Vakit Geçtir, Düş Erken

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Vakit Geçtir, Düş Erken


Düşüyor…
Karla karışık, toprakla barışık yağmurun düşüşünü seyrediyor binbir düş/ünceyle… Cama düşen her bir damlanın düşe kalka aldığı yolu izlerken birden aklına düşüyor o kelime.
“Düşmek” diyor usulca…
“Düşmek…”



Ve dilinden düşen o kelimenin verdiği hisle yüreğine düşenler şimdi sûrete bürünüyor…
En nihayetinde…
Bir düşkünün kaleminden harf harf düşüyor bu yazı.
Yıllarca kaleminin ucanda kıvranan şiirler, acıyla iki büklüm kıvrılan dizeler ve dalında bekleyeduran il/ham kelimeler teker teker sayfaya düşünce; binbir düşünce de ince ince üşüşüyor beynine…

“Düşmek…” diyor usulca.
Yıllar önce kalbine düşen bir cemre gibi, dilinde taşıdığı o şiiri anımsayarak onarmaya çalışıyor bütün o düş kırıklarını…

Yine zevrak-ı derûnum kırılıp kenâre düştü
Dayanır mı şîşedir bû reh-i seng-sâre düştü

Kara kara düşünüyor. Gönül paramparça düşebilir mi hiç yere? Ayna misâli kırılabilir mi filbahri kokulu düşler? Kenara düşen aslında savaş sonrası yorgun düşen bir kalpten öte nedir ki?
Ve en nihayetinde…
Esir düşen şiirler vardır ganimet niyetine…
Aşk…
Aşk hiç düşebilir mi, maşuğun kılıçtan keskin gözlerinin tam kalbine?
Yahut gönüle bir kere düşmüşse âşığın ismi, artık gözden düşebilir mi âşığın ta kendisi?
Düşüyor… Düşünüp taşınıyor.
Bir savaş yeri gibi birbirine düşen bunca düşüncenin ardından eline kuru bir düş kırıklığı düşüyor.

Bize hisse-î mahabbet dil-i pâre pâre düştü

Düşüyor…
Yollara düşüyor. Yolu düşüyor bir beyaz muammaya… Karla karışık, toprakla barışık yağmurun düşüşünden payına düşen karların düşünü kuruyor. Bir kinayeden de öte… Saçına ak düşüyor.
Ve yine de karların peşine düşüyor düşkün. Öyle sermest, öyle serkeş…
Yüreğine ateş düşüyor bir beyit nezdinde.
D/üşüyor ateş…

Düşkün de düşüyor elbet..
Herkes ve her şey bunca düşerken düşkün de düşüyor elbet...
Oysa dua edilmez mi “Allah düşürmesin!” diye, düşmez kalkmaz bir Allah’a…
Yine de kelimelerin ocağına düşüyor düşkün.
Başı dara düşmüş bir kulun “Düşenin dostu olmaz.” lafzını bildiği gibi... Dâr ağacına düşmüş bir idam mahkûmunun o donuk gözleri, o soğuk boynu gibi düşüyor.

Düşe kalka haste-î gam der-i lûtf-ı yâre düştü

Ve işte öylece…
İnce derde düşmüş sevdalılar gibi, elden ayaktan düşmüş yaralılar gibi sevdiğinin kapısına düşüyor düşkün. Pervasızca…
Ve yataklara düşüyor gam hastası, aşk ustasının elinden…
İğne atsan yere düşmeyecek mahşer gününde can kaygısına düşen insanlar gibi korkuya, telaşa, heyecana düşüyor gözleri:
“Ya başım O’nun yoluna düşmeden, canım bir hiç uğruna toprağa düşerse?”
Kara kara düş/üncelerin son/ucunda koca bir açmaza düşüyor işte sevda denilen de…

Yine nevbet-î tahammül dil-î bî-karâre düştü

Yine yollara düşüyor… Düşkünün beyninde düşünceler… İçine kurt düşmüş gibi yüreği(n)deler…
Düşmek, kimi zaman tuzağa düşmek gibi korkuludur.
Düşmek, kimi zaman aşka düşmek gibi tutkuludur.
Oysa “sevmek kimi zaman rezilce…” demiyor muydu şair?

Düşkün usul usul yürümekte karla karışık, toprakla barışık yağmurun altında. Ve her adımda biraz daha büyümekte…
Her gün binlerce maskesi düşen dünyanın, her geçen gün gitgide değeri düşen aşkın üstüne düşmemek gerektiğini düşünmekte…
Yağmurun arasından hissesine düşen kar tanelerini hissederken, diline düşen beyitleri de ihmal etmemekte…

Bana kendi tâliimden bu siyeh sitâre düştü

Hem de öyle bir bir düştü ki yıldızlar.. Öyle hemhâl, öyle düşvâr…
Düşüp durdular kendi düşenlerin ağlamadığı şehirlere…
Akşamın ilk ışıkları düşerken kentin kalbine, düşkün de karanlığa gölge düşürmeden geçip gitti karla karışık, toprakla barışık yağmurun içinden…
İade-i ziyaretti bu…
Ana rahmine düşmüşsen sonun topraktı.
Toprağın koynuna düşmüşsen sonun yaşamaktı.
“Yaşamak” dedi düşkün. İş başa düşmüştü.
Yaşa(n)dı.

Bu değildi neyleyüm bû yolum intizâre düştü

Düşüyordu.
Düşüyor.
“Düşü hayra yor” dedi içinden bir ses.
Her ne kadar bütün hayalleri suya düşmüşse de hâlâ dört ayak üstüne düşmeyi bekleyen umutları vardı.
Hayaller ve gerçekler böylesine düşmandı.
Koskoca bir tezada düştü düşkün. İşte her şey yalandı.
Bu besbelli uçurumvâri bir düşüştü.
Düşlerinin yarattığı o devasa boşluğa, koyu bir çirkinliğe düşen akbabalar üşüştü.

Kimi terk-i nâm u şâne kimi i’tibâre düştü

Acze düşmüş kelimeler vardı şimdi avcunda. Dünyaya aykırı düşen harfler…
Oysa biliyor düşkün, sevdiğinin yüreğine düşebilmenin, terki bile terk etmekten geçtiğini… Çok iyi biliyor gaflete düşen kalbini temizlemek için dağlara düşmek gerektiğini…
Mecnûn gibi…
Ferhat gibi…
Çok iyi biliyor, âşığın alın yazısına düşenin bir düşün peşine düşüp dağları, çölleri ve hatta karla karışık, toprakla barışık yağmurun ıslattığı yolları düşe kalka aşması gerektiğini...
Biliyor düşkün..
Düşleri bile bilemek gerektiğini biliyor…
Düşü biliyor.. Ve herkes gibi düşkün de…
Düşebiliyor..

Ve işte düşüyor düşkün…
Düşüyor…
Karla karışık, toprakla barışık yağmurun düşüşünü seyrediyor binbir düş/ünceyle…
Ve bu kez yavaşça düşen bir kar tanesinin birbirinden farklı desenlerine tutunup bırakıyor kendini o muhteşem çukura.. Kazdığı kuyuya kendi düşüyor düşkün…

“Düşmek” diyor usulca…
“Düş/
mek…”
d
ü
ş



SENEM GEZEROĞLU​
 
Üst Alt