Zaferin sırrı Hakana hürmette saklı

MURATS44

Özel Üye
Türklerin en bâriz hususiyetlerinden biri kuvvetli bir teşkilâtçılık kâbiliyetine sahip olmalarıdır. Yaşadıkları hayat da onları hürriyete, istiklâle alıştırdığı için, hiçbir zaman devletsiz kalmamışlardır. Türklerin bilinen 3000 yıllık tarihlerinde istiklâllerini kaybettikleri bir devreye hemen hemen rastlanmaz. Dünyada daima bir veya birkaç Türk devleti bulunmuştur.
ALLAH’TAN KUT ALMIŞ KİŞİ
Eski Türklerde, devleti hükümdar idare eder. Bunlara “Tanhu, Kağan, Hakan, Han, Yabgu, İlteber” gibi çeşitli isimler verilir. Hunlar ve Tabgaçların yabgu dedikleri hükümdara, Avarlar Moğolca kağan derdi. Bu isim hakan ve han, hâlini almıştır. Hakanın, asıl adından başka, tahta çıktıktan sonra aldığı bir isim daha vardır. Sözgelişi Göktürk hükümdarı Kutluk Kağan’ın, tahta çıktıktan sonra aldığı isim İlteriş’tir. Osmanlılarda Yıldırım, Fatih, Yavuz, Kanunî, Adlî gibi lakap ve mahlaslar, bu geleneğin devamı gibidir. Halk, hakanın, siyasî hâkimiyetini Allah’tan aldığına inanır. Ancak Allah’ın irade ettiği, seçtiği, yardım ettiği kimse hükümdar olabilir. Allah’tan gelen siyasî hâkimiyete, kut denir. Hakan olan kimse, Allah’tan kut almış demektir. Hanın, Aşinaoğulları denilen bir hanedandan inmesi gerekir. Oğuz Han ve Selçuklular, Osmanlılar hep bu hanedandan iner. Asırlar boyunca nice ihtilâller olmuş, ama ihtilâlcilerin aklına, bu hanedan dışında bir kimseyi hükümdar yapmak gelmemiştir. Çünkü halkta, ancak bu hanedandan gelen hanın meşru olduğuna dair bir inanç vardır. Tarihte bu soydan gelen bir hanedana sahip olmayan Kuman, Peçenek gibi Türk kavimlerinin ömrü uzun olamamıştır. İşte bundan dolayıdır ki, halk hakana kayıtsız şartsız itaati bir vecibe bilmiştir. Türk topluluklarında hemen hemen hiçbir zaman hükümdara karşı bir halk isyanına rastlanmaz.
27.08.2008hukum.jpg
HÜKÜMDAR OLMAK İÇİN...
Hakan, beylerin seçimiyle veya önceki hakanın tayiniyle gelebildiği gibi, zor kullanarak da başa geçebilir. Ancak her hâlde yeni hakanın, hakan sülâlesinden olması şarttır. Eski Türklerde muayyen bir verâset prensibi yoktu. Umumiyetle hakanın oğlu, yoksa veya reşid değilse en büyük kardeşi, kardeşi oğlu, amcası, amcasıoğlu vs. hakan olurdu. Ancak hakan hanedanından herhangi bir tigin (prens), tahtta hak iddia edebilirdi. Çünki hâkimiyet, hanedanın ortak malı kabul edilirdi. Buna ülüş denir. Bu sebeple taht için nice harbler cereyan etmiştir. Galip gelen, Allah tarafından seçilmiş demektir. Çünkü hükümdar olmak için güçlü ve talihli olmak çok mühimdir. Hakan tahta geçtikten sonra, devletin ileri gelenleri kendisine bağlılık biatinde bulunur. Bu biat, çok tantanalı bir merasimle olurdu. Yeni hakan, bir keçe tahta oturtulur; dokuz defa kaldırılıp dolaştırıldıktan sonra, kırmızı elbiseler giydirilip başına kotuz (sorguç) takılırdı. Bu merâsimler esnasında halka ziyafet verilirdi. Taht, otağ, tuğ, davul ve sorguç, hükümdarlık alâmetleridir. Hükümdar tuğunun tepesinde altından bir bozkurt başı bulunur. Kırmızı, Osmanlılarda da hanedanın rengi idi. Nitekim kırmızı bayrak padişahı sembolize ederdi. Sorguç da, padişaha mahsus bir aksesuar olarak Osmanlılarda kullanılmıştır. Tuğ, davul, alem, otağ da Selçuklu ve Osmanlılarda padişahlık alâmetleriydi.
HAKAN HER İSTEDİĞİNİ YAPAMAZ
Hakan, elinde mühim salâhiyetler bulunan bir kişidir. Ordunun kumandanıdır. Kanun koyabilir. Başhâkimdir. Bütün bunları yaparken kendisini tahdid eden töre kaideleri ve kengeş (şûrâ meclisi, kurultay) kararları vardır. Senede üç defa toplanan bu meclisler, beyler, devlet ricâli ve halktan ileri gelenler tarafından teşkil edilir. Bu bakımdan siyasî rejimin meşrutî monarşi olduğunu söylemek yerinde olur. Vezirler ve çeşitli memurlar, devlet idaresinde hakana yardımcı olur. Memleketin çeşitli kısımlarında hüküm süren han sülâlesinden şad ve yabgular, devlet protokolünde önde gelirler. Bunlar eski Türklerde soylular sınıfını teşkil eder. Bir de halk içinden hizmetleri sayesinde yükselmiş tarhanlar vardır. Osmanlılardaki sipâhiler bu sınıfın bir nevi devamı gibidir. Hakan, gerektikçe tarhanlara danışır. Eski Türk hakanlarının birisi yaya, diğeri atlı olmak üzere iki ordusu; birisi umumî, diğeri hususî hazine olmak üzere iki hazinesi vardır. Osmanlılarda da böyledir. Hakan, dâvâ dinleyip adaleti tatbik etmek üzere hâkimler tayin eder. Bunlara yargucı veya yargan denir. Hakanın vekilleri olan bu hâkimler, hukuk bilgisiyle mücehhez kimselerdir. Hâkimlik, eski Türklerde çok itibarlı bir meslektir. Umumiyetle han sülâlesinin yan kollarından gelen soylular fahrî olarak bu vazifeyi yapar. Hâkimlerin verdiği kararlar hakana temyiz edilebilir. Ayrıca memurlardan şikâyetçi olanlar, bunu muayyen zamanlarda hakana arz edebilir. Bu gelenek İslâmiyetten sonraki Türk devletlerinde de, Osmanlılarda da câridir.
HALKIN HAKKINI ÖDE!
Hükümdarın vazifelerinin başında, halkı doyurmak, giydirmek, toplamak, çoğaltmak ve huzura kavuşturmak gelir. Devlet adamlarına iyi devlet idaresinin sırlarını anlatan Kutadgu Bilig, halkın hükümdardan isteklerini, iktisadî istikrar, âdil kanun ve âsâyiş olarak sıralar ve “Ey hükümdar, sen halkın bu haklarını öde; sonra kendi hakkını iste!” der. Hükümdar, yaratanın inâyet ve yardımına mazhar olduğu sürece halkına iyi bakar; onu zenginlik ve adâlet içinde yaşatır. Bunu başaramayan hakandan, Yaratan’ın, kut’u, yani siyasî iktidarı geri aldığı düşünülür ve hatta ona karşı gelmek meşru sayılır. 725-735 tarihlerinde dikilmiş olan Orhun Âbideleri’nde hükümdarın bir ara Çin esâretine düşen Türk Devletini yeniden kalkındırmak için yaptıkları gayretler anlatılır ve gelecek Türk nesillerinin bu tecrübelerden istifadeleri istenir. Burada hakan, kendisini halktan birisi gibi görüp teb’asına hesap vermektedir. Ayrıca halkını hatalarından dolayı bir baba gibi ikaz etmektedir. Bu kitâbelerdeki ifadeler parlak bir millet şuurunun göstergesidir. Türk hükümdarları, siyasî sebeplerle ekseriyetle Çinli veya diğer yabancı prenseslerle evlenirlerdi. Ancak umumiyetle hükümdar olacak prensin annesinin Türk olması şartı aranırdı. Hakanın oğulları, devlet işlerine alışmak üzere tecrübeli devlet adamlarının yanında yetişirdi. Sonra devletin sağ veya sol kanadına vâli olurdu. Bunlar han, şad, tigin gibi unvanlar taşırdı. Selçuklu ve Osmanlılarda da, şehzâdeler, atabey veya lala denilen tecrübeli devlet adamları tarafından yetiştirilip, sancakbeyi olarak bir mıntıkayı idare ederlerdi.
ÇİFTE KRALLIK MI?
Eski Türk devletleri, güçlü merkezî devletler idi. Ama, devlet boylardan teşekkül ettiği için, merkeziyetçilik biraz gevşetilmiştir. Nitekim koca ülkeler ancak böyle kolaylıkla idare olunup savunulabilirdi. Hun ülkesi on iki kısma ayrılırdı. Her birinin başında bir bey (vâli) bulunurdu. Hakanlar, hem verâset harplerinin önüne geçmek; hem de ülke idaresini kolaylaştırmak için zaman zaman memleketi prensler arasında taksim ederdi. Meselâ Hun İmparatorluğu’nun kuzeyinde bir han, güneyinde bir han vardı. Göktürklerde de doğuda bir han, batıda bir han hüküm sürerdi. Bu sebeple eski Türk devletlerini çifte monarşi olarak görenler vardır. Nitekim Roma İmparatorluğu’nda çoğu zaman iki imparator bulunurdu. Ancak Eski Türklerde, hanlardan birisi büyük handı. Diğerleri umumî vâli olarak büyük hana tâbi idi. Bu usul zaman zaman devletin bölünüp parçalanmasına ve güçsüz düşerek yıkılmasına sebebiyet vermiştir. Devletin böyle iki bölgeye (sağ-sol) ayrılarak idaresinin, siyasî gelenekle de alâkası olsa gerektir. Aynı gelenek Rumeli ve Anadolu ayrımı gibi şeklen Osmanlılarda da mevcuttu. İki kardeşin tahtta bulunduğu durumlarda, küçük kardeş başkumandanlık yapardı. Nitekim Göktürklerde, Bilge Kağan ile kardeşi Kültigin’in durumu böyle idi. Osmanlıların ilk zamanlarında da, hükümdarın kardeşinin vezirlik ve başkumandanlık yaptığı görülür. Orhan Gâzi ile Alaeddin Paşa gibi.

27.08.2008pul.jpg

BOZKURT DESTANI
Bozkurt, eski Türk efsânelerinde çokça geçer. Oğuz destanında, Oğuz Han’ın çadırına giren bir ışığın içinden gök renkli gök yeleli bir bozkurt çıktığı ve seferlerinde ona kılavuzluk ettiği anlatılır. Göktürklerin Bozkurt destanına göre, düşmanlar tarafından ailesi öldürülerek ormana terkedilen Göktürk prenslerinden birini, dişi bir kurt emzirerek büyütmüştür. Uygurların türeyiş destanında da, hakanın güzel kızının bir bozkurtla evlenmesinden ve Uygurların bu birleşmeden türediği zikredilir. Bu kurdun adı, Moğolca aşina, Türkçe bozkurttur. Kurt kültünde, Moğol tesiri aşikârdır. Çünki kurt, koyunların düşmanı olmak itibariyle, aslında Türk kültüründe yeri olması beklenen bir hayvan değildir. Türklerin esas geçim kaynağı öteden beri koyunculuktur. Hun ismi bile koyun’dan gelir.
 
Üst Alt