158- Karz-ı hasen, ödünç vermek. Kim ödünç isteyebilir?

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
ÖDÜNC VERMEK Ödünc vermek, ya’nî (Karz-ı hasen) çok sevâbdır. Çarşıda misli, ya’nî benzeri bulunan herşeyi, belirsiz bir zemân sonra, misli geri verilmek üzere vermeğe, (Karz-ı hasen) denir. Ödünc vermek, îcâb ve kabûl ile [aldım, verdim gibi sözleşme ile] sahîh olur. Bir altın ödünc alan, bir altını öder. Değeri değişdi diyerek önceki veyâ sonraki değerde gümüş veyâ kâğıd lira veremez. Bunlar yerine altın da veremez. Alacaklı kabûl ederse câiz olur. Bir kimse gücü var iken borcunu ödemezse, alacaklı veyâ başkası, bundan zor ile alabilir. Borc ödenince, sened, borc verenin mülkü ise, ödendiğini bildiren vesîka verir. Ölüm hastasının çok alacaklısı varsa, hepsine taksîm eder. Borclu, yüz liralık senedimi ver, sana doksan lira vereyim dese, alacaklı senedi istemiyerek verse, on lira dahâ istiyebilir. Züyûf, ya’nî altın ve gümüşden başka para, meselâ kâğıd lira ödünc verdikden sonra, o kâğıdların kıymeti kalmasa, İmâmeyne göre, teslîm etdiği zemândaki kıymetinde altın veyâ bu kadar altın karşılığı geçer akça ile ödenir. Kıymeti değişirse, Ebû Yûsüfe göre, yine böyle olduğuna fetvâ verildiği, sarf kısmında yazılıdır. Hacm ile, vezn ile ölçülen her şeyin kıymetlerinin değişmeleri de böyledir. Bir kimse, birindeki alacağını, buna borcu olan başkasından istiyemez. Ev, dükkân, hayvan, elbise gibi kıyemî olan, ya’nî misli bulunmıyan şeyleri ödünc vermek fâsiddir ve hemen geri vermek lâzımdır. Kullanılması harâm olur. Satması, harâm ise de, sahîh olur. Çünki, kabz etmekle mülkü olmuşdur. Ödünc alınan kıyemî şeyin kıymetini ödemek lâzımdır. Ahmede yüz lira borcum var diyenin borclu olduğu anlaşılmaz. Ne sebeble, nasıl borclandığını da bildirmesi lâzımdır.
(Hamza efendi risâlesi şerhı) ellidokuzuncu [59] sahîfesinde diyor ki: (Ödünc verirken, zemân ta’yîn etmemelidir. Çünki, zemân ta’yîn ederse, malı, misli ile veresiye satmış olur. Bu ise fâiz olur. Senede ödeme târîhi koymamakla, ödünc veren verdiğini geri almak hakkına her zemân mâlik olmakda, belli bir zemânı beklemek zorunda kalmamakdadır. Zemân ta’yîn etmeksizin ödünc vermeli ve arzû etdiği zemân isteyip geri almalıdır. Câhillerin, ödünc verilen şeyin ödenmesi istenirse, sevâbı kalmaz demeleri, doğru değildir. Kalb kırmıyarak, başa kakmıyarak, hakkını istemek câizdir. Kalb kırmak, ayrı bir günâhdır). Ödünc alan kimse, vereceği bonoya ödeme târîhi koymamalıdır. Birşey satın alan kimsenin vereceği bonoya ödeme târîhi koyması lâzımdır. Ödünc verdiği parayı geri alabilmek için, senedde ödeme târîhi bulunmak îcâb ediyorsa, ödünc vereceği kimseden kefîl ister. Kefîl ile, belli bir zemânda ödenmesine kefîl olması için anlaşır. Meselâ, kefîlden, ödeme târîhi belli bono alır. Borclunun da kefîlin ödemesi lâzım geldiği zemân ödemesi câiz olur denildi. Fekat kefîlin o zemân ödeyip, sonra borcludan alması dahâ iyi olur. Yâhud, borclu, borcunu kendine borcu olan birine havâle eder. Havâle olunanın borcunun ödeme zemânı, belli ise, alacaklıya da o zemânda öder. Belli zemânı yoksa, alacaklı havâleyi kabûl eden ile, belli bir zemânda, ödemesi için uyuşur. Bunun borcluya borcu yoksa, borclu, belli zemânda ödemek üzere buna borclandığını bildirir. Ya’nî bono verir. İki borc da aynı târîhde ödenir. Fekat, burada borclu, ödeme senedini alacaklıya vermiyor. Havâleyi kabûl edene veriyor. Alacaklı, ödeme târîhi yazılı bononun kendisine verilmesini isterse, ödünc vereceği parayı, emîn olduğu bir arkadaşına hediyye eder. Bu da bu parayı, ödünc istiyene verir. Borcunu para sâhibine havâle etmesini söyler. Para sâhibi havâleyi kabûl ederek dilediği ödeme târîhli bono yazıp, arkadaşına verir. Borclu da para sâhibine aynı târîh yazılı bono verir. Sonra, havâleyi alan, alacağını arkadaşına hediyye ederek, bonosunu geri verir. Yâhud ödünc istiyene, ödünc vereceği kadar fiyâtla ucuz birşeyi veresiye satar. Ondan bu satış için belli târîhli ödeme senedi alır. Sonra bu şeyi aynı fiyâtla, peşin olarak, ondan geri satın alır. [Altıncı madde sonuna bakınız!]. (Hadîka)da, altıyüzyirminci [620] sahîfede diyor ki: (Bir kimsenin, ödünc vereceği kimseye, hattâ bir kâğıd parçasını bin liraya bile satması câizdir. Mekrûh değildir).
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
(Esbâh)da diyor ki: (Ödünc verirken, senede ödeme târîhi koyabilmek
yollarından biri de, Mâlikî mezhebini taklîd etmekdir. Mâlikî mezhebinde,
ödünc verirken, ödeme zemânının bildirilmesi lâzımdır). (Mîzân-ül-kübrâ)da
diyor ki: (Mâlikî mezhebinde, ödünc verilen malı ve satıs semenini, ödeme zemânından
önce veyâ sonra istiyemez. Zemânında istemesi lâzımdır). Fekat, baska mezhebi
taklîd etmek, ancak, sıkısık durumlarda câiz olur. Taklîd edilen mezhebin bütün
sartlarını ögrenip bunlara uymak lâzım olur. (Beydâvî)nin (Seyhzâde) hâsiyesi,
birinci cild, 590.cı sahîfesinde diyor ki, (Âyet-i kerîmedeki müdâyene ya’nî borçlanma
kelimesi, muâmele ya’nî bey’ ve sirâ demekdir. Bu da, dört seklde olabilir:
Aynı ayna satmak, müdâyene degildir. Deyni deyne satmak da, bâtıldır. Aynı deyn
karsılıgı satmak, bildigimiz veresiye satısdır. Deyni ayn karsılıgı satmak, (selem)
dir. Bu iki satısda, deynin belli vaktde ödenmesi için sened yazılır. Ödünç vermek,
bu iki satısa dâhil degildir. Ödünç vermekde, belli vakt bildirmek, Hanefîde
câiz degildir.) Vakt bildirilirse, fâiz olur.
Ödünc verirken bir menfe’at sart koymak fâiz olur. Harâm olur. Sart koymadıgı
hâlde, öderken ayrıca birsey fazla vermek câizdir. Ibni Âbidîn “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, ödünc vermegi anlatmaga baslamadan buyuruyor ki, (Falana olan
borcuma kefîl ol dese, o da kabûl edip ödese, kefîl borcluya, (Belli zemânda bana
ödersin) diyebilir. Fekat, falana olan borcumu öde dese, o da kabûl edip ödese,
borclunun bunu ona belli bir zemânda ödemesi câiz olmaz. Çünki, borclu için
ödemis, borclu simdi buna borclu olmusdur. Borcun belli bir zemânda ödenmesi
ise câiz degildir).
(El-Ukûd-üd-dürriyye) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Alacaklısına,
evini verip ücretsiz otur demek, fâsiddir. Ecr-i misl lâzım olur. Alacaklısına evini
rehn verip, ücretsiz oturmasına izn verse, ücret lâzım olmaz. Alacaklıya rehni
kirâya verirse, rehn fâsid olur. Alacaklının rehnden istifâde etmesi tahrîmen mekrûhdur.
Bir kadın, oglunu evinde, ta’mîr etmek sartı ile oturtsa, senelerce oturup,
ta’mîr etmeden çıksa, anasına ecr-i misl ödemesi lâzım olur).
Büyük âlim Hayreddîn Remlî hanefî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Fetâvâ-i
Hayriyye)de diyor ki, (Zimmî zimmîye elli lira ödünc verip, fâizi ile birlikde ellibes
lira alsa, bes lirayı geri vermesi lâzımdır. Çünki, fâiz her dinde harâmdır.)
Abdülvehhâb-ı Sa’rânî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Mîzân-ül-kübrâ) kitâbında
diyor ki, (Dört mezhebde de ödünc vermek müstehabdır. Belli bir zemân sonra
alacagı satıs parasının bir kısmını, vaktinden önce almak için, geri kalandan vaz
geçmesi câiz degildir. Bir kısmını vaktinden önce alıp, geri kalanı, vaktinden sonra,
baska vakte bırakması da câiz degildir. Vaktinden önce, bir kısmını aynen, gerisini
de, baska sey olarak almak câiz degildir. Vakti gelince, bir kısmını alıp, geri
kalanı, baska vakte bırakması veyâ vaz geçmesi câizdir). Pesin olan satıs semeni
için, yarısını simdi (veyâ yarın) verirsen, gerisi bir sene sonra olsun demek câizdir.
Ödünc verirken veyâ verdikden sonra, alacagının taksîdler hâlinde ödenmesine
râzı olmak câiz degildir. Taksîd ile, uzun zemânda ödenmesini kabûl eden
alacaklı, bu sözünden vaz geçebilir. Hepsini birden pesin istiyebilir. Borclu, elinde
taksîdle ödiyecegini bildiren sened oldugu hâlde, gücü yeterse, hepsini birden
ödemege mecbûrdur. Borclu bir kısmını inkâr ederse, mümkin olanı belli zemânda
almak câiz olur. Mehr-i mu’accelin de te’cîli câiz degildir. Kadın veyâ vârisleri,
hepsini hemen alır. Borcludan kefîl istemesi ve kefîlin belirli târîhlerde taksîdlerle
ödemesi câizdir.
Bir vakte kadar ödünc vermek câiz olmadıgı gibi, bu vakti beklemeden, alacagını
istemesi câizdir. (Mâlikî mezhebinde, ödünc verenin, sart olmasa dahî, borcludan
hediyye alması, yemegini yimesi ve ondan herhangi bir sûretle menfe’atlenmesi
câiz degildir. Sâfi’î ve Hanbelî mezheblerinde, söz kesilirken sart edilmezse,
câiz olur). Hanefî mezhebinde, ba’zı âlimler, sart etmeden alması câiz olur dedi ise
de, ba’zıları, sartsız hediyye almak da câiz olmaz dedi. Birincisi, kendisine her zemân
hediyye vermesi âdeti olan kimseden alması olup, fetvâ yoludur. Ikincisi
ise, takvâ sâhibleri içindir. Borc alanın âkıl ve hicr edilmemis olması lâzımdır.
Ödünc verirken sart edilmedigi hâlde, borclunun, sonradan yüksek fiyâtla,
alacaklıdan mal satın alması câiz ise de, mekrûhdur. Sems-ül-eimme Hulvânî harâm
olur dedi. Fekat, ödünc verme sözlesmesi olmadan önce, meselâ bin lira degerindeki
kuması binbesyüz liraya satın alsa, ayrıldıkdan sonra, tekrâr gelip dörtbin
lira da ödünc alsa, câiz olur ve satana besbinbesyüz lira borcu olur. Hâlbuki borcu
besbin olmak lâzımdır. (Dürr-ül-muhtâr)da diyor ki, böyle mu’âmeleye yüzde
besden fazla olmamak sartı ile câiz olur denildi. Yüzde besden fazla farklı ödünc
verirse, ya’nî ödünc vermeden önce, (Mu’âmele) ile, satacagı malın fiyâtı, ödünc
verdigi paranın, yüzde besinden fazla olursa, harâm olur ve böyle ödünc veren habs
olunur. Ibni Âbidîn “rahmetullahi aleyh” (Dürr-ül-muhtâr)ın bu satırlarını genis
açıklıyor. Sultânın emri ile, yüzde onbese kadar mu’âmele ile satıs fetvâsı verildigini,
buna câiz diyen âlimleri ve büyük fıkh kitâblarını bildiriyor. (Bezzâziyye) fetvâsında,
sarf bahsinde diyor ki, (Ribh ile ödünc istiyen muhtâc kimse, buna bir malı
on liraya satsa ve teslîm etse, ödünc verecek olan da, bu malı, sonra o kimseye
on iki liraya satsa câiz olur. Satısı, ödünc verildikden sonra yapmak iyi olur. Mal,
ödünc verenin ise, bunu ödünc isteyene, diledigi bir müddetle, meselâ oniki liraya,
veresiye satar. Malı teslîm alınca, üçüncü kimseye on liraya satıp teslîm eder.
Bu kimse, ödünc verene on liraya pesin satıp, malı buna verir. Aldıgı on lirayı,
ödünc isteyene vererek borcunu öder. (Bahr)de diyor ki, (On lira alacagı olan bir
kimse, belli zemân sonra onüç lira almak isterse, borclusundan bir malı bu on lira
karsılıgı satın alıp, malı kabz etdikden sonra, belli zemân sonra ödemek üzere,
ona onüç liraya satar).
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Islâm mahkemelerinde yüzde onbese kadar mu’âmele ile satıs da’vâları kabûl
ediliyordu. Meselâ, [1288] de basılan (Dürr-üs-sukûk) adındaki kitâbda, sultân Abdülmecîd
hân “rahmetullahi teâlâ aleyh” zemânındaki ser’ıyye mahkemelerinin birkaçyüz
karâr sûreti yazılıdır. Ikinci cild, altmısbesinci [65] sahîfede diyor ki: Alî
aga, Velî aga karsısında ikrâr-ı kelâm ediyor. Isbu Velî aga, malından bana üçbin
kurus ödünc teslîm etdikde, ben dahî teslîm aldım. Bu para ve semeni isbu târîhden
bir sene temâmına degin müeccel, yine Velî agadan satın aldıgım bir cild
(Kudûrî) kitâbı semeninden dahî dörtyüzelli kurus ki, cem’an üçbindörtyüzelli kurus
deynimdir, dedikde, tasdîk olundu). Dörtyüzelli kurus, üçbin kurusun yüzde
onbesi oldugundan, câiz görülmüsdür.
Fâiz günâhından kurtulmak için (Iyne) yolu ile de ödünc vermek câiz olur denilmisdir.
Ibni Âbidîn (Sarf) ve (Kefâlet) sonunda buyuruyor ki, (Iyne satısında
zengin on lira degerindeki malı fakîre meselâ oniki liraya veresiye satar. Fakîr, malı
alıp, baskasına, pesin on liraya satarak, on lira almıs olur. Zengine oniki lira borclu
olur. Imâm-ı Ebû Yûsüfe göre câizdir. (Feth-ul-kadîr)de mekrûh bile olmadıgı
yazılıdır. Imâm-ı Muhammede göre câiz degildir.) (Hadîka) ve (Berîka) kitâblarında
diyor ki, (Iyne, bir malı veresiye satıp, bunu aynı meclisde, bu müsterîden
pesin ve ucuz satın almakdır. Ikinci semen ayn, ya’nî pesin oldugu için, böyle satısa,
(Iyne satısı) denildi. Iki semen, önceden karârlasdırılıp sart edilirse, sözbirligi
ile harâmdır. Önceden sart edilmezse, Sâfi’îde câiz olur. Müsterî, bu malı aynı
meclisde, baskasına satarsa, câizdir. Hadîs-i serîfde, (Iyne satısı yaparsanız ve
cihâdı terkedip, zirâ’at ile ugrasırsanız, Allahü teâlâ sizi zelîl eder. Dîninize dönmedikce,
bu zilletden kurtulamazsınız!) buyuruldu. Bu hadîs-i serîf, harâm olan
Iyne satısını bildirmekdedir. Eshâb-ı kirâm, halâl olan Iyne satısı yapardı. Meselâ,
bir zengin, ödünc isteyen bir fakîre, bir malı ikibin liraya veresiye satar. Baskasını
gönderip, bu da kendi için o malı fakîrden bin liraya pesin alır. Sonra zen-
gine bin liraya satıp, fakîri zengine havâle eder. Zengin de, kendine havâle olunan
bin lirayı fakîre öder. Günü gelince, fakîrden iki bin lira semeni alır. Böyle satısı,
Resûlullah emr buyurmusdur. (Kâdîhân)da yazılıdır).
[(Bahr)da diyor ki, (Muhtâc olanın fâiz ile borc alması câizdir). Fekat, buna da
fâiz ile ödünc vermek harâmdır [Esbâh]. Nafakası olmayıp bulamıyanlara muhtâc
denir. Islâmiyyet, bu ihtiyâcı zarûret kabûl etmekdedir [Esbâh]. Böyle bir fakîr
fâizsiz (Karz-ı hasen) bulamazsa, harâm oldugu için fâiz ile de ödünc veren bulunmazsa,
bu fakîri telef olmakdan kurtarmak için, ihtiyâcı kadar mu’âmele ve îne
yolu ile ödünc verilmesi câiz oldu. Nafakasından fazla mal, binâ sâhibi olmak için
ve ticâretine sermâye yapmak için fâiz ile ödünc almak ve buna, mu’âmele ve îne
yolları ile de ödünc vermek câiz degildir.] Sekizyüzelliüçüncü sahîfeye bakınız!
Selem yolu ile ödünc vermek, ya’nî köylüye, ödünc parayı, çok ucuza selem semeni
olarak pesin verip, sonra bu para karsılıgı olarak, yeni senenin mahsûlünden
çok fazla bugday veyâ pancar veyâ pamuk satın almak câiz degildir. Sözlesme zemânında
çarsıda bulunmıyan gelecek sene mahsûlü selem yapılmaz. Köylüye,
böyle câiz olmıyan, selem yolu ile para vermek, (Mu’âmele) ile ödünc vermekden
ve (Iyne)den dahâ fenâdır. Köylüleri ve köyleri harâb etmekdedir.
Âriyet diyerek verilen mal, ödünc verilmis olur. Zâten ödünc vermek, âriyet vermek
demekdir. Âriyet, bir malı, kullanmak için vermekdir. Malın kendi geri alınır.
Ödünc verilen mal ise, geri alınırken, misli satılmıs olup, semen alınmıs olur.
[(Mecelle)de diyor ki, (Âriyet), ücretsiz olarak kullanmak için verilen mala denir.]
Al, sarf et diye verilip, hediyye oldugu söylenmiyen para, teslîm edilince, ödünc
verilmis olur. Al, giy diyerek verilen elbise, hediyye olur.
Ödünc verileni kendisi veyâ vekîli teslîm alınca, ona mâlik olur. Veren, verdigini
geri istiyemez. (Fetâvâ-i Hindiyye)de diyor ki, (Ödünc alınanı kabz etmeden
önce kullanmak câizdir). Borclu, ödünc aldıgı malın veyâ paranın mislini, ya’nî benzerini
ödemesi lâzımdır. Ödemeden önce, borcunu [ödünc aldıgı seyin kendisini
degil] alacaklısından pesin satın alabilir ise de, veresiye satın alamaz. Ödünc aldıgını
alacaklısına satabilir. Bunun gibi, bir kimsenin, mal satmakdan veyâ ödünc vermekden
veyâ mîrâs, hediyye, sadakadan ve ücretden ölçülebilen mal veyâ para alacagı
olsa, bunu teslîm almadan önce, borclusuna veyâ baskasına veresiye satması
câiz degildir, harâmdır. Pazarlık etdigi yerde semenini alsa, pesin satmıs olur. Bu
da, yalnız borclusuna câizdir. Para bozdururken birinin pesin kabz edilmesi lâzım
oldugu buradan da anlasılmakdadır. Yalnız, tasınabilen bir mal satın alındıgı zemân,
bunu teslîm almadan önce, pesin de olsa, hiç kimseye satmak câiz degildir.
Görülüyor ki, ödünc mal alan kimse, ödemek için bunun benzerini bulamayınca,
yerine baska mal veyâ parasını vermek için sözlesirlerse bunu, söz kesilen yerde,
hemen pesin vermesi lâzım olur. Malı veyâ parayı ilerde vermek için sözlesmeleri
harâm olur. Harâmdan kurtulmak için, borclusundan borc karsılıgı az bir malı
pesin satın alıp, kabz etdikden sonra, bu malı ona o paraya veresiye satar. Anlasamazlarsa,
benzeri bulununcıya kadar beklenir. Dördüncü madde sonuna bakınız!
Bugday ödünc alsa, bugdayın fiyâtı çok degisse, yine aynı hacmde bugday ödemesi
lâzımdır. Bir kimsenin, birisinden yüz lira alacagı varken, bu kimsenin, alacagı
ile takas edilmemek sartı ile ondan yüz liraya mal satın alması fâsiddir.
(Mecmû’a-i cedîde)de, (Kâdîhân)dan alarak diyor ki, (Ödünc almakla, gasb etmekle
veyâ mal satın almakla yüz lira borclanan kimse, alacaklısına bir altın
ödünc verse, bu alacaklarını [ya’nî yüz lira ile bir altını] birbirlerine satmaları câiz
olur. Baska cinsden olan böyle borclarını birbirlerine satmaları, bu mallar ellerinde
imis de birbirlerine satıyorlarmıs gibidir. Yüz lirayı ve bir altını birbirlerine
teslîm etmis gibi olurlar. Borclarını takas etmeleri, ellerindekilerini mubâdele
gibidir. Bunun gibi, bir teneke dolusu bugday borcu olan kimse, alacaklısına bir
teneke dolusu arpa ödünc verse, sonra bu bugday ile arpa borclarını birbirlerine
satmaları câiz olur). Ondokuzuncu madde ortasına bakınız!
Eti dartarak, ekmegi dartarak veyâ sayarak ödünc vermek câizdir.
Alacaklı, borclunun malını görünce, borcun benzeri mal ise, onun rızâsı olmadan
alabilir. Baska bir kimse de alıp, alacaklıya verebilir.
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Bir kimsenin, birisinde elli altın alacagı varken, borclu, alacaklıya elli altın
emânet bırakırsa, her ikisi râzı olmadıkca borca sayılmaz.
Bir kimsenin borcunu baskası ödiyebilir. Borc ödiyenin, borc senedi kendi
mülkü ise, geri istiyebilir. Ödünc verilen borc, belli mikdâr ve belli zemânlarda taksîde
baglanamaz. Eline geçdigi zemân, geçdigi kadar ödiyerek borcunu bitirir. Fekat
borcunu baskasına havâle ederse, havâleyi kabûl eden, belli taksîtlerle ödiyebilir.
Ödünc alınan mal karsılıgı olarak, iki tarafın uyusdugu semen, para seklinde pesin
olarak ödenebilir. Bu sûretle, malı alacaklıdan pesin satın almıs olur.
Borclu, alacaklının senedi gayb etmesi ile borcu ödemekden kaçınamaz. Sâlih
olan iki sâhid göstererek, alacaklı oldugunu mahkemede isbât eder. Bunun için,
sâhid yanında ödünc vermelidir.
Borclu borcunu, aldıgı yerde veyâ alacaklının râzı oldugu yerde öder.
Kefîl ve havâle olmadan, kimse baskasının borcunu ödemege zorlanamaz. Vâris,
kendi malından, meyyitin borcunu ödemege zorlanamaz. Deliye ve çocuga
ödünc verilmez. (Bahr-ül-fetâvâ)da, Hibe bahsinde diyor ki, ([Hükûmetdeki isini
ta’kîb etmesi için, borclusuna emr vermek fâiz olur]. Borclu bu isi yapınca, borcundan
onu ibrâ eylemek rüsvet olur. Alacagını yine istiyebilir). (Fetâvâ-yı Feyziyye)
de diyor ki, (Kendi malından zevcine verip, bunu sat! Semeni ile nafaka al
dese, zevcini satmaga vekîl etmis ve semeni ona âriyet vermis olur. Âriyet olarak
verilen mislî mal, karz olur).
Ödünc verilecek parayı almak için (Vekîl) olunur. Birisinden ödünc istemek için
vekîl olunmaz. Bunun için, yirmi kisiye verilen ödünc parayı almak için içlerinden
birini vekîl yapsalar, aldıgı paranın yirmide birini öder. Zengin, paranın hepsini
sana vermisdim, hepsini sen ödiyeceksin diyemez. Birisinden ödünc istemek için
(Resûl), ya’nî haberci göndermek câizdir. Malı zenginden isterken, kendi için isterse,
vekîl olur ki, câiz degildir. Fakîr için ödünc verilmesini söylerse veyâ falanca
kimse, senden ödünc istiyor diyerek alırsa, resûl olur. Falan kimse için bana
ödünc ver, yâhud bana ödünc ver derse vekîl olur. Alısverisde de böyledir. Kendi
için söz keserse, vekîl olur. Gönderen kimse için söz keserse, resûl olur.
Malı oldugu hâlde, borcu az olsa dahî, ödememek harâmdır. Böyle kimse akrabâsı
ve kadın, çocuk olsa bile, habs olunur. Yalnız ana, baba, çocuklarına borclu
oldukları için habs olunmaz. Habsde bulunanın, cum’a, bayram, cenâze nemâzlarına,
hacca, hastaya gitmesine izn verilmez. Ödeyinciye veyâ fakîr oldugunu isbât
edinciye kadar habsde kalır.
(Fetâvâ-i Hayriyye), ikinci kısm basında diyor ki, (Malı olan, borcunu ödemeyince
habs olunur. Yine ödemezse, Imâm-ı a’zama göre, ödeyinciye kadar habsde
bırakılır. Iki imâma göre, kâdî malını, evini satarak öder. Sonra habsden çıkarır.
Fetvâ da böyledir. Dayak atmak câiz degildir). Üst katın sâhibi, alt katı, sâhibinin
izni ile ta’mîr etse, masrafını alt katın sâhibinden ister. Vermezse habs olunur.
(Mecelle)nin altıyüzellialtıncı [656] maddesinde diyor ki: (Semenin ödeme günü
gelmeden evvel borclu baska memlekete gitmek istese, alacaklı hâkime mürâce’at
ederek, ondan kefîl veyâ rehn isteyince, bunu vermege mecbûr olur. Vermezse
sefere gitmekden men’ olunur. Baska yere gitmiyen borcludan kefîl istenemez.
Borclunun arzûsu ile kefîl olan da, borclu baska yere giderken, borcu bana veyâ
alacaklıya öde! Yâhud alacaklıya beni afv etdir, sonra git diyebilir). Binaltıyüzdo-
kuzuncu [1609] maddesinde diyor ki, (Bir kimse, kendisi yazıp yâhud bir kâtibe yazdırıp
da, imzâlı yâhud mührlü olarak baskasına vermis oldugu deyn senedi, üsûl
ve âdete uygun olarak yazılmıs ise, söylemesi gibi kıymetli olur. Senedin, kendisinin
oldugunu söyleyip de, seneddeki borcu inkâr ederse, inkârı kabûl edilmez.
Ödemesi lâzım olur).
1296 [m. 1879] târîhli icrâ kanununun otuzikinci [32] maddesinde, (Borcunu ödemek
istemiyen borclunun malı oldugu, vesîka veyâ ihbâr ile anlasılırsa, mahkeme,
borcluyu habs eder veyâ hacz etdirir). Altmısbesinci [65] maddesinde, (Satılan esyâ
ve mülk parasından, önce icrâ masrafları, sonra borc ödenir). Damga kanûnunun
onüçüncü [13] maddesinde, (Makbûz senedleri için damga vergisini, pul harcını,
parayı alan öder) diyor. Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, hâkim ve müftîlerin
sened ve evrâk yazmak için ücret almalarının câiz oldugunu açıklamasından
anlasılıyor ki, ödünc verme, sened ve baska masraflarını, âdete göre ödünc veren
ve alandan herhangi birinin ödemesi câizdir.
Ödünc istemek ancak lâzım olunca câiz olur. Lâzım olmak üç dürlüdür:
1 — Lüzûm-i îcâbî. Nafakası olmıyanın veyâ kazancı sübheli olanın, halâl nafaka
almak için, ödünc istemesidir. Setr-i avret için çamasır parası da böyledir.
2 — Lüzûm-i aklî. Evi olmıyan kimsenin, memleketin âdetine göre, kirâ veyâ
satın almak için ödünc istemesidir. Sogukdan korunmak için, elbise parası da
böyledir.
3 — Lüzûm-i istihsânî. Mevkı’i, vazîfesi sebebi ile, âdete uygun giyinmek
için, ödünc istemekdir. Bu üç lüzûm için, fâizsiz ödünc istemek câiz olur. Yalnız
bunlara ödünc verilir. Baskalarına, zâlimlere, fâsıklara ödünc verilmez. Ihtiyâcı olana
ödünc verilir. Ihtiyâcı olmıyana, malını lüzûmsuz yerlere, harâma harc edene
verilmez. Baskasına ödünc vererek, kendini sıkıntıya düsürmek dogru degildir. Nisâba
mâlik olmıyan kimsenin, kurban kesmek için ödünc istemesi câiz degildir.
Çün ezelde, kün deyip ol perverdigâr,
bir bedîa halk edip, o kirdigâr.
Rûh deyû nâm eyledi, ol dilbere,
künhünü bildirmedi âcizlere.
Bu degildi, âlem-i halkdan, meger,
âlem-i emr-i Hudâdır mu’teber.
Söyle fermân eyledi, Rabb-i mu’în,
âmir ol nefse, ona uyma sakın!
Çünki rûh, emr-i Celîli dinledi,
ol mübârek, gör ki, oldem neyledi:
Tutdu fermân-ı Hudâyı, o latîf,
basladı seyr-ü sülûke, ol serîf.
Ask-ı Hakla, uçdu cevlân eyledi,
çok âlemler gördü, seyrân eyledi.
Buldu bir âlem ki, nâ mahdûd idi,
mâ verâ-i Arsa dek, memdûd idi.
Öyle vâsi’ ki, bulunmaz gâyeti,
sâmil olmus, Ars-ü nâr-ü Cenneti.
Her hakâyık, orda etmisdi zuhûr,
cism-ü cismânî degildi, cümle nûr.
 
Üst Alt