M.N > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik) >

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEFKÛD(KAYBOLDUĞU HALDE SAĞ VEYA ÖLÜ OLDUĞU BİLİNMEYEN KİŞİ)

Mefkûd kendi hakkında sağ, başkaları hakkında ölü hükmündedir Ölümüne hükmedilmedikçe malları mirasçılara intikal etmez Daha önce yapmış olduğu icare (kira) akdi fesholunamaz Vefatı hakikaten veya hakimin hükmüyle sabit olmadıkça karısı başkasıyla evlenemez (Serahsî, el-Mebsût, Kahire 1324-31, XI, 34-35, 43)
Mefkûd başkasına vâris olamaz Ancak onun hissesi sağ olabileceği gözönüne alınarak ihtiyaten bekletilir Geldiğinde hissesi kendisine intikal eder Aksi halde vârisler bu hisseye sahip olur Kendisine yapılan vasiyete de sahip olabilmesi için sağ olarak dönmesi gerekir Aksi halde vasiyet edilen şey mûsî (vasiyyet eden)nin vârislerine iade olunur (Serahsî, age, XI, 34-35; el-Fetâva'I, Hindiyye, Bulak 1315, II, 300)
Hâkimin mefkûd hakkında velâyeti caridir: Bu velâyet mefkûdun, mallarını korumaya yöneliktir Bundan dolayı onun gayrımenkul veya menkul mallarının bozulma ihtimali bulunmadıkça hâkim satamaz Eğer satarsa mefkûd döndüğünde bu malları müşteriden alabilir Eğer mefkûdun borcu varsa borcu ödemek için akarını satabilir ve yine akarını tamir ettirebilir Fakat hâkimin izni olmadan mefkûdun akarını meselâ hanesini mefkûdun vekili daha önce mefkud yetki vermiş bile olsa tamir edemez (ÖN Bilmen, Istılahatı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1985, VII, 214-215)
Hâkim, mefkûdun mallarını muhafaza, başkalarının zimmetinde bulunan alacakları tahsil ve onun mallarında usulü dairesinde tasarrufta bulunması için güvenilir bir kişi tayin eder ki bu kişiye kayyim denir Kayyim mefkûdun yakınlarından olabileceği gibi haricden de olabilir Kayyim mefkûdun mallarını hıfzeder, ekinlerini, harmanlarını korur, borçlarından ikrar ettiklerini alır, kaybolabilecek durumdaki mallarını hâkimin emriyle satar Kayyim mefkûdun lehine ve aleyhine olan davalarda hasm (taraf) olamaz Mefkûdun daha önce muayyen bir hususta tayin etmiş olduğu vekili varsa o hususa kayyim müdahale edemez Hatta mefkûdun işlerini yürütmek için tayin ettiği bir vekili varsa kayyim tayin edilemez Çünkü müvekkilin kaybolmasıyla vekil azlolmaz Vekil mevcut olunca da kayyime ihtiyaç kalmaz Mefkûdun vârisleri hâkim tarafından tayin edilen kayyime muhalefet ederek malında tasarrufta bulunamazlar (Kâsânî, Bedayiu's-Sanâyi, Kahire 1327-28/1910, VI, 196; el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 299-300; Bilmen, age, VII, 215-217)
İmam Azam, İmam Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'e göre, hâkim mefkudun nafakasıyla yükümlü olduğu kişilere nafaka takdir edebilir İmam Züfere göre ise takdir edemez Ancak hâkimin nafaka takdir etmesi durumunda kendilerinden bir kefil alması güzel görülmüştür Çünkü mefkûd karısını daha önce boşamış veya nafakaları peşin olarak karşılamış olabilir (Kâsânî, age, VI,196-197) Hâkim mefkûdun ancak nafaka cinsinden olan mallarından nafaka takdir edebilir Bu mallar altın-gümüş, yenilen-giyilen gibi şeylerdir Mefkûdun diğer menkul ve gayrımenkul malları satılarak nafakaya sarfedilemez Ancak kaybolacağından korkulan mallar satılırsa paralarıyla nafaka ihtiyacı giderilebilir Bunun yanında hâkim, mefkûdun alacaklılarının zimmetinde veya emanet verdiği kişinin elinde bulunan mallarından nafakayı karşılayabilir Ancak mefkûddan nafaka almaya hak sahibi olanlar mefkûdun alacaklılarından nafaka dava edemezler Mefkûdun alacaklı olduğu kişiler onun karısına veya usul ve furûuna hâkimin emri olmaksızın nafaka veremezler Verirlerse bu, teberru mahiyetindedir Mefkûd, döndüğünde, onlardan alacaklarını talep edebilir (Bilmen, age, VII, 218-219)
Mefkûdun sağ olarak dönmemesi hafinde ne kadar zaman geçtikten sonra ölümüne hükmedileceği konusunda ihtilâf vardır Hasan b Ziyad'a göre doğumundan itibaren 120 yıl, İmam Ebû Yusuf'a göre 100 yıl, Zahiru'r-rivâye'ye göre ise 90 yıl geçmesi durumunda mefkûdun öldüğüne hükmedilir İmam Malik'e göre bu süre 4 yıldır Hz Ömer (ra) dan da böyle bir görüş nakledilmiştir Hanefi mezhebinde yaygın olan görüşe göre mefkûdun ölümüne hükmedilecek süre, yaşıtlarının hayattan gitmesidir
Yaşıtları öldüğü halde dönmemiş olan mefkûdun ölümüne hükmedilir Ancak tercih'e şayan olan görüş (muhtar) süre tayininin imama bırakılmasıdır (Serahsî, age, XI, 35-36; Kâsânî, age, V, 197; el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 300) Mefkûd, savaş sırasında kaybolmuşsa mücahit ve esirlerin dönüşünden itibaren bir yıl geçtikten sonra hâkim karı ile kocanın nikâhını feshedebilir
Artık mefkûdun vefatına hükmedildikten sonra malları vârislere intikal eder ve karısı da vefat iddeti bekler İddeti bittikten sonra bir başkasıyla evlenebilir Ölümüne hükmedilen mefkûd, malları taksim edildikten ve karısı evlendikten sonra sağ olarak gelirse vârişlerdeki mallarını alabilir Fakat harcanmış olanları tazmin ettiremez ve karısını ikinci kocasından ayıramaz (el-Fetâva'l-Hindiyye, II, 300) Fakat kadın, hâkimden, ayrılma kararı almadan evlenip de sonradan eski kocası da ortaya çıkarsa, ikinci nikâh münfesih olur (Hukuk-ı Aile Kararnâmesi, mad 128, 129; Kadri Paşa kodu, mad 471, 481)
Mefkûdun malı ve aile fertleri üzerinde hâkimin yetkileri şöyle özetlenebilir:
1) Hâkim, kaybolan kişinin mallarını koruyacak güvenilir bir kimse tayin eder Bu, mefkûdun mallarını, çocuk ve akıl hastasının malı üzerine tayin edilen kayyım gibi idare eder, gelirlerini toplar ve ona ait hakları korur
2) Bozulacak malları satar ve parasını muhafaza eder Çünkü satış, korumanın gereklerindendir
3) Mefkûdun malından karısına, küçük erkek ve kız çocukları ile özürlü olup çalışmayan erkek ve kadın yoksul büyük çocuklarına nafaka verir Mefkûdun malı olmaz; fakat başkalarının elinde nakit para, yiyecek ve giyecek kabılinden emanetler bulunursa bunlardan infak eder Ancak mefkûdun malı yalnız ticaret eşyası veya gayrimenkul cinsinden olursa hâkim bunlara nafaka veremez Çünkü bunlar satılmadıkça infak mümkün olmaz Hâkimin ise gaibe ait ticaret malını ve gayrimenkulü satma yetkisi yoktur Sadece baba kendi nafakası için gaib oğlunun ticaret mallarını izinsiz, gayri menkulünü ise hâkimin izni ile satabilir (el-Kâsânî, age, VI, 196; İbnü'l-Hümâm, age, IV, 440; İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, III, 360; ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletüh, V, 784, 785)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEGAFONLA İMAMA UYMAK
Kadınlar camii'nin yakınındaki bir evden megafonla camideki imama uyabilirler mi?
İmama uymak demek, mümkün olan her konuda ona tâbi olmak demektir Namaz kıldıkları yer de tâbi olunması gereken hususlardandır Dolayısıyla; İmam bir binekte, cemaat ayrı bir binekte, imam bir gemide, cemaat ona bitişik olmayan başka bir binada olursa, cami dışında imamla cemaat arasında, araba geçecek kadar boş bir yol, büyük bir nehir bulunursa Bu ve benzeri durumlarda cemaat imama mekân konusunda uymamış olduğundan, iktidâ (imama uyma) sâhîh olmaz, ama binalar birbirine bitişik olursa, arada duvar dahi bulunsa, imamın hareketlerini duyuyor ya da görebiliyorsa imama uyabilir Mikrofon (megafon vs) gibi araçlarla duymuş olsa da durum aynıdır Yani itibar, ayrı mekânda olmaya ve imamın ne yaptığını bilmeyedir, arada engel olup olmamasına değildir (48 Ibrahim el-Halebî, es-Serhu'I-kebîr 253-54; Mehmed Zihnî Efendi, Nimet-i Islâm 293-94; Vehbe ez-Zuhaylî, age N/229-31) Bu konuda kadınla erkek arasında fark yoktur Binalar ayrı olduktan sonra, yakın da olsa uyamazlar Binalar bitişik olduktan ve imamın hangi rükünden hangisine geçtiği (intikalleri) bilindikten sonra uzakta da olsalar ve aralarında engel de bulunsa uyabilirler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHDİ DİYE BİR KİMSE VAR MIDIR? VARSA GELMİŞ MİDİR, YOKSA GELECEK MİDİR? MEHDİ'Yİ İNKAR EDEN KİMSE KAFİR OLUR MU?
Mehdi meselesi, Deccal meselesi gibi halkın dilinde çok dolaşan ve münakaşa götüren bir meseledir Kimi Mehdi gelmiştir, kimi gelmememiştir, fakat gelecektir, kimi Mehdi diye bir şey yoktur, kimiyse Mehdiyi inkar eden kafirdir demektedir Bunun için meseleyi ele alıp, Peygamber (sav)'in hadislerine ve Ehl-i Sünnet ve'l-Cemaat'ın cumhurunun görüşlerine dayanarak gerçeği açıklamaya gayret edelim istedim Şöyle ki:
Tarih boyunca müslümanlar arasında Mehdi inancı pek yaygın bir şekilde süregelmiştir Bu inanca göre ahir zamanda ehli beytten bir zat ortaya çıkacak, müslümanlar kendisine biat edip, etrafında toplanacak ve bütün İslam memleketlerini birleştirip hakimiyetini sağlayacaktır
Bu inanç gerçekten doğrudur Çünkü; her ne kadar Buhari ile Müslim Mehdi hakındaki hadislere yer vermemiş iseler de, Ebu Davud, Tirmizi, İbn Mace, al-Bezzar, Hakim ve Taberani gibi büyük muhaddisler onları tesbit etmişlerdir Bu hadislerin bir kısmı zayıf ise de, bir kısmı sahih ve diğer bir kısmı da hasendir Şevkani gibi bazı alimlerin dediklerine göre Mehdi hakkındaki Peygamber (sav)'in sözü kesindir ve sabittir İbn Haldun gibi bazı kimseler Mehdi hakkında varit olan hadislerin tümünü zayıf olarak görmüşlerse de bu doğru değildir
Mehdi hakkında varit olan hadislerin bir kısmı şunlardır:

1) Abdullah, Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet ediyor: "Dünyada yalnızca bir gün kalsa bile, yeryüzünü zulmün kapladığı gibi adaletle dolduracak, ismi benim ismime, babasının ismi benim babamın ismine uyan benden veya ehli beytimden birisini göndermek için Allah (cc) o günü uzatacaktır” (Ebu Davud)
2) Ali (ra) , Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"Zamandan sadece bir gün kalsa bile Allah (cc) mutlaka ehli beytimden bir adamı gönderecek ve o zulmün yeryüzünü kapladığı gibi adaletle dolduracaktır” (Ebu Davud)

3) Ümmü Seleme Peygamber (sav)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Mehdi ehli beytimden Fatıma'nın evladındandır” (Ebu Davud)
4) Ebu Said'i Hudri'den: "Mehdi bendendir Açık alınlı, kalkık burunludur Yeryüzünü zulmün kapladığı gibi adaletle dolduracaktırO yedi sene hükmedecektir”
5) Ebu İshak, Ali (kv)'nin oğlu Hasan'a bakarak şöyle dediğini rivayet ediyor: "Oğlum Peygamber (sav)'in dediği gibi bir büyüktür Onun sulbünden Peygamberin ismiyle isimlendirilen, ahlak bakımından O'na benzeyen fakat her yönden yaratılışta benzemeyen bir adam çıkacaktır”
6) Abdullah (ra), Peygamber (sav)'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ehl-i beytimden ismi benim ismime benzer bir adam araplara hakim olmadıkça dünya gitmez (Kıyamet kopmaz)” (Tirmizi)
7) Ebu Said el-Hudri'den rivayet edilmiştir: "Peygamber (sav)'in vefatından sonra büyük bir olayın olacağından endişe ettik Bu sebeple Peygamber (sav)'e durumu sorduk Cevaben buyurdu ki:

-"Benim ümmetimde Mehdi vardır Çıkıp beş, yedi veya dokuz yaşayacaktır” Ravi:
-"Bu nedir?” (Yani beş, yedi veya dokuz nedir? Gün mü, aynı sene mi?) diye sordu Peygamberimiz (sav):
-"Senedir", dedikten sonra, "Adamın biri gelip ey Mehdi bana ver, bana ver diyecek o da kaldırabileceği kadar eteğini dolduracaktır” (Tirmizi)

8) Ali (kv) Resulüllah (sav)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Mehdi ehli beyttendir, Allah onu bir gecede ıslah eder” (İbn Mace)

9) Said b Müseyyeb diyor ki: Biz Ümmü Seleme'nin yanında Mehdi konusunu ele aldık, bunun üzerine Ümmü Seleme:

-"Peygamber (sav)'in Mehdi Fatıma'nın evladındandır, dediğini işittim” dedi (İbn Mace)

10) Enes b Malik'ten: Peygamber (sav)'in şöyle dediğini işittim:

"Biz Abdülmuttalip oğulları ehli cennetin büyükleriyiz Ben, Hamza, Ali, Cafer, Hasan, Hüseyin ve Mehdi” (İbn Mace)

11) Sevban: Peygamber (sav)'in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

"Siyah sancakların Horasan tarafından geldiğini görürseniz ona katılınız Çünkü içinde Allah'ın halifesi Mehdi vardır”(Ahmed ve Beyhaki)
Mehdi hakkında varit olan hadislerin bir kısmını numune olarak zikrettik Umum müslümanların inancı, fakihlerin görüşü ve ahad da olsalar bu kadar hadis Mehdi'nin sübutu için kafidir Ancak Mehdi hakkında varit olan hadislerin bazıları zahiren birbiriyle çatışmaktadır Çoğu Mehdi'nin Fatıma'nın zürriyetinden olacağını belirtiyor Bazısı Mekke ve Medine'den söz ederken, bazılarıysa Horasan'dan bahsediyor Bunun için Mehdi ile ilgili hadisleri okuyan tereddüde düşüyor
Deccal hakkında varit olan hadisler arasındaki zahiri çelişki, Deccal'ın bir değil bir kaç kişi olduğu biçiminde yorumlanarak hadislerin yol açtığı tereddütler ifade edilmiştir Mehdi hakkındaki hadisler arasındaki çelişkinin de, Mehdi'nin bir değil, bir kaç kişi olduğu biçiminde yorumlanarak ortadan kaldırılmasına bir mani yoktur Yani Mehdi bir değil, bir kaç kişidir Bütün hadislerin bir tek Mehdi'ye hamledilmemesi gerekir
Hülasa: İbn Hacer gibi zevatın ifade ettiklerine göre bir çok Mehdi vardır Her zamanda bir iki Mehdi bulunabilir Yalnız ahir zamanda gelecek olan büyük Mehdi birdir Henüz gelmemiştir Ne zaman geleceğini Allah (cc)'dan başka kimse bilemez Hatta Ahmed b Zeyn-i Dehlan bu hususta Mehdi'nin bile kendisinin Mehdi olduğunu bilemeyeceğinden bahisle şöyle diyor:
"Mehdi'nin gelişini belli bir seneyle sınırlamak doğru değildir Çünkü bu gaybi bir husustur, gaybi da Allah^dan başka kimse bilemez Ne zaman geleceği hususunda Şari'den bir nas varit olmamıştır Geçmiş alimlerden bir çoğunun tahminlere istinaden Mehdi'nin çıkışı için vakit tayin etmeleri hatadan beri değildir Bu görüşler Peygamber (sav)'in Mehdi hakkındaki onun bir gecede çıkıp alemi ıslah edeceği hadisine dayanır Mehdi'nin bizzat kendisi bile Allah (cc) beyan etmedikçe beklenen Mehdi'nin kendisi olduğunu bilemez”
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHİR
Evlenme sırasında kadına bu isimle ödenen meblağ; evlilikte kadının nikâh akdi veya cinsel temasla hak kazandığı mal veya meblağ anlamında bir fıkıh terimi Kitap, Sünnet ve fıkıh literatüründe mehir kelimesi yerine, eş anlamda; "sadûk", "saduka","nıhle", "farîza", "ecr", "hıbâ", "ukr", "alâik", "tavl" ve "nikâh" kelimeleri de kullanılır
İslâm Hristiyanlıkta olduğu gibi kadının erkeğe verilmek üzere para biriktirilmesini (drahoma) değil de; aksine, erkeklerin kadınlara rağbetinin bir sembolü olsun diye hediye kabilinden bir meblağın ona verilmesini emretmiştir Mehir kadına değil, erkeğin üzerine vaciptir Dâru'l-islâm'da bir kadınla cinsel temas, ya had cezasını gerektirir, ya da mehir hakkını doğurur Bu, kadına saygının bir sonucudur
Kur'an-ı Kerîm'de mehirden söz eden çeşitli ayetler vardır Bazıları şunlardır: "Aldığınız kadınların mehirlerini yürekten isteyerek ve Allah'ın bir atiyyesi olarak verin " (en-Nisâ, 4/4) Çoğunluğa göre, burada hitap kocalaradır Bazı bilginler hitabın velilere olduğu görüşündedir Cahiliye devrinde mehri kızın velileri alır ve adına da "nihle" derlerdi "Haram olanlar dışındaki kadınlarla evlenmeniz, namuslu olarak ve zinaya sapmaksızın yaşamak ve mallarınızdan onlara mehir vermek şartıyla size helâl kılındı Artık o kadınlardan hangisiyle yararlanmanız olmuşsa, ücretlerini belirlendiği şekliyle verin Mehir miktarını belirledikten sonra aranızda gönül hoşluğu ile uyuştuğunuz miktar hakkında üzerinize bir vebal yoktur" (en-Nisâ, 4/24)
Abdullah b Abbas (ra) tan rivayet edildiğine göre, Hz Ali, Hz Fâtıma ile evlenirken Resulullah (sas) kendisine; "O'na bir şey ver" dedi Ali: "Bende bir şey yok"deyince de; "Hutamî zırhını verebilirsin" buyurdular
Bir kadınla evlenmek isteyen bir sahabeye Allah'ın elçisi mehir vermesini bildirdi Evinden de eli boş dönünce; "Demirden bir yüzük de olsa bak" deyip, yeniden eve gönderdi Yine boş dönünce, ne miktar Kur'an-ı Kerîm bildiğini sordu ve sonunda şöyle buyurdu: "Haydi git, onu sana bildiğin Kur'an karşılığında verdim" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI, 170)
Bu konudaki ayet ve Hadislerden şu sonuca varılmıştır Resulullah (sas), mehirsiz hiç bir evliliğe ruhsat vermemiştir Eğer mehir vacip olmasaydı, bunu göstermek için arada bir onu terkederdi
Diğer yandan, sahabe devrinden bu yana islâm bilginleri mehir üzerinde icma etmişlerdir (bk es-Serahsî, el-Mebsut, V, 62 vd; el-Kâsânî, Bedâyiu's-Sanâyi, II, 274-304; Ibnü'l-Hümâm, Fethul-Kadîr, II, 434 vd; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, III, 86 vd; Ibn Rüşd, Bidâyetü'l-Müçtehid, II, 16 vd; Ibn Âbidin, Reddü'l-Muhtâr, II, 329 vd)
Aile yuvasıyla ilgili görevlerin en güzel şekilde yerine getirilmesi için eski çağlardan beri kadınla erkek arasında bir görev bölümü yapılmıştır Erkek, evin dışındaki işlerle uğraşır ve gerektiğinde ağır işlerde çalışarak geçim için kazanç sağlar Kadın da evin yönetimi, yemeğin hazırlanması, çocukların bakım ve terbiyesiyle uğraşır Bu yüzden bütün malî yükümlülükler kadının değil, erkeğin görevidir Mehir ve bütün kapsamıyla nafaka bu yükümlülükler arasındadır Bu görev bölümü erkekle kadının yaratılışına ve ilâhî sünnete de uygundur Erkek daha güçlü olduğu için çalışıp kazanmaya daha yatkındır Kur'an'da şöyle buyurulur: "Erkekler, kadınlardan daha güçlü kuvvetlidirler Yani ailenin reisidirler Bunun sebebi şudur: Allah onlardan kimini kiminden üstün kılmıştır Bir de erkek, mallarından evin geçimini sağlamaktadır" (en-Nisâ, 4/34)
Mehir, nikâh akdinin rükün veya şartlarından değildir Bu yüzden mehirsiz akdedilecek nikâh geçerli olur ve kadın emsal mehire hak kazanır Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyurulur:
"Kendileriyle cinsel temasta bulunmadığınız veya kendilerine bir mehir tayin etmediğiniz kadınları boşamışsanız, bunda üzerinize bir sakınca yoktur" (el-Bakara, 2/236) Bu ayette, cinsel birleşmeden veya mehir tesbitinden önce kadını boşamanın geçerli olduğu belirtilmektedir Boşama ancak sahih nikâhtan sonra mümkün olduğuna göre, ayet, akit sırasında mehrin konusulmasının ne bir rükün ve ne de bir şart olmadığına delâlet eder (el-Kâsânî, age, II, 274; eş-Şîrâzî, el-Mühezzeb, Halebî tab'ı, II, 55, 60; Ibn Rüşd, age, II, 25)
Ukbe b Âmir (ra)'ın naklettiği şu hadis de yukarıdaki anlamı destekler Hz Peygamber bir adama: "Seni filanca kadınla evlendireyim mi?" demiş; erkeğin; "evet" demesi üzerine, kadına hitaben; "Seni filanca erkekle evlendirmeme razı oluyor musun?" diye sormuştu Kadının da "evet" demesi üzerine, onları evlendirdi Herhangi bir mehir belirlenmeksizin evlilik gerçekleşti Bu erkek vefatı sırasında şöyle dedi: "Resulullah (sas), beni filanca kadınla evlendirdi Bir mehir konuşulmadı ve kadına bir şey de vermedim Ona mehrim olarak Hayber'deki hissemi veriyorum" Kadın bu hisseyi almış ve yüz bin lira karşılığında satmıştır (ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-Islâmî ve Edilletuh, Dımaşk 1405/1985, VII, 254) Yalnız Malikîler mehri, nikâhın bir rüknü olarak kabul ederler
Eşler mehirsiz olarak veya şarap, domuz eti gibi şer'an mal sayılmayan bir şeyi mehir yaparak evlenseler Malikîler dışında çoğunluğa göre akit geçerli olur
Mehrin üst ve alt sınırı:
Mehrin en çok miktarı için bir sınır getirilmemiştir Ayette; "Onlardan birisine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden bir şey almayınız" (en-Nisâ, 4/20) buyurulur Hz Ömer bunu 400 dirhemle sınırlamak istemiş, aksi halde fazlanın beytü'l-mâle gelir kaydedileceğini ilân etmişti Hz Ömer'in dayandığı delil; Hz Peygamber'in eşi ve kızları için 480 dirhemden (12 okiye) daha fazla mehir verilmemesi idi Hz Ömer minberden indikten sonra Kureyşli bir kadın, yukarıdaki ayeti (en-Nisâ, 4/20) okuyarak, Allah'ın mehir için bir sınır getirmediğini, aksine, kadınları yükler doluşu mehre lâyık gördüğünü belirtti Bunun üzerine yeniden minbere çıkarak, sözünü geri aldı ve şöyle dedi:
"Size, kadınlarınız için 400 dirhemden fazla mehir vermenizi yasaklamıştım İsteyen, malından dilediği kadar verebilir" (eş-Şevkânî, Neylü'l-Evtâr, VI,168; Heysemî, Mecmau'z-Zevâid, Mısır, ty, IV, 283 vd)
Ebû Hanîfe'ye göre, mehrin en az miktarı on dirhem gümüş veya bunun karşılığıdır Hz Peygamber devrinde bu kadar para yaklaşık iki kurbanlık koyun bedelidir Hırsızlıkta, had cezasının uygulanmasını gerektiren en az miktar bir dinar altın para olup, mehirde buna kıyas yapılmıştır Çünkü bir dinar altın para, on dirhem gümüş paraya satın alma gücünde eşit durumda idi İmam Malik'e göre mehrin en az miktarı üç dirhemdir Bu mezhep de kendi hırsızlık nisabını ölçü olarak almıştır imam Şafiî ve Ahmed b Hanbel, en az miktar için bir sınır koymamışlardır Delilleri; mehir ayetinde malın azına bir sınır konulmamasıdır (Buhârî, Nikâh, 34-51; es-Sabûnî, Tefsîru Âyâti'l-Ahkâm, Dımaşk 1397/1977, I, 453; ez-Zühayli, age, VII, 256; Ömer Nasuhî Bilmen, Istilâhât-ı Fıkhıyye Kâmusu, Istanbul 1967, IV, 121-123; Hamdi Döndüren, Delilleriyle Islâm Hukuku, Istanbul 1983, s 279, 280)
Mehrin konusu:
Satışı veya kullanılması yasak olmayan her şey mehir olarak verilebilir Menkul ve gayrımenkul mallar, ziynet eşyası, hayvanlar, misli şeyler ve hatta menkul veya gayrı- menkul bir maldan yararlanma hakkı bunlar arasındadır Ancak İslam'ın yasak ettiği şeyler, meselâ; alkollü içkiler, domuz, ölmüş hayvan etleri mehir olamaz Bu gibi şeyler mehir yapıldığı takdirde, nikâh akdi mehirsiz yapılmış sayılır ve kadın emsal mehre hak kazanır (el-Kâsânî, age, II, 277 vd; Ibn Âbidîn, age, Mısır, ty, II, 252, 458-461; el-Cassâs, Ahkâmü'l-Kur'ân, II, 143)
Kur'an-ı Kerîmi veya helâl ve haramdan bazı dinî hükümleri öğretmenin mehir sayılıp sayılmaması fakihler arasında tartışılmıştır İlk Hanefî müçtehidlerine göre, Kur'ân ve fıkıh öğretimi mehir yerine geçmez Çünkü, helâl kılınan kadınları belirleyen ayetteki; "mallarınızla istemeniz" (en-Nisâ, 4/24) ifadesi buna engeldir Kur'an öğretimi ve benzeri ameller taat niteliğinde olup, kişi bunları Allah'a yaklaşmak için yapar Bu yüzden ilk üç Hanefî müçtehidine göre, bunun için iş akdi yapmak geçerli olmaz Böyle bir durumda kadın emsal mehre hak kazanır Çünkü bu, mal olarak karşılığı bulunmayan bir yararlanmadır
Sonraki Hanefî fakihleri ise, Kur'ân-ı Kerîm öğretimi ve diğer dini hizmetlerin; şartların değişmesi ve geçim için insanların çok meşgul olması gibi sebeplerle olan ihtiyaç yüzünden, bir ücret karşılığında yapılabileceğine fetva verdiler Delil; Hz Peygamber'in bildiği Kur'ân-ı eşine öğretmesi karşılığında bir erkeği evlendirmesidir İlk Hanefî müctehidleri, bu hadisi te'vil ederek, mehirsiz evlendirmenin Hz Peygamber'e mahsus bir muamele olduğunu söylemişlerdir (eş-Şîrâzî, age, II, 59; eş-Şevkânî, Neylül-Evtâr, VI, 170; el-Askalânî, Bülûğu'l-Merâm, Terc A Davudoğlu, Istanbul 1967, III, 247 vd; Bilmen, age, VI, 173-175)
Mehrin çeşitleri
Mehir genel olarak mehr-i müsemma ve mehr-i misil olmak üzere ikiye ayrılır Mehr-i müsemma da muaccel ve müeccel diye kendi içinde ikiye ayrılır

1 Mehr-i müsemma:
Bu, nikâh akdi sırasında veya daha sonra eşlerin karşılıklı rıza ile belirledikleri mehirdir: "Eğer siz, onları kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha önce onlara bir mehir tayın etmiş bulunursanız, bu tayın ettiğiniz mehrin yarısı onlarındır" (el-Bakara, 2/237) Mehr-i müsemma da peşin verilip verilmeme durumuna göre ikiye ayrılır:
a) Mehr-i muaccel:
Eşlerin miktarını belirledikleri mehir, nikâh akdi sırasında ödenebileceği gibi, sonraki bir tarihte de ödenebilir İşte akit sırasında peşin olarak ödenen mehre "mehr-i muaccel (peşin mehir)" denir Eşler, mehrin miktarını belirlemekle birlikte, ödeme şeklini tesbit etmemişlerse, peşin ödenecek miktar örfe göre belirlenir Örf, tamamının peşin veya ileride ödenmesi yahut bir bölümünün, örneğin üçte birinin veya yarısının peşin, geri kalanının sonradan verilmesi şeklinde meydana gelmişse buna göre hareket edilir Çünkü mehrin ödeme şekli üzerindeki örf, aksi kararlaştırılmadıkça eşler arasında şart koşulmuş gibidir Hadiste; "Müslümanların güzel gördüğü şeyler Allah nezdinde de güzeldir" (Ahmed b Hanbel, Müsned, I, 379) buyurulmuştur
Bazı fakihler, zifaftan önce kadına mehrin bir kısmını vermeyi müstehap görürler Bu konuda, Hz Ali'nin, Fâtıma (ranhâ) ile evlenirken zifaftan önce mehir olarak zırhını vermesi uygulamasına dayanırlar Bu evlilik Medine'de, Hicret'in ikinci yılında vuku bulmuş ve mehrin ödenmesi konusunda Medîne örfüne uyulmuştur (M Muhyiddîn Abdülhamîd, el-Ahvâluş-Şahsiyye, s 140, 141)
Bugün Mısır'da geçerli olan örfe göre, genel olarak, mehrin üçte ikisi peşin alınır Fas'ta ise mehrin yarısı peşin ödenir (Halil Cin, Islâm ve Osmanlı Hukukunda Evlenme, Ankara 1974, s 218)
b) Mehr-i müeccel:
Mehrin tamamını peşin olarak değil de, evlenmenin sona ermesi, beş yıl, on yıl sonunda veya kocanın ölümü halinde ödenmesi kararlaştırılabilir İşte bu şekilde, ödenmesi belirli bir vadeye bağlanmış olan mehir "mehr-i müeccel (vadeli mehir)" adını alır Bu durumda kadın, belirlenen vade gelmeden önce mehri isteyemez Miktarı belirlendiği halde, ödeme şekli belirlenmemiş olan ve bu konuda örf de bulunmayan durumlarda, mehir; boşanma veya eşlerden birisinin ölümü halinde peşine dönüşür Boşamanın kesin (bâin) veya cayılabilir (ric'î) olması arasında bir fark yoktur Ancak, ric'î boşama halinde mehir, iddetin sonunda peşin mehre dönüşür (Mehmed Zihni, Nimet-i Islâm, Istanbul 1976, s 641 vd)
2) Mehr-i misil:
Kadının emsaline göre takdir edilen mehir Kadın, şu durumlarda mehr-i misle hak kazanır:
a) Nikâh akdinde mehrin zikredilmemiş olması halinde mehr-i misil gerekir Mehrin zikredilmemesi, akdin fesatını gerektirmez Çünkü nikâh, evlenecek olan çiftlerin icab-kabûlüyle tamam olur Mehir ise nikâhın rüknü değildir ve bundan dolayı nikâh akdinin inikat ve sıhhati, mehrin zikredilmesine bağlı değildir Mehir zikredilmediği halde koca vefat ederse karısı mehr-i mislini terikeden alır, kadın vefat ederse vârisleri kocadan mehri misli alırlar
b) Mehrin, tayın edilmiş olmakla birlikte mehir hakkında bilgisizliğin fazla olması (el-Cehâletü'l-fahişe) veya gayr-ı mütekavvim bir mal olarak tayın edilmesi halinde mehrî misil gerekir Mehrin ev, araba, hayvan, elbise vBulletin şekilde mutlak olarak zikredilmesi halinde fâhiş cehaletten sözedilir ve bu durumda mehr-i misil gerekir Çünkü bu cins isimler farklı vasıf larda ve değerlerde olabileceğinden anlaşmazlık ve çekişmeye götürür Meselâ, mutlak olarak ev denildiğinde evin müstakil, büyük veya küçük olması, manzarası vBulletin gibi problemleri beraberinde getirebilir Bunun yanında şeriatın domuz, içki gibi mütekavvim mal kabul etmediği şeylerin mehir olarak tayını halinde bunlar geçersizdir ve mehr-i misil tahakkuk eder
c) Taraflar arasında mehr-i ortadan kaldırma konusunda bir anlaşma varsa yine mehr-i misil gerekir Mehir şâriin nikâh akdinde uyulmasını emrettiği hükümdür Bundan dolayı tarafların mehri kaldırma yetkisi yoktur Eğer akde bitişik bir şartla onu kaldırmaya teşebbüs ederlerse bu şart fâsiddir Bu durumda akit sahih ve şart geçersiz olur Bunun en önemli misâlini şigar evliliği oluşturmaktadır Şigar evliliği iki kadının mehir zikredilmeksizin birbirine karşılık olmak üzere iki erkekle evlendirilmesidir Burada nikâh akdi geçerli fakat şart geçersizdir ve mehir zikredilmediğinden mehr-i misil gerekir Şigar evliliği Ahmed b Hanbel, İmam Mâlik ve Imam Şafiî'ye göre fâsiddir (Kâsânî, Bedâyîus-Sanayı, Kahire 1327-28/1910, II, 282-283; Molla Hüsrev, Dürerü'l-Hukkâm Şerhu Gureril-Ahkâm, Istanbul 1979, I, 342; el-Fetâva'l-Hindiyye, Bulak 1315, I, 309-311; M Ebû Zehre, el-Ahvâluş-şahsiyye, Kahire 1368/1948, s 182-183; Bilmen, Istılâhât-ı Fıkhıyye Kamusu, Istanbul 1985, II, 6, 119-120, 140-142)
d) Mehrin zikredilip zikredilmediği konusunda karı-koca arasında ihtilâf ortaya çıkarsa Mehr-i misil gerekir Ancak hangisi delil getirirse kabul olunur Delil getiremezlerse mehir zikredilmedi (münkir) diyenden yemin istenir Yeminden kaçınırsa (nükul), mehrin zikredildiğini söyleyenin davası sabit olur Yemin ederse mehr-i misil gerekir (Molla Hüsrev, age, I, 347)

Mehr-i Mislin takdiri: Mehr-i misli tayın için evlenecek olan kadının babası kabîlesinden; yaş, güzellik, mal, şehir, takvâ, akıl, dine bağlılık, bekâret, iffet, ilim, edeb, güzel ahlâk, çocuk sahibi olma gibi çeşitli vasıf larda benzeri olan kadınların mehirleri dikkate alınır Bu benzerlik iki tarafın yani mehri tayın olunacak kadın ile denk ve benzeri kadınların akit sırasında sahip oldukları vasıflar itibariyle araştırılır Bu vasıf ların akitten sonra artması veya eksilmesi emsalliğin meydana gelmesine zarar vermez Eğer babası tarafında benzeri bulunmazsa babasının kabîlesine denk olan kabîleden emsali kadınların mehri takdir edilir Kadının bu durumlarda benzeri bulunmadığı takdirde Mehr-i misil iki adil erkek veya bir erkek iki kadının şahadetiyle sabit olur Eğer adil şahid bulunamazsa söz yeminle beraber kocaya aittir Koca mehr-i misli tayınden kaçınırsa mehrin miktarını tayın için hâkime başvurabilir Bu hükümler, ihtilâf ortaya çıkması halindedir Eğer mihir konusunda ittifak hasıl olursa kabul olunur (el-Kâsânî, age,II, 287; M Ebû Zehra, age, s 183-184; Bilmen, age, II, 119)
Mehrin Sahibi:
Mehir, evlenecek olan kadının hakkıdır Babası veya dedesi mehri kadın adına alabilir, fakat ona sahip olamaz Ancak kadın razı olmazsa, velisine yapılacak mehir ödemesi geçerli değildir Kadın; küçük, akıl hastası veya bunamış olursa, bu takdirde mehir malî velâyeti haiz olan veliye verilir
Ahmed b Hanbel, baba için, mehir yanında bir meblağ alma hakkını tanımış ve delil olarak da, Hz Şuayb'ın kızıyla evlenmek için Hz Musa'nın sekizyıl çobanlık yapmasını delil göstermiştir Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle buyurulur: "Şuayb (as), Musa ya dedi ki; bu iki kızımdan birini - sen bana sekizyıl işçilik yapman şartıyla- sana nikâhlamak istiyorum Eğer işçiliğini on yıla tamamlarsan o da kendinden" (el-Kasas, 28/27) Bu ayet-i kerîme, karşılığında ücret alınabilen yararlanmanın mehir olabileceğine delâlet eder Diğer mezheplere göre, burada başlık parasından çok, babanın kızı adına almış olduğu mehir söz konusu olabilir Nitekim, Hz Musa'nın orada evlendirilmesi, mal-mülk sahibi olarak yeniden Mısır'a dönmesi bunu gösterir Ebû Hanîfe ve diğer bazı fakîhlere göre, kızın babasının evlenecek erkekten mehir dışında bir şey alması caiz değildir 1917 tarihli Osmanlı Hukuk-ı Aile Kararnamesinde şu hükümler yer alır: "Mehir, evlenen kadının hakkıolup, onunla çeyiz yapmağa zorlanamaz Bir kızı evlendirmek veya teslim etmek için ana-baba veya diğer hısımlarının, kocadan akçe veya benzeri şeyleri almaları memnûdur" (Hukuk-ı Aile Kararnamesi, madde, 89, 90)
Kadının, mehrin tamamına hak kazandığı haller:
Kadın; sahih halvet, zifaf veya ölüm halinde mehrin tamamına hak kazanır;
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
a) Sahih halvet:
Sahih bir akitle evli bulunan eşlerin, kimsenin göremeyeceği ve istekleri dışında kimsenin giremeyeceği kapalı veya kapalı sayılan bir yerde yalnız kalmalarıdır Halvete engel olan durumların da bulunmaması gerekir Eşlerin yanında üçüncü bir kişinin bulunması, karı-kocada cinsel birleşmeye engel halin olması, küçüklük, ay hali, hastalık, farz oruçlu olmak, farz veya nafile hac için ihramda bulunmak gibi
Sahih halvet iki durumda zifaf olmuş gibi sonuç doğurur Bu halvetten sonra kadın boşanırsa kadın tam mehre hak kazanır Çünkü kadın evlenme ümidiyle nikâhlı olarak kapalı bir yerde bulunduğu için daha sonra boşanma olursa, yeniden evlenmede nikâhtan önceki şartlarla eş bulamayabilir Halvetten sonra boşanan kadın iddet bekler Dolayısıyla da iddet nafakası, halvetten sonra en az altı ay sonra doğacak çocuğun nesebinin sabit olması gibi haklardan yararlanır
b) Zifaf: Burada evliliğin mûteber olma şartı da aranmaz Zifaf ve sahih halvette mehrin tamamının gerekliğinin delili şu ayettir: "O kadınlardan birine yüklerle mehir vermiş olsanız bile, içinden bir şey almayın" (en-Nisâ, 4/20)
Zifaf sahih evlilikte olmuşsa kadın mehrin tamamına hak kazanır Tesbit edilen mehir yoksa mehr-i misil alır Zifaf fasit evlilikte olmuşsa, kadın mehr-i misil ile mehr-i müsemmadan hangisi daha az ise ona hak kazanır Daha önceden mehir tesbit edilmemişse, mehr-i misil alır
Fasit nikâhta halvet, zifaf hükmünde değildir (el-Kâsânî, age, II, 335; "Halvet" maddesi)
c) Eşlerden birinin ölümü:
Kadın vefat ederse, mirasçıları, mehri mirastaki paylarına göre bölüşürler Kocası da dörtte bir veya ikide bir mirasçı olacağı için mehri o ölçüde eksik verir Koca vefat ederse, kadın, terikeden mehir miktarını ayrıca alır(Ibn Rüşd, age, II, 20)
Mehrin yarısının ödeneceği haller:
Sahih evlilik, zifaf veya sahih halvetten önce kocanın fiiliyle sona ermişse, kadın mehr-i müsemmanın yarısını alabilir Mehrin tamamı peşin olarak verilmişse, kadın bunun yarısını kocasına iade etmek zorunda bulunur Delil şu ayettir: "Eğer siz onları kendilerine temas etmeden önce boşar, fakat daha önce mehir tesbit etmiş olursanız, o halde tayin ettiğiniz o mehrin yarısı onlarındır" (el-Bakara, 2/237)
Bu ayet hükmüne göre, kadının yarı mehir almasının şartları şunlardır: a) Mehir daha önceden tesbit edilmiş olacak b) Koca, karısını zifaftan önce boşamış olacak c) Kadın mehir hakkından vazgeçmemiş bulunacak
Burada evlilik boşama ile sona erebileceği gibi fesih, ile Lian, kocanın iktidarsızlığı, islâm dinini terketmesi, karısı müslüman olduğu halde kendisinin islâm'a girmekten kaçınması, karının usul ve fürûuna hürmet-i müsaharayı gerektiren bir fiil işlemesi halleriyle de sona erebilir Bütün bu durumlarda evliliğin sona ermesi kocanın fiili ile olmuş bulunur ve kadın yarı mehre hak kazanır Yeter ki bu ayrılık cinsel birleşmeden önce vuku bulsun Bu çeşit ayrılıkta kadına iddet gerekmez (el-Kâsânî, age, II, 296 vd; Ibnü'l-Hümâm, Fethu'l-Kadîr, II, 438-439)
Yukarıdaki durumlarda evlilik yine zifaftan önce ve kocanın fiiliyle olur, fakat verilecek mehir miktarı belirlenmemiş olursa kadına muta denen bir teselli hediyesi vermek gerekir (bk el-Bakara, 2/236) Muta; kocanın; mal, elbise veya yiyecek olarak boşanmış hanımına verdiği şeylere denir Ayette mutanın miktarı belirlenmemiş ve bu husus içtihada bırakılmıştır Ebû Hanîfe'ye göre, mutanın en azı bir elbise, baş örtüsü ve bir yorgan olup, mehr-i mislin yarısından çok olamaz (es-Serahsî, el-Mebsût, V, 82, 83; es-Sabûnî, age, I, 379-380; M Zihni, age, s 441 vd)
Kadına mehir vermenin gerekmediği durumlar:
İki durumda kadına mehir vermek gerekmez
a) Evlenme akdi fasit olur (bk "Nikâh" mad) ve koca karısını zifaftan önce boşarsa, erkeğin mehir veya mut'a vermesi gerekmez Buna evliliğin karşılıklı rıza ile veya hâkimin hükmü sona ermesi sonucu değiştirmez
b) Evlilik akdi sahih olur, fakat, gerçek veya hükmî (sahih halvet sûretiyle) zifaftan önce kadının fiiliyle ayrılık vuku bulursa, kadın yine birşey alamaz Kadının küçük evlendirilmesi halinde bulûğ muhayyerliği hakkını kullanması, irtidat etmesi veya kocası islâm'a giren ve ehl-i kitap olmayan kadının, müslüman olmaktan kaçınması hallerinde evlilik akdi kadın tarafından veya kadın sebebiyle sona ermiş sayılır Kadının, kocasının usul veya fürûundan birisiyle hurmet-i müsaharayı gerektiren bir fiil işlemesi, meselâ zina etmesi veya bunlardan birisiyle sevişmesi halinde de evlilik kadın tarafından sona erdirilmiş sayılır (el-Kâsânî, age, II, 336, 337)

Sonuç olarak mehir evlilik hayatı süresince kadın için bir yedek akçe niteliğindedir Kadının aniden kocasını kaybetmesi veya boşanmaları hâlinde, kocasının evinde kalması zorlaşabileceği için, kendisine yeni bir hayat programı hazırlayıncaya kadar mehir ona bir destek olur En az mehir miktarının iki tane kurbanlık koyun parası kadar olduğu, üst sınırının ise dört yüz dirhemin de üstünde olabileceği, Hz Peygamber devrinde, yaklaşık beş dirheme bir kurbanlık koyun alındığı dikkate alınırsa, böyle bir gerçek mehrin, önemli bir yedek akçe teşkil edeceği açıktır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHİR MESELELERİ
Mehir kadına bir değerin ifadesi ve kritik bir dönemdeki sosyal garantisi olarak verilen maldır Mal ve paradan başka bir şeyle, Hanefi mezhebine göre mehir olmaz Onlar Nisâ 24 âyetinden bunu anlamışlardır En azı da on dirhemle sınırlandırılmıştır Dolayısı ile boşama hakkını kadın mehir olarak değil ama ayrıca alabilirMehir kadının hakkı olduğu için, herkes gibi o da hakkından vazgeçebilir ve mehrini kocasına bağışlayabilir Yani almak zorunda değildirMehir, duhulle, yani zifafla beraber farz olur Koca, ondan önce vermek zorunda değildirMehire zaman belirtilmemişse, kadın mehrini almadan kendisini kocasına teslim etmeyebilir Fakat mehrin bir kısmını ya da tamamını müeccel (vadeli) mehir olarak kararlaştırmışlarsa, kadının onu hemen alma hakkı yokturDüğünlerde yapılan altınlar bizim örfümüzde mehirdir ve kadının hakkıdır Kadının evlenirken bilip bilmemesi; söyleyip söylememesi mehir hakkını düşürmez Ancak o takdirde sadece "mehr-i misil" (Akrabasından dengi olan kadınların aldığı ortalama mehir) alabilirBaşlıkparası, kocaya gidecek kadının Babası ya da başka bir yakını tarafından alınan ve evlenecek kadına verilmeyen bir para ya da mal olup, kadının eşya gibi satılması anlamına geldiğinden; çirkin bir haramdır ve kadını aşağılamadır Mehir ise bizzat kadının aldığı ve kocanın iznine bile gerek kalmaksızın istediği gibi harcayabileceği bir haktır, bir garanti unsurudur ve kadına değer vermenin ifadesidir(bk Mavsbilî, el-Ihtiyâr 448)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHİR TAKILARI
Erkek evlenirken hanımına verdiği takıları düğünden sonra alıyor, bozdurup tarla satın alıyor Tarlayı da kendi üzerine tapuluyor Karısı da, kendi takılarıyla alındığı gerekçesiyle onların yerine tarlanın tapusunu istiyor Bu durumda şer'î çözüm ne olmalıdır?
Koca mehir olarak verdiği takıları karısından geri alırken, "Onlarla alacağımız tarla vs senin olsun" diyerek almışsa, alınan akar karısınınolur Bu konuda o, karısının vekili durumundadır Böyle birşey söylenmeden almışsa karısından borç almış demektir Ancak aldığını geri vermesi istenir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHİR VE ALTIN
Bazı yörelerimizde düğünlerde altın alınmaktadır Nikâh kıyılırken de belli bir miktar mehir konuşmaktadır Bu durumda alınan altınlardan tesbit edilen mehir kadarı mı mehire sayılacaktır Yoksa bu altınlar zaten kadının değil midir, onları onun kullanma hakkı yok mudur?
Mehir nikâhın gereği olarak kadının bir hakkıdır ve gayesi hem kadına değer vermek, onu hiçbir karşılık almadan kendisini erkeğe teslim eden basit bir varlık olma durumundan kurtarmak, hem de erkeğe göre zayıf olan kadın için ânî durumlarda bir kuvvet ve bir garanti olmak üzere farz kılınmıştır Onun için mehir sembolik bir anlam ifâde etmez ve Hanefî mezhebine göre alt sınırı (tabani) vardır, ondan az olamaz Mehir daha söz kesildiğinde, nisanda (muaccel) olabileceği gibi, nikâhtan sonraya da bırakabilir (müccel) Nişanda ya da sözce kız tarafındân istenen, şart koşulan altın cinsinden her şey örfen mehirdir ve kadının hakkıdır, istediği zaman istediği gibi kullanır Babası veya velisi ne onları, ne de bir başka para (başlık) alabilir Bu haramdır ve insanı bir mal gibi satmak anlamına gelir Nikâhta mehir olarak sadece önceden yapılan altınlar sözkonusu edîlebilir Ama kadın isterse ayrıca, ilâve mehir de alabilir Evlendikten sonra da koca, mehir olarak verdiği bir şeye, karısının rızası olmadan karışamaz Kadın mehrini istediği zaman meşru ölçülerle istediği gibi kullanır Ancak isterse kocasına bağışlayabilir: Ama koca, kadının istediği mehir dışında ona bir takım hediyeler vermişse, onların kadının elinde verildikleri gibi duruyor olmaları halinde cayıp, hediyelerini isteyebilir Ama bunu Rasûllullah Efendimiz "kustuğunu yalamaya" (Bu ve benzeri hadîsler için bk el-Hindî XVI/638 vd) benzetmiş ve çirkin olduğuna işaret etmiştir Hediye konusunda kadın da aynı haklara sahiptir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEHİRDEN SÖZ EDİLMEZSE, NİKAH CAİZ OLUR MU?
Mehir kadının hakkıdır Akidde ondan söz edilsin veya edilmesin nikah sahih olup mihrin kadına verilmesi gerekir Çünkü Allah Teala, Kur'an-ı Kerim'de açıkça kadına sıdak verilmesini (mehir verilmesini) emretmektedir Ancak akitte muayyen bir şey üzerinde anlaşma yapılıp zikredilmiş ise onu vermek gerekir Zikredilmemiş ise mihri misil verilmesi icap eder Yani kız kardeşi, halası ve amca kızı gibi soyları bir onların mehri ne kadar ise o kadar vermek lazımdır (el-Hidaye)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
MEKKE VE KAHİRE GİBİ YERLERDE HUTBE VE CUMA NAMAZI RADYODAN VERİLMEKTE VE UZAKLARDA DİNLENMEKTEDİR UZAKTA DİNLEYENLER RADYODAN NAKLEDİLEN NAMAZA İKTİDA EDEBİLİRLER Mİ?
Radyodan nakledilen namaza iktida etmek caiz değildir Çünkü İmam ile me'mumün yerleri hakikaten veya hükmen bir olmalıdır Binaenaleyh İmam ile Me'mum arasında veya me'mum ile öndeki saf arasındaki mesafe mescid dışında olduğu takdirde bir saf bağlanacak kadar veya daha fazla geniş olursa iktida sahih değildir Amma saf bağlanacak kadar boş yer bulunmaz cemaat çoğalıp geniş yer kaplarsa mesafe ne kadar uzak olursa olsun beis yoktur
Şafii mezhebinde cemaat camiide değil, kırda olursa me'mum ile imam veya me'mum ile öndeki saf arasındaki mesafe –boşluk- üçyüz arşından fazla olursa iktida sahih değildir Biaenaleyh her iki mezhebde de radyodan nakledilen namazsa iktida sahih değildir Fakat, cami büyük olduğundan, imamın sesini daha fazla yükseltmek ve cemaata duyurmak maksadıyla hoparlör kullanmakta beis yoktur Çünkü cemaat birbirine bitişik ve birbirini görmektedir İmamın sesini duymazsa da iktida etmek sahihdir
 
Üst Alt