Uyan Gaflet Uykusundan

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Uyan Gaflet Uykusundan
Allah Teala, A’raf suresi, 179’da, “asıl gaflet içinde olanlar” diye tavsif buyurduğu, “hayvanlar gibi, hatta daha da şaşkın” olarak nitelediği ve yolları cehenneme çıkacak olanları şu özellikleriyle bildiriyor:

“Onların kalbleri vardır, onlarla kavramazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler, kulakları vardır, onlarla işitmezler.”
Nahl Suresi, 108’de ise, “gafil olanların ta kendileri” diye tanımlanan insanlar için “Allah’ın, kalplerini, kulaklarını ve gözlerini mühürlediği kimseler” ifadesi kullanılır.
Demek gaflet, Yaratan nazarında, bir kalb, kulak ve göz mühürlenmesidir. Dolayısıyla kalbin kavrama, gözün görme, kulağın işitme kabiliyetini kaybetmesidir.
Kur’an bilgisine göre, bunun en aşağı derecesi, “hayvandan aşağı olmak”tır, bir üstü “hayvanlar gibi” olmaktır.
Ama her halükarda insanlık haysiyeti ile bağdaşan bir iş değildir gaflet.
Kur’an’a baktığımızda, hayvanın bile, bir ölçüde gördüğü, bir ölçüde işittiği, hatta belki bir ölçüde hissettiğini anlıyoruz.
Gaflet içindeki insan, bütün bu melekelerinde mühürlenme yaşıyor demektir bu.
Peki gaflet halindeyken neyi görmüyor, duymuyor ve hissetmiyor insan?
Neyi akletmiyor?
Kendini öncelikle... Nereden geldiğini, nereye gittiğini... Hayatı, ölümü... Elini, kolunu, gözünü, kalbini, dimağını, bütün bu kainatı... Göğü, yeri... Suyu, güneşi... Geceyi gündüzü... Anneyi, babayı, çocuğu.
Bütün bunları Yaratanı...
Ölümden sonra ne olduğunu...
Yapıp ettiklerinin ne anlama geldiğini... İyi veya kötünün akıbetini...
Zulüm veya adaletin, hayır ve şerrin, iyilikle kötülüğün farkını...
Varoluşun anlamını...
Peki ya insanın varoluş gayesi, tüm bunları anlamak ve hayatını ona göre tanzim etmekten ibaretse...
O zaman gaflet içindeki insan, hayatın gayesini anlamıyor ve ona göre bir hayat tanzimine gitmiyor demektir.
O zaman insan boş yaşıyor demektir.
İşte Yaratan, insanın boş yaşamasını istemiyor.
Boşu boşuna halkedildiğini düşünmesini istemiyor.
Varoluşuna bir anlam yüklemesini ve o anlamı, Yaratan’ın halikiyet maksadına uygun idrak etmesini istiyor.
Peygamberler ve kitaplar, insanda bu şuur halini inşa etmek için gelmiş.
Çünkü insan, aldanma zaafı bulunan bir varlık.
İnsan aldanmaya açık ve hatta kendi kendisi tarafından bile aldatılmaya açık bir varlık.
Onun için, ilahi kelam, sürekli uyarıyor insanı.
İçindeki bir ses de sürekli uyarmak üzere sesleniyor insana...
Gaflete düşme! Gaflete düşme! Uyan gafletten!
“İman hali”, yani varoluşun hikmetini idrak ve kalben ona bağlanma hali işte bu.
Kuran’da müminlerin ahlakı tarif edilirken dünyadaki hiçbir şeyin onları Allah’ı anmaktan ve üzerlerine farz kılınan ibadetleri yerine getirmekten alıkoymadığı bildirilir:
“(Öyle) Adamlar ki, ne ticaret, ne alış-veriş onları Allah’ı zikretmekten, dosdoğru namazı kılmaktan ve zekatı vermekten ‘tutkuya kaptırıp alıkoymaz’; onlar, kalplerin ve gözlerin dehşetten allak bullak olacağı günden korkarlar. (Nur Suresi, 37)
Dünyevi hiçbir bağlantının “Allah’ı anmaktan alıkoymadığı” ve, Allah’a bağlılığın gerektirdiği hayatı kuşanan insan... “Eynel mefer – Kaçış nereye?” gününün tedirginliğini, yüreğinde taşıyan insan...
Mü’min...
Allah’ın “Adam gibi adam” diye tarif buyurduğu şahsiyet.
Allah Teala sesleniyor:
“Gafillerden olma!”
“Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek yüksek olmayan bir sesle sabah akşam Rabbini an.” (A’raf, 205)
Kopma O’ndan. Unutma O’nu. Yanında bil O’nu.
Kör olma bu dünyada, sağır olma, kalbini devre dışı bırakma.
Gör görmen gerekeni. Duy duyman gerekeni. Hisset, hissetmen gerekeni...
Değilse ebedi hayatta hüsran var. (Nahl, 109)
Allah her an seninle beraber. Allah sana şah damarından yakın. O biliyor. O görüyor. O işitiyor her şeyi.
O’nu görüyormuş gibi yaşa.
O’nun huzuruna gideceğini unutma.
Bir ebedi hayat olduğunu unutma.
Bu dünyanın geçici olduğunu unutma.
Yapıp ettiklerinin bir yere yazıldığını ve yarın “Oku kitabını” diye senin eline verileceğini unutma.
Dünya seni oyun ve eğlence ile aldatmasın.
Bu dünyada kalış yok, kalan yok.
“Sabah akşam Rablerine, O’nun rızasını dileyerek dua edenlerle birlikte candan sebat et. Dünya hayatının süsünü isteyerek gözlerini onlardan çevirme. Kalbini bizi anmaktan gafil kıldığımız, kötü arzularına uymuş ve işi gücü aşırılık olan kimseye boyun eğme.” (Kehf, 28)
Dünya hayatını ahirete tercih etme.
“Ve gerçek vaad yaklaşınca, birden, gözleri donakalan, “ Yazıklar olsun bize! Gerçekten biz, bu durumdan habersizmişiz. Gaflet içinde imişiz. Hatta biz zalim kimselermişiz.” diyen inkarcılardan olma. (Enbiya, 97)
İşin sırrı, Halik-ı zülcelalin, bizimle ilişkisini idrakte...
O bizimle, biz kiminleyiz? O şu an bizimle, biz kiminleyiz. O bizi görüyor, bunu hissediyor muyuz? O bizim her halimizi biliyor, O’nun bildiğini bilerek yaşıyor muyuz?
Ve işin sırrı bu hayatın sonlu olduğunu idrakte... Yolun sonu görünüyor... Ta baştan görünüyor. Görmeyen, sadece gözlerini kapayandır. Kalbini gaflet perdesi ile bürüyendir. Oraya gidiyoruz. Büyük muhasebe ortamına... Mahşere... Rabbin huzuruna... Yol yürüyor, biz yürüyoruz. Dursak bile yürüyoruz. Şu anda bile oraya gidiyoruz. Oraya gitmediğimiz bir saniye, salise, bir nefeslik an yok... her nefesimizle oraya gidiyoruz.
Oraya giderken, temiz libaslarla gitmeli.
Temiz kalble.
Temiz gözle.
Temiz ellerle...
Temiz bir hayat defteri ile...
Bak bakalım, ellerin temiz mi?
Kalbinde kim var, bak bakalım. Kalbinde olanla Allah’ın huzuruna çıkabilecek misin, bak bakalım.
Bak, Allah Rasulü nasıl uyarıyor bizi:
“-Nifakla karışık huşudan Allah’a sığının.”
Sordular:
-Nifakla karışık huşu nedir ya Rasulallah?
Buyurdu ki:
“-Beden huşu içerisinde bulunurken kalbde nifak olmasıdır.”
Yaaa... Beden huşu içerisinde ama kalbde nifak. Nasıl bir şey bu? Amellerimize bir bakalım bakalım.
Bak, Rasulullah’ın yar-ı ğarı, nasıl sesleniyor:
“-Allah rızası için söylenmeyen bir sözde hayır yoktur. Allah yolunda harcanmayan bir malda hayır yoktur.” (Ebubekir r.a.)
Bak, Rasulullah’ın bir sahabisi nasıl sesleniyor:
“-Sizin en akıllınız ölümü en çok hatırlayanınızdır.. En ihtiyatlı ve tedbirli olanınız ise ölüme en çok hazırlananınızdır.” (Ebu’d-Derda, r.a.)
İşte şu da, bir sahabinin öteki sahabiye tavsiyesi:
-Ey Amr. Gizli ve aleni her türlü davranışında Allah’tan kork. Çünkü O seni ve yaptıklarını görür.” (Hazreti Ebubekir’in Amr b. As’a tavsiyesi)
Hazreti Ali (r.a.) ‘nin ikazlarını anlayan yürek, nasıl gaflet içinde kalabilir ki:
“-Ey Allah’ın kulları! Siz bu dünyadan göçüp gidenlerden farklı değilsiniz. Onlar sizden daha uzun ömürlü, daha kuvvetli, daha mamur beldelere ve daha ölmez eserlere sahip idiler. Birkaç nesil sonra sesleri sakinleşti ve tamamen duyulmaz oldu. Cesetleri çürüdü, yurtları bomboş kaldı ve eserleri yok oldu. Onlar muhteşem saraylarını, konforlarını ve atlastan dokunmuş yatak-yastıklarını üzerleri sapıtma taşlarıyla örtülü, toprak yığılı viranelere yapılmış mezarlara değiştiler. Yerleri dar, sakinleri gariptir. Onlar orada yalnızların, kendi başının derdine düşenlerin ve birbirleriyle samimi olmayanların arasındadırlar. Evleri yakın ve duvar duvara oldukları halde komşular birbirlerini ziyaret etmiyorlar. Nasıl ziyaret etsinler ki, zaman onları öğüttü, taş ve topraklar da yedi. Hayattan sonra ölümü, refahtah sonra sıkıntıyı tattılar. Dostlarından ayrıldılar, toprağı mesken edindiler, dönüşü olmayan bir yolculuğa çıktılar.
Heyhat! Onların, yarabbi beni tekrar dirilt, belki iyi ameller yapar ve bıraktıklarını tamamlarım, demeleri sadece kendi laflarıdır. Onların arkalarında, tekrar diriltilecekleri güne kadar geri dönmelerine mani olan engeller vardır.”
Sıra sizde, bizde... Hazreti Ali (r.a.) ikaz ediyor:
“-Sizin de ölüler diyarına varmanız ve orada, yaptıklarınıza karşılık rehin olarak kalmanız yakındır. Sizi de kabir kucaklayacak. İşler bitince haliniz ne olur? Kabirdekiler diriltilir, gizli olanlar açığa çıkarılır, azametli bir hâkimin huzurunda hesap için durdurulursunuz. Dünyada işlenen günahların korkusundan dolayı kalpler ürperir, örtü ve perdeleriniz yırtılır; ayıplarınız sırlarınız ortaya çıkar. Orada herkes yaptığının karşılığını alır. Kötülük yapanlar yaptıkları ile cezalandırılır, iyilik yapanlar da iyilikle mükafatlandırılır. Amel defterleri ortaya konur konmaz, günahkârların defterlerinden olanlardan korktuklarını görürsün. Onlar vah bize, eyvah bize! Bu defter nasıl olmuş da büyük küçük bir şey bırakmadan hepsini muhafaza etmiş, derler. Yaptıkları herşeyi defterde görürler. Rabbiniz hiç kimseye zulmetmez.”
Hazreti Ali (r.a.), sonra “gaflet içindeki insan”ın tarifini yapıyor bize, ve “Onlar gibi olmayın” diyor:
“-Ey insanlar! Ahiret için çalışmadan ahireti uman, uzun emeller peşinde olup tevbe etmeyi geciktiren, dünyayı sevmeyen kimselerin diliyle dünyadan bahseden ve fakat dünyayı sevenler gibi çalışan, kendisine verilince doymayan ve verilmeyince sızlanan kendisine verilene şükretmediği gibi daha da isteyen, kendi yapmadığı şeyleri başkalarına emreden ve yaptığı şeylerden de başkalarını yasaklayan, salih kimseleri sevdiği halde onlardan olmayan ve kötü kimseleri sevmediği halde onlardan olan, kesin bilgilerine uymadığı halde zan ve tahminlerine uymaktan kendini alamayan, zenginleşince azıp baştan çıkan, hastalanınca sızlanıp yakınan, fakirleşince ümidsizliğe düşüp gevşeyen, Allah’ın bol nimetlerine rağmen günahlar içinde yüzen, sağlığa şükür ve belaya sabretmeyen, öğüt ve ikazlardan hiç etkilenmeyen ve ölümle korkutulduğu zaman, sanki korkutulan kendisi değil de başkası imiş gibi davranan kimselerden olmayın.”
Sonra “Gözümün nuru oğlum” diyerek oğlu Hazreti Hasan (ra.)’a sesleniyor:
“-Dünya, bazan seni arıyormuş gibi yalancı bir iltifat gösterir. Sen onun bu gönül avlayıcı hilesine aldanma... Bazanda senden kaçıyormuş gibi yüz çevirir, döner, dolaşır, buna da ehemmiyet verme...
“Dünya, çok acaib bir tanıdıkdır; yâr olmaz. Visali aceleci ve korkak adamların visaline benzer: telaşlıdır.
“Ayrılığı da sevimsiz kimselerin ayrılığına benzer: gönül kırıcıdır.
“Hülâsa: hayrı az, dirliği kısa; güler yüzle gösteriş, yüz çevirmesi fecîa; lezzet ve visali geçici, nimet ve ihsanı fâni, günah ve vebali ise bakîdir Dünyanın...
“Şu halde: Müddet bitmeden, kudret elden gitmeden, perde-i gaflet açılmadan, zamanın müsaadesini, imkanın fırsatını ganimet bil de ahiretin için erzak tedarikine bak!...”
Bak işte, yine Hazreti Ali, valisi Malik bin Eşter’e, yani bir dünyevi iktidar sahibine sesleniyor:
“-Hâiz olduğun makam sende azamet ve tekebbür hasıl ederse, üzerindeki Allah’ın kudretini düşün.. Kendiliğinden kadir olamayacağın şeylerde O’nun kudretini hatırla ki, bu düşünce senin yükseklerde uçan bakışını yere indirir, şiddetini giderir. Seni bırakıp giden akimi başına getirir.
Sakın Allah ile azamet yarışına kalkışma. Sakın Kibriya ve Ceberûtunda Allah’a benzemeğe özenme. Çünkü Fâtır-i Zülcelal her cebbarı zelii, her mütekebbiri hakîr eder.”
Yaaa...
Bak işte şu da bir başka sahabe sözüdür:
“-Pişmanlığın en kötüsü ölüm anındaki pişmanlıktır. En kötü körlük kalp körlüğüdür.” (Abdullah bin Mes’ud, r.a.)
Şu da, Rasulullah’ın “seni seviyorum” sözüne mazhar olan Muaz bin Cebel’in ikazı:
“-Ey oğlum! Bir namazını kıldığın vakit, o namazın senin kıldığın son namazın olacağını düşün! Bir daha böyle bir namaz vaktine yetişeceğini ümit etme!”
“Ey oğlum! Mü’min olan bir kimsenin iki hayırlı iş arasında ölmesi lazımdır. Yani , bir hayırlı işi yaptığın zaman, ikinci hayırlı işi yapmak niyetinde ve kararında olmalıdır.”
Gaflet uykusuna karşı zırhlanmış bir insan görmek isteyen Muaz bin Cebel’in, Rasulullah (s.a.) Efendimiz’le şu mülakatına baksın:
Muaz bin Cebel (r.a) şöyle anlatıyor:
“-Bir gün Resûlullah’ın (s.a) huzuruna varmıştım. Bana: “Ey Muaz! Sen, bu akşam nasıl sabahladın?” buyurdu. Ben de: “Ya Resûlallah! Allahü Teâlâ’ya iman etmiş olarak sabahladım” dedim. Bunun üzerine Resûlullah efendimiz: “Ey Muaz! Senin her sözünün doğruluğuna bir delilin vardır. Bu sözünün doğruluğunun delili nedir?” buyurdular. Ben de şöyle cevap verdim: “Ya Rasûlallah! Ben, geceden, gündüze çıktığım zaman, bir daha akşamı beklemem. Akşam olduğu zaman da, sabaha kadar yaşayacağımı hiç ümit etmem. Bir adım attığım zaman, İkinci adımı atacağımı sanmam. Her insanın bir eceli olduğunu bilirim. Ecelinin saati geldiği zaman, o anda ecelinin ona yetişeceğini bilirim. Bütün insanlar mahşerde haşr olunurlar. Kimisi Peygamberi ile beraberdir kimisi de tapdıkları ile beraber olacaktır. Ben ise,’kendimi sanki cehennemdeki insanların azaplarını ve cennetteki insanların nimetlerini her an görüyorum gibi düşünürüm.” Bunun üzerine Rasûlullah efendimiz buyurdu ki: “Ey Muaz! Sen çok iyi yapmışsın. Böyle düşünmeye devam et ve bundan hiç ayrılma!”
İşte bu Muaz bin Cebel (r.a)’in içindeki huzur arayışı:
“-Sırat köprüsünü geçinceye kadar müminin huzuru olmaz” buyurdu.
Rasulullah (s.a.) Efendimiz’den kalbi dirilik dersi almış nesilden, bu defa Selman-ı Farisi söylüyor:
“-Üç şey beni güldürür, üç şey de ağlatır. Ölüm onu istediği halde kendisi dünyayı isteyen, kendisinden gafil olunmadığı halde gafil olan ve Rabbinin kendisine kızdığını mı yoksa hoşnut mu olduğunu bilmeden kahkaha ile gülen kimse beni güldürür.”
Sahabe sözünü, Abdullah bin Abbas (r.a.)’ın içimizi dışımızı okuyan şu sarsıcı ikazı ile tamamlayalım:
“-Ey günahkâr! Kötü sondan emin olma. İşlediğin günahı daha büyük bir günah takip eder. Günah işlerken sağ ve solundaki meleklerden hayanın azlığı o günahtan daha büyük bir günahtır. Allah’ın sana ne yapacağını bilmiyorken gülmen daha büyük bir günahtır. Yaptığın bir günaha sevinmen daha büyük bir günahtır. Yapamadığın bir günah için üzülmen daha büyük bir günahtır. Senin günah işlerken kapının örtüsünü hareket ettiren (kaldıran) rüzgardan korkman, Allah seni gördüğü halde kalbinin ürpermemesinden daha büyük bir günahtır.”
Ve sonra, sahabi damarından beslenen Allah dostlarından birkaç söz alalım:
Bak işte, bir Allah dostu nasıl uyarıyor bizi:
“-Ey kardeşim, Allah Teala’nın seni yasakladığı yerlerde görmesinden kendini koru. O’nun haram kıldığı işleri yapmayasın. Emrettiği hususları da ihmal edip terketme.
“Allah’tan başka kimsenin muttali olmayacağı güzel amelleri çoğaltmaya çalış. Amellerini saklayacağın bir depo edinmeye bak. Güzel ameller işle, fakat bunlara Allah’tan başkası muttali olmasın. Böyle yapmak amelin sağlam ve ihlaslı olmasına vesile olur.” (Muhyiddin Arabi, Fütuhat-ı Mekkiye’den Öğütler Pınarı, s. 213)
Ve bak işte, Hasan Basri Hazretleri (rh. a.) sesleniyor:
“-Ey insanoğlu! Sakın, kendini aldatma! Çünkü Cenâb-ı Hâk cehennemden kurtulacağına dair sana ne bir eman ne de bir kurtuluş beratı vermiştir. Büyük korku ve en büyük iş önünde duruyor. Senin kabirdeki yastığın dünyadaki amellerin olacaktır. Salih amel işlemişsen orada hayır ğörecek, kötü işler yapmışsan şerle karşılaşacaksın. O halde fırsatı ganimet bilerek, vaktini değerlendir. Sakın, yarın çalışır, ibadette bulunurum deme. Zira sen mes’ul bir kulsun ve bir gün yaptıklarından hesaba çekileceksin. Onun için şimdiden o suale cevap hazırla.
“Sizler kalblerinize çok dikkat edin. Ve artık onları yenileyin. Zira kalp çabuk paslanır. Nefisleri de dizginleyin. Çünkü o çok azgındır. Eğer siz nefislerinizin kötü isteklerine mani olmazsanız, o bir gün sizi korkunç bir uçuruma yuvarlar.”
Bir unutulmaz menkıbe ile “Gafletten uyanma” çağrımızı tamamlayalım:
Hasan el-Basrî (r.a.) bir gün yolda giderken gülen bir adamla karşılaşır. Ona şöyle sorar:
“-Ey kardeşim! Sıratı geçtin mi?” Adam, “Hayır” cevabını verince, tekrar sorar: “Peki cennete mi, yoksa cehenneme mi gideceksin? Bunu biliyor musun?” Adam yine, “Hayır” diye cevab verir. O vakit Hasan (r.a.) o adama şunları söyler: “Allah sana afiyet versin! O halde sen niçin gülüyorsun? Unutma ki, o günün işi çok çetindir”
Rasulullah Efendimiz, “Benim bildiğimi bilseydiniz az güler çok ağlardınız” buyuruyor.
İşin sırrı, Rasulullah Efendimiz (s.a)’in bildiğini bilemesek de, O’nun zaman zaman toprağı ıslatan göz yaşlarına bakarak ibret almakta... O, “Şükreden bir kul olmayayım mı?” diyorsa, bize ne düşüyor, bin kere düşünmek lazım.
Ey nefsim, gafletten uyan! Gafletten uyan. Gafletten uyan!
Allah’ı unutma!
Ölümü unutma!
Uyan Gaflet Uykusundan
Ahmet Taşgetiren
 
Üst Alt