İmtihanın Anlamı

mutahhari

Yeni Üyemiz
Bilinmelidir ki insani ruhlar ortaya çıktığı sırada, bedenlerle ilişki içine girme ve mülk alemine dünya gönderilmesi sırasında bütün ilim, kültür ve güzel kötü melekelerinde, bütün idrak ve kuvvelerinde bilkuvve potansiyel durumundadır ve ya­vaş yavaş faaliyete geçip Hakk'ın celle ve ala inayetiyle on­da önce cüz'i ve zayıf idrakler gelişir dokunma duyusu ve sair zahiri duyular gibi ve sonra da tedrice batıni idraklere kavuşur, ama gene de bütün kuvvelerinde bu bilkuvvelik yani potansiyel durum devam eder. Ve eğer etki altına alın­mazsa doğası gereği habis kuvvelere mağlub düşer ve uygun­suz durumlara meyleder. Çünkü şehvet, öfke ve benzeri içsel cazibeler onu doğal olarak fısk ve fücura, zulmetmeye ve sapkınlığa yönlendirip çeker ve birkaç kez onlara tabi olunca da kısa süre zarfında oldukça garib bir hayvana ve acaib bir şeytana dönüşür. Ama Hak Teala'nın inayet ve rahmeti ezel­den beri ademoğiunun haline şamil olduğundan, onda iki mükemmel mürebbi ve uyarıcı yer almıştır ki bunlar ade-moğlunu onlar sayesinde cehalet, noksanlık ve kötülük çuku­rundan ilim, marifet, kemal ve cemal ve mutluluk doruğuna yükselebileceği iki kanat durumundadır. Ademoğlu bu iki kanat sayesinde tabiatın dar alanından çıkıp geniş ve yüce melekut fezasına yükselebilir. Bunlardan bir tanesi batıni mürebbi olan akıl ve değerlendirme kuvvesi, diğeri de harici mürebbi olan peygamberler ve saadet ve şekavet yollarının göstericileridir. Ve bu ikisinden hiçbiri yekdiğerinden ayrı ve müstakil olarak bu görevi tek başlarına ifa edemezler. Ne be­şer aklı tek başına saadet ve şekavet yollarını keşfedebilir ve gayb alemi ile ahirete yol bulabilir ve ne de peygamberlerin rehberlik ve yol göstericiliği tek başına, akıl ve değerlendir­me kuvvesinden bağımsız bir şekilde buna muvaffak olabilir. Bu nedenle de Hak Tebarek ve Teala bu iki mürebbiyi birlik­te lütfetmiştir. Bunları lutfetmesinin sebebi ise beşerin sı-nanmasıdır. Çünkü insanlar bu iki nimet sayesinde birbirin­den ayrılıp sınıflanmakta, mesut ve şaki, itaatkar ve asi, kamil ve noksan olanlar bu iki nimet sayesinde birbirinden ayrılmaktadır. Nitekim yüce Velayet Sahibi Hz. Ali şöyle buyurmuştur:
Elçisini hak üzere gönderene andolsun ki belalara uğratı­lacak ve pek çok elekten geçirilip sınanacaksınız.
 

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
ey yüce ALLAHIM Bu dünya hayatımızı imtihanımızı başarıyla isyansız tamamlayabilmeyi cümle ümmedi MUHAMMEDEnasip et yarabbim
emeginize saglık
 

mutahhari

Yeni Üyemiz
selam olsun siz muvahhid ablalarıma abilerime kunu fi emniyetillahi ala kulli halin ve mekan.evet İnsanlar istisnasız birşekilde arındırılacak, imtihan edi­lip birbirinden ayrılacak ve eleneceklerdir.evet kıyamet erişmez size üzüntüden önce,hayır vallahi sizler elenip ayıklanmadıkça hayır vallahi sizler halis kılınıp arıtılmadıkça ve hayır vallahi kim üzülecek, kim mesut olacak belli olmadıkça.Altının arıtılması giri arıtılacaklar.
Allahın istek, kaza ve iptilası olmaksızın gerçekleşen hiçbir daralma ve genişlik yoktur.
Yine İçinde darlık ve genişlik bulunan Allah Tealanın hiçbir emri ve buyurması veya sakındırması yoktur ki içinde Allah Tealanın imtihanı ve yargısı bulunmasın.
Burdaki darlık (Kabz) sakındırma ve engellenme, ge­nişlik (bast) ise ihsan ve lütuf anlamındadır. O halde her imkan ve lütuf her emir ve sakmdırma,imtihan amacına yö­neliktir. Demek ki peygamberlerin gönderilmesi ve semavi kitapların tenzil edilmesinin tümü insanların birbirinden temyiz edilmesi ve şakiler ile saidlerin, mutiler ile asilerin birbirinden ayrılması içindir. Hakkın imtihanı da bu temyizi bilmek değil, insanların gerçekten birbirinden ayrılmasıdır. Çünkü Hak tealanın ilmi ezelidir ve herşeyi henüz var edil­meden önce bile kapsamaktadır. Filozoflar bu imtihan ve ibtila hakkında daha pek çok şey söylemişlerdir. Ama bunla­rın zikri bu yazının kapsamını aşmaktadır. Sadece şu kada­rını söylemekle yetineyim ki bu imtihanın aslı, said ve şaki olanların birbirinden ayrılıp temyiz edilmesidir.
Bu imtihanda herkesin durumu delil ve açıklanmışlık doğrultusunda gerçekleşmekte ve herkes bilerek saadet veya şekavet yolunu tercih etmektedir. İtirazı gerektirecek birşey kalmamıştır. Kim saadeti ve ebedi hayatı tahsil ederse, bunu Hakkın tevfik ve hidayetiyle tahsiledecektir. Çünkü o bütün imkanları insanlara bağışlamıştır, kim de şekaveti tahsil eder, helaka sürüklenir ve şeytana ve nefsine tabi olursa hi­dayetin bütün yolları ve saadete ulaşmanın bütün imkanları kendisine açık olduğundan, kendi eliyle kendisin helak ve şekavete sürüklemiştir, itirazını haklı çıkaracak hiçbir şey yoktur.
Herkesin kazandığı iyilik lehine kazandığı kötülük de kendi aleyhinedir.

selam ceylannur abla zamanım fazla olmayınca fazla takılamıyorum dersler iş güç yoğunluk olduğundan dolayı hakınızı helal edin.
 

mutahhari

Yeni Üyemiz
Huma sizlerden de razi olsun abla Rabbim sizin imanınızı kemala erdirsin.Bilmeliyiz ki, bundan önce insanın ortaya koyduğu her davranı­şın ve hatta beden mülkünde gerçekleşen ve nefsin idrakine müteallik olan herşeyin nefsi üzerinde bir etkisinin olduğu belirtilmişti. Bunlar ister iyi ameller olsunlar, ister kötü ameller, değişmez.Mesela insanın yiyip içtiklerinden veya tattıklarından el­de ettiği her lezet nefs üzerinde etki bırakır, ruhun derinliklerinde o şeye karşı ilgi ve muhabbet doğar ve nefsin ona olan ilgisi artar. Ve bunlara ne kadar rağbet edilirse nefsin bu aleme duyduğu ilgi ve sevgi o oranda şiddetlenir. Nefs dünyaya bağlanır, onun tiryakisi olur. Aldığı zevk arttıkça bu sevgisi daha da kökleşir. Hayat şartları ne oranda rahatlaşıp kolaylaşırsa, dünyaya ilgi duyma ağacı o oranda gelişip serpilir. Ve nefs ne oranda dünyaya yönelirse, Haktan ve ahiret aleminden o oranda gafilleşir. Ne zaman ki nefsin bü­tün esasları dünyevileşti o zaman bütün eğilimleri maddi ve dünyevi bir hal alır. Hak Tealadan ve O'nun kerem diyarın­dan yüzçevirir. Ve Tere yapışıp kaldı ve hevesine tabi oldu.
Şu halde lezzet ve iştiha denizine dalmak muhakkak dünyayı sevmeyi doğurur. Dünyayı sevmek, ondan başkası­na nefret etmeyi beraberinde getirir ve mülk alemine yönel­mek melekut aleminden gafil olmaya neden olur. Nitekim bunun tersine eğer insanherhangi bir şeyden kötülük görür­se, nefste o şeye karşı nefret doğar. Onun nefreti ne oranda güçlü ve belirgin olursa, batını nefret de o oranda güçlü olur. Nitekim bir kişi herhangi bir şehirden geçerken bir hastalığa yakalansa ve dahili ve harici sıkıntılarla yüzyüze gelse der­hal oradan nefret duyar ve ayrılmak ister. Hastalık ve sıkın­tı ne oranda fazla olsa, kaçma arzusu ve nefret de o oranda fazla olur. Ve eğer daha iyi bir şehir biliyorsa o şehre göç eder. Yok eğer oraya gidemiyorsa hasretini çeker ve gönlünü oraya hicret ettirir.
Şu halde eğer insanın bu dünyadan elde ettiği şey sadece bela, sıkıntı ve rahatsızlıklar olursa ve dünya, üstüne fitne ve sıkıntı dalgalarını salıp durursa hemen dünyadan nefret duymaya başlar, ona olan ilgisi azalır ve dünyaya güvenme­me durumu ortaya çıkar. Ve eğer başka bir aleme itikadı varsa ve elem ve sıkıntıdan arınmış bir diyarın varlığından haberdarsa, derhal o diyara sefer eder. Eğer cismani sefere gücü yetmiyorsa, ruhani yönden sefer eder ve gönlünü oraya gönderir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
ALLAH c.c razı olsun değerli kardeşim,,,yazılarınız çok güzel,,,,devamını bekleriz....
 
Üst Alt