Ölüm tefekkürü!

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Bismillahirrahmanirrahim..

Mutlaka bir cenazeye gitmişinizdir.
Ve o cenazede tabut ve tabutun üstünde bir yeşil örtü görmüşünüzdür.
O yeşil örtünün üzerinde sırma ile yazılı bir ayet vardır.
Kuran kesinlikle "öleceksiniz" demez, ölümü "tadacaksınız der; kişi ölümü tattığı anda ölmüş olduğunu fark etmez.
Kişi kendi bedenini yıkayanı ve çevresindekileri görür, bilir,tanır.
Kendi cenaze namazını kılanları, tabutun içinde ve üstü örtülü olmasına rağmen görür, bilir ve tanır.
Mezardan uzaklaşanların ayak seslerini işitir.
Sonra kabrin çindeyken iki melek gelir.
Münker, Nekir adlarıyla, maruf.
Ve ona bazı sualler sorar.
O suallerinde cevabını verir.
Bir yerde bir koltukta oturuyorsunuz, çevrenizde de insanlar var.
O anda elinizi kaldırmak istiyorsunuz, kaldıramıyorsunuz.
Bir şey söylemek istiyorsunuz sesiniz çıkmıyor, bir anda paniğe düşüyorsunuz.
Dikkat edin.
Aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duyularınız yerinde, dışarıda olup bitenleri görüyorsunuz.
Fakat beden bir anda yığılıp kalmış. "Ölülerinizin yanında haykırıp, bağırıp, çağırmayın onlara eziyet edersiniz"
Çünkü; o zaten ölü değil!!
Derken alıyorlar bedeni koltuğun üstüne uzatıyorlar, törelerine göre getirip üstüne bir bıçak, bir çatal bir şeyler koyuyorlar.
Siz orda çevrenizde ağlaşanları seyredip duruyorsunuz.
Sonra alıyorlar sizi, götürüyorlar bir hamama sıcak bir yere, üstünüze suları döküyorlar, sizi evirip çeviriyorlar, siz ne kadar uğraşırsanız uğraşın, dışarıyla iletişim kurmaya "Ben yaşıyorum!" demeye diyemiyorsunuz.
Ama sizi yıkayanları görüyorsunuz, biliyorsunuz, tanıyorsunuz.
Tanıyorsunuz ama maddi dünyasıyla bağınız kopmuş.
Param diyorsunuz, işim diyorsunuz, koltuğum diyorsunuz, anam, karım, çocuğum diyorsunuz hiç!
Bunların hiçbiri size ulaşamıyor.
Ve bunlara dokunamıyorsunuz.
Ölümü tatma anındaki olayların bazı ana noktalarını vurgular.
Öyleyse ölüm denen olayın ne olduğunu bir an için hatırlayalım.
Şöyle anlatayım size ölümü;
Daha sonra sizi alıyorlar beyaz bir kefene sarıyorlar, tahta bir sandığın içine koyuyorlar, üstünüzü kapatıyorlar ama o tahta sizin görüşünüze mani olmuyor, dışarıda olanları seyrediyorsunuz.
Gözleri yaşlı, hüzünlü insanları görüyorsunuz.
Sonra götürüyorlar bir musalla taşına koyuyorlar.
Hüzünlü an, çevrenizde ağlıyorlar, haykırıyorlar.
Gözü yaşlı karınız, kocanız, çocuğunuz, ananız, babanız, arkadaşlarınız
Ve siz bunları da seyrediyorsunuz...
Sonra sizi alıyorlar bir mezarın yanına getiriyorlar.
Koyuyorlar toprağın üzerine, mezar kazılıyor çevrenizde hüzünlü insanları görebiliyorsun.
İşte o anda hayatınızın en büyük paniği başlıyor. Yaşamınızın en büyük paniğini o anda yaşıyorsunuz.
Çünkü aklınız, şuurunuz, idrakiniz, bütün duygularınız sizinle beraber, yani siz o anda yaşıyorsunuz, fakat bedeni içinde bir örtüde ve o mezarın içine konacağınızı, üstünüze toprağın atılacağını, ve orada hapis kalacağınızı, görüp hissediyorsunuz.
Hz. Ömer(r.a) soruyor; Ya Resul! Ben mezara konduğum zaman şu andaki aklım, idrakim, duygularım, şuurum, aynen muhafaza olacak mı?
Evet, Ya Ömer!
Aynen şu andaki aklın, idrakin, duygularınla var olacaksın.
Evet.
Kişi o mezara gömülme anında hayatının en büyükpaniğini yaşıyor.
Diri diri toprağa gömülüyor Ve sizi en sevdiklerinizin elleriyle toprağa alıp o mezarın içine koyuyorlar, üstünüze toprağı atmaya başlıyorlar.
Tahtalar konuluyor veya beton taşlar konuluyor, dışarıyla ilginiz kesiliyor.
Ama dışarıdaki sesleri duyuyorsunuz, toprağın içinde canlı canlı hapis kaldığınızı hissediyorsunuz.
Evet bedende bir olay yok o ana kadar ama, siz o toprağın içinde canlı canlı hapissiniz.
Bağırmak, haykırmak istiyorsunuz;
Beni buraya bırakmayın! beni buraya koymayın!, ben yaşıyorum!, canlıyım!, diriyim! Ben de sizin kadar şuurluyum!
AMA İLETİŞİM YOK!
Bunlara ulaşamıyorsunuz ve sizi oraya bırakıyorlar, üstünüze toprağı kapatıyorlar, ışık kayboluyor, kapkaranlık bir mezarın içinde tek başınasınız...
Peygamberimiz(s.a.s) ş öyle diyor:" Kişi kabre konduğu zaman o panik içinde öyle bir haykırışla haykırır ki; feryadı arşa kadar yükselir. Fakat ne yazık ki insan kulağı o haykırışı işitemez."
İşte o panik anında düşünüyorsunuz ki, size dünyada iken söylenen; ölmek yok!
Hayat devam ediyor!
Öbür hayata kendini hazırlamazsan pişman olursun! İkazları gelmişti, ulaşmıştı fakat bunları kaa'le almamıştın. Artık mezardan geri dönüş yok.
Bitiyor, her şey son buluyor.
Ve orada gerçekten iki melek geliyor, size bazı sualler soruyor.
Siz o panik halinizle ne derece cevap verebiliyorsunuz, size ait olan bir olay..
Sonra aradan zaman geçiyor, mezarın içinde yılan, çıyan, köstebek, fare kenarlardan çıkıyor geliyor sizin kaşınızı, gözünüzü, yanağınızı, ağzınızı, burnunuzu, karnınızı, bağırsaklarınızı yemeye başlıyor.
Ve siz mezarda kendi yenişi, bu hayvanlar tarafından parçalanışınızı seyrediyorsunuz, hissediyorsunuz.
Evet, fiziki bedeninize olan fiziksel bir azap size ulaşmıyor ama kendinizi kâbus görür şekilde düşünün, rüyada, yatakta...
Rüyanızda size gelen baskıları, birtakım hayvanların size verdiği zararı veya bir uçurumdan düşüşünüzü bir bıçağın sizi kesişini, boğulmanızı,
göğsünüze birinin oturup boğazınızı sıkmasını düşünün...
O anda fiziksel bir olay yok ama sizin yaşadığınız kâbus.
İşte mezarda öyle bir kâbusun içine düşüyorsunuz ki, uyanma, geri dönme yolu yok.
Ve böylesine başlayan bir ÖLÜM ÖTESİ YAŞAM
Yani siz ölümün ne olduğunu tadıyorsunuz.
Tadış sizde bir şey değiştirmiyor.
Herhangi bir şeyi tattığınız zaman nasıl şuurunuzda, idrakinizde bir değişme olmuyorsa, sadece o şeyin ne olduğunu anlıyorsanız, "ölümü tatmak" demek bu bedene kumanda edemez hale gelmeniz demek.
Bu bedene kumanda edemez hale geliyorsunuz, işte bu "ölümü tatmak" denen olay.
Ama yaşamınız devam ederek gidiyor o kabirde...
Size sorsam, bir aynaya baktığınız zaman ne görüyorsunuz? desem, hemen vereceğiniz cevap şu olur.
Aynaya baktığım zaman kendimi görürüm.
İşte "aynaya baktığım zaman kendimi görürüm" cevabınız Peygamberi, Kuran’ı ve ölüm ötesi yaşamı inkârdan başka bir şey değildir!
Eğer gördüğünüz aynada, sizin ben dediğiniz, kendim dediğiniz yapı ise bu beden belli bir seneler sonra toprak altında çürüyüp yok olacak ve bu hesaba göre sizinde yok olmanız gerekecektir.
Ama siz toprak altında Peygamberin bildirdiği bir şekilde yaşayacaksınız.
Bu beden çürüyüp yok olmasına rağmen demek ki aynada ben dediğiniz, kendim dediğiniz şeyi görmüyorsunuz.
Siz bir beden görüyorsunuz.
Sokakta bir araba görüyorsunuz, yaklaşıyorsunuz cama tıklıyorsunuz, cam açılıyor içerde bir adam, direksiyona yapışmış "Kimsin sen?" diyorsun.
"Ben 1956 modeli Chevrolet 'im " diyor.
Adama bakarsınız gülersiniz, kafayı üşütmüş zavallı dersiniz.
"Sen Chevrolet değilsin kardeşim, sen insansın, arabanın direksiyonunda oturuyorsun, bir süre sonra da direksiyondan kalkıp arabadan çıkarsın! " dersiniz.
Adam size "Hayır öyle şey yok, herkes bana böyle dedi, herkes de bana böyle diyor, ben otomobilim" cevabını veriyorsa artik siz ona daha fazla bir şey söylemezsiniz.
"Zavallı,
Allahim.gif
selamet versin" der, geçersiniz.
İşte bugün birtakım insanlar, ben 56 doğumlu bilmem kimim, ben 48 doğumlu bilmem kimim, ben 38 doğumlu bilmem kimim diyorsa o 56 model Chevrolet'im diyen şoförden farkı yoktur.
Siz belli bir süre için bu bedenle birlikte var olan, fakat bir süre sonra bu bedeni terk edip, bedensiz olarak yaş----- devam edecek bir varlıksınız.
İşte din dediğimiz olgu buradan ileri geliyor, şu anda her ne kadar bu nedenle bu madde dünyasında yer alıyorsanız da, belli bir süre sonra, bu
madde dünyasıyla tüm ilişkiniz kesilecek, paranız, koltuğunuz, karınız, kocanız, çoluğunuz - çocuğunuz, ananız, babanız v.s tümü geride kalacak, tek başınıza yepyeni bir hayata geçeceksiniz.
Eğer o hayatın şartlarına göre kendinizi hazırlayamadıysanız, hazırlama gereği duymadıysanız, siz ne olursa olsun o ortamda çok büyük bir sıkıntıya, azaba düşeceksiniz.
Er geç denize düşecek olan insan yüzme öğrenmek mecburiyetindedir.
Yüzmeyi öğrenmediyse, o denizin içinde boğulur.
Bunun başka yolu yoktur.
Ben dünyada böyle bir insandım, şöyle bir insandım, şunu yaptım, bunu yaptım.
Sen dünyada nasıl bir insan olursan ol, eğer yüzmeyi öğrenmediysen, denize düşünce boğulursun.
Sen eğer gideceğin ölüm ötesi aleme gereken bir biçimde hazırlanmadıysan, o alemde yer alacak olan ruh bedenini gerektiği bir biçimde, gereken enerjiyle güçlenmediysen, ne olursan ol o alemin batağında; B-O-Ğ-U-L-U-R-S-U-N
E canım ben Peygambere inanıyorum,
Allahim.gif
'a inanıyorum ama gerektiği gibi hazırlanamıyorum.
Lütfen Aldatmayalım kendimizi, mantığımızı çalıştıralım, beyni çalıştıralım gerçekçi düşünelim.
Halimizi gemideki adama benzemesin.
Peygamber sana diyor ki;"Eğer benim dediklerimi anlayıp idrak edemiyorsan, bana hiç olmazsa inan, ölüm ötesinde böyle bir yaşam var, o yaşamın
şartlarına göre tedbir alarak kendini kurtar.
Sen diyorsun ki;"Ben sana inanıyorum"
Sonra bildiğin gibi yaşıyorsun.
Peygambere inanmaktan gaye, Peygamberin dediğini anlayıp idrak etmek ve o bildirdiği tehlikeye karşı gereken tedbirleri almaktır. en ona gerektiği gibi kulak vermiyor, dediklerini anlamıyor, gereken tedbirleri almıyorsan, ne kadar" inanıyorum, onu çok seviyorum" dersen de, o gittiğin ortamda içine düşeceğin azaptan kendini kurtaramazsın.
Ona inanmaktan murat, onun önerdiği bir biçimde gereken tedbirleri almaktır.
Peygamberin senin inanmana ihtiyacı yok ki...
Sen ya geleceği idrak edip, gereken tedbiri alarak kendini kurtaracaksın veyahut ta es geçeceksin.
Gittiğin ortama gereken bir biçimde hazırlanmadığın içinde mahvolacaksın!
Diri diri kabre gömülüp, orada canlı canlı o azabı çekeceksin seneler ve seneler boyu.
Bulunduğun yerden bir başka yere 1-2 haftalığına gezmeye gitmeye kalkıyorsun, 6 ay evvelinden hazırlık yapıyorsun, oranın şartlarını öğreniyorsun, ne götüreyim, ne getireyim, yanıma ne alayım, orda nerede kalayım diye onu araştırıyorsun.
Ömür boyu, sonsuz yaşayacağın bir ortama gideceksin bir daha geri dönüş yok, oranın şartlarını araştırma gereği duymuyorsun.
Ondan sonra akıllıyım diye geçiniyorsun.
Bu mu aklın...
Hazırlanma kabul ama evvela oranın ne olduğunu öğren ondansonra hazırlanma, bilmediğin bir şeye nasıl tedbir alırsın veya nasıl tedbir almama gereğini
duyarsın.
Senin garanti senedin mi var, şu kadar sene yaşayacağına dair?
Bir damarındaki tıkanma, bir kalp krizi, bir beyin kanaması senin bir anda kaç yaşında olursan ol hayatının sonudur.
O andan itibaren sana ne karın, ne paran, ne kocan, ne anan, ne baban, ne bir başkası fayda edecek.
Peki, o ölüm denen olayla birlikte başlayacak olan ölüm ötesi yaşama hazırlanmadıysan seni kim kurtaracak, ne kurtaracak.
Allahim.gif
kerim canım, yukarıda
Allahim.gif
var canım nasıl olsa kurtarır deyip kendimizi aldatmayalım.
Lütfen bırakalım bu sonsuz aldatmacayı...
Yoksa vay halimize.............
 

MURATS44

Özel Üye
Hiç bu yönden düşünmemiştim.
Ölmek ile ölümü tatmak. Gerçektende çok farklı kavramlar. Öldükten sonra etrafımızdakileri görüyoruz, işitiyoruz, hissediyoruz ama bedenimize hükmedemiyoruz.
Ya ölürken çekilecek acı ?
Kulun önünde ölüm zahmetinden başka ne azap, ne üzüntü ne de korku bulunmasa bile, sadece ölüm anındaki şiddet onun gecesini gündüzüne katıp düşünmeye ve ölüm için hazırlanmaya yeterli olurdu..Üstelik ölüm de her an onunla karşı karşıyadır..
Hz. Musa (a.s) vefat edip de ruhu Allah'a ulaşınca rab-bi ona, "Ey Musa, ölümü nasıl buldun?" diye sordu, o da, "Kendimi kızgın bir tavanın üzerine konulmuş canlı bir serçe gibi hissetim; ölmez ki rahata kavuşsun, kurtulamaz ki uçup gitsin."
Bir başka rivayete göre Hz. Musa (a.s) şu cevabı vermiştir: "Kendimi kasabın elinde diri diri yüzülen koyun gibi zannettim."

Rivayet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a.v) vefat edeceği sıralarda yanında bir tas su vardı. Ara sıra elini tasa daldırır, ardından çıkarıp yüzüne sürdükten sonra, "Al-lahım! Bana ölüm sancılarını hafiflet" diye duada bulunurdu.
 
Üst Alt