, diğer eşten gizlenmiş olursa, onun kendisine karşı hile yapıldığını ileri sürerek evliliği feshettirmesi mümkündür (TMKmad 117)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İKTİSAD
Orta yolu tutmak, itidal ile hareket etmek, tutumlu olmak, gereğinden az veya çok harcamaktan kaçınmak
Islâmiyet, yeme, içme, giyim, kuşam, eşya kullanımı gibi her hususla aşırılıktan kaçınmayı, orta yolu tutmayı emretmiştir Savurganlık ve cimriliği yasaklamıştır Işlerin hayırlısı orta olanıdır
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Yürüyüşünde ölçülü ol; sesini kıs (bağıra bağıra konuşma)" (Lokmân, 31/19); "Elini boynuna bağlayıp cimri kesilme; büsbütün açıp tutumsuz olma Yoksa pişman olur, açıkta kalırsın" (el-isrâ, 17/29)
Iktisadın karşıtı israftır Israf aşırı gitmek, gereğinden fazla yemek, içmek ve harcamaktır Bu ise dinimizce yasaklanmıştır Kur'ân-ı Kerim'de; "Saçıp savuranlar şeytanların kardeşleridir" (el-Isrâ, 17/27) buyurulmuştur Tutumlu olanlar kimseye muhtaç olmazlar, rahat ve huzur içinde yaşarlar Bir hadis-i Şerifte: "Tutumlu olan fakir olmaz" (Keşfü'l Hafâ, II, 189)
Islâmiyet insanlar arasında eşitliğe, güçsüzü korumaya özel bir önem vermiştir Zekât ve sadaka övülen davranışlardır toplum teşvik edilmiştir Fakat servet ve refahın tabana yayılması esas alınmıştır Servetin, çoğunluğun aleyhine bir azınlığın elinde toplanması yasaklanmıştır "Servet içinizde zenginler arasında dönüp dolaşan bir devlet olmasın" (el-Haşr, 59/7) ayeti bunu ifade eder Islâmiyet özel mülkiyeti korur ve teşvik eder Emeğe üretim faktörleri içerisinde büyük değer verir"Gerçekten de insan ancak kendi çalıştığını elde eder" (en-Necm, 53/39) ayeti bunu ifade eder
Peygamber efendimiz en kutsal kazancın el emeği ürünü olduğunu belirtmiştir (Ahmed b Hanbel, Müsned, III, 466, IV, 141) Tembellik ve başkalarının sırtından geçinmek yasaklanmıştır Bu nedenle faiz yasak kılınmıştır (bk el-Bakara, 2/275-279) Teşebbüse de büyük değer verilmiştir, sermaye emekle beraber değerlıdır
Israf (savurganlık) yasağı, temel ilkelerden biridir Ticarete önem verilmiş ve kâr haddi geniş tutulmuştur Karaborsacılık ve haksız kazançlar yasaklanmıştır Tüketicileri aldatacak faaliyetlerden kaçınılması istenmiş; malların üreticilerden tüketicilere en kısa yoldan ulaştırılması amaçlanmıştır (bk Hamdi Döndüren, Islâm Hukukuna Göre Alım-Satımda Kâr Hadleri, Balıkesir 1984, s 125-202; Günümüz Ekonomik Problemlerine Islâmî Yaklaşımlar, Istanbul 1988, s 10 vd; Orhan Oğuz-Ilhan Uludağ, Genel Ekonomi, Istanbul 1981, s 39-41) Ayrıca geniş bilgi Ansiklopedinin fıkıh ile ilgili birçok maddesinde verilmiştir)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
İLK CUMA NAMAZI
a- Bu Konudaki Değişik Rivayetler:
Ilk cuma namazının nerede ve kimler tarafından kılındığı konusunda değişik rivayetler mevcuttur Bu rivayetleri şöylece özetleyebiliriz:
1 Resûlüllah hicret etmeden önce cumanın kılınmasına izin verdi Kendisi Mekke'de cumayı kılmaya Kadir olamamış ve cumayı izhar edememişti Mus'ab b Umeyr'e: "Yahudilerin cumartesi günleri Zebûr'u açıkça okuduklarını göz önünde bulundurarak, kadınlarınızı ve çoçuklarınızı toplayın ve cuma günü, güneş zevalden yarıyı geçince, iki rek'atle Allah'a yaklaşın" diye yazdı (Hamidullah, Muhammed, el-Vesâiku's-siyâsiyye s 35; Alûsî; Rûhu'l-me'ânî XXVNI/99) Tabakât-i Ibn Sa'd'da aynı rivayete: " ve Sa'd b Usâme'nin evinde oniki kişi ile cuma kılındı" (Aynı kaynak Tabakât-i Ibn Sa'd'dan (NI/83) ilâvesi de mevcuttur
Bu rivayet nazar-i dikkate alındığında, cumanın Mekke döneminde farz kılındığı, izhar edilmesi gereken bir ibadet olduğu, Yahudilere karşı bir onur meselesi ve bir şiar olduğu söylenebilir
Cumanın izhar edilmesi gerekliligi, kısaca bir onur, bir varlık gösterişi namazı olduğu, diğer nakillerde de göze çarpıyor
Meselâ Allâme Ibn Hacer "Tuhfetü'l-Muhtâç"ta: "Cuma namazı Mekke'de farz kılındı ama sayı yetersizliğinden ya da şiarı izhar olduğundan, orada kılınamadı" (Aynı kaynak Tabakat-r Ibn Sa'd'dan (NI/83)) diyor Sayı yüzünden kılınmadığı ihtimalini Ibn Hacer sâliki bulunduğu Şâfiî mezhebinin, cumanın kılınabilmesi için kırk hür erkek cemaat şartını koşmuş olmasından dolayı zikretmiş olabilir Ama her ikisi de birer ihtimalden ibarettir
2 Abdurrahman b Kâ'b: "Gözlerini kaybetiğinde babamı cumaya ben götürüyordum Ezanı duyduğunda Ebû Ümâme Es'ad b Zürâra'ya dua edip mağfiretini istiyordu Bir ara durdu ve yine böyle yaptı Sebebini sordum Yavrum, Medine'de Benî Beyâdâ Yurdunda bize ilk cuma namazını kıldıran odur, dedi O gün kaç kişi idiniz? dedim Kırk kişi idik, dedi "(Alûsî, XXVNI/99)
3 "Umdetü'1-Kâri"deki şu rivayet de bunu tamamlar: "Ibn Sîrîn anlattı: Medineliler Resulullah (sas) gelmeden ve cuma âyeti inmeden önce toplandılar Cumaya ilk defa bu adı verenler onlar oldu Dediler ki, Yahudilerin her hafta toplandıkları bir günleri var Keza Hiristiyanlar da öyle Gelin biz de bir gün toplanıp Allah'ı zikredelim, namaz kılıp O'na şükredelim Derken bunun için "Yevmü'1-arûbe"yi seçti ve Es'ad'ın evinde toplandılar O da onlara iki rek'at namaz kıldırdı Bu toplantıda bu güne "Cuma" adını verdiler Sa'd da bir koyun kesip onlara yedirdi Zira sayıları azdı"(Hâkim, el-Müstedrek I/28l ; Ibn Mâce, Sünen I/344 (el-Ikâme 78) Sevkâni bu hadisi aynı zamanda Ibn Hibbân ve e1-Beyhaki'nin de rivayet ettiklerini, sonuncunun sahih bulunduğunu, el-Hâfız'ın ise, isnâdı hasendir, dediğini söyler Bkz Neylü'l-evtâr NI/230)
Tebyînü'1-hakâik hâsiyesi Selebî'nin, "cuma namazına ilk defa ‚cuma' adını veren Kâ'b b Lueyy'dir" (Aynî, Umdetü'l-kârî VI/161) şeklindeki rivayeti buna muhalif değildir Zira Kâ'b'ın aynı toplantıda bulunması ve bu ismin o nun buluşu olması muhtemeldir
4 Bazı kaynaklarda bu konuda değişik rivayetler de vardır:
"El-Ma'rife'de şöyle denir: Zuhri anlattı; Resulullah (sas) Mus'ab b Umeyr'i, Medine'ye, onlara Kur'an öğretmek üzere gönderdiğinde, Mus'ab onlara cuma namazı kıldırdı ve Resulullah gelmezden önce Medine'de ilk cuma namazını kıldıran Mus'ab oldu (Hasiyetü's-Selebî ‚alâ-Tebyîni'l-Hakâik I/217)
Allâme Alûsî bu rivayetleri sıraladıktan sonra, "Bu konudaki haberlerin en sağlamı Medine'de ilk cumayı Es'ad'ın kıldırdığını bilderenler olmalıdır" diyor
Bu taktirde ilk cuma namazı Yahudi ve Hristiyanlara karşı bir varlık izharı şeklinde kılınmış oluyor Burada; Acaba hangi şekilde olursa olsun, Medine'de ilk kılınan cumâ namazı, öğle namazınının yerini almış ve onun farziyetini düşürmüş müdür?" diye bir soru akla gelebilir Ilk kılınan cuma namazının farz cuma olup olmadığını tesbit için, bu sorunun cevabı önemlidir
5 Bizzat Resulllah'ın kıldırdığı ilk cuma namazı ise, Kubâ'dan ayrıldıktan sonra Benî Sâlim Yurdu'nda, öğle vaktinde, cuma olması üzerine kıldırdıkları cuma namazıdır Bu mescid de bu münasebetle "Cuma Mescidi" adıyla bilinmeye başlanmıştır İşte Resulullah'ın kıldırdığı ilk cuma budur (Aynî, age VN/I88 )
6 Bir başka itibarla ilk cuma diyebileceğimiz cuma namazı da, Bahreyn köylerinden olan el-Cuvâsâ'daki Abdulkays'taki cuma namazıdır (Zürkânî I/326; Elmalıli VNI/4980)
Rivayetler arasında ihtilâflı gibi görünenler, Medine'de ilk cuma namazını Es'ad b Zürâra; ya da Mus'ab b' Umeyr'in kıldırdığını bildiren haberlerdir Ancak Merhum Elmalılı'nın da temas ettiği gibi (Sevkâni, Neylü'l-evtâr NI/233 (Buhari ve ·Ebûf Dâvûd)) anlaşılan Es'ad b Zürâra, Resulullah'tan izin gelmeden önce ilk kıldıran; Mus'ab b Umeyr ise Medine'de izinle ilk cuma namazı kıldıranlardır
b- Rivayetlerin Değerlendirilmesi
Bu rivayetlerin tümüne birden baktığımızda şu sonuçlara va rabiliriz: Cuma namazının Mekke'de farz kılındığı konusu kesin değildir Mekke'de farz kılındığını kabul etsek dahi, orada kılınmayışının sebebi, devletin bulunmayışı olduğuna dair bir delil olmadığı gibi, bu aklen de mümkün görülmemektedir Çünkü Allah Resulü, Kubâ ile Medine arâsında ilk cuma namazını kıldırdığında henüz yoldadır Medine'de de bir devlet sözkonusu değildir Henüz Medine'ye yerleşilmemiş ve Müslümanlar insiyatifi ele almamışlardır Ancak cumanın bir şiar ve bir varlık gösterişi anlamı taşıdığı doğrudur
__________________
 
Üst Alt