160- Vekâlet. Alış-verişde, zekât vermekde vekîl tutmak

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
VEKÂLET (Vekâlet), bir kimsenin, bir işi yapmak için, başkasını kendi yerine koyması [başkasına iş havâlesi] demekdir. Yerine geçirilen başka kimseye (Vekîl) denir. Vekîl edene (Sâhib) denir. Bir kimsenin sözünü başkasına götürene (Resûl) veyâ (Haberci) denir.
Birini vekîl yapmak, îcâb ve kabûl ile olur. Ya’nî, (Seni vekîl yapdım) ve (Kabûl etdim) sözleri veyâ yazıları ile olur. Vekîl, cevâb vermeden, işi yapmağa başlasa, kabûl etmiş olur. İş habersiz yapıldıkdan sonra, sâhibinin, izn verdim demesi ile de, vekîl etmiş olur. Kirâcı kirâ ile, kirâdaki malı ta’mîr etmeğe vekîl yapılabilir.
Bir iş için emr verince, ba’zan vekîl, ba’zan da haberci yapılır. (Zahîret-ül-Bürhâniyye) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, (Bir kimse, birisine yüz lira verip, bunu filâncaya ödünc vereceğim. Ona git! Bu parayı sana falan kimse ödünc yolladı de! Bunu verip karşılığında rehn al dese, bu da giderek yüz lirayı verip, rehn olarak bir mal alsa, bu (Haberci) olur. Emr eden kimse, rehni haberciden alabilir. Çünki haberci, emr eden kimse için konuşmuşdur. Kendi için konuşmamışdır. Sözleşmeden doğan haklar emr veren kimse için olur. Haberci, onun sözünü iletmiş, rehni onun için almış olmakdadır. Rehn habercinin elinde helâk olursa, emr veren kimsenin elinde helâk olmuş gibidir. Bu kimse, ona, seni vekîl etdim dese, o da, kabûl etdim dese, bu kimse rehni vekîlden alamaz. Çünki, vekîl, rehni kendi için istemişdir. Sözleşmesinin hakları vekîle olur. Rehni saklamak da bu haklardandır. Rehni veren, vekîl için vermişdir. Rehn vekîlin elinde helâk olursa, yine emr veren kimse öder. Çünki, rehn helâk olunca, deyni almış da, rehni geri vermiş gibi olur. Deyni geri alıp da, kendinde iken deyn helâk olsaydı, emr verene ödemezdi). Bir kimsenin emri ile, hizmetcisi gidip mal satın alsa, onun vekîli olmuşdur. O kimse, pazarlık etdiği malı almak için gönderse, efendisinin resûlü [habercisi] olur.
Vekîl yapmak, ba’zan şartlı olur. Meselâ, [şu sâatimi yüz liraya satmağa seni vekîl etdim!] demek gibi.
Vekîl edenin, işi yapabilecek kimse olması şartdır. Vekîlin âkıl olması şartdır. Bâlig olması şart değildir.
Hediyye, âriyet, rehn, emânet, ödünc vermek ve da’vâ açmakda, şirket yapmakda, vekîl, sâhibinin adını söyliyerek iş görür. Söylemezse, işleri sahîh olmaz.
Alış-verişde, kirâya vermekde, da’vâcı ile uyuşmakda, kendi adına yapması da câiz olur ise de, o işin haklarından kendi mes’ûl olur. Aldığı şeyler sâhibinin olur. Sâhibinin adını söyliyerek yaparsa, haberci gibi olur. Habercinin yapdığı işlerin mes’ûliyyeti, sâhibinin üzerine olur. (Dürer) kitâbında, yimeği, içmeği anlatırken diyor ki, (Alış-verişde ve vekîl etmekde, bir kişinin sözü kabûl edilir.
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Meselâ, bir
kâfir, bir kadın, bir fâsık veyâ bir köle, bu eti müslimândan veyâ yehûdîden veyâ
nasrânîden aldım dese, yimek halâl olur. Yalan zan ederse halâl olmaz. Ben, filânın
vekîliyim dese, onun malını bundan satın almak câiz olur).
Alısverise, borc vermege veyâ ödemege vekîl olan kimsenin teslîm aldıgı mallar,
kendinde emânet olur. Kendisi sebeb olmadan helâk olunca ödemez. Habercide
bulunan mal da emânet gibidir. Haberciyi gönderenin malı gitmis olur.
Bir kimse, iki kisiyi birlikde, bir ise vekîl etse, vekîller, yalnız basına is göremez.
Ancak avukatlardan ve emâneti, borcu ödemege vekîl olanlardan biri de yapabilir.
Vekîl, sâhibinden ayrıca izn almadıkca veyâ (istedigini yap) diyerek (Umûmî
vekîl) edilmedikce, baskasını kendine vekîl yapamaz. Yalnız, zekât vermek için olan
vekîl, iznsiz olarak baskasını, o da baskasını vekîl yapabilirler. Ikinci vekîl, dogrudan
dogruya sâhibin vekîli olur.
Vekîl ederken, ücret sart edildi ise, is yapdıgı zemân ücreti alır. Ücret sart
edilmedi ise, teberru’ etmis olup, ücret istiyemez.
Alısverisde, malın cinsi, nev’i [veyâ fiyâtı] vekîle bildirilmelidir. (Umûmî vekîl)
ise, bildirmege lüzûm olmaz. (Bana bir at al) demek sahîh olur. (Bana bir hayvân
al) demek sahîh olmaz. Nasıl olursa olsun, nasıl istersen öyle al! deyince, (Umûmî
vekîl) olur. Malın maddesi [pamuk veyâ yün olması], kullanma yeri, isçiligi ayrı
olunca, cins ayrılır. Koyunun yünü ile derisi baska cinsdir. Baska cinsden aldıgı
mal, vekîle kalır. Sâhibinin olmaz. Koç al denilen vekîl, disi koyun alırsa, vekîlin
olur. Süt, pirinc gibi seyleri al dese, piyasada bulunanı alması câiz olur. Ev alacak
vekîle, mahalle ve fiyâtını söylemek yetisir. Ölçü ile alınan malın mikdârı veyâ
fiyâtı söylenir. Evsâfını söylemek lâzım degildir.
Süleymâniyye kütübhânesi (Es’ad efendi) kısmında [572] sayılı (Dürret-ülbeydâ)
kitâbında diyor ki, (Yemege çagrılan kimseye, malımdan istedigin kadar
yi ve al ve diledigine ver, hepsi halâl olsun denilse, yidikleri halâl olur. Aldıkları
ve baskasına verdikleri halâl olmaz. Çünki, mikdârı bilinmiyen ta’âmın yimesini
halâl etmek câizdir. Fekat mikdârı bilinmiyen malı almak için vekîl etmek ve
mechûl ve ayrı olarak teslîmi mümkin olan malı ayırmadan hediyye etmek sahîh
degildir).
Sartı olan vekîl, sarta uymazsa, aldıgı mal, kendinde kalır. Sartı, sâhibinin lehine
degisdirmesi câiz olur. Veresiye al deyince pesin alsa, mal, kendinde kalır. Pesin
al deyip de, veresiye alsa, sâhibi için almıs olur. Malın bir kısmını bulup alsa,
bölmesi zararlı olan malda [kumas gibi], sâhibi için olmaz. Zararsız ise [pirinc, seker
gibi] sâhibi için almıs olur.
Degeri bildirilmiyen malı, az aldanmak ile alabilir. Fekat, et, ekmek, seker gibi
kıymeti meshûr seylerde az aldanmak afv olmaz. Fâhis aldanmakla alınan malı,
sâhibi kabûl etmiyebilir.
Belli malı satın almaga vekîl olan, o malı kendisi için satın alamaz. Kendim için
aldım dese bile, sâhibinin olur. Sâhibi yanında iken aldıgı mal, vekîlin olur.
Vekîl, sâhibine kendi malını satamaz.
Vekîl, veresiye satın aldıgı malın semenini, sâhibinden pesin istiyemez. Pesin aldıgı
malın semenini, sâhibi te’cîl etdirse bile, pesin istiyebilir. Semeni almadan önce,
malı sâhibine teslîm etmiyebilir. Fekat, bu zemân, mal telef olursa, vekîl baskasını
satın alıp öder. Satın alma vekîli, bey’i ikâle edemez.
Umûmî vekîl, sâhibinin malını, diledigi fiyâta satabilir. Fiyât söylenmis ise,
dahâ asagı satamaz. Satarsa, öder. Vekîl, sâhibinin malını, kendine satın alamaz.
Akrabâsına da satamaz. Ancak, bunlar, umûmî vekîl ise veyâ degerinden yüksek
satabilir. Umûmî vekîl, pesin de, veresiye de satabilir. Fekat, pesin sat veyâ su malımı
sat da borcumu ver denildi ise, veresiye satamaz.
Veresiye satdıgı malın semeni için rehn veyâ kefîl alabilir ve bunlardan mes’ûl
olmaz. Rehn ile, kefîl ile sat denildi ise, böyle satması lâzımdır.
Vekîl, semeni almadan, sâhibine kendi malından vermege zorlanamaz. Semeni,
müsterîden, sâhibi de alabilir. Ücretsiz vekîl, müsterîden semeni almaga mecbûr
degildir. Fekat, semeni almak için, sâhibini vekîl etmesi lâzımdır. Dellâl ya’nî
komisyoncu ve simsâr gibi, ücretli vekîller, semeni almaga mecbûrdur. Satmaga vekîl
olan, alısverisi ikâle edebilir. Fekat bu ikâle, sâhibi için olmaz. Mal kendinin
olup, semeni sâhibine öder.
Borc ödeme vekîli, kendi malından ödese, sâhibinden bunu ister. Kâgıd lira ödemege
me’mûr olan vekîl, kendi malından altın ödese, sâhibinden kâgıd lira alır. Altın
ödemege vekîl olan, kâgıd ödese, kâgıd alır. Vekîli, alacaklıya kendi malını satıp,
sâhibinin borcunu öderse, sâhibinden borc kadar alır.
Filâna ödünc veyâ sadaka veyâ hediyye ver dese, vekîl bunu verince, emr edenden
istiyemez. Sonra ben sana veririm dedi ise, istiyebilir.
Herkes, ancak kendi mülkü için emr verebilir. Baskasının malını denize at dese,
atılmaz. Atan öder. Borcumu, kendi malından öde dese, vekîl kabûl etse bile,
ödemege mecbûr olmaz. Fekat, vekîlde alacagı veyâ emânet parası varsa, emri yapmaga
[ödemege] mecbûrdur. Malımı satıp öde dese, bu emri, yalnız ücretli vekîl
yapmaga mecbûr olur.
Falan alacaklıma ver diye, vekîle para verse, bunu, sâhibin baska alacaklılarına
veremez. Parayı alacaklıya vermeden, sâhibi ölse, para vârislerine geri verilir.
Alacaklılar mîrâsdan isterler.
Alacaklıma verip, senedin arkasına yazdır veyâ vesîka al diyerek vekîle para verse,
vekîl ödeyip, vesîka almasa, alacaklı inkâr ederse, vekîl öder.
Vekîle verilen para, ta’yîn ile te’ayyün eder. Bu para telef olsa, vekîl azl olur.
Vekîl, aldıgı parayı kendi için harc edip, sâhibinin istedigi malı kendi parası ile satın
alsa, aldıgı mal kendisinin olur. (Dürer-ül-hükkâm).
[1288] de Istanbulda basılan (Dürr-üs-sukûk) kitâbı, Istanbuldaki islâm mahkemelerinin
ba’zı karârlarını bildirmekdedir. Birinci cildi, onbesinci [15] sahîfesinde
diyor ki: (Bir tüccâr, zekâtı olan besyüz kurus beyâz besligi, hacca gitmekde
olan Mûsâ efendiye teslîm eder. Bu zekâtı, Medîne-i münevvere sehrinde bulunan
Ibrâhîm efendiye teslîm etmesini ve kendi zekâtı oldugunu ona söylemesini
emr ederek Mûsâ efendiyi vekîl yapar. Mûsâ efendi, vekîl olmagı kabûl edip, besyüz
kurusu teslîm alır. Fekat, Ibrâhîm efendi vefât etmis oldugundan, Mûsâ efendi,
bu zekâtı, Medînede bulunan baska fakîre verir. Vekîl, zekâtı, emre uygun vermediginden,
besyüz kurusu, sâhibi geri isteyince, sâhibine geri vermesi lâzım
olur). Sadakayı belli bir fakîre vermege vekîl olan kimse, sadakayı baskasına verirse,
sadakanın sâhibi sadakayı, vekîlden geri istiyemez.
Da’vâcı ve zanlı, birbirinin gönlü olmasa bile, kendilerine avukat [ya’nî da’vâ
vekîli] tutabilir. Avukat, sâhibi aleyhinde, mahkemede konusabilir, baska yerde
konusamaz. Konusursa dinlenmez ve vekîllikden çıkar. Aleyhe hiç konusmamak
üzere, avukat tutulabilir. Konusursa azl olur.
Avukat, mal almaga vekîl degildir. Mal almaga vekîl olan da, sâhibine avukatlık
yapamaz.
Sâhibi, baskasının hakkı karısan vekîlini azl edemez. Baskasının hakkı karısmadı
ise azl edebilir. Bu takdîrde vekîl de kendini azl edebilir. Azl olunan vekîlin azl
haberini alıncıya kadar yapdıgı isler, câiz olur. Kendi kendini azl eden vekîl, sâhibine
bildirinciye kadar is yapar. Alacaklı, borclunun bildigi vekîlini, borclunun
haberi olmadan azl edemez.
Vekîlin isi bitince, vekîllik de biter. Sâhibin ölümü ile de, vekîllik biter ise de bas-
kasının hakkı karısmıs ise bitmez. Vekîlin ölmesi ile de, vekîllik biterek, vârisleri
vekîl olamaz.
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Herseye vekîlimsin denilen (Umûmî vekîl), talâk, hediyye, sadaka ve vakfdan
baska herseyi, sâhibi adına yapabilir.
Birinden ödünc istemek için baskasını vekîl yapmak bâtıldır. Bunun için haberci
göndermek sahîhdir. Ödünc istenilen malı almak için vekîl yapmak câizdir.
(Fetâvâ-i Hayriyye)de diyor ki, (Zevcesini, sefer uzaklıgında bulunan babasının
[veyâ mahreminin] yanından alıp getirmek için, zevcin kendi kardesini veyâ yabancı
bir erkegi vekîl etmesi câizdir. Onlar, zevcenin bu vekîl ile gitmesine mâni’
olamaz. Mâni’ olmaları günâhdır). Kırküçüncü sahîfesinde diyor ki: (Kıtlık zemânında,
bir kadın, bir bileyzigini zevcine verip, bunu sat! Parası ile bize nafaka al!
Sonra, aynı degerde bir bileyzik bana verirsin diyor. Sonra bileyzigin degerinde uyusamıyorlar.
Zevcin yemîn ederek söyledigine inanılır. Çünki, satmak için, zevcesinin
vekîli olmusdur. Satıs vekîlinden bileyzigin benzerini geri istemesi sahîh
degildir. Sat demeseydi, ödünc olurdu. O zemân, kıymeti kadar istemesi fâsid olurdu).
(Fetâvâ-yı Hindiyye)de diyor ki, (Vekîlin, vekîl olmagı kabûl etmesi sart degildir.
Red etmezse, kabûl etdigi anlasılır. Dâr-ül-harbde bulunan mürted, Dâr-ülislâmda
bulunan malını satmak için birini vekîl etse, câiz olmaz. Çünki, mürted Dârül-
harbe [ya’nî, Italya, Fransa gibi hıristiyan memleketine] gidince, malları mülkünden
çıkar. Dâr-ül-islâmda bulunan müslimânın Dâr-ül-harbde bulunan kâfiri
vekîl etmesi bâtıldır. Dâr-ül-harbde bulunan kâfirin Dâr-ül-islâmdaki müslimânı
vekîl etmesi de bâtıldır. Dâr-ül-harbdeki kâfir, Dâr-ül-islâmdaki alacagını almak
için, Dâr-ül-harbde bulunan bir müslimânı veyâ zimmîyi veyâ harbîyi, iki müslimân
sâhid yanında vekîl etse, câiz olur. Bu isi alısveris için yapması da câiz olur.
Müslimân ve zimmî, Dâr-ül-islâmda bulunan harbîyi vekîl etseler câiz olur. Dârül-
harbe giderse, vekîl olması biter. Mürtedi de vekîl etmeleri böyledir. Alısverisde,
kirâya vermekde, nikâhda, talâkda, hul’da, uyusmak, anlasmakda, borc ödemekde
ve rehnde vekîl tutmak câizdir. Herkes için mubâh olan odun kesmekde,
ot toplamakda, yerden ma’den, petrol çıkarmakda câiz degildir. Ya’nî ele geçenler
vekîlin olur. Hediyye, vedî’a, âriyet, ödünc ve rehn vermege vekîl olanın bunları
geri almaga hakkı yokdur. Mutlak olan, ya’nî (Istedigini yap!) denilen vekîl baskasını
da vekîl yapabilir. Bu yenisi, vekâlet sâhibinin vekîli olur. Ikinci vekîl, bir
üçüncü vekîl yapamaz. [Ibni Âbidîn diyor ki, (Vekîl, sâhibinin izni ile, baskasını
vekîl yapabilir. Kurban satın almaga vekîl olan, baskasını, bu da baskasını vekîl
edip, sonuncu vekîl satın alsa, sâhibi izn verirse câiz olur. Zekât vermek vekîli, izne
baglı olmaksızın baskasını, bu da digerini vekîl yapabilir. Sonuncu vekîlin vermesi
câiz olur).] Vekîli zemân ve mekân ile sınırlamak câizdir. Müsterî, haberci oldugunu
söyler, bâyı’ ise vekîlsin diyerek semeni isterse, müsterîye inanılır. Bâyı’ın
sözünü isbât etmesi lâzım olur. Satmak için vekîl olan, kendisi için satın alamaz.
Çünki, bir kimse hem alıcı, hem satıcı olamaz. Selem satısında bâyı’ vekîl tutamaz.
Haberci ile sarf satısı yapılmaz, vekîl ile yapılır. Mu’ayyen bin lira ile birsey satın
almak için vekîl edip, vekîl bu bin lirayı almadan önce baska bin lirasını alıp, o seyi
satın alsa câiz olur. O bin lirayı teslîm aldıkdan sonra baska bin lirası ile satın
alsa câiz olmaz. Iki kimse birisine para verip birsey satın alması için vekîl etseler,
paraları birbiri ile karısdırırsa, vekîlligi kalmaz. [Aldıgı seyler kendinin olur. Paralarını
geri vermesi lâzım olur.] Hediyye ve sadaka veren ve alan, vekîl ta’yîn edebilirler.
Serâb veyâ hınzır hediyyelesen iki zimmîye müslimânların vekîl olması câizdir.
Sendeki alacagımdan on altını benim için sadaka ver yâhud yemîn keffâretimi
yap yâhud zekâtımı ver diyerek fakîri vekîl etmek sahîhdir. Bir zengin, bir fakîre,
filâncada alacagım olan elli dirhemi, zekâtım olarak ondan al dese, fakîr de,
o degerde altın alsa câiz olmaz. Falancadaki alacagımı sana hediyye etdim, ondan
al dese, gümüs yerine altın alsa, câiz olur. Borclunun vekîli, borcu ödeyince, borcludan
ister. Yemîn keffâreti veyâ zekât vermek için vekîl olan, verince, emr edenden
istiyebilmesi için, emr verilirken, sonra sana öderim denilmesi lâzımdır. Filâna
benim tarafımdan on altın ver dese, yâhud benim tarafımdan demeyip, ona olan
borcumu dese, sonra vekîle ödemesi lâzım olur. Mâlımın zekâtı olarak veyâ sadakam
olarak veyâ filâna hediyyem olarak ver dese, sonra öderim demezse, vekîl verdigini
âmirden istiyemez. Vekîl öderken Beyyine [ya’nî iki sâhid] bulunmazsa veyâ
makbûz almazsa, mes’ûl olmaz. Emr verilirken, bunlar istenildi ise, mes’ûl
olur. Falana olan borcumu ver diyerek vekîl etdikden sonra, alacaklı mürted olsa
ve ölse, vekîl borclunun parasını öder. Çünki mürtede vermesi câiz degildir. Borcumu
öde diyerek vekîline on altın verse, vekîl bunu vermeyip kendi parasından
verse veyâ alacaklıya on altınlık mal satsa, yâhud ondan alacagı on altın ile takas
etse [ödesse] câiz olur. Ya’nî borclunun borcu ödenmis olur. Dâr-ül-harbde harbînin
vekîli olsa, biri veyâ ikisi müslimân olunca, vekâlet bâtıl olur. Sadaka için verilen
parayı kendi ihtiyâcına sarf edip, sonra kendi parasından o kadar sadaka verse,
câiz olmaz. Sarf etdigini geri verir. Aldıgı para yanında iken, kendi malından
verirse câiz olur. Sendeki bugdayımı falana sadaka ver dese, falan da vekîle bugdayı
sat parasını bana ver dese, bugday sâhibinin izni olmadan satamaz. Çünki, sadaka
kabz edilmedikce mülk olmaz. Falandaki alacagımı alıp sadaka ver dese, vekîl
de önce kendi malından sadaka verip, sonra borcludan alması câiz olur). (Fetâvâ-
yı Kâdîhân)da diyor ki, (Birisine, herseyde vekîlimsin dese, yalnız malını korumak
için vekîl etmis olur. Her seyde vekîlimsin, emrin câizdir dese, bey’ ve sirâ
ve hibe, ya’nî hediyye etmek ve sadaka gibi bütün alıs verisde vekîl yapmıs olur).
Ibni Âbidîn (Hibe)yi anlatırken diyor ki, (Hibe, ya’nî teberru’ ve hediyye, karsılık
beklemeden, ayn olan malını, zengine vermekdir. Menfe’at hediyye edilmez.
I’âre edilir. Deyn, ya’nî alacak, ancak borcluya veyâ bundan almasını emr etmek
sartı ile, baskalarına hediyye edilebilir. Verdigi malın, kendi malı ile mesgûl
olmaması ve hisse-i sâyı’alı olmıyacak sûretde ayrı olarak kabz olunması lâzımdır.
Kurban maddesine bakınız! Verenin, hediyye etdim, hibe etdim gibi âdet olan sözü
söylemesi, alanın kabûl etdim demesi veyâ kabz etmesi ile temâm olur. Kabz
edince, mülkü olur. Tabagı, hayvanı, evi hediyye ve teslîm edip de, yemegini, semerini,
evdeki esyâyı hediyye etmez ise, câiz olmaz. Bunların aksi câiz olur. Çünki,
yemek, semer ve esyâ, verenin mülkü ile mesgûl degil, sâgildirler. Kısaca, sâgil
hediyye edilir. Mesgûl hediyye edilmez. Yalnız, tarladaki ekin, agaç sâgil oldukları
hâlde, hibe edilemezler. Sadakanın ve rehnin kabz edilmeleri de böyledir. Iki
kimse, ortak oldukları bir evi birine hediyye etseler, câiz olur. Bir kimse, evini iki
kisiye hediyye etse, câiz olmaz. Çünki, taksîmi mümkin olan seyi, hisse-i sâyı’alı
olarak vermek câiz degildir. On lirayı iki fakîre sadaka veyâ hediyye etmek câiz
olur. Çünki, fakîre hediyye olarak verilen sey sadaka olur. Ya’nî, sadaka ahkâmına
uymak lâzım olur. Sadakanın hisse-i sâyı’alı verilmesi câizdir ve sadakayı geri
almak câiz degildir. On lirayı iki zengine sadaka veyâ hediyye etmek câiz degildir.
Çünki zengine sadaka diyerek verilen sey hediyye olur ve hediyye ahkâmına uymak
lâzım olur. Süyû’ olmaması için, on lirayı ikiye ayırıp, herbirine beser lira vermek
lâzımdır. Hediyye verirken belli olmıyan birsey karsılık isterse, bu sart bâtıl
olur. Belli birsey isterse, ikisinin de birlikde kabz etmesi lâzım olur. Kabzdan evvel
hibe ahkâmı, kabzdan sonra bey’ ahkâmı cârî olur. Bunun için, kabzdan sonra,
yalnız birisi vazgeçemez. Birisi kabz etmezse, herbiri vazgeçebilir).
(Ihtiyâr)da diyor ki, (Ömrî) denilen hibe câizdir. Ya’nî, ömrün boyunca evim
senin olsun deyince, öldükden sonra ev, sâhibine, sâhibi ölmüs ise, vârislerine geri
verilir. (Rukbî) denilen hibe, tarafeyne göre bâtıldır. Ya’nî, sen ölürsen benim
olsun. Ben ölürsem senin olsun diyerek evini birisine vermek bâtıldır. Herbiri, ötekinin
ölümünü terakkub etdigi, bekledigi için, rukbî denilmisdir. Mülk edinmegi
hatara, zarara ta’lîk etmek sahîh degildir. Bir kimseye giyecek gönderilse, hediyye
olur. Kabz edince mülkü olur. Baskalarına verebilir. Bir kimseyi yemege çagırınca,
önüne konan sey, hediyye edilmis olmaz, (ibâha), yimesine izn vermek
olur. Ancak yidigi mülkü olur. Ondan izn almadan, baskalarına veremez.
(Fetâvâ-yı Bezzâziyye)de diyor ki, (Bunu sana hediyye etdim dese, o da kabûl
etdim demeyip onun yanında alsa, yâhud almayıp, kabûl etdim dese sahîh olur. Falancadaki
alacagımı sana hediyye etdim, ondan al derse câiz olur. Sana zekât
verdim. Ondan al dese, câiz olmaz. Çünki zekât ayn olan maldan verilir. [Bunun
için, zekât olarak kâgıd para vermek câiz olmaz. Çünki kâgıd paralar ayn olan mal
degildir. Degerleri kadar mal ile degisdirilecek senedlerdir. Kâgıd paraların zekâtları
altın verilir.] Sana borcum olan mehrini bana hediyye etmezsen, babanın evine
hiç gidemezsin dese, zevcesi de hediyye etse, sahîh olmaz. Çünki kerhen, zor
ile hediyye vermek sahîh olmaz. Mehri zevcine hediyye etmegi sarta baglamak, meselâ
su isi yaparsan mehrim sana halâl olsun demek sahîh degildir. (Fetâvâ-yı
Feyziyye)de diyor ki, (Eger diyerek sarta baglanan hibe, bâtıl olur. Üzere diyerek
sarta baglanan hibe sahîh olup, sartı mülâyım ise sahîh, muhâlif ise bâtıl olur. Bir
isi yapmasını sart ederse, hibe olmaz. Onu ecîr yapmıs olur). Küçük çocuga verilen
hediyyeyi babası kabz eder. Babası yok ise, babanın vasîsi, o da yoksa, dedesi
kabûl eder. Dedesi de yoksa, dedesinin vasıyyet etdigi kabûl eder. Bu dördünden
biri varken, çocuga bakan akrabâsı bile alamaz. Bu dördünden biri yoksa, çocuga
evinde bakan kabûl eder. Aklı basında çocugun kendisi kabûl edebilir. Sâlih
olan oglan ve kızlarına hediyyeyi, müsâvî mikdârda vermek efdaldir. Ölüm hastası
olmıyanın malının hepsini ogluna hediyye etmek câiz olur ise de günâhdır. Çocugun
mülkü olur ise de babaya günâh olur [Hindiyye]. Resîd ve sâlih veyâ ilm tahsîlinde
olan çocuklarına dahâ çok vermek câizdir. Salâhları müsâvî ise, müsâvî dagıtmalıdır.
Çocukları fâsık olanın mîrâs bırakmayıp, sâlihlere, hayrâta vermesi efdaldir.
Çünki, günâha yardım etmemis olur. [Üçüncü kısmda, yedinci maddeye bakınız!]
Fâsık çocuga nafakadan fazla yardım yapmamalıdır. Çocuga gelen hediyyeden
ananın babanın yimesi câizdir. Çocugun yapdıgı iyiliklerin sevâbı kendisinedir.
Anasına babasına, ögretmek ve yapdırmak sevâbı verilir. Satılan malı teslîm
etmek, hediyye olunanın ise kabz olunması da lâzımdır).
Ey nazlı yavrum, unutmam seni,
aylar, günler degil, geçse de yıllar!
Yakdı, mahv eyledi, ayrılık beni,
çıkar mı gönülden, o tatlı diller?
Kıyamaz iken hiç, öpmege tenin,
simdi ne hâldedir, nâzik bedenin?
Andıkca her zemân, gonca dihenin,
yansın âhım ile, kül olsun güller!
Tegayyürler gelip, güzel cismine,
döküldü mü, siyâh kaslar yüzüne?
Sırma saçlar, dagıldı mı üstüne,
sarardı mı, kokladıgım sünbüller?
Temiz rûhun, Cennetine uçdu mu?
gül yanagın, tatlı yüzün soldu mu?
Çürüyüp de, simdi toprak oldu mu,
öpüp kokladıgım, o pamuk eller.
 
Üst Alt