A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
ÂHİRETE İMAN

"Son" ve "Sonra Olan" anlamında Arapça bir kelime olan "Âhiret", "Âhir" kelimesinin müennes (dişi) şeklidir Lügatte "Evvel" kelimesinin zıddı olarak kullanılır İslâm literatüründe bu kelime "Öbür Dünya" manasında kullanılmıştır Dünya,canlıların yaşadığı evvelki âlem, ahiret ise son âlemdir Bu kelimeler bazen "dâr=yurt" kelimesiyle birlikte kullanılır (el-Ankebût, 29/64), Dâr-ı Dünya ve Dâr-ı Ahiret gibi Bazen de tek başına kullanılır (el-Bakara, 2/220) Dünya, yakın ikamet yeri; Ahiret, son ikamet mahallidir
Allah'u Teâlâ, içinde yaşadığımız bu Dünya'yı ve üzerindeki bütün varlıkları geçici bir zaman için yaratmıştır Bir gün dünya ve dünyadaki bütün insanlar, canlı ve cansız varlıklar yok olacaktır Dağlar, taşlar, yerler, gökler parçalanacak (el-Karia, 101/4-5), Allah'tan başka tüm âlem son bulacaktır (er-Rahman, 55/27) Bu hâdiselerin meydana geldiği günü Kur'an, "zelzele saati" (el-Hacc, 22/2) ve "Kıyamet Günü"* (el-Kıyâme, 75/-1) diye adlandırır Kıyamet Günü'nden sonra Allah'ın takdir ettiği bir zamanda insanlar yeniden hayat bularak kabırlerinden kaldırılacak ve "Mahşer"* denilen düz bir sahada (el-Hicr, 15/25), hesabı süratle gören Allah'ın (Âli İmrân, 3/19) huzurunda, dünyada yaptıklarının hesabını (el-Hakka, 69/19, 37) vermek üzere toplanacaklardır (el-Casiye, 45/26) Hesapların görülmesinden sonra bir kısım insanlar iyilikleri nedeniyle Cennet'e, diğerleri ise, inkâr ve kötülükleri nedeniyle Cehennem'e gideceklerdir
İşte bu yeni hayatın başlayacağı günden itibaren, bitmez tüKerimez bir halde devam edecek olan âleme "Ahiret Alemi" denir
Bütün semâvi dinlerde olduğu gibi en son ve en mükemmel din (el-Mâide, 5/3) olan İslâm'a göre, meydana geleceği ayet (el-Bakara, 2/4) ve hadisle (Tecrîd-i Sarih, 47 nolu hadis) ve bütün ümmetin fikir birliği ile kesin olan ahiret gününe inanmak, imanın şartı olarak farzdır
Ahiret Günü denilince;
1- Bu âlemin hepsinin yok olması ve hayatın tamamıyla sona ermesi
2- Ahiret hayatının başlaması
Ahiret hâdiseleri denilince de;
a) Canlılar için ahiret hayatının mukaddimesi olan ölüm, berzah âlemi *, kabır hayatı
b) Sûra üfürülmesi ve herkesin tekrar dirilerek kabırlerden kalkıp mahşer* meydanında toplanması
c) Dünya'da iyilik veya kötülük cinsinden yapılan işlerin kaydedildiği amel defterinin sahiplerine okutulması
d) İyilik ve kötülüklerin tartıldığı mizan* (terazi)'nin kurulup amellerin tartılması
e) Bütün insanların üzerinden geçmeleri mecburî olan Sırat* köprüsünden geçiş
f) İmanlı ve ameli iyi olanların gideceği Cennet*
g) İmansız ve ameli kötü olanların gideceği Cehennem*
i) Peygamberimizin, seçkin müminlerle başında bulunduğu Kevser Havzı*
h) Peygamberimizin müminlere şefaati, gibi hadiseler hatıra gelir İşte bütün bunlar, Ahirete iman konusu içinde ele alınması gereken konulardır Kesin nasslarla sabit olan bu hususlara inanmak, imanın şartlarındandır Bunlardan birini inkâr ise, ahireti inkâr demektir
Kur'an, Ahiret âlemini ayrıca "Din Günü " (el-Fatiha, I/3) ve "Gayb Âlemi" (el-Bakara, 2/3) olarak isimlendirir
Gözden kaybolan şeye gayb dendiği gibi, duyularla idrak edilemeyen, insan bilgisi dışında kalan şeye de gayb denir Bir şeyin gayb olması Allah'a göre değil, insanlara göredir Çünkü Allah'tan gizli kalan hiçbir şey olamaz O, gayb ve şehâdet âlemini bilir (el-Haşr, 59/22) Kur'an'a göre varlıklar iki kısımdır: Gayb âlemini meydana getiren; görülmeyen ve idrak edilemeyen varlıklar ve şehâdet âlemini meydana getiren; görülüp, idrak edilen varlıklar Gayb âlemine ait varlıklar da iki kısımdır:
1- Bir kısmının delili yoktur Varlığını ancak Allah bilir, duyularla idraki mümkün değildir "Gaybın anahtarları Onun yanındadır, onları Ondan başkası bilemez" (el-En'âm, 6/59)
2- Bir kısım varlıklar da idrak edilemez ancak varlıkları delillerle anlaşılabilir Allah'ın sıfatları, Ahiret, Cennet, Cehennem ve Melekler gibi Bu tür gayb haberleri peygamberlere vahiy yoluyla bildirilir Onlar da ümmetlerine bildirirler Müminler, kendilerine vahiy yoluyla bildirilen 'gayb'a ait haberlere inanmak mecburiyetindedirler Mümin zaten inanan insan demektir Bu haberlere inanmamak ise küfürdür Ahiret de gayb haberlerinden olup inanılması zaruri olan vahye dayalı bir haberdir
Hayatının başlangıç ve sonu olmayan ancak Allah'tır Bu âlemin de bir gün yok olacağı muhakkaktır Sonradan meydana geldiği bilinen bu âlem üzerindeki değişiklikler, zamanla insan, hayvan, bitkiler ve bütün varlıkların ölmesi ve yok olması, depremler vs bu âlemin tamamının bir gün yok olacağının delilleridir Bu tür hâdiseler insan iradesinin ve gücünün dışında olan hâdiselerdir
Başlangıcı itibariyle yoktan var olduğunu kabul ettiğimiz bu âlemin, yok olduktan sonra tekrar yaratılması akla aykırı değildir Çünkü onu yoktan yaratan Allah, onu helâk ettikten sonra tekrar yaratmaya elbette Kadirdir İnsan da öldükten sonra tekrar, Allah'ın izniyle dirilecektir
Kur'an'da tekrar dirilmeye dair pek çok ayet vardır:
"Mahlûkatı ilkin yaratıp, sonra (kıyamette) onu diriltecek olan O'dur, ki bu (öldükten sonra diriltme, ilk yaratıştan) O'na daha kolaydır" (er-Rûm, 30/27) "Ey Resulüm, de ki: Onları ilk defa yaratan diriltir ve O, her yaratılanı hakkıyla bilir " (Yâsin, 36/79) Bu ayetler, mahlûkâtı ilk yaratanın, onları tekrar dirilteceğini ifade etmektedir
İnsanların, hayvanların ve diğer canlıların uyumaları ve tekrar uyanmaları, öldükten sonra dirilmeye bir benzetmedir: "Odur ki geceleyin sizi öldürür (gibi uyutur), gündüzün ne işlediğinizi bilir; sonra belirlenmiş süre geçirilip tamamlansın diye gündüzün sizi diriltir Sonra dönüşünüz O'na dır; sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir" (el-En'âm, 6/60)
Kur'an-ı Kerim , kuraklık ve mevsim nedeniyle ölü hale gelen ve hayatı tamamen sönen toprağın, yağmurla veya sulanarak eski haline dönüşünü ve bereketlenmesini de, öldükten sonra dirilmeye delil göstererek şöyle buyuruyor: "O'nun ayetlerinden biri de (şudur): Sen, toprağı, boynu bükük (kupkuru) görürsün Onun üzerine suyu döktüğümüz zaman titretir ve kabarır Onu dirilten (Allah), elbette ölüleri de diriltir O, her şeye Kadirdir" (Fussilet, 41/39)
El-Hacc, 22/5-6 ayetinde öldükten sonra dirilme konusunda şüphede olanların dikkatlerini, yaratılışlarının safhalarına çekerek, bu ifâdelerin altında tekrar diriltilmenin imkânını ortaya koymaktadır
Âlemlerin yaratılışı, insanların yeniden dirilmelerine delil gösterilir:
"Elbette gökleri ve yeri yaratmak, insanları (öldükten sonra) yaratmaktan daha büyüktür Fakat insanların çoğu bilmezler "(el-Mümin, 40/57; en-Naziât, 79/27, 33; Yâsin, 36/79, 81)
İnsanın boşuna yaratılmadığını (el-Müminûn, 23/115); başıboş terkedilmediğini, (el-Kıyâme, 75/36) her nefsin ölümü tadacağını, inanan ve iyi amellerde bulunan kişilerin mükâfatlandırılması ve kâfirlerin de cezalandırılması için tekrar diriltileceklerini bildiren (Âli İmrân, 3/185; Yunus, 10/4; el-Leyl, 92/4, 11) ayetler de, ahiret hayatının birer delilidirler
Mahlûkâtın, ölüp yok olduktan sonra tekrar dirilmelerindeki hikmet, mükelleflerin bu dünyada iradeleriyle kazandıklarının karşılığını görmeleridir Çünkü bu dünya kazanç ve amel dünyasıdır Öbür dünya ise, yapılanların karşılığının görüleceği yerdir (Âli İmrân, 3/185)
İnsanlar bu dünyada rızıklarında, işlerinde, ecellerinde, mutluluk ve mutsuzluklarında çok farklı bir yaşayış içindedirler Kimi zalim, kimi mazlum, kimi iyi, kimi hasta, bir kısmı zengin, bir kısmı fakir, bir kısmı üstün, bir kısmı zelildir Kimisi iyilik yapar, kimisi kötülük Şayet ölüp de tekrar dirilmeyecek olsalardı, iyilik yapanlar mükâfat, kötülük yapanlar da ceza görmemiş olurlardı Bu ise Allah'ın adâletine aykırı olurdu Bundan dolayı Allah tekrar dirilmeyi ve cezayı yaratmıştır; "İnkâr edenler, kat'iyyen diriltilmeyeceklerini sandılar De ki: "Hayır, Rabbim hakkı için mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaptıklarınız size haber verilecektir Bu, Allah'a göre kolaydır" (et-Teğabun, 64/7, ayrıca en-Nahl, 16/30-40)
Ahirete iman, kâinatta meydana gelecek olan korkunç inkılâbın kesin olduğunu kabul etmektir Bu dünya hayatı tamamıyla son bulup, başka bir hayat başlayacaktır Bu âleme iman, İslâm inancını meydana getiren altı esastan birisidir Mümin, imanı ve Kur'an ahlâkı ile ahlâklanmasının neticesini ahirette göreceğine, Allah'ın lûtfuna nâil olacağına yakînen inandığı için ölüm ve âhiret hayatı, onu tedirgin etmezken; hayatını küfür ve isyanla, zulüm ve haksızlıkla geçiren kâfir, asî ve zalim ise ölümü ve ölümden sonraki ahiret hayatını istemez (el-Bakara, 2/95; Âli İmrân, 3/56; el-İsrâ, 17/10; ez-Zümer, 39/26, 45)
Hz Ali ahireti inkâr eden birisine şöyle demişti: "Benim dediğim olursa sonunda sen zararlı çıkarsın Fakat senin dediğin olursa, ben zararlı çıkmam "
Ahiret inancı, insana ilerleme ve gelişme yolunda büyük bir güç kazandıran mükemmel bir inanç türüdür Cenâb-ı Hakk şöyle buyurur: "Her kim inanarak ahireti ister ve onun için gerektiği şekilde çalışırsa, onun emeği mükâfatla karşılanır" (el-İsrâ, 17/19) İnsan hayatı ile dünyanın varlığı, ancak sonunda bütün yapılanların sorgulanacağı bir ahiret hayatının olmasıyla bir anlam kazanır Aksi takdirde hayatın ve dünyanın hiçbir anlamı olmadan insanın hayatına tam bir nihilizm hakim olacaktır Bu da insanların büyük bir bunalıma ve ümitsizliğe sürüklenmesine yol açar Ahirete iman insana sonsuzluğun yolunu açarken ölümü de en ince teferruatına kadar açıklayarak bir son olmadığını bildirmektedir Ölüm yeni bir hayatın başlangıcı demektir Ahiret inancıyla insanın bu dünyadaki hayatına bir anlam veriliyor Ayrıca insanın yaşayışı da büyük bir disiplin altına alınmış oluyor Zira ahirete iman insana büyük bir sorumluluk duygusu vermekte ve ilerde çekileceği büyük hesap gününe göre hayatını ve diğer insanlarla ilişkilerini sağlam bir karakter ve temele dayandırıyor İnsan dünya hayatında yaptığı bütün amellerinin karşılığını o gün görecektir "Kim zerre miktarı iyilik yaparsa onu görecek ve kim zerre miktarı kötülük yaparsa karşılığını görecektir " (Zilzâl, 99/7-8) Böylece ahirete iman insana büyük bir ümid kaynağı olduğu gibi onu adâlete ve sonsuzluğa inandırır Bu da adil, dürüst ve sağlam bir toplumun oluşmasını sağlar
Kur'an, inanan ve inanmayanların ahiret hayatını özetle şöyle izah eder: "Sûr'a birinci üfleme üflendiği, arz ve dağlar yerlerinden kaldırılıp bir çarpışla birbirine çarpıldığı (ve hepsi darmadağın) olduğu zaman, işte o gün o vak'a olmuştur Gök yarılmıştır, o gün o, zayıflamış, sarkmıştır Melekler de onun kenarlarındadır O gün Rabb'ının tahtını (arşını), bunların da üstünde sekiz (melek) taşımaktadır O gün (hesap için Allah'a) arz olunursunuz Sizden hiçbir sır gizli kalmaz Kitabı sağından verilen: "Alın kitabımı okuyun " der, "Ben hesabımla karşılaşacağımı sezmiştim zaten " Artık o, memnun edici bir hayat içindedir Yüksek bir bahçede, devşirmesi kolay (meyveleri yakın) ' 'Geçmiş günlerde yaptığınız işlerden ötürü (bugün) afiyetle yiyin, için "
Kitabı sol tarafından verilen ise der ki: "Keşke bana kitabım verilmeseydi Şu hesabımı hiç görmemiş olsaydım Keşke (ölüm işimi) bitirmiş olsaydı Malım bana hiçbir fayda vermedi Gücüm (saltanatım) benden yok olup gitti (hiçbir şeyim kalmadı) (Yüce Allah, Cehhenem'in muhafızlarına emreder): "Tutun onu, bağlayın onu, sonra Cehennem'e sallayın onu Sonra uzunluğu yetmiş arşın olan zincire vurun onu Çünkü o, yüce Allah'a inanmıyordu, yoksulu doyurmaya ön ayak olmuyordu Bugün onun için candan bir dost yoktur İrinden başka yiyecek yoktur Onu (bile bile) hata işleyenden başkası yemez" (el-Hakka 69/13-37)
Yukarda çizilen manzara inanan ve inanmayan kişinin ahiret hayatını veciz bir şekilde ortaya koymaktadır İnanan için müjde, inanmayan için korku kaynağı olan bu âlem, onu idrak eden her akıl sahibinin kendi dünyasını, fikir ve yaşayış biçimini, Allah'ın arzu ettiği biçimde intizama koymasına en büyük etkendir Herkesin toplandığı ve kazandığı kendisine tastamam verildiği (Âli İmrân, 3/25-30; el-Câsiye, 45/28; Kâf, 50/44; et-Teğâbûn, 64/9), kimsenin kimseden cezasına karşılık bir şey ödeyemediği (el-Bakara, 2/48, 123) ana, baba, evlâd, dost herkesin kendi başlarının derdine düşerek ve hak talep edilmesi endişesiyle birbirinden kaçtığı (Abese, 80/34-37), dünyada iken inanç ve amelleri nisbetinde bazı yüzlerin ak, bazı yüzlerin de kara olduğu (Abese, 80/38-42; Âli İmrân, 3/106-107) o ceza gününde insanların makam, mevki, zenginlik, tahsil gibi insanlarca meziyet kabul edilen hiçbir özelliklerine aldırış edilmeksizin, kulların yaptıklarına göre hak tecelli eder "Ey inananlar, Allah'tan korkun ve kişi, yarın için ne (yapıp) gönderdiğine baksın Allah'tan korkun; ve Allah, yaptıklarınızı haber almaktadır" (el-Haşr, 59/18)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKAR Islâm hukukunda genellikle gelir getiren taşınmaz mallar için kullanılan bir terim Arazî, ev, dükkân, tarla, bağ, bostan vBulletin gayr-i menkûl malları kapsar Buna göre akar, hem gayr-i menkûl hem de arazî anlamında kullanılmaktadır Arazî üzerindeki ağaçlar ve binalar iki yönden değerlendirilmiştir Bu gibi ev ve ağaçlar tek başlarına menkûl, üzerinde bulundukları arazı ile birlikte ise gayr-i menkûl olarak kabul edilmiştir
Islâm hukukunda gayr-i menkûl ile menkûl malların satışları arasında bir fark gözetilmemiştir Taşınır bir mal ve eşya nasıl satılır ve yeni sahibine nasıl intikâl ediyorsa akarlar da aynı şekilde mülkiyet değiştirebilmektedir Hepsindeki genel şart, icab ve kabulün meydana gelmesiyle satışın gerçekleşebileceğidir
Gayr-i menkûlün satışında bedelin kabzıyla "sattım" veya "teslim ettim" demekle satış akdi tamamlanır Herhangi bir tescil ve tapulamaya, aradaki güven ve toplumun sağlam yapısından dolayı gerek görülmemiştir Ancak böyle bir tescilin şu faydaları vardır:

1-Akar üzerinde yapılacak tasarruflarda hîleye ve sahte muamelelere meydan verilmemesi,
2-Belli bir zaman geçip tescili yapılmamış gayr-i menkûllerde davanın reddine sebep teşkîl etmesi

Vakıf* akarları da iki bölümde incelenebilir:

1-Vakfedildikten sonra icârıyla değil de bizzat kendisinden yararlanılan akârlar Cami, okul, kütüphane, çeşme gibi yerler Bunlara "Müessesât-ı Hayrıyye" adı verilir
2-Vakfedildikten sonra kiraya verilerek vakfın şartlarına uygun bir şekilde gelirlerinin harcandığı akarlar Bunlara da "Akârât-ı Mevkufe" adı verilmektedir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKİKA KURBANI Yeni doğan bebeğin başındaki ilk saçlarına akîka; bu çocuğun doğumundan yedi gün sonra başındaki tüyleri kısmen veya tamamen traş edip adını koyduktan sonra Allah'u Teâlâ'ya şükür için kesilen kurbana akîka kurbanı denir Hz Aişe (ra)'den şöyle rivâyet edilmektedir
"Resul-i Ekrem (sas} bize erkek çocuklar için iki, kız çocukları için bir koyun "akîka" olarak kurban etmemizi emretti" (Ibn Mâce hadis no: 3163, Zebâih, no: 1515)
Yine Hz Âişe validemizin rivâyetine göre, Peygamber Efendimiz (sas), torunları Hasan ile Hüseyin'in doğumlarının yedinci günü akika kurbanlarını kesmiş ve adlarını koymuştur (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XI, 401)
Islâm'dan önceki câhilî Arap toplumunda sadece erkek çocuklar için kurban* kesilirdi Kız çocukları için böyle bir merâsim söz konusu değildi Islâm bu değişikliği yaparak kız çocuklarına da değer verilmesini sağlamıştır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKÎKA KURBANINDA ARANAN ŞARTLAR Kurban edilecek hayvan tek veya iki gözünden kör olmamalı; dişlerinin ekserisi düşmüş olmamalı; kulakları kesik olmamalı; boynuzlarından biri veya ikisi kökünden kırılmış olmamalı; kulağı veya kuyruğunun yarısından çoğu, memelerinin uçları kesik olmamalı; yahut yaratılıştan kulak ve kuyruğu olmayan bir hayvan olmamalıdır Akîka kurbanı Hanefi mezhebine göre mübah ve dolayısıyla menduptur Diğer üç büyük imâma göre sünnet, Zahiri mezhebine göre ise farzdır
Hz Peygamber bu kurbanın kesilmesi sırasında bir örf olarak başa kan sürülmesi âdetini yasaklamış, (Ebu Dâvud, Edahî, 20) kesilen saçların ağırlığınca altın veya gümüş tasadduk edilmesini emretmiştir Akîka kelimesi anne-babaya isyân anlamına geldiği için Resulullah bu kurbanın adını "itaat ve ibadet" anlamına gelen "Nesike" kelimesi ile değiştirmiştir (Ibn Hanbel, II, 182)
Bu kurban çocuğun doğduğu günden bâlîğ olacağı güne kadar kesilebilir Ancak doğumun yedinci gününde kesilmesi daha çok sevap kazanmaya sebeptir Kesilen kurbanın kemikleri çocuğun sıhhatli olmasına sebep olsun niyetiyle kırılmayıp eklem yerlerinden sıyrılır ve öylece pişirilir Sonra bu kemikler bir yere gömülür Akîka kurbanının etinden bunu tasadduk eden kimsenin yiyebileceği gibi ev halkı da bu etten istifâde eder Bir kısmı da ihtiyaç sahiplerine dağıtılır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKIL HASTASININ BOŞAMASI Kocama doktorlar paranoyak teşhisi koydular Dediğinden habersiz hale geldi Bu rahatsızlığı döneminde bana defalarca "seni boşadım", "defol git" dediği oldu Islâm fıkhına göre kocamın bu haldeki talâkı geçerli sayılır mi? Şu halde ben ne yapmalıyım?
Rasûlüllah Efendimiz (sa) "üç kimseden kalem kaldırılmıştır (tasarrufları geçerli değildir, yaptıkları yazılmaz) Uyuyandan, uyanıncaya dek, çocuktan âkilbaliğ oluncaya dek, deliden kendine gelinceye dek" (Buhârî, talâk 11, hudûd 22; Ebû Dâvûd, hudûd 17; Nesaî, talâk 21;Ibn Mace, talâk 15; Dârimî; hudûd 1; Müsned I/118,140 VI/101) buyurmuşlardır Bu hadîs-i şerife dayanarak Ibn Kudâme diyor ki: Ilim ehli kimseler, sarhoşluk ve (insanın kendi ihtiyarıyla yaptığı) o anlamdaki şeyler dışında aklı giden insanın boşamasının geçerli olmadığında icma etmişlerdir Osman, Ali, Saîd b Müseyyeb, Hasan, Nehaî Sa'bî, Ebû Kilâbe Katâde Zührî Yâhya el-Ensârî, Mâlik, Sevrî, Sâfîî Ashâb-i re'y (Hanefiler) böyle söylemişlerdir Ayrıca Rasûlüllah'ın (sas) "Aklı bozuk matuh (bunak) dışında herkesin talâkı geçerlidir" (Buhârî, talâk 11; Tirmizî, talâk 15; ibn Mâce, talâk 15) dediği de rivayet edilmiştir Çünkü talâk mülkiyeti izale eden bir sözdür Öyleyse bunda alışveriş gibi akla itibar edilmesi gerekir Aklının; delirme, bayılma, uyku, ilaç alma, zorla içirilen içki ve aklı giderdiğini bilmeden içtiği böyle birşey ile gitmiş olması durumları eşittir Bunların hepsi boşamayı geçersiz kılar Bu konuda değişik görüş de bilinmemektedir: (ibn Kudâme, el-Mugnî VI/113-114) Deli, ma'tuh (atehli, saldırgan olmayan bunak, ifadeleri karışık, tedbiri bozuk) mübersem (menejitten etkilenen),sar'alı, medhus (korku ya da unutmaktan aklı giden) melankolik, panorayak, hastalar da bu hükümde aynıdır Ancak bunlarda nöbetin bulunmadığı, ya da söylediklerinin farkında oldukları zaman sarfettikleri sözler ve yaptıkları tasarruflar geçerlidir (Geniş bilgi için bk Ibn Âbidîn (Âmirâ) N/426-27) Zira boşamanın şartlarından biri de akıldır ve aklı gideren bu tür hastalıklara mübtelâ olanların hasta iken boşanmalarına itibar edilmez (el-Cezîrî, Kitâbu'I-fıkh'ale-I-Mezâhibi'I-erba'a IV/281)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKRABA İLE EVLENMENİN DİNEN HERHANGİ BİR SAKINCASI VAR MIDIR? Dinen mahrem olup kendileriyle evlenmek haram olanlar üç nevidir:
1-Nesep sebebiyle haram olanlar: Bunlar da yedi sınıfdır Anneler,Kızlar,Kızkardeşler,Halalar,Teyzeler,Erkek kardeşin kızı ve Kızkardeşidir
2-Süt sebebiyle haram olanlar: Neseb sebebiyle haram olanlar, süt sebebiylede haramdırlar yani onlar da yedi sınıfdır
3-Sıhriyet sebebiyle haram olanlar: Kur'an-ı Kerim'de bunlardan dört sınıf dile getiriliyor
A-Babanın eşi : Üvey anne,
B-Oğlun eşi : Gelin,
C-Eşin annesi : Kayınvalide
D- Eşin kızı : Kocanın üvey kızı
Yukarıda zikrettiğimiz kimseler ebedi olrak haramdırlarAyrıca geçici olarak haram olanlar da vardır Kur'an-ı Kerim bunlardan üç sınıf dile getirmiştir:
1-İki kız kardeş ile aynı anda evlenmek,
2-Zevce ile halası veya teyzesi ile aynı anda evlenmek yani ikisini bir arada bulundurmak,
3- Evli olan kadın
Bunlardan maada akraba olsun,yabancı olsun onunla evlenmek caizdirPeygamberimiz halasının kızı olan HzZeynep ile evlenmiştir Aynı zamanda HzAli amcaoğlu HzPeygamber'in kızı olan Fatıma ile evlenmiştir Demek yakın olsun , uzak olan akraba ile evlenmek caizdirAma yabancı ile evlenmek için tavsiyede bulunmakta bir beis yoktur Hatta Şafii fıkıh kitabları yakın akraba ile evlenmek tenzihen mekruhtur,diye kaydediyorlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKŞAM NAMAZI

İslâm'ın beş temel ibadetinden biri olan beş vakit namazdan akşam vaktinde kılınanı Diğer farz namazlarla birlikte Hicret'ten birbuçuk yıl önce Mirac olayında farz kılınmıştır Adını kılındığı vakitten almıştır Farzı üç rekât olup farz-ı ayndır Sünneti, sünnet-i müekkede olarak iki rekât kılınır
Kur'an-ı Kerim'de "Akşamlarken ve sabahlarken, öğle ve ikindi vaktinde Allah'ı -ki göklerde ve yerde hamd ona mahsustur- tesbih edin, namaz kılın" (er-Rûm, 30/17-18) buyurulmaktadır
Akşam namazının vakti güneşin batmasıyla başlar, şafağın kaybolduğu ana kadar devam eder İmam-ı Â'zam'a göre şafak, akşam ufuktaki kırmızılıktan sonra meydana gelen beyazlıktır Bu beyazlığın kaybolması ile akşam namazının vakti sona erer İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre ise beyazlığın görünmesiyle akşam namazının vakti çıkar İmam Ebû Yusuf ve İmam-ı Muhammed'in görüşüne göre amel edilir Ancak bu süre içinde kılınamadığı takdirde kızıllıktan sonra meydana gelen beyazlığın kaybolduğu âna kadar da kılınabilir
Akşam namazının farzı, sünnetinden önce kılınır Önce, günün akşam namazının farzını kılmağa niyet edilir İftitah tekbiri ile namaza başlanır, "sübhâneke", "eûzü besmele", "fâtiha sûresi" ve bir miktar ayet veya kısa surelerden biri (zamm-ı sure) okunur, rükû ve secdelerden sonra ikinci rekâtta ayakta (kıyam) "fâtiha" ve yine bir miktar ayet veya kısa surelerden biri okunur, yine rükû ve secdelerden sonra oturulur (ka'de-i ûlâ)*
Et-tehiyyatü okunduktan sonra üçüncü rekâta kalkılır, yalnız "fâtiha" okunur, rükû ve secdelerden sonra tekrar oturulur (ka'de-i âhire)*, "Ettehiyyâtü", salevât duaları ile "rabbenâ âtinâ" ve "rabbenâğfirlî" duaları okunarak selâm verilir Daha sonra iki rekât olan sünnet kılınır Akşamın sünnetinde her iki rekâtta da "fâtiha" ve zamm-ı sure* okunur; ikinci rekâtta oturduktan sonra, farzının kâ'de-i âhiresindeki dualar okunarak selâm verilir
Akşam namazının sünneti iki rekâttan daha fazla da kılınabilir Altı rekât kılmak menduptur Her iki rekâtta bir selâm verilmelidir Normal sünnetinden fazla kılınan bu namaza "evvâbîn namazı"* denir
Akşam namazının vaktinin darlığı sebebiyle ezandan sonra hemen kılınmasında acele edilmelidir Bu nedenle de kısa sureler okunmalıdır
Akşam namazının, hazır olan akşam yemeğinden sonraya bırakılması menduptur Yemek yenildiği takdirde namaz vakti çıkacak kadar dar olursa, namazı tehir etmek caiz değildir (Ahmed Naim, Tecrîd-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1985, II, 643)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
AKSIRMAK Burun zarının ve nefes verme kaslarının sarsıntılı bir hareketiyle havayı bir anda ağızdan ve burundan dışarı atmak Aksırmak, insanda meydana gelen fizikî bir olaydır Halk arasında "hapşırmak" diye bilinen bu olay bir terim olarak Islâm dini âdâb-ı muâşeretinde * "Teşmitu'l Âtis" şeklinde geçer
Aksırmak vücutta meydana gelen bir zorlama sonucu olur Bu ihtiyacı duyan kimse aksırdığı anda ferahlar Bu ferahlamadan dolayı da müslümanın Allah'a şükretmesi gerekir Zira Hz Peygamber (sas), bu konuda şöyle buyururlar:
"Allah kulunun aksırmasını sever, fakat esnemesinden hoşlanmaz Ey Müminler sizden biriniz aksırıp Allah'a hamd ederse, (el-Hamdülillah derse) onun hamdettiğini işiten her müslümana, "Yerhamükellah" diye karşılık vermesi gerekir Esneme işi şeytandandır Birinize esneme hâli gelirse mümkün olduğu kadar esnemeye engel olsun Çünkü biriniz esnemek üzere ağzını açınca onun bu gafletine şeytan güler " (Tecrid-i Sarıh Tercümesi, XII, 165)
Bu hadîs-i şerif'e göre aksıran kişinin: "Elhamdülillah" demesi icab eder Karşısındaki müslüman da ona: "Yerhamükellah " diye karşılık verince aksıran kişinin tekrar dönüp bu kardeşine: " Yehdîkumullah ve yuslih bâleküm" (Yani Allah sizi hidâyet kılsın ve hatırınızı hoş tutsun), demesi sünnetin talımi gereğidir
Aksırma anında büyük bir gürültü ve ağızdan etrafa tükrük yayılabileceği için, aksıranın eliyle veya başka bir şeyle ağzını kapatarak, bunlara engel olması edeptendir Bu da Resulullah'ın tavsiyesi ve sünnetidir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALAY, ALAY ETMEK Bir şeyle veya bir kişiyle eğlenmek, insanları hafife almak, tahkîr etmek, başkasının kusur ve noksanlarını söz, işaret veya yazı ile teşhîr etmek, toplumda küçük düşürme hareketleri
Alay etme duygusu insanlarda, kendini büyük görmeyle başlar; daha sonra karşısındaki insanı hiçe sayıp, ona tepeden bakmaya kadar gider Neticede bu duygu insanları alaya aldırır, şeytanı Rabb'ine isyan ettiren böbürlenerek Hakkı kabûl etmemek ve insanları hor görmek şeklinde tezahür eden kibir ve gurur hastalığını ortaya çıkarır
Alay eden kimsenin gururlanıp kibirlenmesi yanında, alay etme hareketiyle mümin kardeşini incitmesi ve rahatsız etmesi de söz konusudur Kibirlenmek haram olduğu gibi mümine eziyet de haramdır Her iki kötülüğün netîcesi olarak Islâm toplumunda kardeşlik bağlarının gevşemesi söz konusu olmaktadır Zîrâ alay ile beraber fertler arasına düşmanlık ve nefret duygusu girer Böylece de bir bina hâlinde tarif edilen Islâm toplumu dağılmış, parçalanmış olur
Islâm toplumu bir bütündür Islâm'da her ferdin haysiyet ve şerefinin dokunulmazlığı vardır Ferdin manevî hayatının temelini oluşturan ırz, şeref, haysiyet, namus duyguları lekelenemez Insan haysiyetini lekeleyecek olan kötü hareketlerin başında alay etmek gelir Islâm, insan hak ve hürriyetini, insan haysiyet ve şerefini koruma esası üzerinde durur; bu sebeple, müslümanların duygu ve düşüncelerini Kur'an-ı Kerîm vasıtasıyla garanti altına alır: "Ey iman edenler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın; olur ki, alay edilenler kendilerinden daha hayırlı bulunurlar Kadınlar da kadınları alaya almasınlar; belki onlar kendilerinden daha hayırlıdırlar Hem birbirinizi ayıplamayın ve kötü lâkablarla atışmayın Imandan sonra fâsıklıkla adlanmak ne kötü isimdir! Kim de tövbe etmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir " (el-Hucurât, 49/11)
Islâm, kardeşlik bağlarını korumak için alay etmeyi kesinlikle yasaklamıştır Allah'a ve ahiret gününe inanan bir müminin, insanları alaya alması, eğlence ve nükte konusu yapması caiz değildir Her ne şekilde olursa olsun, başkalarıyla eğlenmek, onu kötü ve sevmeyeceği lâkablarla çağırmak ahlâk bakımından da çok kötü bir şeydir Çünkü bu hareket, insanın kolayca unutamayacağı ızdırap veren bir yaradır
Toplum hayatındaki ilişkiler samimiyet üzerine kurulur Bu samimiyetin derecesini ölçen alet de kalptir Hz Peygamber: (sas) "Allah sizin şeklinize ve mallarınıza bakmaz Fakat kalplerinize bakar" (Müslim, Birr, 32) buyurmuştur Insanlar, daima dış görünüşe vakıftırlar iç alem bilinmez Allah katında tartılacak olan dış görünüş değil, kalplerin takvâsıdır Insanın ilmi ise bunu bilmeye ve anlamaya yeterli değildir Bu sebeple bir kimse önüne geleni horlayamaz, nazargâh-ı ilâhî olan kalbi alaya alarak kıramaz
Dünyada tek yüce değeri maldan ibaret sanıp, malıyla güçlü olduğunu zanneden ve karşısındaki bütün değerlerle alay edenleri Kur'an-l Kerîm kınamaktadır: "Vay haline! Diliyle çekiştirip, yüzünden de alay eden kimsenin" (Hümeze, 104/1)
Islâm'a göre, yaratılan her insanın Allah katında bir değeri vardır insanı ahsen-i takvim üzere yaratan Allah, onu en güzel hasletlerle bezemiş ve yeryüzünde halife kılmıştır (el-Bakara,2/30) Böyle bir varlığın dış görünüşü ile ilgilenip alaya almak; insanı yaratan Rabb'i ile karşı karşıya getirebilir Oysa ki insanın alay konusu olmasına Rabb'i ve eşsiz yaratıcısı olan Allah razı olmaz
Kur'an-ı Kerîm'de bir de inançla, (el-Bakara, 2/206; Münafıkûn, 63/5-6) Kur'an ayetleriyle, (et-Tevbe, 9/124- 125, 127) Peygamberlerle (Muhammed, 47/16) ve müminlerle (et-Tevbe, 9/79) alay edenlerden bahsedilir Sözü edilen kişiler, müminleri bırakıp kâfirleri dost edinenlerdir (en Nisâ, 4/139; el-Mâide, 5/52; el-Mücâdele, 58/14) Sözü edilen kişiler bu hareketleriyle Allah'ı ve müminleri aldattıklarını zannederler (el-Bakara, 2/9; en-Nisâ, 4/143; Hûd, 11/5), Islâm'a göre inanç mukaddestir, alay konusu olamaz Ayetlerde, inançlarla alay edenler olarak bildirilenler, Islâm toplumu içinde türeyen münâfıklardır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞDeğeri olan bir malı yine değeri olan başka bir mal veya para karşılığında değiştirme Alış-veriş tarafların karşılıklı onayı ile yani icab ve kabûl ile gerçekleşir Iki taraftan biri malı, diğeri karşılığı olan para veya kıymet taşıyan başka bir malı ele geçirmeleri netîcesinde satışın gerçekleştiği söylenebilir
Insanlar dünya hayatlarında geçimlerini sağlamaları için belirli bir ölçü içinde karşılıklı mal mübâdelesinde bulunmak zorundadırlar, buna da ‚rızık temini' denilir
Cenâb-ı Hakk, "Yeryüzünü size boyun eğdiren (ondan yararlanmanız için size itâat ettiren) Allah Teâlâ'dır O halde yeryüzünün sırtlarında (dağlarında tepelerinde ve ovalarında) dolaşın da Allah'ın size verdiği rızıklardan yararlanın" (el-Mülk, 67/15) buyurmuştur Yeryüzünde dolaşmaktan maksat insanlara faydalı olan nîmetlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak ve bunun için araştırma yapmaktır Cenâb-ı Allah yeryüzünü insanlar için rızık sağlama yeri kılmıştır Abdullah b Mes'ud (ra)'tan rivayet edilen bir hadîste Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmuşlardır: "Rızık sağlamak gayesiyle çalışmak her müslüman üzerine farzdır " Buna göre müslümanlar helâl ve haramlara dikkat ederek kendilerinin ve aile ferdlerinin rızıklarını sağlamak zorundadırlar Ancak bu rızkı sağlamak için çalışıldığında mutlaka Allah'ın rızası ve O'nun koyduğu sınırlar gözetilmelidir Hz Ebû Bekr'in: "Haram ile beslenen bir vücûda ancak Cehennem ateşi yakışır" sözü müslümanın rızık temini ve alış-veriş anlayışını en güzel bir şekilde belirtmektedir Ashâbın helâl alışveriş yapmak ve haramlardan uzak durmak için şüpheli olan hususları bile terk ettiklerini biliyoruz Ticaretle uğraşan bir müslümanın, İslam'ın alışverişe dair koyduğu bütün hükümleri ana hatlarıyla bilmesi gerekir Günlük hayatta yapılan alış-verişleri Allah'ın razı olacağı bir usûlde yürütebilmek için de bu hükümleri asgarî ölçüde bilmek her müslüman için farzdır
Islâm fıkhına göre bir müslümanın kendisinin ve aileşinin nafakasını sağlamaya ve varsa borçlarını ödemeye yetecek kadar para kazanması ‚farz'dır Bunun dışında, fakîr müminlerin ihtiyaçlarını karşılamak ve akrabalarına ikram etmek için kazanmak da ‚müstehap'tır Güzel ve müreffeh bir hayat sürmek için bundan fazlası için çalışmak ‚mübah'tır Başkalarına karşı kibirlenmek, dünyevî hırsa kapılarak başkasının servetiyle yarışmaya kalkışmak ve bu mal ile azgınlık ve taşkınlık yapmak için kazanmak, bu kazanç helâl yolla dahi olsa ‚haram'dır Buna karşılık, küfre karşı verilen mücadelede maddî katkıda bulunmak ve malınıAllah yolunda infak için samimî bir niyetle çok çalışıp para kazanmak da güzel bir ibadettir Bu gaye için çalışıp para kazanan kişi sürekli ibadet hâlinde sayılır
Aynı şekilde Islâm, çalışıp kazanabilme gücüne sahip olan bir kimsenin dilenmesini yasaklamıştır Hz Peygamber (sas) şöyle buyurmaktadır: "Allah'a yemin ederim ki sizden birinizin, ipini alıp da, dağdan bir bağ odunu taşıyıp getirmesi ve bu odunu satıp onunla aileşinin ve kendisinin geçimini sağlaması, başka birinden istemesinden çok hayırlıdır Kim bilir yardım istediğiniz kimse ya verir minnetine girersin, yahut vermez zilletini çekersin " (Buhârî Musâkât, 13, Zekât, 50, Buyû', 15; Ibn Mâce, Zekat, 25; Ibn Hanbel, I, 167)" Buna göre, çalışmaya gücü yeten kimsenin dilenmesi meşrû değildir
Islâm'da rızık temin etmenin en faziletli yolu cihad'tan (ganimetten) sonra ticarettir Sonra ziraat ve sonra da zanaattır Bütün bu rızık temin etme yollarında alış-veriş işlemi sözkonusu olmaktadır
Gerçekte insanın ihtiyacını gideren eşya, tarım veya sanayı ürünüdür Bundan dolayı bazı ekonomik sistemler, insanların, tarım ve sanayı dışındaki yollarla kazanç temîn etmesini kabul etmezler Fakat, bir malın üretilmiş olması, ihtiyaçların giderilmesi için yeterli değildir Ihtiyaç, ancak üretilen eşyanın, muhtaç olanlara ulaştırılmasıyla giderilir Çiftçi veya sanayıcinin ürettiği malı, ihtiyacı olanlara ulaştırabilmesi ise mümkün değildir Türkiye şartlarında düşünecek olursak, bir fabrikanın ürettiği malları tüketicisine ulaştırabilmesi için birçok yerde şube açması ve bunlarla dağıtımını yapması gerekir Diğer taraftan tüketicilerin, ihtiyaç duydukları eşyayı elde edebilmeleri için doğrudan üretici ile ilişki kurmaları da imkânsızdır Öyleyse, eşya ile tüketici arasında köprü olacak, bunları birbirine ulaştırarak, yukarda zikredilen mahzûrları ortadan kaldıracak fakat yaptığı bu hizmet için belirli bir kâr elde edebilecek bir hizmet sektörüne ihtiyaç vardır Işte bu da, ‚Ticaret Sektörü'dür
Insanlara hizmet anlayışıyla yapılan bu manadaki ticareti Islâm meşru ve makbûl saymıştır Ticaret hakkında Allah'u Teâlâ şöyle buyurur;
"Allah, ticareti helâl, ribâyı da haram kıldı" (Bakara, 2/275)
"Güvenilir, doğru ve müslüman tacır, kıyamet günü şehidlerle beraberdir"(Ibn-i Mâce, Ticârât, 1) Hadîs-i Şerîfi de dürüst ticaretin sahibine ne kadar sevap kazandıracağını belirtmektedir
Islâm'a göre ticaret; değerli olan bir malı, değerli olan bir diğer mal veya para karşılığında değiştirmektir Dinimizin ticarette gözettiği gaye, her ne pahasına olursa olsun kazanmak değil, insanlara, ihtiyaçları olan faydalı eşyayı temin ederek hizmette bulunmak, bu vesîle ile de normal, meşru bir kazanç sağlamaktır
 
Üst Alt