138- Seçilmişlerin ve câhillerin ve bu ikisi arasında olan tesavvufcuların gaybdan

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
IKINCI CILD, 8. ci MEKTÛB

Bu mektûb, Hân-ı hânân Abdürrahîme “rahmetullahi teâlâ aleyh” yazılmısdır.
Havâssın, ya’nî seçilmislerin ve câhillerin ve bu ikisi arasında olan tesavvufcuların
gaybdan îmânları arasındaki farkı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun. Onun seçdigi, sevdigi kullarına selâm olsun! Fârisî
mısra tercemesi:
Her ne olursa olsun, dostdan konusmak dahâ tatlı!
Bekara sûresinin yüzseksenaltıncı âyetinde meâlen, (Kullarım senden beni soruyorlar.
Ben onlara çok yakınım!) ve Mücâdele sûresinin yedinci âyetinde meâlen,
(Üç adam gizli konusunca, Allah onların dördüncüsü olur. Bes kisi gizli konusunca,
Allah onların altıncısı olur. Dahâ az veyâ dahâ çok kimseler olunca da, hernerede
olursa olsunlar, Allah onlarla berâberdir) buyuruldu. Allahü teâlânın yakın
olması ve birlikde olması, kendisi gibi (Bî-çûn)dur. Ya’nî, bizim bildigimiz ve
anladıgımız gibi degildir. Nasıl oldukları anlasılamaz. His organlarının ve aklın yardımı
ile anlayabilen insanlar, his edilmiyen ve akl ile düsünülemiyen seyleri anlıyamaz.
Yakın ve berâber denilince, aklımıza, düsüncemize ve anlayısımıza gelen
ve Evliyânın kesf ve sühûd ile anladıkları herseyden, Allahü teâlâ uzakdır. Bunlara
hiç benzemez. Allahü teâlâyı böyle düsünmek, yetmisiki fırka içinde bulunan
(Mücessime) denilen bozuk, sapık yola kaymaga sebeb olur. Allahü teâlânın bize
yakın olduguna ve bizimle berâber olduguna îmân ederiz. Fekat, bu yakınlıgın
ve bu berâberligin nasıl oldugunu anlıyamayız. Bu dünyâda, en büyük islâm âlimlerinin
varabilecegi sey, Allahü teâlânın kendisine ve sıfatlarına, gayb yolu ile, ya’nî
anlamadan inanmakdır. Fârisî beyt tercemesi:
Elestü... denildigi zemân, uyanık olanlar,
O vardır! dediler. Fazla birsey söylemediler.
Seçilmis, sevilmis olan yüksek âlimlerin gaybdan îmânları, câhillerin gayba
olan îmânları gibi degildir. Câhiller, baskasından isiterek veyâ akl ile istidlâl ederek,
gayba îmân serefine kavusmuslardır. Seçilmisler, Allahü teâlânın cemâl ve celâl
perdeleri ve tecellîler, zuhûrlar vâsıtası ile gaybın varlıgını anlıyarak inanmıslardır.
Bu iki kısmın arasında bulunan tesavvufcular ise, perdeleri ve tecellîleri görünce,
gaybı anladık sanmıslar, (Îmân-ı gaybî) yerine, (Îmân-ı suhûdî)ye kavusduk
demislerdir. Bunlar, gaybî îmân, câhillerin, hattâ düsmanların îmânıdır sanırlar.
Mü’minûn sûresinin ellidördüncü âyetinde ve Rum sûresindeki bir âyet-i kerîmede
meâlen, (Her fırkada bulunanlar, kendi anladıklarını dogru sanırlar) buyuruluyor.
Sizi bu yazılarımla incitmemin bir sebebi de; mevlânâ Abdülgafûr ve mevlânâ
hâcı Muhammed yakınlarımızdan ve sevdiklerimizdendir. Bunlara yapılacak
her ihsân, biz fakîrleri de sevindirecekdir. Fârisî mısra’ tercemesi:
Ihsân sâhibleri ile is görmek, üzücü olmaz!
Selâm ederim.
Gel ey âkıl visâl iste, uyan artık hevâdan geç!
hemân rûyi cemâl iste, yeter, hubbi sivâdan geç!
Gönül mülkün tertemiz et, gider kirleri, pasları,
hülûs ile ibâdet et, ucub ile riyâdan geç!
Bilirsin, bu fenâ mülkü, degildir kimseye bâkî,
bekâyı lâ yezâl iste, bu mülkü bî vefâdan geç!
Parâya pûla aldanma, seni avlamasın dünyâ!
süs ve ziynetine bakma, çürük olan binâdan geç!
 
Üst Alt