K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KABİRLERİN HAZIRLANIŞI:

Kabır hazırlanırken şu hususlara dikkat edilmelidir Kabır, bir adam boyu veya göğüs hizasına kadar kazılır Ölüyü daha iyi koruyacağı düşüncesiyle kabır daha derin açılabilir Toprak sert ise kabrin kıble tarafına bir lahd (oyuk) açılır Eğer lahd açılmakla toprak göçecek kadar yumuşak olursa o zaman kabrin ortasında ölünün sığacağı kadar bir yer açılır ve oraya defnedilir
İslâm müctehidleri ve fakihleri, kabırlerin kireç ve benzeri ile yapılmasının, kendi toprağına ilâve edilerek yükseltilmeşinin, üzerine kubbeli bina yapılmasının, taşına övücü veya kadere sitem edici kelimeler yazılmasının caiz olmadığı konusunda görüşbirliği içindedir Buna karşılık kabrin, yerden bir-iki karış yükselmesi, şeklinin deve hörgücü gibi olması, ker***le yapılması, kabrin baş tarafına bir taş konulması ne ölünün isminin yazılmasında bir sakınca görülmemiştir Ancak kabrin üstüne mescit gibi bina inşa edilerek buranın mabed edinilmesi hadisle yasaklanmıştır
Hz Âîşe (ra), Resulullah (sas)'ın son hastalığında şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Allah, Yahudi ve Hristiyanlara lânet etsin, Onlar, peygamberlerinin kabrini mabed haline getirdiler" Hz Âîşe diyor ki: "Eğer bundan korkulmasaydı, Hz Peygamberin kabri dışarıdan belli olacak şekilde yapılacaktı" (Buhâri, Cenâiz, 916) Peygamberin ve Hz Âîşe'nin ifadelerinden; kabrin dış şekli üzerinde titizlikle durulmasının ve bazı yasaklar konmasının sebebinin tevhit inancını korumak ve insanların şirke düşmelerini önlemek olduğu anlaşılmaktadır
Diğer yandan İslâm dini, israfı yasaklamıştır israf, malın lüzumsuz yere ve ölçüsüz harcanması, sarfedilmesi demektir Aç, çıplak, ilaçsız, tahsilsiz eşsiz, işsiz, muhtaç müslümanlara yardım etmek yerine, büyük masraflarla heybetli, süslü ve masraflı kabırlerin bina edilmesi israf sınırları içine girebilir
Cenaze için namaz kılındıktan sonra cemaatle birlikte yaya veya ihtiyaç olunca araç vasıtasıyla kabristana gidilir Derince ve uygun boyda açılan kabre cenazeyi gömmek farz-ı kifayedir Cenazeyi taşıyanlar gibi kabre indirenlerin de; "Bismillah ve ala milleti Resulullah" demeleri müstehabtır
Ölü, kabırde yüzü kıbleye gelmek şartıyla sağ yanı üzerine yatırılır Sonra kefenin düğümleri çözülür Kabrin tahtası dizildikten sonra kürekle veya elle üzerine toprak atılır Kabrin üstünü biraz yükseltmek menduptur Toprak pekişsin diye kabrin üzerine su serpilebilir

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
HER HANGİ BİR LİDERİN BİR YERE GELİŞİ MÜNASEBETİ İLE ŞEREFI İÇİN VEYA SALİH KİMSELERİN KABRİ İÇİN ADAK OLARAK KESİLEN HAYVANIN ETİ HELAL MIDIR? Her hangi bir liderin bir yere gelişi münasebeti ile şerefi için veya veli ve salih kimsenin kabri için nezr edilmiş bir hayvan kesilirse eti haramdır, yenilmezÇünkü hayvan Allah namına kesilmemiştirO gelen zat veya veliye tazım için kesilmiştir(İbn Abidin)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KABRİSTAN

Ölülerin toprağa verildiği ve "mezarlık" da denen saha
İslâm dini, hayatında olduğu gibi ölümünde de insana gereken değeri vermiş ve saygıyı göstermiş, öldüğü andan itibaren ona yapılacak muameleyi de belirlemiştir
Toprağa defnedilen insanın en uzun süre bulunacağı yer kabristandır Bu sebeple İslâm dini, kabristanın düzenli ve tertipli yapılmasını, temiz tutulmasını ve yeşillendirilmesini, hayatta bulunan insanların ölülere karşı bir vefa borcu olarak görür Buna rağmen dinimiz öncelikle ölünün cesedine değil hatırasına değer verir Bu konuda Hz Peygamber "Ölülerinizi hayırla yâd ediniz" (Tirmizi, Cenâiz, 34) buyurur
Müslümanlara ait kabristan son derece sade, tabiî ve mütevâzi olmalı; mezar yapımında da basit ve ucuz malzeme kullanılmalıdır Camide Allah'ın huzurunda-kariyer ve sosyal durumları ne olursa olsun-aynı safi paylaşan müslümanların mezarlarının da görünüş itibariyle birbirine yakın olması İslâm'ın ruhuna daha uygundur
Kabristana cenaze ile birlikte veya daha sonra ölüyü yâdetmek için çelenk getirerek kabrin üzerine konulması, bid'at olup, gayri müslimlere benzemek amacıyla yapıldığı takdirde ilgilileri manevî sorumlulukla karşı karşıya getireceği açıktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KABZIMAL(KOMİSYONCULAR)

Sebze, meyve ve bu gibi şeylerin üreticileri ile satıcılar arasında aracılık eden kimse, başka bir ifade ile özellikle yaş meyve ve sebzeyi üreticiden alarak, perakendeciye intikal ettiren komisyoncular hakkında kullanılan bir hukuk terimi
Kabzımallar genel olarak üreticiden bir avans karşılığında ürünü alır, gerekiyorsa bir süre muhafaza ederek satar Sonra satış bedelinden komisyon, satış masrafları ve avans bedelini indirerek, gerisini üreticiye verir
Satıcı ile alıcı arasında başka bir tabir ile üretici ile tüketici arasında aracılık yapana simsâr adı verilir Simsârda malı koruma ve muhafaza etme manası da vardır (Kamus, II, 411) Serahsî, el-Mebsut adlı eserinde simsâr konusunu işlemiş, bunun caiz olduğunu söylemiştir (Mebsût, XV, 114)
Kabzımal, komisyoncu veya simsar kelimeleri aralarında yok denecek kadar küçük farklar bulunsa bile, aynı manayı ifade eder diyebiliriz
Kays b Ebî Garâze diyor ki; biz Medine çarşısında ticaret yapar ve kendimize simsar adı verirdik Bir gün Resulullah yanımıza çıkageldi ve bize daha güzel bir isim verdi; "Ey tüccar topluluğu" diye hitap etti (Ebu Davud, Buyû', 1) Serahsî, bu hadisi naklettikten sonra simsarı şöyle tarif eder: Simsar, alış veriş işinde başkasına ücretle çalışan kimsedir İmam Muhammed, sahabî Ebû Garâze'nin bu konuda bu hadisi söylemesinden maksat simsarlığın caiz olduğunu açıklamaktır, diye bir yorum yapmıştır (Mebsût, XV, 115)
Peygamberimiz bir hadislerinde "Hiçbir şehirli-kasabalı, hiçbir bedevî-köylü adına malını satamaz" buyurmuşlardır (Buhârî, Buyû', 58, 64) İbn Abbas'a bunun manası sorulduğu zaman, şehirli köylüye simsarlık yapamaz diye cevap vermiştir (Tecrîd-i Sarih, VI, 472)
Alıcı ile satıcı veya tüketici ile üretici arasına girip malı birinden diğerine nakletmek, ihtiyaçtan kaynaklanan birşey ise, başka bir deyimle sebepsiz fiyat artması olmuyorsa, bunda bir sakınca yoktur Fakat boş yere, hiç yoktan fiyat yükseliyor, aracının varlığı lüzumsuz ise ve taraflardan biri bu sebeple zarar ediyorsa böyle bir simsarlık meşru değildir Nitekim İmam Ebu Hanîfe, alıcı ile satıcıdan herhangi birisi zarar görmediği müddetçe, kabzımal-simsar delaleti ile yapılan alış verişin caiz olduğunu söylemiştir (Tecrîd-i Sarih, VI, 472)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAÇ ÇEŞİT ARAZİ VARDIR, HANGİSİNE ZEKAT –ÖŞÜR- DÜŞER? Beş çeşit arazı vaardır

1- Arazı-yi öşriye: Müslümanlar tarafından kahren fetih edilip müslümanlarla temlik edilen arazı ile, ahalisi kendi arzusu ile müslüman olmuş olan arazıdır
2- Arazı-yi haracıye: Müslümanlar tarafından fetih edilip, müslüman olmayan yerlilere temlik edilen arazıdır
3- Arazı-yi miriye: Müslümalar tarafından fetih edilip İslam devletinin temellükü altında bırakılan arazıdır
4- Arazı-yi memlüke: Devletin arazısi iken müslim veya gayr-i müslime satılan veya hibe edilen arazıdır
5- Arazı-yi emvat: Hiç işlenmemiş veya sahibi olmayan arazıdır Üç mezhebe göre, arazı hangi çeşitten olursa olsun zekata tabidir Hanefi mezhebinde ise araziyi öşriye kesin olarak zekata tabii olduğu gibi, araziyi miriye ile haracıye zekata tabi deildir Araziyi memlüke ise araziyi öşriye gibi zekata tabi'dir
6- Türkiye arazısi bu kabıldendir Yani vaktiyle miriye ve devletin malı olup bilahare vatandaşlara bedelsiz olarak temlik edilmiştir Bu temlik de mu'teberdir
7- Çünkü devlet maslahata binaen vatandaşa devlet malından yardım edebilir Arazı ve başka mallar arasında hiç bir fark yoktur Binaenaleyh Türkiye'nin arazısi öşre tabi değildir demek hatadır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAÇAKÇILIK YAPMAK VE KAÇAK MALI SATIN ALMAK CAİZ MİDİR? Kaçakçılık yapmak yani dış memleketlere kaçak eşya götürüp getirmek, birkaç yönden sakıncalıdır

1- Kaçakçılıkla uğraşan kimsenin işini yürütebilmesi için ilgilerle rüşvet vermeye mecbur kalacağına hiç şüphe yoktur Rüşvet ise haramdır Veren de mel'un, alan da mel'undur
2- Kaçaklıkla uğraşan kimsenin mal ve canı tehlikededir 1950'lerden evvel ve sonra doğu ve güneydoğu hudut illerinde onbinlerce vatandaş kaçakçılık uğrunda büyük servetlerini verdikleri gibi, Suriye, Irak ve İran hudutlarında canlarını da verdiler Nice cenazeler de mayın tarlalarında havaya uçtu Servetlerin heder olmaması için kumarı yasaklayan din, elbette daha beter olan kaçakçılığı da yasaklayacaktır
3- Kaçakçılık müslümanlara büyük zarar veriyor, malını, parasını taşraya sevk ettiriyor Binaenaleyh, kaçakçılık yapmak caiz olmadığı gibi kaçak malı satın almak da doğru değildir Ancak satış batıldır da denilmez
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KAÇARAK EVLENMEK Annenin, babanın razı olmamalarına rağmen kızları sevdigi erkeğe kaçar ve dinî nikâh kıydırırlarsa bu nikâh geçerli olur mu?
Hanefi mezhebine göre geçerli olur Ancak kız ergin değilse, ya da dengini bulamamışsa, velisi nikâhı onaylamayabilir Onaylamayınca da nikâhı geçerli olmaz: Ama kız ergin ise ve nikâhlandığı erkek dengi ise, baba ya da veli izin vermese ve nikâhı onaylamasa da nikâh geçerlidir Fakat Şâfîî mezhebine göre velinin bizzat bulunup onaylamadığı nikâh geçerli değildir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KA'DE

Bir oturuş, üzerine oturulan hasır, keçe vBulletin şey; oturan kimsenin oturduğu yerden aldığı miktar
Namazda teşehhüd için, yani "et-Tehiyyâtü lillâhi" yi okumak için oturmak anlamında bir fıkıh terimi
Üç ve dört rekâtlı namazlarda iki "ka'de" vardır Birincisine "Ka'de-i ûlâ * = ilk oturuş", ikincisine de "Ka'de-i âhire* = son oturuş" denir
Âlimlerin çoğunluğuna göre, birinci ka'de sünnettir Hanefîlere göre, vâcip olup terkinden dolayı sehiv secdesi gerekir Nitekim, Abdullah İbn Buhayne'den nakledilen hadise göre:
"Hz Peygamber (sas), öğle namazına kalktı Oturması gerekirken oturmadı Namazı tamamlayınca iki secde yaptı Her secdede selâm vermeden önce, oturarak tekbîr aldı Cemaat da onunla birlikte secde ettiler Böyle yapması, birinci oturuşu unuttuğu içindi" (Buhârî, Sehiv, 5)
Yine Hz Peygamber (sas) in: "Benim namaz kıldığımı gördüğünüz gibi namaz kılınız" (Buhârî, Ezan, 18) hadisi, birinci teşehhüdün vacip olduğuna delalet eder, terkinin sehiv secdesini gerektirmesi de vacip olduğunu gösterir (es-Seyyid Sabık, "Fıkhu's-Sünne, I, 171)
Teşehhüdde, sol ayak yayılarak üzerine oturulur Sağ ayağın baş parmağı kıbleye yönelik olarak dikilir Hz Aişe (ra) Hz Peygamber (sas)'in namazdaki oturuşunu bu şekilde tarif etmiştir (el-Mergînânî, el-Hidâye, I, 51)
Kadın; sol tarafa kalçası üzerine oturarak, sol ayağını sağ yandan çıkarır Bu, onun tesettürüne daha uygundur (el-Mergînânî, age, l, 51)
Birinci ka'dede "et-Tehiyyâtü lillâhi" okunduktan sonra hemen diğer rekâta kalkılır Abdullah İbn Mes'ûd (ra), teşehhüd konusunda şöyle diyor:
"Resulullah (sas), bana namazın ortasında ve sonundaki teşehhüdü öğretti O namazın ortasındayken teşehhüdden hemen sonra kalkardı Namaz sonundaki teşehhüdü bitirince, kendi kendine dilediği kadar dua ederdi" (Buhârî, İsti'zân, 28; el-Merginânî, age, 51)
Abdullah İbn Mes'ûd'un teşehhüdü şöyledir:
"Et-Tehiyyâtü lillâhi, ve's-Salavâtü ve't Tayyibâtü, es-Selâmü aleyke eyyühen-Nebiyyü ve rahmetüllâhi ve berekâtühü, es-Selâmü aleyna ve alâ ibâdillâhi's-Salihîne Eşhedü enlâillâhe illallâh ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve resûlühü = İbadetlerin, övgülerin her türlüsü Allah'a mahsustur Ey Peygamber sana selâm olsun Allah'ın rahmet ve bereketi de Senin üzerine olsun Selâm bizim ve Allah'ın salih kulları üzerine olsun Allah'tan başka hakîkî ilâh olmadığına ve Muhammed'in, O'nun kulu ve elçisi olduğuna şehâdet ederim" (Buhârî Ezan, 148)
Namazın sonundaki oturuş "ka'dei âhire", namazın bir farzı, bir rüknüdür İsterse kendisinden sonra ka'de bulunmasın Sabah namazında olduğu gibi Bu oturuş tamamen terk edilirse namaz bozulmuş olur
Bir kimse iki rekât sabah namazını kılıp da oturmaksızın üçüncü rekâta kalkarak bunun sonunda secde edecek olsa, bu namaz farziyetini kaybedip nafileye dönüşür Binaenaleyh, bir rekât daha ilave edilerek sonra oturmak lazımdır
Aynı şekilde; dört rekâtlı bir farz namazın dördüncü rekâtında ve akşam namazının üçüncü rekâtında oturulmayıp bir rekât daha kılınarak secdeye varılsa, bu namaz bozulmuş olur Kılınan namaz akşam namazı ise dördüncü rekâtın sonunda selâm verilir Dört rekâtlı bir namaz ise, beşinci rekâta bir rekât daha ilâve edilerek selâm verilir Bu durumda sehiv secdesi gerekmez (Ö N Bilmen, Büyük İslâm İlmihali, 129)
Bir kimse, namazın sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra namazdaki tilâvet secdesini hatırlayarak secdeye varsa namazı bozulur Çünkü bu durumda son Ka'dede bulunmamış sayılır Meğer ki tilâvet secdesinden sonra tekrar teşehhüd miktarı otursun (age, 130)
Son oturuşu uykuda geçiren bir kimse, uyandıktan sonra tekrar bir teşehhüd miktarı oturmazsa namazı fasid olur Namazda, uyku halinde yapılan kıyam, kıraat, rükü' gibi fiiller de muteber değildir
Bir kimse namazın sonunda teşehhüd miktarı oturduktan sonra, kasden namaza aykırı bir harekette bulunsa, namazı tamamdır Fakat isteği dışında abdesti veya namazı bozan böyle birşey meydana gelirse İmameyn'e göre yine namazı tamam olur İmam-ı Azam'a göre ise, namaz tamamlanmış olmaz Hemen namazdan çıkması lâzım Bunun için hemen abdest alıp namazına kaldığı yerden devam eder
Bir kimse, son ka'dede teşehhüd miktarı oturduktan sonra henüz isteğiyle namazdan çıkmadan vakit çıksa veya başka bir namaz vakti girse İmameyne göre tamamdır, İmam Azam'a göre ise fasit olmuş olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KA'DE-İ AHİRE

Son oturuş Namazın rükünlerinden birisi Terim olarak; iki rekâtlı namazlarda ikinci rekâtın, üç veya dört rekâtlı namazlarda ise üçüncü veya dördüncü rekâtın sonunda ettehıyyâtü'yü okuyacak kadar oturmak demektir Rükün; bir ibadet veya akdin esas unsurlarını oluşturan ana bölümüdür Rükün eksik olunca, ibadet veya akit geçerliliğini kaybeder Bir satım akdinde icap veya kabulün bulunmaması, namazda rükû veya secdenin terkedilmesi gibi
Namazın rükünleri; başlangıç tekbiri, kıyâm, kırâat, rükû', sücûd ve ka'de-i âhire'de teşehhüd miktarı oturmak olmak üzere altı tanedir Hanefiler dışındaki İslâm hukukçularının çoğunluğuna göre, rükû'dan sonra doğrulmak, iki secde arasında oturmak ve namazın sonunda selâm vermek de rükün sayılmıştır
Hanefilere göre, bu son üçü vacip hükmündedir (İbnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, Mısır 1315, l, 210 vd; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi', Beyrut 1328/1910, I, 105 vd; İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 522 vd; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, Beyrut ty, I, 297 vd)
Hanefîlere göre, namazların son oturuşunda ettehiyyâtü'yü sonuna kadar okuyacak şekilde oturmak farzdır Bu kadar süre geçtikten sonra, imamın arkasında namaz kılan kimse imam selâm vermeden önce namazdan ayrılsa, onun namazı tamamlanmış sayılır Şafiî ve Hanbelîlere göre, ettehiyyâtü'den sonra "Allahümme salli alâ Muhammed" diyecek kadar daha beklemek rüknün kapsamına girer Mâlikîlere göre ise, selâm verecek kadar oturmak rükündür Hanefilere göre, ilk ve son oturuşlarda ettehıyyâtü'yü okumak vacip, "Allahümme salli" ve "bârik" duâlarını okumak ise sünnettir (el-Kâsânî, age, I, 113; İbnü'l-Hümâm, age, I, 113; İbn Kudâme, age, I, 522 vd)
Hanefilerin kade-i ahîrenin farz oluşu için dayandıkları delil, Abdullah b Mes'ud (ra)'un naklettiği şu hadistir Hz Peygamber O'na teşehhüdü açıklarken; "Sen ettehiyyatü'yü okuduğun veya oturduğun zaman, senin namazın tamam olmuştur" (Zeylaî, Nasbu'r-Râye, I, 424; eş-Şevkânî, Neylü'l-ivtâr, II, 298) Hz Peygamber burada namazın tamamlanmasını bir fiile bağlamıştır ki, o da oturmaktır Ettehiyyâtü okunsun veya okunmasın sonuç değişmez Çünkü ettehiyyâtü'yü, oturmaksızın okumak meşrû değildir Kısaca burada asıl olan oturmaktır ve farz olan da budur İbn Mes'ûd'un naklettiği hadisin haber-i vâhid kabılinden olması farzlığı sabit kılar Çünkü bu hadis, Kur'an'ın mücmel'ini açıklamış olmaktadır
Hz Peygamber; namazların sonunda daima oturmuş, ettehiyyatü'yü okumuş ve okunmasını ashâbına da emir buyurmuştur (bk Buhârı, Ezân, 148, 150; el-Ameli's-Salât, 4; Müslim, Salât, 56, 60, 62; Ebû Dâvud, Salât, 178; Tirmizî, Salât, 100, Nikâh, 17) Başka bir hadiste; "Namazı ben nasıl kılıyorsam siz de öylece kılın" (Buhârî, Ezân, 18, Edeb, 27, Ahâd, 1) buyurulmuştur Ettehiyyâtü'den sonra salavât getirmeye gelince, namaz dışında Hz Peygamber'e salâtü selâm getirmenin farz olmadığı konusunda İslâm bilginleri arasında görüş birliği vardır
Namazların son oturuşunda "Allahümme salli ve barik dualarının okunması hadisle sabittir Ashab-ı kirâm, Hz Peygamber'e; "Biz sana nasıl selâm getireceğimizi biliyoruz, fakat nasıl salât getireceğiz? bunu bilmiyoruz" deyince, Allah elçisi bu duayı, ta'lim buyurdu (bk Buhârî, Enbiyâ, 10 , Müslîm, Salât, 65, 66, 69; Nesâî, Sehv, 49, 50-54)
Hanefî ve Hanbelîlere göre teşehhüd duası şöyledir: Abdullah b Mes'ud (ra) şöyle der: "Allâh'ın Resulu elimi avuçlarının arasına aldı ve bana teşehhüd'ü Kur'an'dan bir sûre öğretir gibi öğretti Dedi ki: Biriniz namazda oturduğu zaman şöyle desin: "et- Tehiyyâtü Lillâhi ve's-salavâtü ve't-tavyihâtu es-selâmu aleyke ey huhe'n -nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekatühü, es-selâmû aleynâ ve alâ ibâdillâhissalihin Eşhedü en lâilahe illâllah ve eşhedü enne Muhammeden abdûhü ve Resuluh" (Buhârî, Ezân, 148, 150; Müslim, salât, 56, 60, 62; Ebû Davud, Salât, 178; Tirmizî, salât, 100, nikâh 18; Zeylaî, Nashu'r-Râyet, I, 419, eş-Şevkânî, age, II, 278)
et-Tahiyyâtü duasının mirac gecesi yüce yaratıcı ile Hz Peygamber arasındaki selâmlaşma, dilek ve temenni ifadelerinden ibaret olduğu nakledilir "İbn Mes'ud teşehhüdü" de denilen bu duanın anlamı şöyledir:
et-Tahıyyâtu lillâhi ve's-salavât ve't-tayyibât: "Mülk, azamet ve her türlü sözlü ibadetler, övgüler, bedenî ve malî ibadetlerle, tüm sâlih ameller Allah içindir"
es-Selâmu aleyke eyyuhâ'n-nebiyyu ve rahmetilllatu ve berekâtuhu: "Selâm sana ey peygamber, Allah'ın rahmeti ve bereketleri sana olsun"
Es-Selâmu aleynâ ve alâ ibâdillahi's-sâlihin: Selâm bize, peygamberlere ve Allah'ın insan ve cinden bütün salih kullarına olsun" Hz Peygamber şöyle buyurmuştur: "Bunu söylediğiniz zaman Allah'ın rahmeti ve bereketi gökte ve yerde bulunan her salih kula erişir"
Dua şehadet cümleleri ile sona erer Anlamı: "Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına ve Hz Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulu olduğuna şehâdet ederim" et-Tehiyyatü duasında her iki şehâdet cümleleri bulunduğu için buna "teşehhüd" adı verilmiştir (ez-Zühayli, el-Fıkhu'l-İslâmi ve EdilletuXû, Dımaşk 1405/1985, I, 668-670)
Şafiîlere göre teşehhüd'ün en azı, "es-salavât ve't-tayyibât" kelimeleri bulunmaksızın en mükemmeli ise ettehiyyâtu kelimesinden sonra "el-mubârakât" kelimesinin ilâvesiyle tehiyyat duasının okunmasıdır (eş-Sevkâni, age, II, 281) İmam Mâlik'e göre ise, teşehhüdün en faziletlisi, duanın baş tarafının; "ettehıyyâtu lillâhi, ez-zâkiyâtu lillâhi, essalavâtu lillâhi" şeklinde okunmasıdır
Şafiî ve Hanbelîlere göre, namazların son oturuşunda ettehiyyâtü'den sonra yalnız; "Allahümme salli alâ Muhammed" (Allah'ım, Muhammed (sas)'e rahmet et) şeklinde kısa salavat getirmek ruküna "Allahümme salli-barik" duâlarının devamını okumak ise sünnettir Delil şu ayettir: "şüphesiz, Allah ve melekleri o peygambere salât ederler Ey iman edenler, siz de ona salât edin, tam bir teslimiyetle de selâm verin" (el-Ahzâb, 33/56) Allah'ın salâtı, müminlere rahmeti: insan ve meleklerin salâtı, dua ve intiğfar; peygamberlerin müslümanlar hakkındaki salâtı ise, onları tezkiye ve ilâhi rahmete mazhar kılmaktır Salâtın sözlük anlamı; dua, tebrik ve ta'zîm (ululama)'dir (bk Râgib, el-Müfredât ve Seyyid Şerif, ta'rifât, "salat" maddesi) Yukarıdaki ayet emir ifade eder et-Tehiyyâtü'de peygamberi selâmlama yerine getirilmiş, peygambere salât kısmı eksik kalmıştır İşte bu yüzden, yalnız Hz Peygambere salât okumak, teşehhüde dahil olur (ez-Zühaylî, age, l, 670)
Hanefi ve Mâlikîlere göre ise, "Allahümme salli ve barik" dualarını okumak sünnettir Ka'b b Ucre (ra)'den bir topluluk şöyle nakletmiştir: Resulullah (sas) bizim yanınıza geldi Biz: "Ey Allah'ın elçisi, Allah bize, sana nasıl selâm vereceğimizi öğretti Biz sana salât'ı nasıl yapacağız? Hz Peygamber şöyle buyurdu: "Salatı şöyle yapınız: Allahümme salli alâ Muhammedin ve alâ âli Muhammed, kemâ salleyte alâ âli lbrâhim'e, inneke hamîdun mecîd Ve bârik alâ Muhammed'in ve alâ âli Muhammed, kemâ bârekte alâ âli İbrâhim'e inneke hamîdun mecîd" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, Mısır ty, II, 284; İbn Kesir, Tefsîr, III, 507) Bu dualarda "alâ âli İbrahim " ifadelerinden önce "alâ İbrahim'e ve" ilâvesiyle salavât duasının en mükemmel şekli ortaya çıkmış olur Duanın toplu anlamı şöyledir: "Allahım, İbrâhim'e ve İbrahim evladına rahmet ettiğin gibi Muhammed'e ve Muhammed evladına da rahmet et Şüphesiz sen övülmüşsün, yücesin Allâh'ım! İbrahim'e ve İbrahim evladına bereket verdiğin gibi Muhammed'e ve Muhammed evladına da bereket ver Şüphesiz sen övülmüşsün, yücesin"
Bu salavât-ı şerîfelerden sonra şu dualar okunur: "Rabbenâ âtina fid-dünya haseneten ve fï'l-âhireti haseneten ve kinâ azâbe'n-nâr Rabbenağfir Lî ve Livâlideyye velil mü'minine yevme yekûmu'l hisap"
Anlamı: "Rabbimiz, bize dünyada iyilik ver, ahirette iyilik ver, bizi Cehennem azabından koru Rabbimiz, beni, anamı, babamı ve bütün müminleri hesap gününde bağışla" (bk el-Bakara, 2/20; İbrahim, 14/41)
Namazlarda son oturuş, selâmla tamamlanır ve namaz sona ermiş olur Hanefîlere göre, namazda iki tarafa selâm vermek farz değil, vacip hükmündedir Bu yüzden, son oturuşta, teşehhüd miktarı geçtikten sonra, selâm, konuşma, bir hareket veya abdesti bozacak bir hâlin meydana gelmesi gibi yollardan birisiyle namazdan çıkılsa bu yeterli olur Bu kimse kendi fiili (sun'u) (sun'u) ile namazdan çıkmış bulunur Delil, Hz Peygamber'in, Abdullah b Mes'ud (ra)'e; "Sen teşehhüdü okuduğun veya onu okuyacak kadar oturduğun zaman, namazın tamamlanmış olur" (es-Şevkânî, age, II, 298; Zeylaî Nasbu'r-Râye, I, 424) buyurmasıdır Diğer yandan Hz Peygamber namazını yanlış kılan sahabiye, namazın doğru kılınma şeklini gösterirken selâm'a yer vermemiştir (es-Şevkânî, age, II, 264) Bu duruma göre namaz, sağ tarafa doğru "es-Selamü" demekle tamamlanmış olur İlk selâmda "aleyküm ve rahmetullahi" ilâvesiyle ikinci selâm sünnettir İmam başını sağ ve soluna çevirirken, o taraftaki meleklere, insan ve cinlerden olan müslümanlara selâm vermeye niyet eder (el-Kâsânî, age, I, 113; İbnu'l-Hümam, age, I, 225; Zeylai, Tebyînu'l-Hakâik, el-Matbaatü'l-Emiriyye, l, 104; ibn Âbidîn, age, I, 418) Şafiî ve Mâlikîlere göre, oturma hâlinde namazdan çıkmak için ilk selâm, Hanbelîlere göre ise, iki selâm farzdır Cenaze ve nâfile namazlarıyla, tilâvet ve şükür secdesi bundan müstesnadır Bunlarda tek selâmla namazdan çıkılır Çünkü Hz Peygamber, namazların sonunda daima selâm vermiş ve bunu terketmemiştir (eş-Şevkânî, age, I, 292)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KA'DE-İ ÛLÂ(İLK OTURUŞ)

İlk oturuş Namazın vaciplerinden birisi
Ka'de, lügatte oturma, oturuş; ûlâ ise ilk, birinci anlamındadır Sıfat tamlaması olarak "ilk oturuş" anlamına gelen ka'de-i ûlâ, terim olarak ikiden fazla rekatı bulunan namazların ikinci rekâtında secdeden sonraki oturuşa denir Buna ilk teşehhüd de denir
Ka'de-i ûlâ vacibdir (ikinci ve son ka'de farzdır) ikinci rekâtın secdeleri yapıldıktan sonra sol ayak yan yatırılıp üzerine oturulur ve sağ ayak dikilerek parmakları kıbleye doğru yöneltilir Eller uylukların üzerine konur, vücut dik tutularak kucağa doğru bakılır Bu tarz oturmaya engel bir hâli bulunan hasta ve sakatlar, kendi durumlarına uygun bir şekilde otururlar Kadınlar her iki ayaklarını sağ tarafa doğru çıkararak sol kalçaları üzerine otururlar Buna teverrük denir Oturduktan sonra "et-Tehiyyâtü" okunur "Et-Tehiyyâtü" okunacak süre kadar oturmaya teşehhüd miktarı adı verilir
Ka'de-i ûlâ'nın edası sırasında bazı vâcip ve sünnetler bulunmaktadır Vacipler, ka'de-i ûlâ'nın bizzat kendisi, ka'de-i ûlâ'da teşehhüd miktarı oturmak, oturuş müddetince "ettehiyyâtü"yu okumak, üç ve dört rekâtlı farz namazlar ile vitir namazında ve öğle namazının ilk sünnetinde "et-tehiyyatü"yü okuduktan sonra hemen üçüncü rekâta kalkmaktır Sünnetleri ise, sağ ayağı dikmek, sol ayağı yana yatırıp üzerine oturmak, "et-tehiyyatü"yu içinden (sessiz) okumak, oturuş sırasında elleri uylukların üzerine koymak, "et-tehiyyâtü" okunduğunda "lâ ilâhe" denirken sağ elin şehâdet parmağını kaldırıp "illallah" denirken indirmektir
Ka'de-i ûlâyı terketmek, ka'de-i ûlâda "et-tehiyyâtü"yü okumamak, "et-tehiyyatü"yü okuduktan sonra üçüncü rekâta kalkmayarak salavat dualarını okumak sehiv secdesi yapmayı gerektirir Bu imam-ı A'zam'ın içtihadıdır İmameyne göre sehiv secdesi gerekmez
 
Üst Alt