44-ilm-i ahlâk ve islâmiyyetde ahlâk terbiyesi

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kalb ile rûhun hâllerini ve işlerini bildiren ilme (Ahlâk ilmi) denir. İnsan yalnız başına iken, bu hâller ve işler dokuz bâb olarak bildirilmişdir. [Biz, kitâbımıza, bunlardan yalnız altı bâbı aldık.] BİRİNCİ BÂB Burada huyların nev’leri, iyi ve fenâ şeyler bildirilecekdir. Huy, kalb ile rûhun melekesi, ya’nî alışkanlığı demekdir. Bu alışkanlık ile, düşünmeğe lüzûm kalmadan iş yaparlar. Yerleşmiş olan huya (Meleke) denir. Geçici olan huya (Hâl) denir. Meselâ gülmek, utanmak, birer hâldir. Cömerdlik, cesâret, birer melekedir. Ahlâk, ya’nî huy deyince, meleke anlaşılır. Ba’zan hayr işlemek huy değildir. Her zemân hayr işlerse, cömerd huylu denir. Her zemân, fekat kendini zorlıyarak yaparsa, yine cömerd huylu olmaz. Kolaylıkla, seve seve yaparsa, huy denir.
Huy, iyi veyâ kötü iş yapmağa sebeb olur. Yâhud da, iyi ve kötü olmıyan şeye sebeb olur. Birincisine (Fazîlet) veyâ iyi ahlâk denir. Cömerdlik, şecâ’at ya’nî yiğitlik, yumuşaklık böyledir. İkincisine (Rezâlet) veyâ kötü ahlâk denir. Hasîslik ve erkekler için korkaklık böyledir. Üçüncüsüne fazîlet de, rezâlet de denmez. (San’at) deniliyor. Terzilik, çiftçilik böyledir. Bu kitâbda birincisi ve ikincisi zikr edilecekdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Kalbin ve rûhun iki kuvveti olduğunu mukaddemenin son sahîfesinde bildirmişdik. Birincisi, (Kuvve-i âlime) ve (Müdrike) denilen (anlama kuvveti) idi. Bu kuvvete, (Nutk) ve (Akl) demişdik. Bu kuvvet ile, aklın erdiği şeyleri anlarlar. İkincisi, hareket etdiren (Kuvve-i âmile), (yapıcı kuvveti) idi. Her iki kuvvet de ikiye ayrılır. Aklın birinci kısmına (Hikmet-i nazarî), ikinci kısmına (Hikmet-i amelî) denir. Yapıcı kuvvetin birinci kısmına (Şehvet) denir ki, zevkli, tatlı şeylere kavuşmak istiyen kuvvetdir. İkinci kısmına (Gadab) denir ki, beğenmediği şeylerden uzaklaşdırmak istiyen kuvvetdir. Bu dört kuvvetden muhtelif işler meydâna gelir. Bu işler akla uygun, güzel, noksan olmakdan ve aşırı olmakdan kurtulmuş olursa, bunları yapan huy fazîlet olur. Noksan veyâ aşırı olan işleri yapan huy, rezâlet olur. Aklın nazarî kuvveti iyi olursa, o huya (Hikmet) denir. İkinci kuvveti olan (Hikmet-i amelî) kuvveti iyi olursa, o huya (Adâlet) denir. Kalbin ve rûhun, yapıcı kuvvetlerinin şehvânî kuvveti iyi olursa, o huya (İffet) denir. Gadabî kısmı iyi olursa, o huya (Şecâ’at) denir. İyiliklerin başı, bu dört huydur. Adâletin azı çoğu olmaz. Diğer üçünün aşırı ve noksan olmaları, rezâlet olur. Hikmetin aşırısı (Cerbeze) ya’nî, ukalâlıkdır. Noksan olması ise; (Belâdet), ya’nî kalın kafalılıkdır. Adâletin aşırısı ve noksanı olmaz. Yalnız zıddı, tersi olur ki, bu da (Zulm)dür. İffetin aşırısı (Fücûr) ya’nî (Sefâhet)dir. Noksan olması ise (Humûd) ya’nî durgunlukdur. Şecâ’atin aşırısı (Tehevvür) ya’nî saldırmakdır. Noksanı, korkaklıkdır. Ahlâkın bu nev’leri, İmâm-ı Gazâlî hazretlerinin (İhyâ) kitâbında böyle ta’rîf edilmişdir. Abdülganî Nablüsînin[1] (Hadîkat-ün-Nediyye) kitâbında da yazılıdır. Bu kitâb, arabî olup, İstanbulda, (Hakîkat Kitâbevi) tarafından, ofset yolu ile basdırılmışdır. Ba’zılarına göre hikmet, iffet ve şecâ’at bir araya gelince (adâlet) olur.
Cerbeze huylu kimse, rûhun kuvveti olan aklını, hiyle, dedikodu, maskaralık yapmak için kullanır. Belâdet huylu kimse, hakîkatları anlıyamaz. İyi, kötü şeyleri birbirinden ayıramaz. Tehevvür huylu kimse, kendini tehlükelere atar. Kuvvetli düşmanla döğüşmeğe kalkar. Korkak olan adam, sabr edemez. Dayanamaz. Hakkını arayamaz. Fücûr huylu olan kimse, yimekde, içmekde ve evlenmekde mekrûhlara ve harâmlara sapar. Çirkin, kötü işlerden zevk alır. Humûd huylu olan kimse de, halâl olan zevkleri, meşrû’ olan arzûları terk eder. Yâ kendi helâk olur, yâhud nesli kesilir.
İnsanlarda bulunan bütün güzel ahlâk, yukarıda bildirilen dört iyi ana huydan doğar. Herkes bu dört huy ile öğünür. Hattâ, soyu ile, yakınları ile iftihâr eden kimseler, onlarda bu huylar bulunduğu için öğünürler.
[1] Abdülganî Nablüsî, 1143 [m. 1731]de Şâmda vefât etdi.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
İKİNCİ BÂB
Burada dört esâs iyi huyun kısmları bildirilecekdir. Bu dört ana huydan türeyen iyi huylar, sayısız denilecek kadar çokdur. Bunların herbirini anlatmağa insan gücü yetişmez. Burada, islâm ahlâkcılarının üzerinde durdukları, meşhûrlarını bildireceğiz.
Hikmetden, yedi iyi huy meydâna gelmekdedir:
1 -Birincisi (Zekâ)dır. Bir melekedir. Bir alışkanlıkdır. Bunun yardımı ile, insan, bilinen şeylerden, bilinmiyenleri çıkarır. Delîlleri bir araya toplıyarak, aranılan şeyleri bulur. Bunu kazanmak için, ma’lûm şeyler yardımı ile mechûl olan şeyleri bulmağa çalışmak, hesâb [matematik] ve hendese [geometri] problemleri çözmek lâzımdır.
İnsanların zekâları muhtelif mikdârdadır. Zekânın en üstün derecesine (Dehâ) denir. Zekâ (Test) üsûlü ile ölçülür. Yirminci asrın tanınmış rûhiyyâtcılarından [psikologlarından] Amerikalı Terman[1] diyor ki, test üsûlü ile zekâ ölçmesi, ilk olarak Osmânlılarda yapıldı. Osmânlı orduları Avrupada ilerliyor. Viyana elden gidiyordu. Viyana gidince, bütün Avrupanın müslimânların eline geçmesi çok kolay olacakdı. Osmânlılar, Avrupaya islâm medeniyetini getiriyor. İlm, fen, ahlâk nûrları, hıristiyanlığın karartdığı, uyuşdurduğu yerlere, zindelik, insanlık, huzûr, se’âdet saçıyordu. Asrlarca, diktatörlerin, kapitalistlerin, papasların zulmleri altında inleyen, barbarlaşan Avrupa, islâm adâleti ile, islâm ilmleri ile, islâm ahlâkı ile, insan haklarına kavuşuyordu. Avrupa diktatörleri ve öncelikle hıristiyan kiliseleri, Osmânlı ordularına karşı son gayretlerini harcıyorlardı. Bir gece, İstanbuldaki, ingiliz sefîri, Londraya târihî mektûbunu yolladı. BULDUM... BULDUM!... Osmânlı ordularının ilerleme sebebini buldum. Onları durdurmanın yolunu buldum diyor. Şöyle yazıyordu:
(Osmânlılar ele geçirdikleri her yerde din, ırk farkı gözetmeksizin, seçdikleri çocukların zekâlarını ölçüyor, ileri zekâlıları ayırarak, medreselerde okutup, islâm terbiyesi ile yetişdiriyorlar. Bunlar arasından da seçdiklerine, serâydaki ENDERUN denilen yüksek okulda, o zemânın en ileri bilgilerini veriyorlar. İşte, Osmânlı siyâset adamları, başkumandanları, böyle seçilen, yetişdirilen keskin zekâlı şahsiyyetlerdir. Sokullular, Köprülüler, böyle yetişmişdir. Osmânlı akınlarını durdurmak, hıristiyanlığı kurtarmak için biricik çâre, enderun mekteblerini ve medreseleri dağıtmak, onları içerden yıkmakdır). Bu mektûbdan sonra, İngilterede (Müstemlekeler nezâreti) kuruldu.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Burada yetişdirilen câsûslar ve hıristiyan misyonerleri ve masonlar, yalan propaganda ve yaldızlı va’dlerle avladıkları câhilleri Osmânlı devletinin kilid noktalarına yerleşdirmeğe ve bu kuklaların eli ile; medreselerden fen, ahlâk derslerini, hattâ, yüksek din bilgilerini kaldırmağa, müslimânları câhil bırakmağa uğraşdılar. Bu sinsi kampanyalarında, tanzîmatdan sonra tam başarı sağladılar. İslâm devleti yıkıldı. İslâmiyyetin dünyâya neşr etdiği se’âdet, huzûr nûrları söndü.
[1] Terman 1380 [m. 1960] de sağ idi.
2 -Sür’at-i fehmdir. Buna (Sür’at-i intikâl) de denir. İhtiyâc olunca, lâzım olan şeyi hemen anlıyan melekeye denir. Birşey işitince, onun aksini, tersini de hemen anlar. Zekâ, düşünmede ve incelemede, ya’nî fikrde ve nazarda olur. Ya’nî bilinen şeyleri inceleyip, bunlardan bilinmeyen bir netîce elde eder. Sür’at-i fehm ise, fikrden ve nazardan başka şeylerde olur.
3 -Zihn açıklığıdır. İstediği şeyleri çabuk anlamak, elde etmekdir.
4 -Dikkat etmekdir. Düşünceler mâni’ olmayıp, istediği şeye teveccüh etmekdir.
5 -Te’akkuldür. Lüzûmlu şeyleri öğrenirken, herşeyin, haddini, sınırını aşmamakdır. Ya’nî lüzûmlu olanı terk etmez, lüzûmsuz olanla da meşgûl olmaz, vakt öldürmez.
6 -Tehaffuz, ya’nî unutmamakdır. Rûhun, akl erdirdiği, anladığı bilgileri unutmamasıdır.
7 -Tezekkürdür. Hâfızadaki bilgileri, her istenilen zemânda hâtırlamakdır.
Şecâ’atden hâsıl olan iyi huylar onbirdir:
1 -Ağır başlı olmakdır. Medh olunmakdan sevinmez, zem olunmakdan üzülmez olmakdır. Fakîrle zenginleri müsâvî tutar. Tatlıyı, acıyı tefrîk etmez. Hâdiselerin değişmesi ile ve korkulu, sıkıntılı hâller karşısında çalışması sarsılmaz.
2 -Necdet, ya’nî yiğitlikdir. Korkulu hâllerde, sıkıntılı işlerde, sabr ve sebât etmekdir. Bu zemânda, bağırıp çağırmaz. Uygunsuz iş yapmaz.
3 -Himmet sâhibi olmak, gayretli olmakdır. Bu dünyânın mevkı’i, rütbesi, yükselmesi, alçalması, serveti gözünde olmaz.
4 -Sebâtdır. Maksada kavuşmak için çalışırken, karşılaşılan sıkıntılara katlanmak, dayanabilmekdir.
5 -Hilmdir. Rûhun sâkin olması, kızmamasıdır. Yumuşak huylu olmakdır.
6 -Sükûndür. Vatanı, dîni ve milleti korumak için yapılan cihâdlarda, muhârebelerde gayret ve mukâvemet gösterip, düşmanına alay etdirmemekdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
7 -Şehâmetdir. İyi işler yapmak, yüksek mertebeler ele geçirmek istemekdir. Hayr ile anılmak, sevâb kazanmak ister.
8 -Tehammüldür. Güzel huylar, iyi işler edinmek için çalışmakdan yılmamakdır.
9 -Tevâdu’dur. Dünyâ rütbelerinde kendinden aşağı olanlara büyüklük göstermemekdir. Çünki, eline geçenler, Allahü teâlânın lutfü ve ihsânıdır. Kendi elinde birşey yokdur. Mevkı’ ve servet sâhiblerinin tevâdu’ göstermeleri iyi olur. Sevâb olur. Bir menfe’ate kavuşmak veyâ bir zarardan korunmak için tevâdu’ göstermeğe (tebasbus), ya’nî yaltaklanma denir. Dilencilerin tevâdu’ları böyledir. Günâhdır.
10 - Hamiyyetdir. Dîni, milleti himâye etmekde, korumakda, şerefini savunmakda, tenbellik etmeyip, bütün kuvveti ile gayret etmekdir.
11 - Rikkatdir. İnsanlardan gelen zararlara üzülmemekdir. Bundan dolayı işlerinde ve hareketlerinde değişiklik olmamalıdır.
İyilik yapmasını durdurmamalıdır.
İffetden on iki iyi huy meydâna gelir:
1 -Hayâdır. Hayâ, kötü iş yapınca utanmakdır.
2 -Rıfkdır. Rıfk, islâmiyyete uymakdır. Kelimenin ma’nâsı, acımak, iyilik etmek demekdir.
3 -Hidâyetdir. İyi huylu olmağa çalışmakdır.
4 -Müsâlemetdir. Fikrler ayrıldığı, sözler çoğaldığı zemân, münâkaşa etmemek, sertliği, bölücülüğü, ayırıcılığı istemeyip, uyuşmak, barışmak istemekdir.
5 -Nefse hâkim olmakdır. Şehvet zemânında nefse uymamak, irâdesine hâkim olmakdır.
6 -Sabrdır. Kişi harâmdan sakınıp, nefsin kötü arzûlarını yapmamakdır. Böylece, sonu pişmânlık olan lezzetlerden yüz çevirir. Sabr ikiye ayrılır: Biri, günâh işlememek için sabr etmekdir. Şeytân ve insanın kendi nefsi ve kötü arkadaşlar, insana günâh işletmek isterler. Bunları dinlemeyip sabr etmek çok sevâbdır. Burada bildirilen sabr, işte bu sabrdır. İkincisi, derdlerin, belâların acılarına sabr edip, bağırıp çağırmamakdır. Çok kimse, sabr deyince, yalnız bu sabrı anlar. Bu sabr da sevâbdır. Ya’nî sabrın ikisi de farzdır.
7 -Kanâ’atdir. Nafakada, ya’nî yime, içme, giyinme ve barınacak yerde zarûret mikdârına râzı olup, dahâ çok aramamakdır.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Yoksa, verileni almamak demek değildir. Bu huya taktîr derler ki, kötü huydur. Aklın da, islâmiyyetin de beğenmediği birşeydir. Kanâ’at ise, iyi ahlâkdır. [Ölmemek, bir uzvu telef olmamak için lâzım olan şeye (Zarûret) denir. Nafaka için ve bedeni sıkıntıdan korumak için, lâzım olan şeye (İhtiyâc) denir. İhtiyâcdan fazla olup, hoşa giden, tatlı olan ve insanın kıymetini, şerefini korumaya yarayan şeylere (Zînet eşyâsı) denir. Zînet eşyâsını, övünmek, başkalarına gösteriş, üstünlük sağlamak için kullanmağa (Tefâhur) denir. Zarûret ve nafaka eşyâsını te’mîn etmek farzdır. Nafakadan fazla olan ihtiyâc eşyâsını, meselâ ilâc ve tabîb ücretini te’mîn etmek sünnetdir. Zînet câizdir. Tefâhur harâmdır.]
8 -Vekârdır. İhtiyâcları ve kıymetli şeyleri elde ederken sür’at ve acele etmeyip, yavaş hareket etmekdir. Vekâr, ağır başlı olmakdır. Yoksa, fırsatı kaçıracak, menfe’atini kapdıracak şeklde uyuşuk olmak değildir.
9 -Vera’dır. İslâmiyyetin harâm etdiği ve harâm şübhesi olan şeylerden sakınmak ve emr etdiği şeyleri, herkese yarar işleri yapmakdır. Kusûrlu ve gevşek olmakdan sakınmakdır.
10 - İntizâmdır. İşleri bir sıraya, düzene koyarak yapmakdır.
11 - Hürriyyetdir. Mâlı, parayı halâldan kazanmak ve iyi yerlere vermek, herkesin hakkını gözetmekdir. Hürriyyet, başı boş olup, her istediğini yapmak demek değildir.
12 - Sehâvetdir. Parayı, mâlı, hayrlı, iyi yerlere dağıtmakdan lezzet almakdır. İslâmiyyetin emr etdiği yerlere seve seve vermekdir. Sehâvet, cömerd olmak demekdir. İyi huyların en yükseklerindendir. Âyet-i kerîmelerle ve hadîs-i şerîflerle medh olunmuşdur. Sehâdan birçok iyi huylar doğar. Bunlardan sekizi meşhûrdur:
1 -Keremdir. Herkese fâideli işleri, para yardımı yapmasını sevmekdir.
2 -Îsârdır. Kendi muhtâc olduğu mâlı, muhtâc olan başkasına verip, yokluğuna kendisi sabr etmekdir. İyi huyların çok kıymetlisidir. Âyet-i kerîmeler ile medh olunmuşdur.
3 -Afvdır. Düşmandan veyâ suçludan intikam almağa, karşılığını yapmağa gücü yeter iken, yapmamakdır. Kötülüğe iyilikle karşılık etmek, afvdan dahâ iyi olur. Beyt:
Kötülüklere karşı, kolay olur kötülük,
Kötülük yapanlara, iyilik yapmak merdlik!

4 -Mürüvvetdir. Muhtâc olanlara, lâzım olan şeyleri vermekdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Başkalarına iyilik etmesini sevmekdir.
5 -Vefâ’dır. Tanıdıklara, arkadaşlara geçim işlerinde yardımcı olmakdır.
6 -Müvâsâtdır. Tanıdıkları, arkadaşları ni’metlerine ortak kılmak, iyi geçinmekdir.
7 -Semâhatdır. Vermesi lâzım ve vâcib olmıyan şeyleri, seve seve vermekdir.
8 -Müsâmeha etmekdir. Terk etmesi lâzım olmıyan şeyleri, başkasına fâideli olmak için terk etmekdir. Başkasının kabâhatini görmemezlik demekdir.
Adâletden on iki huy doğmakdadır:
1 -Sadâkatdir. Arkadaşını sevmekdir. Onun iyiliğini, râhatını istemekdir. Onu zarardan korumakdır. Onu sevindirmeğe çalışmakdır.
2- Ülfetdir. Bir topluluğun, din ve dünyâ düşüncelerinde, inançlarında birbirlerine uygun olmalarıdır.
3 -Vefâdır. İyi geçinmek, yardımlaşmakdır. Sözünde durmak, hakkını gözetmekdir de dediler.
4 -Şefkatdir. Başkalarına derd, felâket gelmesinden üzülmekdir. Herkesin sıkıntıdan kurtulmasına çalışmakdır.
5 -Sıla-i rahmdir. Akrabâyı, yakınlarını gözetmek, ziyâret etmek ve yardım etmekdir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” bir hadîs-i şerîfde, (Putları, tapınılan heykelleri kırmak için ve akrabâya iyilik etmek için gönderildim) buyurdu.
6 -Mükâfâtdır. İyiliğe karşı iyilik etmekdir.
7 -Hüsn-i şirketdir. Hakkı gözetip adâlet eylemekdir.
8 -Hüsn-i kazâdır. Herkesin, herşeyde hakkını gözetip, başa kakmamak ve pişmân olacak iş yapmamakdır.
9 -Teveddüddür. Teveddüd, muhabbet demekdir. Arkadaşlarını sevip, hediyye vermek, kendini sevdirmekdir.
10 - Teslîmdir. İslâmiyyetin emrlerini ve yasaklarını ve islâm ahlâkını, tatlı gelmese dahî, kabûl edip râzı olmakdır.
11 - Tevekküldür. İnsan gücünün dışında olan ve değişdirilemiyecek olan üzücü hâdiseleri, olayları, ezelde takdîr edilmiş, yazılmış bilip, üzülmemek, Allahü teâlâdan geldiğini düşünerek, seve seve karşılamakdır.
12 -İbâdetdir. İbâdet, herşeyi yokdan var eden ve her canlıyı, her an görünür görünmez kazâlardan, belâlardan koruyan ve her an çeşidli ni’metler, iyilikler vererek yetişdiren Allahü teâlânın emr ve yasaklarını yerine getirmekdir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ona hizmetde kusûr etmemeğe çalışmakdır. Allahü teâlânın sevgisine kavuşmuş olan Resûllere, Nebîlere “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Velîlere, Âlimlere “rahime-hümullahü teâlâ”, benzemeğe özenmekdir.
[Müslimânlar iki kısmdır: Havâs [âlimler] ve avâm [câhiller]. Türkçe (Dürr-i yektâ)da diyor ki, (Avâm, sarf ve nahv ve edebiyyât ilmlerinin üsûllerini, kâ’idelerini bilmiyen kimselerdir. Bunlar fetvâ kitâblarını anlıyamaz. Bunların, (îmân) ve (ibâdet) bilgilerini arayıp, sorup, öğrenmeleri farzdır. Âlimlerin de, sözleri, va’zları ve yazıları ile, önce îmân, sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Zahîre) ve (Tâtârhâniyye) kitâblarında, îmânın şartlarını ve (Ehl-i sünnet i’tikâdı)nı öğretmenin herşeyden evvel lâzım olduğu bildirilmekdedir). Bunun içindir ki, büyük âlim, zâhir ve bâtın ilmlerinin mütehassısı seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî “rahmetullahi aleyh”, vefâtına yakın, (İstanbul câmi’lerinde, otuz sene, yalnız Ehl-i sünnet âlimlerinin kitâblarında yazılı olan îmânı, ya’nî Ehl-i sünnet i’tikâdını ve islâmın güzel ahlâkını anlatmağa çalışdım. Ehl-i sünnet âlimleri, bu bilgileri, Eshâb-ı kirâmdan, Onlar da, Resûlullahdan öğrendiler.) demişdir. Îmân bilgilerine (Akâid) ve (İ’tikâd) denir. Bunun için biz de, bütün kitâblarımızda, Ehl-i sünnet i’tikâdını, islâmın güzel ahlâkını, herkese iyilik ve hükûmete yardım etmek lâzım olduğunu bildiriyoruz. Seyyid kutb ve Mevdûdî gibi din câhillerinin ve (Teblîg-ı cemâ’atcı) gibi bid’at sâhiblerinin, ya’nî mezhebsizlerin hükûmete karşı kışkırtıcı, kardeşi kardeşe düşman yapıcı, bölücü yazılarını tasvîb etmiyoruz. Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Din, kılıncların gölgeleri altındadır) buyurarak, müslimânların hükûmet ve kanûn himâyesinde râhat yaşayabileceklerini bildirdi. Hükûmet, kuvvetli oldukça, râhat, huzûr artar. Avrupa, Amerika gibi kâfir memleketlerde râhat yaşayan, dînî vazîfelerini serbestçe yapan müslimânlar da, kendilerine hürriyyet veren hükûmete, kanûnlara karşı gelmemeli, fitneye, anarşiye âlet olmamalıdır. Ehl-i sünnet âlimleri “rahime-hümullahü teâlâ” böyle olmamızı emr etmekdedir. İbâdetin en üstünü, en kıymetlisi, fitne fesâd ateşi ile oynamamak ve isyân edenlere, fitne, anarşi çıkaranlara âlet olmamak, (Ehl-i sünnet i’tikâdı)nı öğrenip, îmânının buna uygun olmasına çalışmakdır. Îmânını böyle düzelterek, (Bid’at ehli) denilen yetmişiki çeşid bölücü, bozuk inanışdan kurtuldukdan sonra, ibâdetlerde de bid’at işlemekden sakınmalıdır. İslâmiyyetin emr etmediği şeyleri ibâdet zan ederek yapmağa (İbâdetde bid’at) denir. Allahü teâlânın emrlerine ve yasaklarına (Ahkâm-ı islâmiyye) denir.
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
Ahkâm-ı islâmiyyeye uymağa (İbâdet etmek) denir. İbâdetlerin doğru olarak yapılmasını bildiren (Dört mezheb) vardır. Bunların dördü de hakdır, doğrudur. Bu dört mezheb, Hanefî, Şâfi’î, Mâlikî, Hanbelî mezhebidir. Her müslimânın bu dört mezhebden birisinin (İlm-i hâl) kitâbını okuyup, ibâdetlerini bu kitâba uygun yapması lâzımdır. Böylece, bu mezhebe girmiş olur. Bu dört mezhebden birine girmiyen kimseye (Mezhebsiz) denir. Mezhebsiz olan, Ehl-i sünnet değildir. Ehl-i sünnet olmıyan da, ya (Bid’at ehli)dir, yâhud kâfirdir.
Hazret-i Alî “kerremallahü vecheh” buyuruyor ki, (Öldükden sonra tekrâr dirilmeğe inanmıyan birini görürsen, ona de ki: Ben inanıyorum. Senin dediğin doğru çıkarsa, benim hiç zararım olmaz. Benim dediğim doğru olunca, sen sonsuz olarak ateşde yanacaksın!). Avrupada, Amerikada bütün fen adamları, devlet adamları, profesörler, kumandanlar, âhıret hayâtına inanıyorlar. Hepsi, kiliselere gidip tapınıyorlar. Yehûdîler, Budistler, Berehmenler, ateşe tapanlar, putperestler, medenî, vahşî herkes inanıyor. Yalnız, birkaç komünist memleketini idâre eden, yalancı, zâlim, azgın diktatörler ve bunların etrâfındaki ve başka memleketlerdeki paralı uşakları inanmıyor. Geçinebilmeleri ve zevkleri için, din düşmanlığı yapan birkaç câhilin, ahmağın, dünyâ nüfûsunun yüzde doksanını teşkil eden, inananlar karşısında, haklı olacakları düşünülebilir mi? İnanmıyan bir kimse ölünce, kendi inancına göre, yok olacak. İnanana göre ise, Cehennemde sonsuz azâb görecekdir. İnanan bir kimse ölünce, inanmıyana göre, yine yok olacak. Kendi inancına göre, sonsuz zevkler, ni’metler içinde yaşayacakdır. Aklı, bilgisi olan bir insan, bu ikisinden hangisini seçer? Elbet, ikincisini değil mi? Dünyâ işlerindeki, madde âlemindeki intizâm, Allahü teâlânın varlığını akl sâhiblerine haber veriyor. Âhıretin var olduğunu da Allahü teâlâ haber veriyor. O hâlde, Aklı, ilmi olanın, Allahın varlığına ve birliğine inanması lâzımdır. İnanmamak, ahmaklık, câhillik olur. Allahü teâlâya îmân etmek, Onun (Ülûhiyyet sıfatları)na ya’nî Onun (Sıfât-ı zâtiyye)sine ve (Sıfât-ı sübûtiyye)sine ve verdiği haberlere inanmakdır ve Onun dînine uymakdır. İslâmiyyete uyan bir kimse, dünyâda da râhat ve mes’ûd yaşar. Herkese iyilik eder. Allahü teâlâ, kullarına çok acıdığı için, fâideli şeyleri yapmalarını emr etmişdir. Bu emrlere (Farz) denir. Zararlı şeyleri yasak etmişdir. Bunlara (Harâm) denir. Farzların ve harâmların hepsine (Ahkâm-ı islâmiyye) denir. Dinler, Allahü teâlânın kullarına rahmetidir, ihsânıdır. Dinlere inanan ve uyan, dünyâda ve âhıretde Allahü teâlânın ihsânına kavuşur, mes’ûd olur.
İnanmıyan, aklı ile fâideli olduğunu anlayarak, dünyâ işlerinde uyarsa, yalnız dünyâda mes’ûd, râhat yaşar. Şimdi Avrupalıların bir kısmı, bunun için, râhat ve mes’ûd yaşamakda, islâmiyyete uymıyan müslimânlar zelîl, hakîr yaşamakdadır.]
 

Hasret ruzgari

Aktif Üyemiz
ÜÇÜNCÜ BÂB Burada kötü ahlâk bildirilecekdir. İyi huyların anası, temeli dört iyi huy idi. Kötü huyların başı da dörtdür:
1 -Rezâlet, hikmetin zıddıdır.
2 -Cübn, korkmak, yüreksiz olmak, şecâ’atin zıddıdır.
3 -Fücûr, nefse uymak, günâh işlemek, iffetin zıddıdır.
4 -Cevr, zulmdür. Adâletin zıddıdır.
Her iyi huyun zıddı, karşılığı olan sayısız kötü huy vardır. Çünki iyilik demek, tam orta yol demekdir. Ortanın sağında, solunda olmak, iyilikden ayrılmak olur. Ortadan uzaklığı kadar, iyiliği azalır. Hak yol birdir. Sapık, bozuk yollar ise, çokdur. Hattâ sonsuzdur. Doğru yola kavuşdukdan sonra, orada kalmak, oradan hiç çıkmamak çok zordur. Hûd sûresinin yüzonüçüncü âyetinde meâlen, (Emr olunduğun doğru yolda bulun!) buyuruldu. Bu âyet-i kerîme indiği zemân, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Hûd sûresi, sakalıma ak düşürdü) buyurdu. Âyet-i kerîmede emr olunan istikâmeti yerine getirebilmek için, Peygamberler “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât”, Velîler, Sıddîklar “rahime-hümullahü teâlâ” şaşkına dönmüşlerdir. Bu korkudandır ki, Efdal-i kâinâtın “sallallahü aleyhi ve sellem” mubârek sakalına ak düşmüşdür. Doğru yolda bulunabilmek çok güç olduğu için, (Sırat köprüsü, kıldan ince, kılıncdan keskindir) buyuruldu. Fâtiha-i şerîfe sûresindeki âyet-i kerîmenin meâl-i şerîfi, (Doğru yola kavuşdurmasını Allahü teâlâdan dileyiniz!)dir. Mü’mine bu dünyâda, doğru yola yapışmak lâzımdır. Kıyâmet günü, Sırat köprüsünden geçebilmek için, dünyâda, doğru yolda bulunmak gerekdir.
Evliyânın büyükleri “rahime-hümullahü teâlâ” buyuruyor ki, Muhbir-i sâdık, [ya’nî hep doğru söyleyici] “sallallahü aleyhi ve sellem”, kıyâmetdeki ni’metlerden ve azâblardan her ne haber verdi ise, onların hepsi, insanın bu dünyâda kazandığı huyların, ahlâkın ve amellerin sûretleridir. Oradaki görünüşleridir. Ahlâkda ve amelde doğru yolda bulunmanın, oradaki sûreti, görünüşü de, sırat köprüsüdür denildi. Dünyâda doğru yolda bulunanlar, islâmiyyetden ayrılmıyanlar, orada sırat köprüsünü, çabuk geçecek, ma’rifetler ve olgunluklar Cennetlerine ve iyi amellerin bağçelerine kavuşacaklardır.
 
Üst Alt