A.B > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞİN ŞARTLARI
Ticarette mübadele edilen malın kıymetli olması: Ticareti yapılan mal, kullanılması dînen caiz olan maldır; helâl olan yiyecekler, giyecekler, çeşitli eşyalar gibi Kullanılması haram olan eşyanın ticareti de haramdır Peygamberimiz Mekke fethinde insanlara şöyle demiştir: "Allah ve Resulü şarap (bütün alkollü içkiler), ölü hayvan, domuz ve putların satışını yasakladı" (Müslim, Müsakat, 13)
Insanlara haram kılınan şeyler, gerçekten onlara zararlı olan şeylerdir Haram olan malları satanlar insanlara kötülük yapmış olurlar Dînimiz böyle malların ticaretini yasaklayarak insanların birbirine kötülük yapmalarını önlemiştir
Malın özelliklerinin belirli olması, gizli bir kusuru bulunmaması: Peygamberimiz şöyle buyurur: "Birbirinden ayrılmadıkça alan ve satan pazarlığı bozmakta muhayyerdir Alan satan doğru söyler, malın özelliklerini açıklarlarsa alış-verişleri bereketlenir; yalan söyler ve malın ayıplarını gizlerlerse ticaretlerinin bereketi yok olur " (Müslim, Büyû, 11) Çünkü böyle bir alış-veriş, taraflardan birinin aldanması, zarara uğraması demektir Bu ise dinde asla hoş görülmez Satılan malda herhangi bir kusur varsa bu gizlenmemeli; açıkça belirtilmelidir Ancak böyle satılırsa ticaret helâl ve bereketli olur
Satılan malın mevcut olması: Mevcut olmayan bir malın satışı caiz değildir Mevcut olmayan malın alıcıya teslimi mümkün olmayabilir Bu takdirde alıcı mağdur olacaktır Böyle bir mağduriyeti önlemek için Islâm hukuku, hemen teslim edilecek veya teslim edilebilmesi mümkün olan malların satışını uygun görmüştür Peygamberimiz (sas) meyveler meydana gelmeden, tomurcuk veya çağla halinde iken satışını yasaklamış, ancak dönmeye başladığı bir zamanda satışına izin vermiştir (Müslim, Büyû, 13) Çünkü, olgunlaşmasına kadar meyvelerde pek çok haşar ve hastalık meydana gelebilir Bundan da alıcı büyük zarar görür Diğer taraftan bu safhada meyvelerin miktarlarını tahmin de güçtür Bütün bu sakıncalarından dolayı mevcut olmayan malın satışına izin verilmemiştir
Mal ve bedelin belirli olması: Alışveriş belirli bir malın belirli bir bedelle değiştirilmesidir Mal veya bedelden biri belli olmazsa bu ticaret meşrû değildir Müşteri satılan malı görmeli, kontrol etmeli gerekli incelemeleri yapabilmelidir Satıcının da malı karşılığında alacağı şeyi; para ise miktarını başka bir mal ise, bunun ne olduğunu bilmesi lâzımdır Meselâ: müşteri, cüzdanımdaki paraya bu malı bana sat dese, satıcı da kabul etse böyle bir alış-veriş caiz değildir Bu tür alışverişlerde taraflardan biri için, mutlaka tehlike ve aldanma vardır Islâm'dan önce geçerli olan bu tür alışverişleri Peygamberimiz (sas) yasaklamıştır Akit unsurlarından birinin meçhul olduğu bu tür alış-verişlerin hepsine "garar" denir
Malın teslim alınması, (Kabz): Satım akdinde, alıcının herhangi bir engelle karşılaşmaksızın, satın aldığı mal üzerinde tasarruf yetkisine sahip olması demektir Bu işlem, satılan malın teslim alınması ile gerçekleşir Kabz sayılan işlemler, satılanın durumuna göre değişir Meselâ ev veya arsanın teslimi; alıcının içine girmesi veya arsayı görecek şekilde yakınında durması yahut da evin kapı anahtarlarına sahip olması ile tamam olur Menkul mallarda ise, satılanın fiilen teslim alınması veya alıcının tasarruf alanına sokulması ile meydana gelir Ancak ölçü, tartı veya sayı ile satılan şeylerin kabzı; ölçerek, tartarak veya saymak suretiyle tamamının teslimi ile gerçekleşir (el-Kâsânî, Bedâyiu'sSanâyî, V, 244)
Menkûl malların kabzdan önce satışının caiz olmadığı konusunda görüş birliği vardır Delîl Hz Peygamber'in şu hadîsidir: "Bir gıda maddesini satın alan kimse, onu kabzetmedikçe (teslim almadıkça) satmasın " (Buhârî, Büyû, 54, 55, Müslim, Büyû, 29-34, 34-36, 39, 41), Hadîste zikredilen gıda maddesi örnek kâbilinden olup, diğer menkûl mallar da hadîs kapsamına girer Islâm hukukçularının çoğunluğu bu görüştedir (el-Kâsânî Bedâyîu's-Sanâyi, V, 234) Buradaki endişe; menkûl mallarda çokça karşılaşılan haşar veya bir ayıbın sirâyeti ve bu yüzden sonraki müşterinin aldanma tehlikesidir Diğer bir tehlike de ilk müşterinin malı kabzedememesi ve kendi müşterisine teslim edememesidir Kabzdan önce satışın yüzyılımız ekonomisinde görülen zararlarından birisi de sun'î fiyat artışlarına neden olmasıdır Şöyle ki:
Günümüzde, arz ve talep dengesi yüzünden, özellikle kontrollü arz sonucu üretici ile tüketici arasına, henüz mal piyasaya sürülmeden aylar önce, pekçok şahıs veya şirket girmektedir Meselâ, ana toptancı, üretici firmanın belki beş-altı ayda üretebileceği tüm malınıdaha üretilmeden kapatmakta; fakat henüz mal eline geçmeden, başka toptancılara, onlar da tüketiciye kâr paylarını ekleyerek satmaktadır Mal son alıcıya, sanki bir kaç elden geçtikten sonra ulaşmaktadır Fakat gerçekte, ilk toplama ile son muşteri arasında yer alan kişiler, kendi aralarındaki işleri hep evrak üzerinde yürütmekte ve satış bedeline her biri ayrı ayrı kâr eklemektedir Mal, üretildiğinde son müşteriye doğrudan intikal etmektedir
Piyasada akıcılık gibi görünen bu işler, gerçekte fiyatların sun'î olarak artışına, mal arzının kontrol altında tutulmasına, piyasaya kontrollü mal sürülmesine sebep olmaktadır Kabzdan önce satış yasağı uygulanınca; ticaret muâmeleleri biraz ağırlık kazanacak, bunun yanında birtakım aracılar ortadan çıkmak zorunda kalacaktır Çünkü naklıye, depo kirası, personel istihdamı vBulletin harcamalar, aracıları ve parazıt şirketleri aradan çekilmeye zorlayacaktır Böylece, piyasada rayıç fiyatın tabii olarak oluşması imkân dahiline girecektir
Sonuç olarak, satın alınan bir malın kabz ve teslim alınmadan önce satış yolu açık bırakılırsa; bir ambarda depo edilmiş malın fiyatı, o mal daha yerinden oynamadan elden ele, dilden dile dolaşa dolaşa sebepsiz yere yükseltilmiş olur (Tecrîd-i Sarîh Terc VI, 447, 450-451)
Ebû Hanîfe ve Ebû Yusuf'a göre kabzdan önce satış yasağı, arsa ve arazı satışlarını kapsamına almaz Çünkü menkûl malların tesliminde ortaya çıkabilecek güçlük ve riskler (garar) gayr-i menkûllerde söz konusu değildir Onun telef olma ihtimâli azdır (Alî Haydar, Mecelle Şerhi, I, 407, mad 253)
Ticarette kâr sınırı: Ticarette maksat; insanlara hizmetle beraber, o işten bir kâr sağlamaktır Yalnız bu kârın aşırı (ğabn-i fâhiş*) olmaması gerekir Genel olarak Islâm, ticarette belirli bir kâr haddi koymamıştır Kâr oranı satılan malların cinsine, özelliklerine göre değişir; Bazı mallarda düşük bir kâr haddi yeterlidir Toptan satışlarda ve değeri yüksek olan mallarda olduğu gibi Bazı mallarda ise bu oran normal tutulur Bozulma ihtimâli olmayan mallar, perakende satışlar vs gibi Bazı mallarda da kâr oranı yüksek olur Bozulma oranı fazla çeşitli riskleri mevcut olan mallar gibi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞLER HÜKÜM YÖNÜNDEN; SAHİH, FÂSİT VE BATIL NEVİLERİNE AYRILIR

1-Sahîh alış-verişler: Aslen ve vasfen (maddesi ve niteliği) dine uygun olan şeylerin alış-verişi sahîhtir Meselâ: Kullanılması dînen caiz olan bir malın şartlarına göre satılması gibi
2-Fâsit alış-verişler: Satılan malın vasfı (niteliği) dîne uygun değilse, bu tür satış fâsittir Meselâ, sürüden bir koyun diyerek, meçhûl bir koyunu satmak gibi Aslında koyunun satışı caizdir Fakat yukarıdaki satışta satılan koyunun nasıl bir koyun olduğu (niteliği) bilinmediğinden alış-veriş fâsit olmaktadır
3-Batıl alış-verişler: Satılan malın aslında Islâm'a aykırı bir durumu varsa böyle malların satışı batıldır Kullanılması veya yenilip içilmesi haram olan bir şeyin satılması, Meselâ içki, domuz vs gibi mal ve eşyanın satışı Islâm'da yasak bir alış-veriş türüdür
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞLERDE DİKKAT EDECEĞİMİZ HUSUSLAR VARDIR: Ticaretle meşgul olan bir müslümanın özen göstermesi gereken ilk önemli konu, haram kılınan malların satışını yapmamaktır Allah bir şeyi haram kılmışsa, onun bedelini de haram kılmıştır Nitekim Hz Peygamber (sas) şarapla ilgili olarak "Içilmesini haram kılan Allah'u Teâlâ satılmasını da haram kıldı " (Ebû Davud, Büyû, 64) buyurarak meseleyi gayet açık bir şekilde belirlemiştir Aynı şekilde mümin bir kasabın, Allah'ın adı anılarak kesilmemiş olan bir hayvanın etini satması da böyledir Çünkü hayvan boğazlarken kasden Allah'ın adı anılmazsa o et haram olur Buna göre, bir müslüman böyle bir eti satamaz Aynı şekilde put ve benzeri şeylerin de satışı Islâm'da yasaktır
Çalıntı olan bir malın satılması veya piyasaya sürülmesi de caiz değildir Hz Peygamber (sas)'in: "Kim bildiği halde hırsızlıkla elde edilmiş çalıntı bir malı satın alırsa onun günahına ve alçaklığına ortak olmuştur" (Beyhakî, Sünen, V, 336) buyurduğu bilinmektedir Buna göre ticaretle uğraşan bir müslümanın gerek mal alırken ve gerek satarken bu hususlarda titizlik göstermesi gerekir
Islâm toplumunda malların fiyatlarına sun'î olarak yapılan müdahaleler asla câiz değildir Rasûlullah (sas): "Pahalılığı arttırmak için fiyatlara müdahale eden kimseyi kıyamet gününde büyük bir ateşin üzerinde oturtmayı Allah'u Teâlâ üzerine almıştır" buyurmaktadır (Bu hususta geniş bilgi için bk Narh ve Ihtikâr maddeleri)
Islam toplumunda karaborsa (ihtikar) haramdır Karaborsa, bir malın fiyatının artması için piyasadan çekilmesi, stok edilmesi, satılmaması ve fiyatı artınca satılmasıdır Ticarette normal kâr helâldir Fakat, ticaretin gayesi her ne pahasına olursa olsun kâr, hele aşırı kâr elde etmek değildir İslam'ın haram kıldığı aşırı kâr yollarından biri de karaborsadır Karaborsanın insanlara pek çok zararı vardır Bunları şöyle sıralayabiliriz:
Piyasada sun'î darlık meydana getirmek, tüketimi sun'î olarak artırmak, bu vesîleyle enflasyonu yükseltmek, fazla fiyatla tüketicinin mağdur edilmesi, alıcı-satıcı arasındaki itimat, iyi niyet, sevgi ve saygının ortadan kalkması Birkaç kişinin aşırı para kazanması için buna başvurması, günah sayılmıştır Peygamberimiz karaborsacıyı şöyle tehdid eder "Pazara mal getiren rızıklandırılmış; ihtikar (stok ve karaborsa) yapan lânetlenmiştir" (Ibn-i Mâce, Ticaret, 6)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞ-VERİŞTE YEMİN ETMEK Pazarlık esnasında yemin etmek caiz değildir Yalan yere yemin etmek ise daha büyük bir haramdır Çünkü bu, basit bir kazanç için Allah'ın adını istismar etmek, müşteriyi kandırmaktır Hz Peygamberimiz (sas) kıyamet günü Allah'ın, yüzlerine bakmayacağı üç gruptan birinin; "malı şu fiyata aldım deyip müşterinin kendisini doğruladığı ve malınısatın aldığı kimse, " olduğunu bildirmektedir (el-Buhârî, Müsakat, 5; Müslim, Iman, 46) Başka bir hadiste de Peygamberimiz şöyle buyurmaktadır: "Ticarette çok yemin etmekten sakının Çünkü yemin sürümü artırır, fakat bereketi yok eder " (Müslim, Müsakat, 27)
Ölçü ve tartının doğru olması, alışverişe ailenin karıştırılmaması
Islâm dini, insanları ahlâka, fazîlete ve muâmelelerinde dürüstlüğe çağırır Müslümanın en dikkate değer özelliği dürüst oluşudur Alış-verişlerde hîleden maksat; bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkîn etmek ve onu piyasa fiyatının dışında bir satış bedeline razı etmektir
Ayet-i Kerîme'de şöyle buyrulur: "Azap olsun ölçüde tartıda noksanlık edenlere ki, onlar insanlardan ölçüp (haklarını) aldıkları zaman tam olarak alırlar Fakat insanlara (verilmek üzere) ölçtükleri veya onlara tarttıkları zaman eksiltirler" (Mutaffifîn, 83/1-3) (Ayrıca bk el-En'âm, 6/152; el-Isrâ 17/35; eş-Şuarâ, 28/181-183)
Hz Muhammed (sas) Peygamber olduğu zaman Hicaz'da Araplar ticaretle uğraşıyordu Peygamber (sas) vahiy gereği olarak düzenleyici bazı hükümler getirerek dürüst bir piyaşanın teşekkülünü sağladı
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALIŞVERİŞİN ŞARTLARI NELERDİR ? Alışverişin sıhhat şartları on kısma Ayrılır:
1-Satılık şey ile bedelinin bilinmesi
2-Tesliminin bilinmesi
3-Aldanmaya yol açacak bir şartın öne sürülmemiş olması
4-Akd'in gerektirmediği bir şartı koşmamakMesela dikmek şartıyla tüccarından kumaş almak caiz değildir
5-Tarafeynin rızasıyle olması
6-Vadeli ise vade zamanının bilinmesiVade zamanı belli olmayan bir alıveriş caiz değildir
7-Bedelin miktarının bilinmesiBedeli bilinmeyen bir şeyin satışı sahih değildir
8-Rebeviyatta aynı cinsten birbiriyle satılan iki şeyin eşitliğinin kesin olarak bilinmesi
9-Her ikisinin kabz edilmesi
10-Mürabaha,tevliye ve vadıada bedelin bilinmesi
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALKIŞ Islâm dinine hakaret eden birisini alkışlamanın hükmü nedir?
Öncelikle alkışın her türlüsünün bid'at olduğu bilinmelidir Alkış yerine Islâm'da "tekbir" vardır Yani Islâm'da heyecanla yapılan bir hareket bile, yüce bir gerçeği vurgular Sonra Islâma hakaret eden birisini, bu hakareti sırasında, hakaret olduğunu bile bile alkışlamak küfürdür, tevbe edilmesi gerekir Başka bir hareketinden dolayı, ya da hakaret olduğunu bilmeksizin hakaretinden dolayı alkışlamak ise gaflettir, bid'attır, uyanmak, dostu dost, düşmanı düşman olarak tanımak ve sünnet olanı yapmak gerekir
Alkış bir yönüyle de kişiyi yüzüne karşı övmektir Oysa hadîste: "Kişiyi yüzüne karşı öven meddahların suratlarına toprak saçın" buyrulmuşturi Bir keresinde Mescid-i Nebi'de Hz Ebubekir namaz kıldırmış, bilahâre Rasûllüllah (sa) gelince mesciddekiler bunu alkışla karşılamışlar, bunun üzerine de böyle yapmamaları konusunda ikaz edilmişlerdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALKOLLÜ DEODORANTLAR, KOLONYA VE İSPİRTO Içinde alkol bulunan deodorantları abdestli iken kullanarak ibadet yapabilir miyiz?
Önce hangi türden olursa olsun, vücuda ya da elbiseye alkol sürmüş olmanın abdesti bozmayacağını bilmek gerekir Abdestin bozulması tamamen insanın vücudundan bir şey çıkmasına bağlıdır Ancak insanın üzerinde, ya da elbisesinde pis bir madde varken namaz kılması câiz değildir Çünkü namaz için abdest şart olduğu gibi, üstünün başının temiz olması da şarttır Sözü edilen deodorant ve parfümlerdeki alkol ise, Hanefi mezhebinin bazı imamlarına göre pis olan alkol türünden olmadığından, onlar namaza da mani değildirler: Ancak diğer mezheplere göre onlar da pis sayıldığı için, onların değdiği yeri dahi yıkayarak namazlarını kılanlar daha ihtiyatli davranmış olurlarBu konuda kolonya ve ispirto için de aynı şeyler söylenir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALLAH (CC)

Kâinatın ve kâinatta bulunan tüm varlıkların yaratıcısı, koruyucusu olan tek varlık, ibâdet edilmeye lâyık tek Rab, Mevlâ, Huda'ya ait özel isim En yüce varlık olarak inanılan, bütün kemâl sıfatları şahsında bulunduran ve her türlü noksan sıfatlardan uzak olan gerçek Ma'bud Varlığı zorunlu olan tek yaratıcıya ait yüce bir isim Bu isimle çağrılan bir başka varlık olmamıştır, olmayacaktır da
İsim, ifade ettiği ilâhî manasıyla yalnız Allah'a aittir ve hiçbir kelime bu ismin manasını ve muhtevasını ifade gücüne sahip değildir Bu isim başkası için de kullanılamaz (Meryem Suresi, 19/65)
İsmin, ait olduğu yaratıcı bir olduğundan, ikili ve çoğulu da yoktur Ancak cinsleri olan varlıkların isimleri çoğul yapılabilir Cinsleri olmayanın ismi de çoğul yapılamaz Lisanımızda "şehirler" denilir ancak yine bir şehir olan fakat bir ikincisi olmayan İstanbul için "İstanbullar" denilerek çoğul yapılamaz Ancak muhtelif lisanlarda Allah'u Teâlâ'nın ayrı ayrı isimleri olabilir Türkçe'de Tanrı, Farsça'da Hudâ, İngilizce'de God, Fransızca'da Dieu gibi Ne var ki bu isimler "Allah!' gibi özel isim değildir ilâh, rab, ma'bud gibi cins isimdirler Arapça'da ilâhın çoğuluna "âlihe", rabbın çoğuluna "erbâb" denildiği gibi Farsça'da Hudâ'nın çoğulu da "hudâyân" ve lisanımızda da "tanrılar", rablar, ilâhlar, ma'budlar denilir Çünkü bu isimler gerçek ma'bud -Allah- için kullanıldığı gibi, Allah'ın dışında gerçek olmayan bir nice ma'bud kabul edilen şeyler için de kullanıla gelmiştir Eski Türklerde gök tanrısı, yer tanrısı; Yunanlılar'da güzellik tanrıçası, bereket tanrısı, vs olduğu gibi Halbuki "Allahlar" denilmemiş ve denilemez Manasındaki birlik ve özel isim olması nedeniyle Allah ne tanrı kelimesiyle ne de bir başka kelimeyle tercüme edilebilir
İslâm'ın temel ilkesi olan "Lâ İlâhe İllâllah" tevhid kelimesi, meselâ Fransızca'ya tercüme edildiği zaman "Diyöden başka diyö yok" Türkçe'ye aktarılmasında "İlâhtan başka ilâh yoktur" denir O zaman da Allah kelimesi "ilâh" kelimesiyle tercüme edilmiş olur Bu da yanlış bir tercümedir Çünkü ilâh cins isimdir, Allah ise özel isimdir Kelime-i Tevhid "tanrı" kelimesiyle Türkçe'ye çevrildiğinde aynı çarpıklık ve yanlışlık ortaya çıkar "Allah" kelimesinin kökenini araştıran dil bilimcileri bu konuda birçok beyanlarda bulunmuşlarsa da en kuvvetli görüş; bu kelimenin Arapça olup herhangi bir kelimeden türetilmeden aynen kullanıldığı ve has bir isim olduğudur
Allah; kendi iradesiyle evreni yoktan var eden, ona belli bir düzen veren, gökleri ve yerleri ve bunlarda en küçüğünden en büyüğüne kadar canlıları yaratan, onlara hayat ve rızık veren, öldüren-dirilten, dilediğini dilediği şekilde idare ve tasarrufu altında bulunduran, varlığı bir başka etkenle değil, kendinden olan, her şeyi bilen, gören, işiten, yarattıklarında en ufak bir çarpıklık ve dengesizlik bulunmayan, herşeye gücü yeten, bütün mülkün gerçek sahibi, emir ve hüküm koymaya tek yetkili; övülmeye, itaat edilmeye, şükredilmeye gerçek lâyık, bir benzeri daha bulunmayan, bütün varlıkların, güneşin, ayın, gök ve yer cisimlerinin itirazsız itaat ettiği, boyun eğdiği, ismini ululadığı, ibadet edilmeye lâyık Hak mabud Allah, mabud olduğu için Allah değil, Allah olduğu için mabudtur Onun İlâh oluşu, ibadete lâyık oluşu, bir başka sebepten değil; kendi 'zat'ının yüceliğindendir insanlar zaman zaman putlara, ateşe, güneşe, yıldızlara, millî kahramanlara veya hakkında korku ve ümit besledikleri herhangi bir şeye tapınmışlar; bu hâlleriyle de onları ilâh ve mabud edinmişler, bilâhare bunlardan cayarak, onları tanımaz ve tapınmaz olmuşlardır O zaman da daha evvel mabudlaştırdıkları varlıkların mabudluk vasıfları yok olur Hülâsa Allah'ın dışındakiler ancak insanların mabudlaştırmalarıyla mabud telâkki edilebildikleri hâlde Allah, bütün beşer ona inansa da, inanmasa da; ibadet etse de etmese de o, zatıyla Allah olduğu için ibadete lâyıktır Beşerin inkârı onu Allah olmaktan uzaklaştıramaz
İnsanlık tarihi incelendiği zaman görülür ki, ilk devirlerden beri her asırda yaşayan insanlarda Allah fikri ve tapınma meyli; dolayısıyla bir dîni inanca eğilim vardır Batılı dinler tarihi yazarlarının bir çoğuna göre bu duygunun var oluşu çeşitli arizî sebeplere bağlanmış ise de, müslüman âlimlerin genel kanaatlarına göre tamamen fıtrî ve doğuştandır İlk insan olan Hz Âdem'in yaratılışından önce Allah ile melekler arasında cereyan eden konuşmayı (el-Bakara, 2/30) ve bu konuşmada Âdem'in-insanın- Allah'ın halifesi olarak yaratılması hususunu düşündüğümüzde de anlarız ki; insan yaratılmadan evvel, onun mayasına Allah'a halife olacak özellikler verilmiştir Bu da bize Allah'a bağlılığın ve din duygusunun fıtrî olduğunu bildirir Hz Peygamber'in (sas) "Her doğan insan, İslâm fıtratı üzere doğar, onu Mecusi, Hristiyan veya Yahudi yapan ana ve babasıdır" (Müslim, Kader, 25; Buhârî, Cenâiz:, 92; Ebû Dâvud Sünnet, 17) hadisi ve "Sizi karada ve denizde yürüten odur Gemide olduğunuz zaman (ı düşünün): Gemiler içinde bulunanları hoş bir rüzgârla alıp götürdüğü ve (onlar) bununla sevindikleri sırada, birden gemiye, şiddetli bir kasırga gelip de, her yerden gelen dalgalar onları sardığı ve artık kendilerinin tamamen kuşatıldıklarını, (bir daha kurtulamayacaklarını) sandıkları zaman, dini yalnız Allah'a halis kılarak Ona yalvarmağa başlarlar And olsun eğer bizi bu (felâket) den kurtarırsan, şükredenlerden olacağız (derler) (Yûnus, 10/23)" ayeti de keza Allah inancının -her ne suretle ortaya çıkarsa çıksın- insan ruhunun derinliklerinde var olduğunu ispat etmektedir
Nereye gidilmişse orada basit ve batıl da olsa bir dîne, bir tanrı fikrine rastlanmıştır Geçmiş devirlerde çeşitli şekillerdeki putlara tapanlar, ateşi, güneşi, yıldızları kutsal sayanlar dahi bütün bunların üstünde büyük bir kudretin bulunduğuna, herşeyi yaratan, terbiye eden, esirgeyen bir varlığın mevcudiyetine inanmışlar, dış âlemde taptıkları şeyleri Ona yaklaşmak için birer vesîle edinmişlerdir" "Biz, bunlara, sırf bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz" (ez-Zümer, 39/3) Cinsleri, devirleri ve ülkeleri ayrı, birbirlerini tanımayan toplumlarda inanç konusundaki birlik, dîn fikrinin umumî, Allah inancının da fıtrî olduğunu ispat etmektedir
Bunun içindir ki, her şeyi bilen ve yaratmaya Kadir olan bir Allah'a inanmak, ergenlik çağına gelen akıllı her insana farzdır İlâhî dinlerin kesintiye uğradığı dönemlerde yaşayan insanlar bile, akılları ile Allah'ın varlığını idrâk edebilecek durumda olduğundan, Allah'a îmanla mükelleftirler
Akıl ile Allah'ın bilinebileceğine, birçok ayet delîl olarak gösterilebilir Bunlardan en dikkat çekici olanı, Hz İbrahim'in daha çocukluk dönemlerinde iken parlaklıklarına bakarak yıldızı, ayı, güneşi Rab olarak kabul etmesi ancak daha sonra bütün bunların batmaları, ile zamanla yok olan şeylerin Rabb olmayacaklarını idrâk etmesi ve neticede gerçeği görerek "ben, yüzümü tamamen, gökleri ve yeri yoktan varedene çevirdim ve artık ben Ona ortak koşanlardan değilim " (el-En'âm, 6/79) ayetidir Maturîdiyye mezhebine göre Allah'a iman, insan fıtratının icabıdır Zira her insan evrendeki bu muazzam varlıklara bakarak bunların büyük bir yaratıcısı olduğuna aklen hükmedebilir "Akıl ve nazar 'marifetullah'da kâfidir" derler "Göklerin ve yerin yaratıcısı olan Allah'ın varlığında şüphe mi vardır? " (İbrahim, 14/10) ayetini delil gösterirler Eş'ariye imamları ise "akıl ve nazar 'marifetullah'da kâfi değildir" derler ve "Biz bir kavme peygamber göndermedikçe onlara azap etmeyiz " (el-İsrâ, 17/15) ayetini delîl gösterirler Netice olarak, semavât ve arzın yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde ve kâinatta meydana gelen insan gücünün dışındaki binlerce tabiat hadisesinin belli bir düzen içerisinde cereyan etmesinde her akıllının kabul edebileceği gibi, Allah'ın varlığını ispat eden delîller vardır (el-Bakara, 2/164)
Allah'ın zatı üzerinde düşünmek haramdır Onun zatını idrak etmek aklen mümkün değildir (Çünkü Allah'ın hiçbir benzeri yoktur Hiçbir şey O'na denk değildir (İhlâs, 112/1-5) Gözler Onu idrak edemez, (el-En'âm, 6/103) Çünkü aklın ulaşabildiği ve kavrayabildiği şeyler ancak madde cinsinden olan şeylerdir Allah ise madde değildir Duyu organlarımızla tespitini yaptığımız ve hâlen yapamadığımız eşyanın tümü noksanlıklardan uzak olan bir yaratıcı tarafından yaratılmıştır Yaratılan ise yaratıcısının ne parçası, ne de benzeridir Allah'ın varlığına inanmak, her müslümanın ilk önce kabul etmesi gereken bir husustur İslâm ıstılâhına göre inanmak ise Allah'ın varlığına, birliğine, yani, Allah'tan başka ilâh olmadığına ve inanılması gereken diğer hususlara (Allah'a, Allah'ın meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, kaza ve kadere, öldükten sonra diriltmeye) tereddütsüz iman etmek ve bunu kalp ile tasdik etmektir İnanan insana mümin, inanmayana ise kâfir denir Akıl sahibi olan her insanın, Allah'ın varlığına inanması gerekir Allah'ın varlığına inanmak, insan fıtratının icabıdır Allah'ın varoluşu vaciptir, zarûrîdir Varlıklar vücud bakımından üç türlüdür:
a) Vâcibu'l-Vücûd: Varlığı mutlak gerekli olan, olmaması mümkün olmayan varlık Bu da sadece Allah Teâlâ'dır
b) Mümkinu'l-Vücûd: Varlığı mümkün olan, yani, varolması da, olmaması da mümkün olan varlıklardır ki Allah'ın dışında tüm yaratıklar böyledir
c) Mümteniu'l-Vücûd: Varlığı mümkün olmayan Allah'ın eşi ve benzerinin olması gibi Allah'ın eşi ve benzerinin olması mümkün değildir
Allah, bizatihi (kendi kendine) ve bizatihi (kendiliğinden) Allah'tır Kur'an'da Allah hakkında varid olan birçok vasıflar onun bir cisim olduğunun delili değil, ancak ona ait mecazi vasıflamalardır (Bk: 5/69; 38/75; 39/67; 54/14; 2/109, 274; 6/52; 18/27 ayetler) Bu sıfatlarla Allah'ı cisimlendirme veya bir başka varlığa benzetme sözkonusu değildir
Bütün yaratıkların ilâhı bir tek ilâhtır Ondan başka ilâh yoktur O rahman ve rahîmdir (2/163) Üçyüzaltmış putu kendilerine ilâh kabul eden Mekkeli müşrikler, bu muazzam âlemin bir tek ilâhı olduğu gerçeğini duyunca hayret etmişler, "Ey Muhammed! bu kadar insanlara bir ilâh nasıl yetişir" demişlerdi Müşriklerin maddeci görüşlerini reddedip Allah'ın tek yaratıcı olduğuna, varlığının isbatına delil olacak birçok âyetlerden biri de şudur: "Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün değişmesinde, insanların faydasına olan şeyleri denizde ta, sıyıp giden gemilerde, Allah'ın gökten su indirip onunla ölmüş olan yeri dirilterek üzerine her çeşit canlıyı yaymasında, rüzgârları ve yer ile gök arasında emre hazır bekleyen bulutları evirip çevirmesinde elbette düşünen bir topluluk için (Allah'ın varlığına ve birliğine) delîller vardır " (el-Bakara, 2/164)"
Her insan, kâinattaki bu muazzam ve mükemmel varlıklara bakarak, bunların büyük bir yaratıcısı olduğuna aklen hükmedebilir Bir bilginin kesinlik kazanması için o konuda ispat edici deliller aranır Allah'ın varlığı hakkında da bilgimizin kesinlik kazanması için birçok deliller vardır Bu deliller, aklî ve naklî deliller olmak üzere iki grupta toplanabilir
A) Aklî deliller
1-Hudûs (sonradan varolma) delilleriyle Allah'ın varlığını ispat
Bu âlem, yok iken sonradan var olmuştur O halde, başlangıcı olmayan bir var ediciye muhtaçtır Varlığı ve yokluğu kendinden olmayan bu âlemin, varlığını yokluğuna tercih eden bir mucide ihtiyacı vardır O mucidin de varlığının kendinden olması; Vâcibu'l-vücud olması gerekir Bir başka yaratıcıya muhtaç olmadan varlığı kendinden olan tek varlık ise Allah Teâlâ'dır bu halde bu âlem vâcibu'l vücud olan bir yaratıcıya muhtaçtır Bu delîli de iki maddede inceleyebiliriz:
a) Cisimlerin sonradan yaratılması esasına dayanan delil Kelâm âlimleri bu delîli şöyle açıklarlar: Bu âlem, suretiyle ve maddesiyle hâdistir (sonradan varolmuştur) Her hâdis (sonradan varolan) mutlaka bir muhdise (mucide) muhtaçtır O halde bu âlem de bir muhdise muhtaçtır O da yüce Allah'tır Bu âlemin sonradan yaratıldığı gözlem ve aklî delillerle ispat edilmiştir Şöyle ki: Âlem; (Evren) cevher ve arazlardan meydana gelmiştir Ârâz, cisimlere ârız olan hareket, sükûn, ictima (birleşme), iftirâk (ayrılma) hâlleridir Bu hâllere "ekvân-ı erbaa (dört oluş) denir Ekvân-ı erbaa, cisimlere değişik hâl ve şekiller veren sıfatlardır Bu sıfatların hepsi sonradan varolmuştur Sükûndan sonra hareket, karanlıktan sonra aydınlık, beyazlıktan sonra siyahlık hâllerinin oluştuğu gibi Bu ârâzlar yok olduktan sonra görülmezler Görülmemeleri hâdis olduklarının, yani sonradan yaratıldıklarının delilidir Hâdis olmasaydılar, vacip (varlığı kendinden) olmaları gerekirdi Vacip olsaydılar bu defa da, zıdlarının gelmesiyle yok olmamaları gerekirdi Halbuki zıdları gelince yok oluyorlar O halde vacip değil, hâdistirler Hâdis oldukları sabit olan ârâzlar, kendileriyle birleştikleri cevherlerin de hâdis olduklarının delilidir Çünkü hâdis, ancak kendisi gibi hâdis olan cisimle birlikte olur Cevherler (cisimler) de mutlaka bu dört durumdan birisiyle birliktedirler O halde cevher ve ârâzlardan ibaret olan bu evren hâdistir sonradan yaratılmıştır Her hadisin de bir muhdise ihtiyacı vardır O muhdis ise; bu âlem cinsinden olmayan varlığı zatının icabı, yani Vâcibu'l-Vücud olan mutlak kemâl sahibi Allah Tebârek ve Teâlâ'dır
Bu âlemi yaratan varlık; Vâcibu'l Vücud değilse Mümkiniu'l-Vücud'tur Yani vücudu sonradan yaratılmıştır O hâlde o da, varlığında başka bir yaratıcıya muhtaçtır Şayet o yaratıcı da bu mucit gibi başka bir yaratıcıya muhtaç ise; yaratıcılar zincirinin böylece sonsuzluğa doğru silsile hâlinde devam edip gitmesi gerekir Böyle bir teselsül ise batıldır, mümkün değildir Varlığı farzedilen bu yaratıcılar silsileşinin bir noktada durması ve başkasına muhtaç olmayan, her bakımdan mükemmel, varlığı zâtının gereği olan bir yaratıcıya dayanması şarttır Bu varlık, âlemin yaratıcısı olan Allah'tır
b) İhtirâ (İcat Etme) delîli Gökler ve yer, bitki ve hayvanlar yoktan var edilmiştir Her yoktan var olunana da bir var edici gerekir Bu âlemin de bir var edicisi vardır O da Allah'tır Âlemde gördüğümüz herhangi bir bitki veya hayvan sonradan varolmuştur Her birinin varlığının bir başlangıcı vardır Cisimlerde zamanla hayat idrak, akıl gibi hâller icat olunuyor İlliyet kanununa göre her icat olunan şeye bir icat eden gerekir Çünkü hayat, idrawek ve akıl gibi durumlar kendiliğinden var olmazlar Mutlaka bir yaratıcıya muhtaçtırlar O da, varlığının başlangıcı ve sonu olmayan, herşeyi bilen ve herşeye güç yetiren Allah 'tır
c) Terkip delili Bu âlem mürekkep (parçaları bir araya getirilmiş olan) bir varlıktır Terkip olunan her varlık, kendinden önce varolan bir terkip ediciye muhtaçtır Terkip olunan varlık, parçalardan meydana gelir Parçalar, bütününden önce vardır ve ondan ayrı şeylerdir O halde, terkip bulunan varlık yok iken, daha sonra parçalarının birleştirilmesiyle sonradan yaratılmıştır Her sonradan yaratılan gibi o da bir yaratıcıya muhtaçtır Bu yaratıcı, terkip edilen ve kendinden başkasına muhtaç olan bu âlem cinsinden olamaz Aksi halde yaratıcıların teselsülü gerekir Teselsül ise batıldır O hâlde bu yaratıcı, varlığında başkasına muhtaç olmayan ezelî bir varlıktır O da, Vâcibu'l-Vücud olan Allah'tır
2-İmkân Delîli
a) Bu âlem, varlığı da, yokluğu da mümkün olan bir varlıktır Her mümkün, varlığını yokluğuna tercih eden bir kuvvete muhtaçtır Bu âlem de, var olabilmek için böyle bir müessir kuvvete muhtaçtır O kuvvet de bu âlemin dışında, vücudu zatından olan bir varlıktır O da Allah'tır
b) Hakîkatta bir mevcut vardır Bu mevcut, ya varlığı zatındandır ya da varlığı ve yokluğu mümkün olandır Varlığı zatından ise; bu özelliğe sahip olan yalnız Allah'tır Bu mevcut, varlığı mümkün olan ise; mümkün olan varlığın mevcûdiyeti zatının icabı olmadığından, var olabilmesi için, varlığını yokluğuna tercih eden bir müreccihe-yaratıcıya ihtiyaç vardır O yaratıcı-müreccih ise Allah'tır
c) Âlemde görülen madde daima hareket hâlindedir Maddenin hareket hâlinde olması ilmen ispat edilmiştir Madde ve maddedeki hareketin mucidi kimdir? Maddeciler, madde ve ondaki hareketin ezelî olduğunu söylerler Oysa maddedeki bu hareket, bir evvelki hareketin neticesidir O da bir evvelkinin Bu hareketler silsilesi sonsuzluğa doğru devam edip gidemez Bu hareket silsileşinin bir noktada durması ve ilk hareketin, vücûdu vâcip olan bir illete, bir hareket ettiriciye dayanması zarûrîdir O da herşeyin yaratıcısı olan Allah'tır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
3- İbdâ' ve İllet-i Gâiyye Delîli içinde bulunduğumuz âleme dikkatle bakacak olursak, onun çok güzel ve çok mükemmel olarak ve daha önce bir benzeri olmadan vücuda getirildiğini görürüz Gökyüzü, güneş, ay, hülâsa canlı-cansız her varlık bir amaç için yaratılmıştır Âlemde varolan hiçbir eşya faydasız, maksatsız ve boş yere yaratılmamıştır Bu âlem bir güzellik, gaye ve vesîleler toplumudur Âlemde en değerli varlık olan insan, rastgele vücuda gelmiş, sebepsiz ve gayesiz bir varlık değildir Her azasıyla güzel, mükemmel, faydalı ve maksatlıdır İnsanın yaratılışı güzel ve mükemmel olduğu gibi, yaratılış gayesi de Allah'ı bilmek, tanımak ve O'na ibadet etmektir İnsanın olduğu gibi, canlı-cansız her mevcudun da varlığının bir gayesi, hikmet ve faydası vardır İşte âlemde görülen canlı ve cansız varlıklardaki ibdâ ve gayeler manzumesi; bütün bunları icat edip yaratan bir yaratıcının varlığını, aynı zamanda o varlığın ilim ve kudret sahibi bir ilâh olduğunu isbat eder Her şeyi bir maksada göre yaratan bu varlık, Vâcibu'l-Vücud olan Yüce Allah'tır Kur'an-ı Kerîm'de bu delîli dile getiren bir çok ayet vardır (Bakara, 2/22, Nebe', 78/6-16, )
Netice olarak diyebiliriz ki; inat ve garazdan uzak her sâlim akıl sahibi, Allah'ın kendisine lûtfettiği aklı kullanarak esere bakıp müessiri, binaya bakıp bânîsini, yaratılmışlara bakıp yaratıcısını keşfedebilir Bunun için Allah, Kur'an'ın bir çok yerinde, zatının varlığına delil olabilecek eserlere bakmalarını, onun üzerinde düşünmelerini, akletmelerini istemektedir Aklı delillere ilâveten Allah'ın varlığını isbat eden naklî delillere de kısaca göz atalım
B) Naklî Deliller:
Naklî delillerden kastımız, Allah'ın varlığını dile getiren ve üzerinde düşünmemizi isteyen Kur'an ayetleridir Sayıca bir hayli kabarık olan bu ayetlerden sadece birkaç tanesini zikredeceğiz:
1- "Biz yeryüzünü bir beşik, dağlan da onun için birer kazık kılmadık mı? Sizi çift çift yarattık, uykunuzu dinlenme vakti kıldık, geceyi bir örtü yaptık, gündüzü geçimi sağlama vakti kıldık, üstünüze yedi kat sağlam gök bina ettik, parlak ışık veren güneşi varettik, taneler, bitkiler ve ağaçları sarmaş-dolaş bahçeler yetiştirmek için yoğunlaşmış bulutlardan bol yağmur indirdik" (Nebe', 78/6-16)
2- "Göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelmesinde, insanlara yararlı şeylerle denizde süzülen gemilerde, Allah'ın gökten indirip yeri ölümünden sonra dirilttiği suda, her türlü canlıyı orada yaymasında, rüzgârları ve yerle gök arasında emre amade duran bulutlan döndürmesinde, düşünen kimseler için deliller vardır" (el-Bakara, 2/164)
3- "Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır Allah sizi yerden bir bitki olarak bitirdi Sonra yine oraya geri çevirecek ve tekrar çıkaracaktır " (Nûh, 71/15-18)
4- "Şimdi gördünüz mü attığınız meniyi? "
"Siz mi onu yaratıyorsunuz yoksa yaratan biz miyiz? Aranızda ölümü takdir eden biziz Ve bizim önümüze geçilmiş değildir (Size böyle ölümü takdir ettik) ki sizin yerinize benzerlerinizi getirelim ve sizi bilmediğiniz bir biçimde yaratalım Andolsun, ilk yaratmayı bildiniz, (bunu) düşünüp ibret almanız gerekmez mi? Ektiğinizi gördünüz mü? Siz mi onu bitiriyorsunuz, yoksa bitiren biz miyiz? Dileseydik, onu kuru bir çöp yapardık, hayret ederdiniz 'biz borçlandık, doğrusu biz yoksun bırakıldık! (derdiniz) İçtiğiniz suya baktınız mı? Siz mi onu buluttan indirdiniz, yoksa indiren biz miyiz? Dileseydik onu tuzlu yapardık , Şükretmeniz gerekmez mi? Çaktığınız ateşi gördünüz mü? Onun ağacını siz mi yarattınız, yoksa yaratan biz miyiz? Biz onu bir ibret ve çölden gelip geçenlere bir fayda yaptık Öyleyse Ulu Rabb'inin adını yücelt " (el-Vâkıa, 56/58-74)
5- "Yer ve gökleri yaratan Allah'u Teâlâ'nın varlığında şüphe edilir mi?" (İbrahim, 14/10)
6- "Andolsun onlara: "Gökleri ve yeri kim yarattı?" diye sorsan, mutlaka "Allah" derler, "Hamd Allah'a lâyıktır" de Hayır, onların çoğu bilmiyorlar " (Lokman, 31/25)
7- "Sen yüzünü, Allah'ı birleyici olarak doğruca dîne çevir: Allah'ın yaratma kanununa (uygun olan dîne dön) ki, insanları ona göre yaratmıştır Allah'ın yaratması değiştirilemez işte doğru dîn odur Fakat insanların çoğu bilmezler" (Rûm, 30/30)
Allah'ın sıfatları: İslâm'da iman esaslarının ilk ve en mühim şartı Allah'a imandır Allah'a iman ise; yalnız Allah'ın mücerret zat-ı ilâhisine inanmakla olmayıp, aynı zamanda o yüce varlığın zatı hakkında vacip olan "Kemâl sıfatlarıyla", yüce zatına vasfedilmesi mümkün olmayan "noksan sıfatlara" ve zat-ı ilâhisi hakkında inanılması caiz olan sıfatlara toptan ve tafsilatlı olarak inanmakla olur Zatî ve sübûtî sıfatlar olarak iki bölümde ele alınan bu sıfatlar sırasıyla şunlardır:
Zatî sıfatlar
1-Vücut Bu sıfat, Allah'ın var olduğunu ifade eder Allah vardır ve en büyük varlık O'dur O'nun varlığı, herşeyin varlığından daha belirgindir Allah olmasaydı hiç bir şey var olmazdı Kâinatın varlığı O'nun varlığına en büyük şahittir Âlemde hiçbir şey kendi kendine var olmuş değildir Hiçbir şey ne kendi kendine var olabilir, ne de yok olabilir Halbuki çevremizde sayılamayacak kadar varlık vücuda gelmekte ve yok olmaktadır En ufak çarpıklık olmaksızın, en ince hesaplarla var olan ve varlığını çarpıcı özellikleriyle devam ettiren bu âlemin tesadüflerle ortaya çıkması ve varlığını devam ettirmesi mümkün değildir Bütün bunlar, bu âlemi var eden, yok eden, kuvvet ve hikmet sahibi bir yaratıcının varlığının şüphe götürmez delilleridir
Allah'ın varlığı, başka bir varlık vasıtasıyla olmayıp; ilâhî vücudu, zatının gereğidir Vücudu zatının icabı olduğu içindir ki; Allah'a "Vâcibu'l Vücud" denmiştir Allah'ın zatının ve sıfatlarının hakikatini anlamak; sıfatlarının zatının aynı mı, yoksa ondan ayrı, ona zıt bir şey mi olduğu hususunu kavrayabilmek aklen mümkün değildir Allah'ın ilâhî vücudu ister zatının aynı, ister gayrı olsun, her mükellefe vacip olan husus; Allah'ın var olduğuna inanmaktır O'nun varlığına inanmamızı gerektiren akli ve naklî delilleri yukarıda izah ettik
Vücudun zıddı olan yokluk, Allah için mümkün değildir Yokluk, Allah için muhâl olan noksan sıfatların birincisidir Allah'ın yokluğu ne geçmişte, ne de gelecekte mümkündür
2-Kıdem Allah'u Teâlâ, varlığı, zatının icabı olduğu için kadîmdir ezelîdir Geçmişe doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Allah'ın var olmadığı bir zaman düşünülemez Eğer Allah kadîm-ezeli olmasaydı, hâdis- (sonradan var olmuş) olurdu Sonradan var olan her şey, kendisini icat eden bir (muhdise)- yaratıcıya muhtaçtır Aksi takdirde yok olan bir şeyin varlığını yokluğuna tercih eden bir yaratıcı olmadan meydana gelmesi gerekirdi ki; bu durum bütün düşünürlere göre batıldır Allah kadîm olmasaydı, var olmak için kendinden başka bir yaratıcıya muhtaç olurdu Halbuki Allah'ın vücudu, zatının icabıdır Yani varlığı kendindendir Bir şeyin bir anda hem var, hem de yok olması ise mümkün değildir Öyleyse Allah hâdis değil, kadîmdir
Kıdem sıfatının zıddı "Hudûs-sonradan var olma" sıfatıdır Allah kadîm olduğu için O'nun hâdis olması aklen mümkün değildir
3-Bekâ Allah ebedîdir, varlığının sonu yoktur O daima vardır Varlığı kendinden olduğu için O, hem kadîm ve eze!î; hem de bakî ve ebedîdir "O, evvel ve ahirdir" (el-Hadîd, 57/3), "Kâinattaki her şeytani -yok olucudur Celâl ve İkram sahibi olan Rabb'im -zatı bakî'dir- ebedî'dir- " (er-Rahman, 55/27) Bu ayet-i kerimeler, Allah'ın bakî olduğunun delilleridir Allah'ın vücudunu harici bir kuvvet yok edemez Çünkü kadîm olan Allah'ın dışındaki tüm kuvvetler hâdistir (sonradan yaratılmıştır) Hâdis olan bir kuvvet ise, kadîm olan zatın vücudunu yok edemez Zira vacibü'ı-vücud olan Allah, kudret sahibi olup; bütün eksik sıfatlardan uzaktır Varlığını devam ettirememe acizliktir Acizlik ise noksanlıktır Allah noksanlıktan münezzehtir O'nu yok edecek bir kuvvet tasavvur edilemez, öyleyse Allah bakîdir, varlığının sonu yoktur
Bekâ'nın zıddı "fena -(bir sonu olmak)"dır Allah'ın fânî olması ise aklen muhaldır
4-Muhalefetü'n li'l-Havâdis (Sonradan vücut bulan varlıklara benzememe) Allah zat ve sıfatı ile sonradan yaratılmış olan hiçbir şeye benzemez Bu sıfatın zıddı olan benzerlik, Allah hakkında akla aykırıdır, mümkün değildir Sınırlı olan aklımızla Allah'ı nasıl düşünürsek düşünelim, hayâlimizde nasıl canlandırırsak canlandıralım, O, bizim düşündüklerimizden hayal ve tasavvurumuzdan geçirdiklerimizin hepsinden başka ve hiçbirine benzemeyen ilâhî bir varlıktır Hayalimizden geçirdiğimiz bütün varlıklar, yok iken sonradan var olan, varlığı, bir başkasının varlığına muhtaç olan ve sonunda yok olmaya mahkûm, noksan varlıklardır Allah ise her türlü noksanlıklardan uzak mükemmel ve mukaddes bir varlıktır Böyle yüce bir varlık, önce yok iken var olan sonra yine yok olacak hiçbir varlığa benzemez Allah kendi zatını "O 'nun benzeri yoktur O, herşeyi işitici ve görücüdür " (eş-Şûrâ, 42/11)" ayetiyle vasıflandırmıştır Peygamberimiz de (sas), "Allah aklına gelen her şeyden başKadir " buyurmuştur Allah, sonradan olanlara benzeseydi, bu takdirde hâdis yani başkasına muhtaç bir varlık olurdu Kadim ve bakî olan bir varlık ise hâdis olamaz Başkasına benzemeye muhtaç olan bir varlık, benzediği varlığın ve diğer varlıkların yaratıcısı olamaz Allah, tek yaratıcı olduğuna göre, yarattıklarına benzemez ve muhalefetü'n li'l-havâdis sıfatıyla muttasıfdır Bu sıfat aynı zamanda, Allah'ın, diğer varlıklarda bulunan cisimlik, cevherlik, arazlık, parçalardan bir araya gelmek, yemek, içmek, oturmak, uyumak, kederli ve sevinçli olmak gibi sıfatlardan da uzak olduğunu ifade eder" (Fetih, 48/10; er-Rahman, 55/27; Tâhâ, 20/5) ayetlerinde geçen "Allah'ın eli", "Allah'ın yüzü", ''Allah'ın arşı istiva-istilâ etmesi" gibi maddî varlıklara ait sıfatların Allah hakkında kullanılmış olması, Allah'ın başka varlıklara benzediğinin delili değildir Bu kelimelerin hepsi mecazî anlamındadır Allah'ın eli: Allah'ın kudreti; Allah'ın yüzü: Allah'ın zatı manasında kullanılmıştır
5-Kıyâm Binefsihi Her şey, kendi dışında bir varlığın yaratmasına muhtaç olduğu halde, Allah, başka bir zata ve mekana muhtaç olmadan kendi kendine vardır Bu sıfatın zıddı olan "mutlak ihtiyaç" Allah hakkında muhal olan noksan bir sıfattır Âlemde bulunan her varlık, yar olmasında ve varlığının devamında bir yaratıcıya muhtaçtır Hiç bir şey kendi kendine var olmamıştır, varlığı sonradan vücûda gelmiştir Buna mukabıl Allah'ın varlığı kendi zatı'nın gereğidir, var olmasında, kendinin dışında bir başka varlığa muhtaç değildir Zatı düşünüldüğü zaman, vücudu da zatıyla beraber düşünülür Ne zatı vücudundan, ne de vücudu zâtından ayrı tasavvur edilemez Kâinatın var olması, kendinden evvel var olan, ezeli ve ebedî bir yaratıcı sayesindedir, O'da Allah'tır Allah yaratıcıdır, diğer varlıklar ise yaratılandır Yaratıcı, yaratılana muhtaç olamaz
"Ey insanlar! Siz, Allah'a muhtaçsınız Allah ise -her şeyden- müstağnîdir (muhtaç değil), öğünmeye lâyık olandır" (Fâtır, 35/15)
"Şüphe yok ki Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir" (el-Ankebut, 29/8)
6-Vahdâniyet Allah'ın her yönden bir olduğunu bildiren vahdaniyet, bir kemal sıfatı olduğu için, bu sıfatın zıddı olan "birden fazla olmak, bir ortağı bulunmak", Allah hakkında mümkün olmayan bir sıfattır Allah birdir, ortağı ve benzeri yoktur Bütün semayı dinlerdeki inanç esaslarının temelini "Allah'ın birliği" sıfatı oluşturur Bu inanca "Tevhîd Akîdesi" denir Tevhid akidesine dayanmayan hiç bir inanç, güzel is, Allah katında makbûl değildir En son ve en mükemmel din olan İslâmiyet de bu inancı temel kabul etmiş ve bütün insanları öncelikle bu temel inanca çağırmıştır Çünkü Allah, bütün âlemlerin, bütün varlıkların ve bütün insanların Rabb'ıdır Her şeyi yaratan, rızkını vererek besleyen, büyüterek kemâle erdiren yalnız O'dur O'nun ortağı, oğlu veya kızı yoktur Doğurmamıştır, doğurulmamıştır Hiç bir şey O'nun eşi ve benzeri olamamıştır Bu inanç ile İslâmiyet insanları Allah'ın dışındaki varlıklara kul köle olmak zilletinden kurtarmış, onlara mutlak istiklâllerini iade etmiş Allah'ın birliği fikrini zedeleyen her türlü kölelik zihniyetini yasaklamış, tabiat kuvvetlerine ibadeti, insanın insana köle ve esir olma despotluğunu ortadan kaldırmış, Allah'tan başkalarını rab edinmeyi en büyük günah ve şirk kabul etmiştir Böylece İslâmiyet, dünyaya akıl, ruh ve ahlâk sahalarında olduğu kadar, fizikî sahada da tam bir özgürlük müjdelemiş; tevhîd akidesiyle bütün insanların tek bir mabûdu olduğunu, dolayısıyla beşeriyetin de bir ana ve babadan meydana geldiğini ifade ederek "beşer ırkında birlik" fikrini telkin etmiştir Her müslüman Allah'ın bir olduğunu söylemeli ve bu inancını Allah'tan başkasına ibâdet etmemekle, ibadetine dolaylı olarak da olsa hiçbir şeyi veya kimseyi ortak koşmamakla ispat etmelidir Bu noktada, sözü ile ibadetindeki birlik ruhu aynı olmalıdır Allah'ın birliğine delil olan ayetlerden bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:
a) "De ki: O Allah birdir Allah Sameddir (Her şey varlığını ve varlığının devamını O'na borçludur Her şey O'na muhtaçtır O, hiç bir , şeye muhtaç değildir Her şeyin başvuracağı, yardım dileyeceği tek varlık O'dur) Kendisi doğurmamıştır ve (başkası tarafından)doğurulmamıştır Hiçbirşey O'nun dengi olmamıştır" (İhlâs, 112/1-4)
b) "De ki: Ey kâfirler! Ben sizin taptıklarınıza tapmam Siz de benim taptığıma tapıcılar değilsiniz Ben asla sizin taptıklarınıza tapacak değilim Siz de benim taptığıma tapacak değilsiniz Sizin dininiz size, benim dinim banadır" (Kâfirûn, 109/1-6)
c) "Allah'tan başka bir yaratıcı var mıdır?" (Fâtır, 35/3)
d) "O'nunla birlikte hiçbir ilâh yoktur (Eğer olsaydı) muhakkak ki her tanrı kendi yarattığını kabullenir (ve korur) ve mutlaka kimisi de diğerine galebe ederdi" (Mü'minun, 23/91)
e) "Eğer her ikisinde (yer ve gökte) Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, her ikisi de harap olurdu" (el-Enbiyâ, 21/22)
Allah, zatında, ilâhlığında, mabud ve yaratıcı oluşunda birdir Ondan başka yaratıcı yoktur Kâinatı bizzat yaratmaya, yaşatmaya, yok etmeye gücü yetmeyen bir zat Allah olamaz Bunun içindir ki ikinci bir Allah'ın varlığına imkân yoktur Çünkü iki Allah olduğu farzedilse, bu iki Allah'tan biri kâinatı yalnız başına yaratmaya muktedir ise, diğeri zâid-fazla olmuş olurdu Bunun aksine, yalnız başına kâinatı yaratmaya muktedir değilse, bu durumda da aciz-güçsüz olurdu Aciz ve zâit olan bir zat ise Allah olamaz Bu nedenle Allah vardır ve birdir
Sübûtî sıfatlar
7-Hayat " Allah hayat sahibidir " (Âli İmrân, 3/2) Bu sıfat, Allah'ın zatına vacip olan sıfatlardandır Fakat Allah hakkında vacip olan bu sıfat, mahlûkatta görülen ve maddenin ruh ile birleşmesinden doğan geçici ve maddi bir hayat olmayıp ezelî ve ebedîdir Allah hakkındaki vücut sıfatının kamil olması, O'nun diri olmasıyla mümkündür Hayatın zıddı ölümdür Ezelî olan Allah hakkında ölümü düşünmek, akla aykırıdır Bir varlık hem ezelî, hem de ölümlü olamaz İlim, irade, kudret ve diğer kemâl sıfatlarını zatında bulunduran Allah'ın diri olması zaruridir Çünkü ölünün âlim, her şeye güç yetiren, işitici, görücü olması düşünülemez Ölüm, bir noksanlık sıfatıdır Allah ise noksanlıklardan uzaktır O hâlde Allah'ın hayat sahibi olduğu bir gerçektir Bu sıfat, ancak Allah'ta ezelî ve ebedîdir
"Ölmek şanından olmayan, daima hayat sahibi (olan Allah)'a dayanan " (el-Furkan, 25/58)ayeti ve benzeri ayetler Allah'ın, hayat sahibi olduğunu ifade eder
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
ALLAH GÖKLERDEDİR" DEMEK CAİZ MİDİR? Cenab-ı Allah ezeli olduğu ve mücessem olmadığı için, hadis olan gökte olması mümkün değildir Cenab-ı Allah mekan ve yönden münezzehtir Mekan ve yön olmadan O var idi
Bunun için mekan ve yön şaibesini veren ayet ve hadisleri te'vil etmek gerekir
Allah'a mekan ve yön ispat eden kimsenin kafir olup olmadığı hususunda ihtilaf vardır Alimlerin çoğu kafir olmadığına hükmediyorlar (el-Fetava'l Hadisiyye) Çünkü, mesela, "er-Rahmanü alel arşi's-teva" gibi ayetlerin zahiri, bu manayı ifade ediyor Hatta Şa'bi, İbnü'l Müeyyeb ve Süfyan gibi zevatlar da "te'vil etmeden bu tip ayet ve hadislere iman etmek gerekir" diyorlar
 
Üst Alt