K.L > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADERE İMAN Varlık âleminin başlangıcından sonuna, yani ezelden ebede kadar olacak şeylerin; zamanını, yerini, niteliğini, özelliklerini, kısaca ne, nerede, ne zaman ve nasıl olacaksa, olmadan önce bunların hepsini Allah'ın bilmesine "kader" ve herşeyin zamanı gelince O'nun bilgisine uygun olarak var olmasına da "kaza" denir Ya da tersine, birincisine "kaza", ikincisine "kader" denir Dilimizde "takdir-i ilâhî", "alın yazısı" ve "kader" olarak anılır"Felek" de bazen "kader" anlamlarında kullanılır Bu anlamda "zalim felek" demek, Allah'ın takdirini adaletsiz saymak olacağından, bilgisizce söylenmiş, küfür bir söz olur
Kader'e inanma, iman esaslarının en önemlilerindendir Çünkü imanın diğer şartlarına sağlam olarak inanmak da, kadere inanmaya bağlıdır Meselâ kadere inanmayan, Allah'ın herşeyi bilebileceğine de inanmamış olur Ya da tersinden söylersek, Allah'ın herşeyi bilebileceğine inanan kadere de inanmış olur Zaten kader, herşeyin nasıl ve ne zaman olacağını bilmek demektir
Kader Allah'ın bilme sıfatıyla ilgili olduğu gibi, dileme ve yaratma sıfatıyla da ilgilidir Yani Allah bir şeyin olmasını ya da olmamasını diler, o şeyin ne zaman ve nasıl olacağını bilir, zamanı gelince de onu, önceden dilediği ve bildiği şekilde yaratır Işte kaderi kabul etme, aslında bunları kabul etme demektir
Kader meselesi iyi kavranıldığında, "tesadüf" denen birşeyin olmadığı, en küçügünden en büyügüne kadar her olayın bir sebepler zincirine bağlı olarak meydana geldiği ve bu zincirin başında Allah'ın bulunduğu anlaşılır Hattâ bir yaprağın agaçtan düşerken sağa sola dönmesi bile bir takdirin gereğidir Olaylar zinciri üzerinde kafa yoran herkes bunu kavrayabilir
Kader meselesi iyi kavranılmayınca, bazı konularda insan işin içinden çıkamaz Bunlardan birisi de rızık meselesidir:
Her canlının rızkını Allah kendi üzerine aldığını bildirmiş, Peygamberimiz de şöyle buyurmuştur: "Cebrail kalbime fısıldadı ki, hiçbir canlı rızkını tastamam kullanmadıkça ölmeyecektir Öyleyse Allah'tan korkun ve rızkınızı güzel yollarla arayın" (Benzer hadîs için bk Ibn Mâce, Ticaret H No 2144; Diğer bir hadiste de şöyle buyurulur:"Rızık gelmedi demeyin, çünkü hiç bir kul, kendisinin olan son rızık da ona ulaşmadıkça ölmez Öyleyse Allah'tan sakının ve onu güzel yollarla, yani helali alıp haramı terketmekle arayın (Hakim Beyhakî) Feyzu'I-Kadir VI/4O1 ) Buna göre birisi çıkıp, çalışmama gerek yok, benim için takdir edilen rızık nasıl olsa beni bulacaktır, derse durum ne olur? Hemen söylemek gerekir ki, kadere inanmak nasıl dinî bir emirse, çalışıp çabalamak da böyle dinî bir emirdir Yani biz rızkımızı artırmak için değil, yaratıcımızın emri olduğu için çalışırız Sonra Kaderin bir boyutu da herşeyin bir sebebe göre yaratılmasıdır Bizden çalışmamızın istenmesi, belki de o çalışmamızın, rızkımıza sebep yapıldığındandır
Rızık meselesine gelmişken bir noktaya daha değinmeliyiz: Rızık insanın doğumundan ölümüne kadar kullanacağı yiyecek, içecek ve giyeceklerdir Insanın kullandığı bu tür dünya nimeti ona bir başkası aracılığı ile de gelmiş olabilir Ancak, biraz önce de söylediğimiz gibi, sebepler zincirinin başında Allah vardır Öyleyse teşekküre asıl lâyık olan O'dur Insana sadece araç olduğu için teşekkür edilir Allah'ın bu insan için yazdığı ve yola çıkardığı rızık ona bu yolla gelmeseydi, mutlaka bir başka yolla gelecekti Tıpkı bir kralın, hizmetçisiyle birisine hediye göndermesi gibi Onun için bizim bütün nimetleri Allah'tan bilip O'na teşekkür etmemiz gerektiği gibi, insanların rızkımıza engel olmalarından da korkmamamız ve bu yüzden insanlara kulluk etmememiz gerekir Ölüm olayı da aynen bunun gibidir Öldüren sadece Allah'tır ve ölüm ne zaman takdir edilmişse o zaman gerçekleşecektir Ancak insanlar kendilerini ölüme atmamakla emrolunmuşlardır Artık cesaretli olmak gereken yerde korkmanın da hiçbir önemi yoktur
Allah'ın her şeyi önceden takdis etmesi bizi bağlamak olmaz mi? Nasıl olsa O'nun takdiri dışına çıkamayacağımıza göre, bizi yaptıklarımızla sorgulaması adalete nasıl yakışır? sorusu, kader konusunda inceden inceye düşünmeyen herkesin kafasını meşgul eden bir sorudur Bunu tek cümle ile: "Bir şeyin nasıl olacağını bilmek, o şeyi öyle olmaya mecbur etmek demek değildir" diye cevaplayabiliriz Yani Allah (cc) neyin iyi, neyin kötü olduğunu bildirmişve insana iyiyi de kötüyü de dileyebilme (irade) ve yapma gücü vermiştir Dolayısı ile insanın, kötüyü dilemesi ve yapması halinde cezalandırılması normaldır Meselâ bir tanıdığımızın, bir hafta sonra sabah uçagı ile Ankara'ya gideceğini, orada bir genel müdürle görüşüp Eskişehir'e geçeceğini, orada da bir akrabasını ziyaret edip trenle Istanbul'a döneceğini bilmiş ve bunu aynen yazmış olsak, günü gelince de o, bunları aynen uygulasa, biz önceden öyle yazdığımız için o da bunları yapmak zorunda kaldı, diyebilir miyiz? Işte Allah da herşeyi, bu arada kimin iradesini nasıl kullanacağını önceden bildiği için takdir etmiş, yani bilmiştir Yoksa o yazdığı için insanlar öyle yapmak zorunda kalmamıştır
Yani insan kendi eylemlerinin sonucunu kendi belirler Iradesini iyi ya da kötü yöne çevirir, gücünü de o doğrultuda kullanır Allah da onun diledigi ve gücünü kullandığı fiili yaratır Böylece hayrı da şerri de yaratanın Allah olduğu anlaşılır Ne var ki, hayrı yani iyıliği severek, şerri, yani kötülüğü de sevmeyerek, sırf kulunun iradesi ve gücü o yönde olduğu için yaratmıştır
Tabiat olayları dediğimiz yağmur, kurak, deprem, sel felâketi gibi olaylar da Allah'ın takdiri ve yaratmasıyladır Bunların sebepleri yüksek başınç, yeraltı çukurlarının çökmesi, şu ya da bu olabilir Ama bu sebeplerin de birer sebebi, onların da birer sebebi vardır ve bu zincir Allah'a dayanır Bunlar bir yana, bu tür olayların bir de insanların davranış biçimiyle ilgili olan yani vardır Çünkü Allah, dünyada olan herşeyi insanlar için yarattığını söyler ("O yeryüzünde bulunan her şeyi sizin için yaratandır" Bakara (2) 29 ) Öyleyse bunlar da insanlar için yaratılmıştır Ayrıca insanlar Allah'ı tanıyıp, davranışlarını ve yaşayışlarını O'nun indirdiğine göre ayarlamaları halinde yağmuru ve toprağı dahi onların yararına göre ayarlayacağını bildirir (Buna yakın anlamdaki âyetler için bk Mâide (5) 65-66) Demek ki, bizim tamamen ormana, denize, alçak ya da yüksek başınca bağladığımız yağmur, çok ilerlerde ve aslında bizim yaptıklarımızla ilgilidir Meteorolojinin ya da depremle ilgilenen bilimin yağmura ve depreme sebep olarak söyledikleri şey'ler doğru olabilir, ancak bunlar son sebeplerdir Müslüman, ya da düşünebilen insan, o sebeplerin de sebeplerine doğru gidebilen insandır
Kaderle ilgili konulardan biri de "tevekkül" meselesidir Tevekkül müslümanlar arasında bile çokça yanlış anlaşılan bir konudur Allah her şeyi bir sebebe bağlı olarak yaratmış ve bizim, olmasını istediğimiz şeyin sebeplerine sarılmamızı istemiştir Meselâ biz· işyerimizden fazla kazanç elde etmek istiyorsak, onun sebeplerine sarılmalıyız Sebeplere sarılmadan "ben Allah'a güveniyor ve ona dayanıyorum, O verecekse verir" demek, tevekkül etmek değil, tembellik etmek ve Allah'ı tanımamaktır Çünkü O, hem çalışmamızı, hem de kendisine güvenip dayanmamızı istiyor Bunlardan sadece birisini, yani A1lah'a dayanıp güvenmeyi yapan; Allah'ın dediğini, yani tevekkülü yapmış olur mu? Kısaca tevekkül, kendi gücünün ve başarısının da, Allah'tan olduğunu kabul etmek ve sebeplere sarıldıktan sonra bile meselenin; Allah'ın elinde olduğunu bilmek ve O nasıl yaratırsa ona rıza gösterip kabul etmek demektir Böylece kaderin tevekkülü, tevekkülün de rızayı gerektirdiğini de görmüş olduk Bunların üçünü de bir örnekle anlatmaya çalışalım :
Öncelikle; Tıp, Hukuk, Iktisat ya da Edebiyat fakültelerinden birisine girmek isteyen bir bayan kardeşimiz için; lise ya da dengi bir okul mezunu olması, üniversite sınavlarına başvurup giriş kartını almış olması, sınav konularına hazırlıklı bulunması, sınav kâğıdını belirlenen zaman içerisinde yeterli ölçüde doğru doldurup teslim etmesi birer sebeptir Onun bu sebeplere sarılması A1lah'ın gayret göstermemiz konusundaki emrini yerine getirmektir Sınav kâğıdını teslim ettikten sonra; sınavda harcadığı gücü de, sınavda başarmasının da Allah'ın yardımına bağlı olduğunu ve sonucun, Allah'ın seçmesiyle olacağı için, ne olursa olsun en güzel sonuç olacağını kabullenmesi ve O'na güvenip dayanması tevekküldür Sınavlar değerlendirilip onun Tıbbı değil de, meselâ Edebiyatı kazanması kaderdir Onun bu sonucu dövünmeden, hayıflanmadan kabul edip razı olması da rızadır Ancak onun bu noktadaki rızası, öbür fakülteleri gözden çıkarıp Edebiyata girmesi gerektiği anlamında değil, sonucun bu şartlarla böyle olması gerektiğini bilip; onu anlayışla karşılaması anlamındadır Yani ille de başka fakülteye girmek isterse bu rıza ona engel değildir O zaman sebeplerde bir eksiklik olduğuna karar verir ve bu tura yeniden başlar
Görüldüğü gibi, kader konusu, iyi düşünmeye muhtaç bir konu ve imanın önemli temellerinden biridir Bu yüzden peygamberimiz kaderin yanlış anlaşılmaması konusuna önem vermişlerdir Bir hadîs-i şeriflerinde de: "Sizden biriniz; kendisine gelecek bir şeye, bütün dünya toplansa engel olamayacağına, gelmeyecek olan bir şeyi de, bütün dünya toplansa getiremeyeceğine inanmadıkça, kadere gerçekten inanmış olamaz" (Ebû Dâvûd, Sünne 16; Trmizî Kader 10; Ibn Mâce, mukaddime 10; Müsned V/317, VI/442) buyurmuştur
Diğer yönden, kadere inanmayanların, meydana gelen olayların kaderle oluşmadığını ispatlayacak hiçbir delilleri yoktur Öyleyse kadere inanmak aklen de daha uygundur ve buyurulduğu gibi: "Kadere inanmak üzüntü ve kederi giderir"
Ancak bütün açıklamalara karşılık kader meselesinin anlaşılamayacak kadar ince noktaları yok değildir Bu yüzden birçok Islâm bilgini çeşitli âyet ve hadîslere dayanarak şöyle demişlerdir: Kaderin aslı, yaratıkları içerisinde Allah'ın bir sırrıdır Bunu ne bir meleğe, ne de bir peygambere bildirmiştir Bu konuda derinlere dalmak; yardımcısız kalmanın sebebi, mahrumluğun merdiveni ve sapıtmanın ilk basamağıdır Öyleyse bundan kaçınmak ve bu konuda vesveseye kapılmamak gerekir Allah'ın varlığını, birliğini ve gücünü akılla bulduktan ve herşeyi bir kadere göre yarattığını da duyduktan sonra, kaderin bütün inceliklerini kavrayamazsak ne olur? Ya da kavramağa çalışmak, Allah'ı sorguya çekmek olmaz mı? Halbuki O: "Ona yaptığı sorulamaz, ama insanlar sorguya çekilecektir" (Enbiyâ (21) 23) buyurur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN BAŞ AÇIK OKUYABİLİR Mİ? Islâm'a hizmet etmek gayesiyle (ekmek parası için değil) okuduğunu söyleyen bir bayan, aksine müsaade edilmiyorsa, başını açarak okuyabilir mi? "Evet"denirse, okuyabileceği okullar sınırlı mıdır?
Bu soruya birkaç açıdan bakılabilir:

1 Setr-i avret farz-ı ayn; emir bi'1-ma'ruf ise, farz-ı kifâyedir: Kişinin önce farz-ı ayn'la mükellef olacağı açıktır Sonra farz-ı kifâye ile mükellef olanlar, şarktan garba kadar öncelikle o meseleyi bilenlerdir (Ibn Abidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV/123)
2 Kadınların başlarını açmaları halinde mefşedete sebep olacakları açıktır Çünkü bunda naslara doğrudan muhalefet vardır Bu şekilde okumaları durumunda Islam'a hizmet edecekleri ise kesin değildir Yarın, yaşadıkları gibi inanmaya başlamayacaklarını kimse garanti edemez Zira yaşadığının doğru olduğunu savunmak, insanın tabiatında olan psikolojik bir vakıadır Allah Resulü, "Giyim şekilleri birbirine benzerse, kalpler de birbirine benzer" buyurur (Sihâbüddîn el-Nafacî, Nesîmu'r-riyadserhu sifâi'l-Kadî Iyâz I/590) Öyleyse, kesin olan bir maslahat, zannî olanla nasıl değiştirilebilir?
3 Hali hazırda Islâm'a hizmet etmek isteyen bayanların, bu işi gerçekleştirebilecekleri yegâne yolun, başlarını açma zorunluluğunu koyan okullardan mezun olmak olduğunu kabul imkânsızdır Öğrenmek ve kültür ayrı şeydir; diplomalı olmak ayrı şeydir Bu işi diplomasız, sırf hasbî olmak kaydıyla, ama bilerek yapanların çok daha başarılı olduğu söylenebilir Binaenaleyh, gaye hizmetse, yapılacak iş, bu yolla kültürlüleşmeyi ve Islam'ı sahih esaslara göre öğretmeyi temine çalışmaktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN DÖVME HAKKI(!) KONUSUNDA BİR ARAŞTIRMA

Islam, erkeğe karısını dövme hakkı(!) verir mi?

Önce bu konu ile ilgli görüşleri âyet ve hadisleri meallendirecek sonra da bunlarlâ ilgili mülâhazalarımızı arzetmeye çalışacağız

1- Nisâ Suresinde, meâlen şöyle buyurulur: "Erkekler kadınlar üzerine kavvâm (muhâfiz, veliyyülemir, yönetici, gözetici, kayyûm) dırlar Çünkü bir kere Allah onların bazısını bazısından üstün yaratmıştır Bir de erkekler mallarından infak etmektedirler Onun için, iyi kadınlar itaatkârdırlar Allah'ın kendilerini saklaması yönüyle kendileri de gaybi muhâfaza ederler Serkeşliklerinden (nüsûz) endişe ettiğiniz kadınlara gelince: Evvelâ kendilerine nâsihat edin, sonra onları yataklarında yalnız bırakın, (kâr etmezse) dövün Dinlerlerse incitmeye bahane aramayın Çünkü Allah çok yücedir, çok büyüktür Eğer karı-koca arasının açılmasından endişeye düşerseniz bir hakem onûn tarafından, bir hakem de bunun tarafından gönderin" Âyetin geliş sebebi (sebeb-i nüzûlü) şudur: Ensâr'ın ileri gelenlerinden Sa'd b Rabî'aya karşı, karısı Habîbe nüsûz göstermiş (serkeşlik ve dik kafalılık etmiş), o da ona bir tokat vurmuştu Babası hemen kızını alıp Rasulüllah'a giderek şikâyet etmiş, Rasûlüllah (sas) da, "Mutlaka ondan kısas alırız" buyurmuşlardı Bunun üzerine bu âyet geldi Allah Rasûlü (sas)'de "Biz birşey yapmak istedik, Allah ise başka bir şey murad etti Şüphesiz hayır, Allah'ın diledigindedir" buyurdular(bk Elmalılı N/1350; Ibn Kesir N/256; Kurtubî V/168)
2- Rivâyete göre Hz Eyyûb (as) bir olay sebebiyle karısına yüz deynek vurmaya yemin etmişti de Allah (cc) ona şöyle vahyetti(age VI/4101) "Eline bir deste (sap) al da onunla vur ki, yeminini bozmuş olmayasın" (K Sâd (38) 44) Konumuzla ilgili görülen âyetler bunlardır Hadîslere gelince: 1- "Kadınlar hususunda Allah'tan (cc) korkun Çünkü siz onları Allah'ın emânıyla aldınız ve onları kendinize Allah'ın kelimesiyle helâl kıldınız Döşeklerinize, sevmediğiniz bir kimseye ayak bastırmamaları sizin onlar üzerindeki hakkınızdır Bunu yaparlarsa onları; zarar vermemek sârtıyla dövün Onların sizin üzerinizdeki hakkıda, yiyeceklerini ve giyeceklerini, marûf şekilde vermenizdir" (Müslim, hac 147) Hadis Rasûlüllah Efendimizin (sas) vedâ haccında irad buyurdukları hutbede geçen cümlelerden biridir Kocalarının döşeklerine onların hoşlanmadığı kimselere ayak bastırmaları, yabancı erkekleri, ya da yakınları olsa dahi kocalarının hoşlanmadığı erkekleri eve alıp, kocaları yokken onlarla sohbet etmeleri demektir, zinâ etmeleri değildir Çünkü zinânın "had" cezâsı vardır ve bellidir( bk Davudoğlu VI/433)
2- "Sizden biriniz karısını köle döver gibi dövmesin Sonra aynı günün akşamında beraber yatacaklardır"( Buhârî, nikâh 93, tefsir, sûre (91) 1; Müslim, Cennet 49; Ibn Mâce, nikâh 51)
3- Rasûlüllah (sas) "Allah'ın kulları olan kadıncağızları dövmeyin!" buyurmuşlardı Bir süre geçince, Ömer gelip, "Ey Allah'ın Rasûlü, kadınlar kocalarına karşı başkâldırdılar", diye şikâyette bulununca dövülmelerine izin verdi Arkasından da pek çok kadın Rasûlüllah'ın hanımlarını çevirip kocalarını şikayette bulundular Bunun üzerine Allah Rasûlü: "Bir çok kadın Muhammed'in ev halkına gelip kocalarını (dayak yüzünden) şikâyet etmişler Bu kocalar sizin iyileriniz değillerdir" buyurdu( Ebu Davud, nikah (N/245); Ibn Mâce, nikâh 51)
4- Âişe vâlidemiz dediler ki: "Allah Rasûlü, ne bir hizmetçisine bir tokat vurdu, ne de bir karısına"( Ibn Mâce, nikâh 51)
5- Kâsım b Muhammed'in nakline göre: "Rasûlüllah kadınları dövmeyi yasakladı Bunun üzerine dediler ki, "Ey Allah'ın Rasûlü, kadınlar işi azıttılar" O da: "Öyleyse dövün ama; kötü olanlarınızdan başkası da dövmez" buyurdular: (el-Hâzimî, el-itibâr 142; Burhanuddîn el-Câberî, Rusûhul-ahbâr 232) Bu hadisle anlatılan olay, üçüncü hadisle anlatılan olayın değişik ifadelerle nakledilmesinden başka bir şey olmamalıdır
6- Habibe bt Sehl, Sâbit b Kays b Semmâs'ın nikâhında idi Sâbit ona vurdu ve bir tarafını kırdı Habibe gelip durumu Allah Rasulüne anlattı
O da Sâbit'i çağırdı ve "bir miktar malını al ve ondan ayrıl" buyurdu Sâbit: "Bu uygun olur mu, ey Allah'ın Rasulü?" diye sordu "Evet olur" cevabını aldı Sâbit:"Ben ona iki bahçe mehir olarak vermiştim, şu anda da onlar elinde" dedi Allah Râsulü; "O halde onları al ve ondan ayrıl" buyurdu O da öyle yaptı(Ebû Dâvûd, No: 2228; Ibn Kayy im, Zâdü'1-Mead V/189)
Konuyla ilgili belli başlı naslar bunlardır Şimdi bunlarla ilgili değerlendirmelerimize ve mutâlâalarımıza geçebiliriz
Önce başta mealini verdiğimiz âyetlerle ilgili bazı noktalara işaret etmekle işe başlayalım:Erkeklerin "kavvâm" (hakim, idareci, kayyum) olmasına iki sebep gösteriliyor: Bunlardan birisi vehbî (Allah vergisi) dir ki, "Insanların bazısını-diğerlerine üstün kılması" cümlesiyle ifade edilmiştir Ancak bu ifade öyle ince bir güzelliğe sahiptir ki, en azından ev reisliği konusunda erkeklerin üstünlüğüne işaret etmekle beraber, açıkça "erkekleri kadınlara üstün kıldığı için" denmemiş de, "Insanların bazısını bazısına üstün kıldığı için" buyurularak, üstünlük her bakımdan (mutlak manada) erkeklere verilmemiş, böylece kadının da erkekte bulunmayan bazı meziyetlere sahip olmakla, ondan üstün olabileceği yönlerinin bulunabileceğine işaret edilmiştir(Elmalılı N/ 1348-19) Bu vehbî (Allah vergisi) olan sebepte, yani idarecilik kabiliyetinde nâdir de olsa bazı kadınlar kocalarından daha başarılı olabilirler Bu durumda ikinci ve kesbî (iş sahasında, cinsiyete dayalı rolle ilgili) olan sebep yine erkeklerin "kavvâm" olmasını gerektiriyor ki, bu, ev için harcama yapma, dolayısıyla kazanma sorumluluğunun erkeğe yüklenmiş olmasıdır Bu erkeğin "kavvâm" oluşunun kesbî (kendisinin oluşturduğu) sebebidir Elmalılı Merhumun ifadesi ile, "şu halde, eşinin hakkını yerine getirmeyen, kadın malına göz diken ve harcama (infak) görevini yapmayan ve ailenin ırz ve namusunu korumayan erkekler "ricâl= kâmil erkekler" den sayılmazlar"(age N/1350) dolayısı ile dövme izni verilen erkeklerden olamazlar Kurtubî de aynı şeyi söyler: "Erkekler, mallarından harcamaları sebebiyle" cümlesinden âlimler şunu anlamışlardır: Erkek, kadının nafakasını temin edemezse"kavvâm" olma yetkisini kaybeder: Erkek "kavvâm" olamayınca da kadın için, nikâhı fesih hakkıdoğar, (bk Kurtubî V/169 Ancak bu, Mâlikî ve Şâfiîlerin görüşüdür Hanefiler ise fesih olmayacağı görüşündedirler (Aynı yer)) der
Ikinci anahtar kelime "nüsûz" kavramıdır "Nüsûz" kelimesinin kökündeki "yükseklik" ânlamından hareketle; baş kaldırma, isyan, hukukunu tanımama, eşlerden her birinin diğerini ikrah etmesi gibi manalara gelir (bk Kurtubî V/ 170-171; Elmalılı N/1351; Ibn Kesîr N/257) Şu halde bu âyetle kendisine dövme hakkı verilen erkek "kavvâm" olabilme vasfına sahip "kâmil erkek" (bk Elmalılı, agk) tir ve dövülmesine müsaade edilen de kadın değil, "nâsize" dir: Zâten âyet-i kerîmenin devamından da anlaşılacağı üzere, artık durum o kerteye gelmiştir ki "sikak" tan, yani evliliğin parçalanmasından endişe edilmektedir Bir başka ifade ile; bu noktada ya "kâmil racul" olan erkeğe, işi yuvanın yıkılması kertesine geçiren "nâsize"ye, karakol komiseri gibi küçük bir ceza uygulama yetkisi verilip, mesele dallandırılmadan, âilenin parçalanmaması için en son ihtimale de başvurulacak, ya da her türlü sosyal, psikolojik ve ekonomik zararına rağmen derhal yuvanın yıkılmasına müsaade edilecektir Âyet birinci yolu tavsiye etmektedir Bunda aynı zamanda âile sırlarının mahkemelerde fâs olmaması hikmeti de söz konusudurNaslardan sonra bunlar da naslarla ilgili bazı noktalara işaretlerdir Şimdi de işin felsefesine geçebiliriz:

1- Önce Islâm kadın dövme meselesini ihdas etmemiş, aksine pek çok yönden bunu önlemeye çalışmıştır Hanımının gözünü şişiren, kolunu, kafasını kıran, mahkemeye intikal ettirilirse, eş (yaralama bedeli) öder, diyet öder, ya da kısas olunur Kadın ona Allah'ın bir emanetidir ve Rasûlüllah (sas) "AIlah'ın kızcağızları" tabir ettiği kadınların dövülmemesini istemiştir Müslümaların en büyük örneği olarak kendisi hiç dövmemiştir; kadınlarını dövenlerin iyi müslümanlar olmadıklarını haber vermiştir Hiç bir hukuk sisteminin, jandarmasının sokamadığı dört duvar arasında, yani âilede, güçlü olanın kafası kızdığında ezebileceklerini ezmesine bu ölçüde mâni olabilecek bir müeyyide yoktur Gazâplanıp karısını dövme noktasına geldiği halde, sırf müslüman olduğu ve Rasûlüllah'ın bu tavsiyelerini düşündüğü için karısını dövmeyen pek çok insân vardır ama, Insan Hakları Dernegi ya da Feminizm öyle istiyor, diye karısını dövmekten vazgeçen birisinin olacağını sanmıyoruz Çünkü mer'î kanunların ulaşamadığı yerlerdeki zulümleri, eğitim de, medeniyet de önleyemez Zavallı Şirin Tekeli, yukarıda söz konusu edilen âyetle ilgili olarak : "Bu bin yıldan eski klasik metni ayrıca yorumlamaya herhalde hiç gerek yok"(S Tekeli Kadınlar Için s 410) diyor ama,"yapılan kısmî araştırmalar, kadının sosyo -ekonomik düzey , eğitim vBulletin den bağımsız olarak hemen her durumda dayak yiyebildiğini ortaya koyuyor"(age s 403) demekten de kendini alamıyor Keşke müslüman âileleri de tanıma fırsatı bulabilselerdi

Eşini Gıybet Etmek
Bir araya geldiklerinde hanımların, ailesinden, eşlerinin iyi ve kötü yönlerinden bahsetmeleri uygun olur mu?
Bu sorumuzla ilgili olarak hadîs kitaplarımızda çok ilginç bir ömek vardır Âişe Vâlidemiz, oturup kocalarının herşeyini birbirlerine anlatma sözü veren onbir kadının konuşmalarını hikâye eder Içlerinden birisi kocanın kendine yaptığı iyilikleri anlatmıştır Bunun üzerine Rasûlüllah (sas) Âişe Vâlidemize: "Işte ben de sana göre öyleyim" buyurmuşlardır( Buhârî, nikâh 82; Müslim, fedâil 92 O kadınlar, birbirlerine kocalarını vasfetmekle kötü etmişlerdir, dememişlerdir Gerçi o kadınlar Islâm'dan önceki kadınlarmış, ve kim oldukları da belli değilmiş Her neyse, bu uzun hadiste kadınların bu huyunun kötülügünden söz edilmiyor Ama böyle olması elbette bunun iyi olduğunu da göstermez: Kur'an-ı Kerim'de kadınlar için: "Onlar size bir elbise, siz de onlara bir elbisesiniz"(K Bakara (2) 287) buyurulur Bunun bir anlamı da; karı ile kocadan her birinin, aralarında cereyan eden şeyleri başka insarlardan gizlemesidir( bk Taberî N/163) Yani her biri diğeri için, başkalarının görmesini ve duymasını istemediği yönlerine bir örtü olmalıdır Sonra gıybette karı ile koca istisna edilmemiş ve "din kardeşinin, gıyabında söylenen ve duyduğunda hoşlanmayacağı her şey gıybettir" buyrulmuş ve kötülenmiştir Buna göre böylece kocanında gıybeti yapılmış olur Bir hadîs-i şerifte: "Kıyamet gününde Allah indinde emanete hiyanetin en büyüklerinden biri, karı-koca birbiriyle haşır-neşir olduktan sonra kocanın karısının sırını yaymasıdır" buyurulur(Müslim, nikâh 123,124) Karının kocanın sırrını yayması da elbette bundan hafif olmaz: Bir başka hadîs-i şerifte: "Kadın kadınla (bir elbise içerisinde) cilt cilde gelmesinler, çünkü gider onu kocasına vasfeder; o da sanki ona bakıyor gibi olur" denirBuhârî, nikâh (son kısımlar)) Sebep, karı ile koca arasına fıtne girmesi, kocanın diğer kadını düşünüp, kendi karısındân soğuma ihtimalinin bulunmasıdır(bk aynî XVI/423) Râsûlüllah Efendimiz bir hadislerinde de kadınlâra: "Cehennem ehlinin çoğunun sizlerden olduğunu gördüm, çünkü siz çok lânet okur ve kocanızın iyiliklerine karşı nankörlük edersiniz Aman, siz çok sadaka verin" buyurmuşlardır(Buhârî, hayz 9; Müslim, imân 132) Demek ki, kadınların oturup kocalarını çekiştirmeleri, onların hep kötü yönlerini dillerine dolamaları çirkin birer davranıştır
Kısaca:
l- Kadınların başkalarına, kocasıyla kendi ârasındaki her türlü cinsel davranışları gerek yokken söz etmesi çirkindir, hafifliktir ve belki de bir cinsel sapma ve hastalık belirtisidir

2- Kocanın cinsel ilişkiler dışındaki iyi yönlerini, övünme biçiminde olmaksızın dile getirmesinde mahzur yoktur
3- Karı-kocanın, başka kadın ve erkekleri, vücut güzellikleriyle birbirlerine vasfetmeleri çirkindir Başkalarının da avret yerlerini arkadaşlarına gösterip buna imkân vermemeleri gerekir

Kocanın Malından Sadaka
Kadın, kocanın izni olmadan onun malından sadaka, hediye, hibe vBulletin şeyler verebilir mi? Her defasında izin almak zorunda mıdır?
Allah Rasulü Efendimiz (sas) buyururlar ki:
"Kadın kocanın evinden birşey tasadduk ederse (sadaka verirse) kendisi bir ecir, bir o kadar da kocası ve bir o kadar da hizmetçi alır ve hiç biri diğerinin sevabından bir şey eksiltmez Koca bu sevâbı o şeyi kazandığı için, kadın da hayırda harcadığı (infak) için haketmiştir"( Ebû Dâvûd, buyû 84; Nesâî, zekât 57)
Mekke'nin fethinin ardından yaptığı konuşmada da şöyle buyurmuştur: "Hiç bir kadının, kocanın izni olmaksızın bir atiyye (bahşiş, hediye) vermesi câiz değildir" (Nesâi, zekât 58)Ibn Mâce'deki rivayetinde: "Kocası ondan sorumlu olduğu sürece hiç bir kadının kocanın malından, ondan izinsiz vermesi câiz olmaz"(Nesâi, zekât 58) denir Bir defasında Kâ'b'ın karısı Allah Rasûlüne bir mücevher getirmiş ve "ben bunu tasadduk ettim" demişti Bunun üzerine Allah Rasullü: "kadının, kocasından izinsiz onun malından vermesi câiz olmaz Sen Ka'b'dan izin aldın mı?" diye sordu O da, "evet", dedi, ama Allah Rasulü adam gönderip Kâ'b'a yine de sordurdu: Onun da, "evet", demesi üzerine Hayra'nın tasaddukunu kabul etti(agk (zayıf isnadla)Fıkıhçılar her konuda olduğu gibi, bu konudaki nasları da (hadisleri) toptan göz önünde bulundurmuşlar ve ona göre hüküm çıkarmışlardır Buna göre:

1- Benim malımdan kimseye bir kuruş vermeyeceksin, diyen (cimri) kocanın malından karısı hiç bir şey tasadduk edemez Nitekim kadın da kocasına böyle söylemiş olsa, o da onun malından birşey veremez, Verirlerse haram işlemiş ve günah almış olurlar
2- Koca herhangi birşey söylememiş olsa, karısı onun malından âdeten hediye ve sadaka verilmeyecek kadar çok ve değerli bir şeyi, izin âlmadan yine veremez
3- Koca, karısına: "Benim malımdan, istediğin zaman, istediğin kimseye, istediğin kadar verebilirsin" gibi genel bir izin vermişse kadın da bu konuda serbest olmuş olur Artık her defasında izin almasına gerek kalmaz
4- Koca, karısına bu konuda birşey söylememişse, kadın da, kocanın cimri olmadığını biliyorsa, örfen ve âdeten verilmesi normal sayılan ufak tefek para ve eşyayı onun malından verebilir Işte bu durumda sevap her ikisine de gider
5- Kocası hiç bir şey söylememiş olsa, ancak verdiği duyduğu zaman kızacağını bildiği şeyleri, ona sormadan veremez Imam Nevevi meseleyi böyle açıkladığı gibi(Nevevi'nin görüşleri için bk Suyûtî, Zehru'r-rubâ-ale'1-müctebâ (Sü- nenü'n-Nesâî) V/50), Hanefi fıkıhçılarının görüşü de böyledir(Hidâye (Fethu'l-Kadîr ile) IX/292; Akkirmânî, Serhu'1-erbâin 185)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN ELBİSESİNİN BELİRLENEBİLEN ÖZELLİKLERİ

1- Bütün bedeni örten bir elbise olması,
2- Ince ve şeffaf olmaması: Zira böyle olan bir elbise, görmeye mani değildir Yada daha doğru bir ifadeyle "göstermesinler" nehyinin icabına uygun değildir Çünkü altını gösterir Hz Resulullah, ince elbise ile yanına giren Esma'dan yüzünü çevirmiştir (Ebû Davûd ) Hz Aişe, yanına ince bir başörtü ile giren Hafsa binti Abdurrahman'ın başörtüsünü yırtmış ve ona kalın bir başörtü örtmüştür (Ibn Sa'd, Tabakât, VNI/7l -72 )
3- Dar olmakla vücut hatlarını belli etmemesi: Dar elbiseler giyen kadını Allah Resulü çıplak saymış ve cehennemlik olduğunu bildirmiştir (el-Câmiu's-Sağir 232 (Müslim'den)) "Allah'ın lânetine uğradığı" ve "cehennemde olacakları" bildirilen, "giyinik çıplaklar"ı, Serahsî, "ince elbiseler giydiklerinden dolayı çıplak gibi olan kadınlar" diye açıklamıştır (Serahsî, Mebsût 8/155) Hz Ömer, halka dağıttığı bir çeşit elbisenin, vücut hatlarını belli edeceği için, kadınlara giydirilmemesini emretmiştir (Beyhakî, N/234-35'ten: Serahsî, Mebsût, X/155) Kadının vücut hatlarını belli eden elbisesine bakmak, o uzuvlara bakmak sayılmıştır (ez-Zeyla'î, Tebyinü'l-Hakâik, VI/17) Ibn Abidin, "Kim bir kadını arkadan hayâle dalar, elbisesini görür, nihayet kemiklerinin şekli kendisine belirirse, cennetin kokusunu duyamaz" hadisini delil tutarak, uzuvların şeklini belli eden elbise, kalın olsa ve cildi göstermese bile yasaktır, diyor (Ibn Abidin)
4-Kokusunun duyulmaması: Aslında Allah Resûlü kokuyu çok meth-ü sena etmekle beraber, başkaları duysun diye koku sürünüp çıkan kadını zinâ etmiş olarak nitelemiş (Ebû Davûd, tereccül, 7, Tirmizî, edep, 35; Neseî, Zîne, 35; Dârimî, isti'zân 18) ve koku sürünüp camiye giden kadının namazının kabul olunmayacağını bildirmiştir
5- Erkek elbisesine benzememesi: Allah Resulü, hem erkeğe benzeyen kadına, hem de kadına benzeyen erkeğe lanet etmiş ve böyle davrananların evlere sokulmamasını emretmiştir (Buharî, libâs, 62; Ebû Davûd, edep, 53; Tirmizî, edep, 34)
Modern tıbbın bu kabil davranışları dengesizlik sayması ve gerek giyim kusamında, gerekse tuvaletinde, karşı cinse benzeme eylemini, homoseksüellikle izah ederek seksüel slimulus bozuklukları cümlesinden değerlendirmesi, bu maddenin izahı için ilginçtir (Songar Ayhan, Psıkıyatri, Psikoloji ve Ruh Hastalıkları, Ist 1980 s )
6- Elbisenin bizzat kendisinin de zînet olmaması: Zira zinetlerin gösterilmesi ayetle yasaklanmıştır (Sâbûnî, N/384-86'dan ihtisâr) Allah Resulü, kendisine biat eden kadınlardan, câhiliye kadınları gibi zînetlerini göstererek dışarı çıkmamaları için biat alıyordu (Nasiru'd-Dîn el-Elbânî, Hicâb (T'erc) 52 )
7- Gayr-i müslimlerin özel elbiselerine benzememesi: Zira bu konudaki naslar, biraz sonra göreceğimiz gibi mutlaktır; kadına da erkeğe de şâmildir
8- Üzerine Kur'an ibâreleri işlenmemesi (Muhammed Ravvâs Kal'acî, age N/590-9l )
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ

Eşit Oldukları Konular

Başlangıçta Islâm ve Kadın başlığını işlerken, aslında kadının erkeğe eşit olduğu noktaları da; göstermiş sayılırız Burada da öncelikle şunu söyleyelim ki, Islâm'da erkeğin kadından mutlak anlamda üstün olduğunu bildiren hiçbir nas yoktur "Erkek kadın gibi değildir" (KK ÂI-i imrân (3) 36 ), demek, erkek üstündür demek değildir "Erkekler, kadınların kayyûmudurlar Bu, Allah'ın onların bazısını, bazısına üstün kıldığından ve erkeklerin mallarını harcadıklarındandır" (KK Nisâ (4) 34) âyeti de erkeğin mutlak üstünlüğünü göstermez Önce burada "erkekleri kadınlara üstün kıldığı için" denmemiştir Demek ki üstünlük nisbîdir Idare kabiliyeti erkeklere verilmiştir Bir başka konuda da kadınlar üstün olabilir Kadının şefkat dolu bağrı olmasa erkek evlâtları bir robot gibi yetiştirir Demek ki bu konuda da kadın üstündür Hem Allah, kadın erkek ayırmadan, "en üstün olanınız, Allah'tan en çok sakınanızdır" (KK Hucurât (49) 13 ) buyururDemek ki kadın, insan olarak erkeğe eşittir Ikisinin yaratılışı da bir "nefis"tendir (KK Nisâ (4) 1) Kökenleri birdir Biri kaliteli, öbürü adı bir maddeden yaratılmış değildir
Kadın da kötülük yaparsa günah, hayır yaparsa sevap alır Dua ederse Allah ona da "icabet" eder Demek ki, kadın, Cennete ya da Cehenneme gitmekte de erkekten farklı değildirDünyada iken iş başarırsa kazanç, suç işlerse ceza bulur Ticarethanesi varsa kadın olduğu için kazanç oranı düşük olmadığı gibi, meşru bir iş görüyorsa kadın olduğu için ücreti de düşük olmaz Tersine bazı suçlarda kadın erkeğe göre daha az ceza görür
Insanlar arasındaki saygınlık ve hürmette, erkeklerden geri değil, tersine bazı hallerde ileridir "Insanlar içerisinde iyilik ve hürmet yapmama en lâyık olan kimdir?" diye soran sahabîye Efendimiz; "annendir" cevabını vermiş ve arkasından, "sonra kimdir?" diye iki defa daha tekrarlanan bu soruya, "annendir" dedikten sonra, dördüncüde "babandır" buyurmuştur (Buhârî, edep 2; Müslim, bir 1) "Namazda iken, babanın çağırması halinde namaz bozulmaz, ama annenin çağırması halinde namaz bozulur ve ona cevap verilir" Sözünün aslı nedir, şu anda bilmiyorum ama, dînî bir düşünceden kaynaklandığı açıktır "Ana gibi yâr olmaz" atasözümüz herhalde kadını küçültüyor değildir
Demek ki, yaratılışta, Allah'a kul olmakta, ibadette, duada, suç ve cezada, yani kullukta, hürmet ve saygınlıkta, kısaca insan oluşta kadınla erkek arasında fark yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN EVLÎYÂ "Evliyâ" Allah'ın dostları demektir ve "veli"nin çoğuludur Türkçede galat-i meşhur olarak bir veli'ye de evliya denir "Allah'ın evliyâsi (dostları) iman edenler ve O'ndan korkup sakınanlar (mütteki olanlar) dır:' Allah, evliyasını böyle tarif ediyor Yani Allah'a inanan ve ona karşı takvâlı olanlar evliyâdırlar Takvâlı olanlar (müttakiler) de: Gayba inanan, namazı dostdoğru kılan, kendilerine verilen azıktan infak eden, Rasûlullah'a (sas) ve ondan önceki peygamberlere inanan ve ahireti kesinkes bilenler, Allah'tan gelen doğruyu tasdik edenlerdir Işte Kur'an evliyayı ve evliya olmak için gereken takvayı böyle tarif eder Elbette veliliğin ve takvanın da kendi içinde pek çok dereceleri vardır Mesela bir hadis-i şerifte' "Siz, mahzurlu olana düşerim endişesiyle mahzurlu olmayanı da terketmedikçe takvaya eremezsiniz" buyurulur
Imdi bu zikredilen vasıf lar kimde varsa o evliya (veli) dir Kadın ya da erkek olması birşey değiştirmez Allah da evliyasını tanıtırken kadın erkek diye ayırmamış, en takvalı olanın kendine göre en değerli olduğunu bildirmiştirÇok sağlam olmasa da bir hadîs-i şerifte: "Ebdâl (Allah dostu evliyalar), kırk erkek ve kırk kadındırlar Onlardan her erkek öldügünde Allah onun yerine başka bir erkeği, her kadın öldügünde de onun yerine başka bir kadın koyar"buyurmuştur Görüldüğü gibi bu haberde, evliyâlık konusunda kadınların erkeklerden geri kâlan hiçbir yanları yoktur Kur'an-ı Kerim'de Meryem'e ve Hz Musa'nın annesine vahyedildiği söylenir Buradan hareketle, başta Eş'ariler olmak üzere; daha Ibn Hazm gibi pek çok alime göre kadınlardan da nebiy peygamber vardır ve bunların sayıları en az altıdırPeygamber olmadıklarını kabul edenlere göre de bu kadınlar Allah'ın (cc) seçkin kıldığı ve melek göndererek kendilerine ilham şeklinde vahiy gönderdiği evliyâ kadınlardır Durum bu iken kadından evliyâ olmayacağını söylemenin hiçbir anlamı yoktur Hattâ kadınların, duygu dünyalarının enginliğinden ötürü çok daha çabuk nefs tezkiyesi yapabildikleri ve bir tasavvuf terimi olarak evliyalıkta erkeklerden daha çabuk yol alabilecekleri meşhurdurKadın evliyâ'nın büyüklerinden Râbi'a el-Adeviyye'nin şöhretini, vecîze ve kerâmetlerini duymayan yoktur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN İÇİN CUMA GUSLÜ Cuma günü gusletmek kadın için de gerekli midir? Bilindiği gibi Cuma günü boy abdesti (gusül) almak kuvvetli bir sünnettir Yani gerekli oluşu erkekler için de"farz" anlamında değildir
Bu konu ile ilgili hadîs-i şerîflere baktığımızda: "Cuma günü kim yıkanırsa, misvaklanırsa, güzel elbiseler giyer, güzel kokular sürünürse, erkenden camide yerini alır, geç gelip öne geçmek için başkalarının boynuna basmazsa Ona şöyle, şöyle ecirler vardır" vs gibi ifadeler kullanılmış olduğunu görürüz( el-Hindi,Kenzü'1-ummâl VN/750) Ayrıca bir çok hadis-i şerifte: "Cumaya gelecek olanınız gusletsin" ya da aynı anlamda ibareler vardır( el-Hindi, age 21232) Bütün bunlar gusletmenin erkeğe erkek olduğu için değil, camiye gideceginden, orada kimseyi ağır kokularla rahatsız etmemesi için, camide temizlik ve ferahlatıcılığın hakim olması için sünnet kılınmış olduğu anlaşılır Buna göre, bizde her ne kadar yaygın bir âdet değilse de kadınların da Cumaya gitmeleri halinde, onların da guslederek gitmelerinin aynı sebepten ötürü sünnet olması gerekir Ne var ki kadınlar evlerinin dışında koku kullanmazlar Bir hadîs-i serîfte zaten buna açıkça işaret edilir: "Kadınlardan ve erkeklerden Cumaya kim gelirse yıkanarak gelsin Cumaya gelmeyen kadın olsun erkek olsun yıkanması gerekmez"( Beyhakî NI/188; Ibn Hibbân, Sahîh (Tertib) N/264) Bir diğer hadiste ise: "Cuma günü her ihtilam yaşına gelmiş erkeğe ve her baliğ olmuş kadına gusül gerekir'(Ibn Hibbân, age N/265) denmektedir ki, bunu da aynı şekilde anlamak gerekir Yani gusül Cumaya gitmenin sünnetidir Kim giderse ona sünnet olur
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN, KOCANIN KESİN İZİN VERECEĞİ KOMŞUSUNA KOCASINDAN İZİN ALMADAN GİDEBİLİR Mİ?

Konunun iki yönü vardır
a) Kocanın hukuku ve izni ile ilgili yönü Buna göre kadın, kocanın izin edeceğini bildiği komşusuna ondan izin almadan da gidebilir Hattâ izin edip etmeyeceğini bilmediği komşusuna da gidebilir Mübah olan bir şey yasak sözkonusu oluncaya kadar mübah olmaya devam eder Komşularına, akrabasına gitmek, kadın için de erkek için de mübahtır; bu yüzden bunun için izin almaya bile gerek yoktur
b) Allah'ın hukuku ile ilgili yönü: Buna göre de bir kadın, kocanın izni olsa dahî, Allah'ın hukukunun gözetilmediği ve gittiği takdirde de gözetilmesine bir katkısının olmayacağı komşuya gidemezBu konuda zâten kadınla erkek arasında bir fark da yoktur Kısaca: Komşu ya gayrı müslimdir, ama saygısız değildir Faydalı olacağı düşünüldüğü sürece ona gidilir Ya müslümandır ve Islâmi ölçülere riâyetkârdır Ona gitmek zâten bir görevdir Ya müslümandır, cahildir Islâmî ölçülere riâyet etmez ama, anlatıldığında dinler Ona anlatılabilecekse gidilmelidir Ya müslümandır; Islâmî ölçülere riâyetsizdir ve mukaddesatla istihza eder, dinlemez Ona gitmekte bir fayda yoktur, yerine göre zarar olabilir Bütün bunlar biraz da gidenin durumu ile ilgilidir Kültürüne, ağırlığına ve etkinligine güvenen, Islâmı ve onun şiarı olan örtüyü onurluca savunabilecek bir bayan, erkeklerle beraber oturulmayan,her komşusuna aslında gidebilir Bu biraz da onun Islâmi temsil gücüne bağlıdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN LA ERKEĞIN EŞİT OLMADIKLARI KONULAR Özet olarak söyleyeceklerimize şu soruyla başlayalım: Eşitlik mi yoksa adalet mi tercih edilir? Kadın erkeğe eşit değildir, denilince niçin bundan, erkeğin değil de kadının aşağılandığı anlamı çıkarılıyor? Iki şeyin birbirine eşit olmadığını söylemek, birinin diğerinden üstün olduğu anlamına mı gelir? Böyle olmadığı halde bundan kadının aşağılandığı anlamını çıkaranlar aslında bu tavırlarıyla eşitsizliği kabullenmişler demektir
Vida somuna eşit değildir Ama hangisi daha üstündür? Bir hüküm verilebilir mi? Ya da ikisinin görevi de aynı mıdır? Inek boyunduruğa koşulursa haksızlık edilmiş olunmaz mı? Burada eşit davranmak mı daha akıllıcadır, yoksa adaletli davranmak mı? Kadının, hayatın zorluklarına tahammül edecek, ağır işleri görecek, makineleri ve yükleri indirip bindirecek gücü var mıdır? Bu işler kadına yaptırılırsa, fıtrata, yani tabiî ve doğal olana karşı çıkılmış olunmaz mı? Batılı bir düşünür: "Tüketim uygarlığı kadınları ikiye bölüyor, gittikçe de daha fazla bölecek: Tüketen kadın üreten kadın Birincisi kadınlıktan, gün geçtikçe dişiliğe, ikincisi kadınlıktan gün geçtikçe erkekliğe doğru kayıyor" diyor (Attılâ Ilhan, Yanlış Erkekler, Yanlış Kadınlar 63) Bu acaba iyi bir gidiş midir? dersiniz Tüketen kadın, israf eden kadın demek değildir Üreten kadın ise her konuda erkekler gibi çalışan kadındır
Zerafette, duygusallıkta, nezakette, şefkat ve merhamette erkek kadına yetişemez Aklî muhakemede, soğukkanlılıkta, fikri tahlil, yani çözümlemede de kadın erkeğe yetişemez Tarihte; Aristo, Sokrat, Beydaba, Sekspir, Mevlânâ gibi kaç tane kadın düşünür vardır? Hangi önemli buluşu kadınlar gerçekleştirmiştir? Uzaya kaç tane kadın gitmiştir? (götürülmüş değil Çünkü fare de götürüldü) Dünyadaki iki yüze yakın devletten kaç tanesinin başı kadındır? Demek ki bu konular da, erkeğin görev sahasıdir
Bazı kadınların erkeklere ait bazı işleri başarıp birçok erkeği geride bırakması, tamamen istisnaî durumlardır Ayrıca öne geçmekle öne geçirilmeyi birbirine karıştırmamak gerekir Erkeklerin bir kadına ileri bir görev verip te, bakın işte, kadınlar da bu makamlara yükselebiliyor demeleri, kandırmacadır Bu kadının değil, yine erkeğin başarısıdırSoruları çogaltabiliriz: Onbeş yaşından doksan yaşına kadar teorik olarak hergün bir kaç tane çocuğa sebep olma gücüne sahip olan erkeğin yanında bir kadın, yine teorik olarak ömrü boyunca en fazla kaç çocuk doğurabilir? Niçin dünyaca meşhur boksörler, güresçiler, halterciler, futbolcular, kısaca sporcular hep erkektirler? Dünya devletleri kadın haklarını gasbettikleri ve kadın-erkek eşitliğini tanımadıklan için mi? Eğer bundansa, niçin bu gücü erkekler elinde bulunduruyor da kadınlar değil?
Tarih boyunca kadınların idareyi ele aldıkları imparatorluklar niçin hep yıkılıp gitmişlerdir? Örnek mi? Roma, Endülüs Emevîler, Abbasîler, hattâ Osmanlılar Bu durum aynı zamanda Peygamberimizin (sas) bir mûcizesini de gösterir "Idaresini kadınlara teslim eden hiçbir millet iflah olmaz" (Buhâri, megâzî 82; fıten 18; Tirmizî, fiten 75; Nesâî, âdâbül-kudât) Ama bunlar, erkeğin kadından mutlak üstünlüğünü elbette göstermez
Ikiyüz yıla yakın süredir kadının erkeğe eşit olduğunu savunan zavallılar (zavallı diyorum, çünkü iddialarını ispatlama gücüne bir türlü kavuşamıyorlar) niçin hâlâ bunu ispatlayamadılar? Ispatladılar da kasıtlı olanlar görmezlikten geliyor, denilirse niçin tuvaletlerini "Baylara" "Bayanlara" diye ayırıyorlar? Kanunlarında zorlayıcı bir hüküm bulunmadığı halde, niçin erkekleri ile kadınları genellikle ayrı elbiseler giyiyorlar? Kanunlarıyla, kadınların çalıştığı genelevler kuruyorlar da, niçin erkeklerin çalıştığı genelevler kurmuyorlar, kuramıyorlar? Niçin dünya kupalarına kadın, ya da karma sporcularla çıkmıyorlar? Fabrikalar niçin kadın isçi çalıştırmak istemiyor?
Ama niçin hastabakıcılar, hemşireler, çocuk yuvaları gibi şefkât ve merhamet isteyen kurumlarda çalışanların çoğu kadındır?
Demek ki kadın ile erkek görev ve misyon açısından da birbirinden farklıdırlar Tıpkı fiziksel ve psikolojik bünye açısından farklı oldukları gibi
Demek ki, kadınla erkek arasında mutlak bir eşitlikten sözetmek imkânsızdır Bunu savunmak, ya psikolojik hastalıktan, ya da başka sinsi duygulardan kaynaklanır Onların neler olduğuna "Feminizm ve Kadın" başlığı altında kısaca değinecegiz
Peşin fikir ve kabullenişlerden uzak olarak düşünebilen herkes; mutlak anlamda kadın erkek eşitliğini savunanların, bu tür bir eşitliği bir türlü gerçekleştiremedikleri gibi, kaş yaparken göz çıkardıklarını ve bu uğurda insânî eşitliği de ortadan kaldırdıklarını kabullenmek zorunda kalacaktır Çünkü girift bir makinede, kendi yerinde çok büyük görevler yapan bir dişliyi, aynı makinedeki bir başka dişliye benzemiyor diye yerinden alıp, onun gibi yapmaya çalışmak, hem her iki dişlinin görevini aksatmak, hem de makineyi bozmak demektir Çünkü bu her iki dişlinin de, kendi yerinde çok önemli görevleri vardır Hiçbiri değersiz olamaz Ve bu onların birinin diğerinden mutlak üstünlüğünü de göstermez
Bunlar eşit yapacağız diye sokaklara döktükleri kadını erkek yapamamışlar ama, kadınlığından da çıkarmışlar ve maskaraya çevirmişlerdir Kadın, bu gayretlerle tavus kusuna özenen karga durumuna düşmüştür
Bu durumdan kadınlar da razı, onlar da kendilerine bu tür hakların verilmesini istiyorlar, denirse; insan, haklarına kavuşmakla mı, yoksa haklarını elden çıkarmakla mı daha huzurlu olur? diye sorarız Cevabın ne olacağı elbette bellidir; öyleyse bu tür hakların en ileri düzeyde verildiği Iskandınav ülkelerindeki ahlâkî çöküntü niçin? Niçin dünya üzerinde kadınlar arasındaki en ileri düzeyde intihar olayları oralarda görülüyor? Kırkını geçmiş kadınların %12'si intihar ediyor? Kırk yaşına gelince bunlara hayatı çekilmez kılan nedir? Elde ettikleri hakları mı? Buna kargalar bile güler Niçin batı, ekonomik sahada bunca ilerlemişken, her aradıkları maddî gereci otomatik olarak elleri altında bulurlarken, Doğu Islâm Dünyası, Islâm'dan da teknolojiden de uzak olmasına rağmen; her yıl yüzlerce batılı kadın bu ülkelerin insanlarıyla evleniyor? Sözkonusu edilen haklarına kavuşmak için mi? Demek ki, samanda protein ya da A vitamini yok diye ata et vermek, ya da ite saman vermek eşitlik olabilir ama, adalet ve akıllılık asla!
Bu çelişkileri ciltler dolusu olacak kadar çogaltmak mümkündür Ama burada anlatmak istediklerimiz bunlar olmadığından, bu konuyu son olarak çarpıcı bir örnekle bitirecegiz Bu örnek bize, tabiîliğe karşı çıkmanın insanı hangi noktaya götüreceğini, mutlak eşitliği savunanların ne gülünç durumlara düştüklerini göstermeye yetecektir Bu örnek; Amerika'da kadın haklarını savunan derneklerden SCUM (Society For Cutting Up Men)'in, eşitliği bozduğu için erkeklerin "şey" lerinin kesilmesini öneren tutumudur (Attılâ Ilhan age 196 ) Bu tür bir eşitlik savunulunca, bunu daha ileriye götürmek kaçınılmazdır, hattâ gereklidir Erkeğin "şey"i kesilince onlar da kadınların meselâ memelerinin kesilmesini isteyecekler ve insanlık tek cinse doğru yol alacaktır Ama şimdilik buna AIDS müsaade etmiyecek gibi görülüyor Demek ki, fıtrat onu bozmaya kalkışanlara dersini veriyor
Demek ki, kadınların hukukunu korumak, onlara her istediklerini yapma hürriyeti vermek demek değildir Bu, elbette erkekler için de aynıdır Hürriyetler eğer başka hakları engelliyorsa, ikisi arasında bir tercih yapmak gerekir Bir hukukçumuzun dediği gibi: "Mao Çin'de fuhşu önlemeye kalkışmıs, iktisadî yapının bozukluğundan dolayı biçarelikten fuhşa sürüklenen kızcağızlara iş vermiş, "alışmış kudurmuştan beterdir" diye direnen bataklık ve kaldırım güllerini ise, seralarda toplayarak islah etmeye çalışmıştır Işte aydınlarımıza bir "pratik çalışma" sorusu: Bu tutum kadını hor görmenin mi, yoksa insanlık değeri bakımından erkeğe eş saymanın mı belirtisi idi? Ikinci soru: Bu tutum anti demokratik ve ilkel bir tutum mudur, yoksa "çagdaşlık" adına onaylanması gereken bir davranış mıdır? Üçüncü soru: Iyi bir davranıştır derseniz, niçin aynı şeyi bir müslüman söylerse gericilik oluyor da Mao söylerse hikmet oluyor?" (Hûşeyin Hatemî "Davacının Yargısı" zaman 1611988 s 2)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
KADIN NAMAZ KILARKEN ÇORAP GİYMESE NAMAZI OLUR MU?
Âyet ve hadîsleri Hanefi'lerin anlayışına göre kadının ellerinin ve yüzünün avret olmadığını, elleri ve yüzü açık namaz kılabileceğini, fitne sözkonusu değilse böylece gezebileceğini başka münasebetlerle söylemiştik
Ayaklarına gelince: Hanefi mezhebinde kadının ayaklarının (bacaklarının değil) avretliği konusunda ihtilaf vardır Kur'an ifadesi ile kadınlar "Kendiliğinden açılan zinet yerlerinden" ötürü mes'ul değildirler (K (24) 31) Ama ayak zînet yeri midir? Zinet yeri ise "Kendiliğinden açılan" kısma dahil midir? Bazılarına göre; istisna zinet yerlerindendir, ayak ise zînet yerlerinden değildir Çünkü halhâl takılan yer ayak değil bacaktır, bacağın avret olduğunda ise ihtilaf yoktur Ayakta, yani kasık kemiklerinden aşağısında zînet bulunmadığına göre ayaklar istisna edilmemiş, yani avret olarak kalmış olur Binaenaleyh, namazda da açık kalmaları câiz olmaz(Ibrâhim Halebî, Halebî Kebîr 211)
Ebû Davud ve daha başka kaynaklardaki bir hadis-i şerif de bu görüşü destekler "Ümmü Seleme Vâlidemiz Rasûlüllah'a sordu: Kadın, izârı (etek ya da altlığı) yokken bir entari ve bir başörtüsü ile namaz kılabilir mi? Buyurdular ki, entari ayaklarının üstünü örtecek kadar kuşatıcı ise kılabilir" (Zeylaî, Nasburrâye I/299 (Ebu Dâvud, salât 83; Beyhakî N/232; Hâkim, Müstedrek I/250 Aynı yerde Buhârî nin şartına uygundur, der, Zehebî de onu destekler, ancak Ibnü'1-Cevzi ve daha başkaları hadîsin sıhhati hakkındaki şâibeleri zikrederler (Zeylâi agk); Ayrıca bk el-Menbecî, el-Lübâb I/241)Ancak Ebu Hanîfe'ye ve Imam Kerhi'ye göre kadının ayağı avret değildir(Ekmeleddin el-Bâberti, el-Inâye I/259) Binaenaleyh, namazda asık kemiklerinden aşağısının açık kalması namaza mani değildir Hidâye sahibi Mergînânî en doğru (esah) olan görüşün bu olduğunu söyler(agk (Metin)"Ihtiyar" sahibi Mavsilî ise bu konuda iki rivayet olduğunu söyledikten sonra, sahih olan kadının ayağının namazda avret olmaması, dışarıda, yani yabancı erkeklere göre ise avret olmasıdır, derMavsilî, el-Ihtiyâr (Ist) Ancak bu ayırıma bir delil zikretmezÖzetlersek; namaz kılarken kadının ayaklarının açık kalması namazına mani değildir Sahih görüş budur Çünkü ayak (aşık kemiklerinden aşağısı) ya "göstermesinler" emrinden istisna edilen "zâhir zînet" yani kendiliğinden açılan zinet yerleri cümlesindendir, ya da kadının ayağını açmasında zaruret vardır (Ibrâhim el-Halebi agk) Ancak kadınların hem namazda, hem namâz dışında ayaklarını kapatmaları, güzel ve cumhura uygun bir davranış olur
 
Üst Alt