169- Ta’zîr cezâları, tefsîr kitâblarını degil, fıkh kitâblarını okumak lâzımdır

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
TA’ZÎR

Ta’zîr, edeblendirmek demekdir. İslâmiyyetde, hadden dahâ hafîf cezâ ile cezâlandırmakdır. Ta’zîr cezâları çeşidlidir. Tenbîh, ihtâr, tekdîr ve döğmek ve habs ve öldürmeğe kadar gider. Suça ve şahsa uygun olanı verilir. Haddin en hafîfi, kölenin cezâsı olan kırk sopadır. Bunun için ta’zîr, otuzdokuz sopaya kadar olur. En azı üç sopadır. Hâkim dilediği kadarını vurdurur. Âlimlere, yüksek me’mûrlara ihtâr etmek yetişir. Ba’zılarına, mahkemeye çağırıp tekdîr etmek yetişir. Kaba kimseler dayak ve habs ile ta’zîr olunur. Mal almakla ve para cezâsı ile ta’zîr olmaz. Ta’zîrin cinsini ve cezâsının mikdârını hâkim takdîr eder. Ta’zîrde sopa, had cezâlarından dahâ kuvvetli vurulur. Had cezâlarında, en kuvvetli sopa zinâda, sonra içkide, en hafîf kazfde vurulur.

Ta’zîr, katl etmekle de olur. Bir adamı yabancı kadınla zinâ hâlinde gören
kimse, bagırmakla veyâ dögmekle ayıramıyacagını anlarsa, katli câiz olur. Kadın
zinâya râzı olmus ise, kadın da öldürülebilir. Zevcesini veyâ mahremini zinâ hâlinde
gören, onu da, adamı da birlikde öldürür. Baska sûretle korkutmaga lüzûm
yokdur. Bir kadın veyâ oglan, kendisini zorlıyan adamı öldürebilir. Bütün bunlarda
öldürenin isbât etmesi lâzımdır ki, kolay birsey degildir. Kadını aldatıp kocasından
ayıran kimse, kadını verinciye veyâ ölünciye kadar habs olunur.
Zulm ile, yol kesmekle, soygunculukla ve kul hakkı olan büyük günâhları, hırsızlık,
lûtîlik yapmakla meshûr olanları günâh islerken görenler, baska sey ile
mâni’ olamadıkları zemân, öldürmeleri herkese câiz, hattâ sevâbdır. Hâkimlerin
öldürmesi ise vâcibdir.
Ta’zîr, memleketden nefy ederek, sürerek ve evini yıkarak da olur. Halka eziyyet
edenler, zinâyı âdet eden bekârlar nefy olunur. Çalgı çalınan evin hurmeti kalmaz.
Halîfe Ömer “radıyallahü anh” sarkıcı kadının evine girip kamçı ile vurdu.
Bası açıldı. Soruldukda, harâm islemegi âdet edindigi için, hurmeti kalmamısdır.
Câriye hâline gelmisdir buyurdu. Fıkh âlimlerinden Ebû Bekr-i Belhî “rahmetullahi
teâlâ aleyh”, bir köye gitdi. Dere kenârında, kadınlar, basları ve kolları açık
toplanmıslardı. Niçin kadınların yanına geldin dediklerinde, bunların hurmetleri
kalmamısdır. Îmânları sübhelidir. Kâfir kadınları gibidirler buyurdu. Ikinci
kısmda, otuzsekizinci maddeye bakınız!
Her müslimân, günâh islemekde olana ta’zîr yapar. Isledikden sonra ise, ancak
hâkim yapar. Müslimân, serâba tuz katdım. Sirke yapacagım dese de, serâb sisesi
kırılır. Zimmî, müslimânlar arasında serâb satınca, bunun siseleri de kırılır. Bu
siseleri ve çalgıları kıran tazmîn etmez. Hadîs-i serîfde, (Günâh isliyeni gören, eli
ile mâni’ olsun. Buna gücü yetmezse, dili ile mâni’ olsun!) buyuruldu. Kaba avret
olmıyan yeri açık gezene nasîhat verilir. Fitne çıkacak ise, emr-i ma’rûf yapılmaz.
Kaba avreti açık olana sert söylenir. Inâd ederse dögülür. Had cezâları böyle degildir.
Bunları yalnız devlet yapar. Kul hakkı karısan günâhlarda da yalnız hâkim
ta’zîr eder. Bunun için hak sâhibinin da’vâ açması lâzımdır. Yabancı kadına bakmak,
dokunmak, halvet etmek, serâb satmak, çalgı çalmak, fâiz alıp vermek bu günâhlardandır.
[(Hadîka)da dil âfetlerini anlatırken diyor ki, (Emr-i ma’rûfu ve Nehy-i münkeri
el ile yapmak, devlet adamlarına, dil ile yapmak, din adamlarına, kalb ile yapmak
da her müslimâna farzdır. El ile yapmaga (Ihtisâb) ve (Hisbet) denir. Dil ile
yapmaga (Va’z) ve (Nasîhat) denir. Hisbet yaparak çalgıları, içki siselerini kırmak
yalnız devlet me’mûrlarının vazîfesi oldugu için, baskaları kırarsa tazmîn eder, öderler.
Hisbet yapmak, din adamlarına farz degil ise de, günâh islenirken mâni’ olmaları
câizdir. Fekat, din adamı hisbet yaparken fitne uyandırmamalıdır. Ya’nî, kendinin
ve müslimânların dînine veyâ dünyâsına zarar gelecek olursa, hisbeti terk etmesi
vâcib olur. Hisbet yaparken kendinde kibr, riyâ, sû’i zan, meshûr olmak düsüncelerinin
hâsıl olması ve müslimânı hakâret, techîl etmesi, fitne olur. Câiz
olan birseyi yapmak harâm islemege sebeb olursa, bunu yapmak da harâm olur.
Zinâ ederken görünce öldürmek câiz olur denildi. Vâcib olur denilmedi. Bagırarak
önlenemezse câiz olur ve öldürülünce, zinâ etmekde oldugunu iki sahîd ile isbât
etmesi lâzım olur. Zinâ edenin ikisini de öldürmeyip, suçlarını örtmek dahâ iyi
olur. Câiz olmak baskadır, vâcib olmak baskadır. Hadîs-i serîflere, kendine göre
ma’nâ vererek, vâcib olmıyan seyi yapmaga kalkısmamalıdır. Fitne çıkarmamaga
dikkat etmelidir. Öldürülecegini muhakkak bilenin cihâd yapması câiz olmaz.
Öldürülecegini bilenin sartlarına uygun hisbet yapması câiz olur ve ölünce sehîd
olur. Fekat, fitne çıkacagını bilenin hisbet yapması câiz olmaz. Zâlim devlet adamlarına,
Allah rızâsı için, dil ile emr-i ma’rûf yapmak da böyledir)].
(Behcet-ül-fetâvâ) sâhibi “rahmetullahi teâlâ aleyh” diyor ki, hür çocukları, aldatıp,
yakalayıp, bunları esîr diyerek, köle diyerek satan kimse, siddetle dögülür,
habs olunur. Bunu huy edinmis ise, hâkim tarafından ölüm cezâsı verilir.
Bir kimse, birini haksız dögerse, o da bu kimseyi dögerse, hâkim ikisini de
ta’zîr eder. Ta’zîre, önce dögenden baslanır. Had cezâsı olmıyan suçlara tam karsılıgını
yapmak câizdir. Afv etmek ise, çok sevâb olur.
 

HASAN CAN

Administrator
Yönetici
Hâkim habsi ve baglamagı ve dögmegi birlikde yapabilir.
Müslimânları dili ile, eli ile, haksız inciten ta’zîr olunur. Kendi ogluna, kâfire sögen,
kazf eden ta’zîr olunur. Malı toplayıp, dısarıya çıkarmadan yakalanan hırsız
ta’zîr olunur. Tenbellikle nemâz kılmıyan, kan akıncaya kadar dögerek ta’zîr
olunur. Kadın irtidâd ederse, otuzdokuz sopa vurarak ve habs ederek islâma gelmesi
cebr olunur. Fısk ile meshûr olana veyâ fıskı hâkim tarafından bilinen kimseye
fâsık diyen ta’zîr olunmaz. Fâsık diyen, onun fıskını misâl ile isbât ederse yine
ta’zîr olunmaz. Meselâ, yabancı kadını öpdügünü iki sâhidle isbât etmelidir. Bu
takdîrde, fâsık ta’zîr olunur.
[TENBÎH: Allahü teâlânın hakkı bulunan bir günâhı isliyeni gören kimsenin,
bir sâhid yanında ta’zîr yapması lâzımdır. Bir müslimâna fâsık diyen kimsenin ta’zîr
edilmesi, o müslimânın hakkını korumak içindir. Bu kimse, kendini, o müslimânın
hakkı olan ta’zîrden kurtarması için beyyine, ya’nî iki sâhid ile sözünü isbât etmesi
lâzım olmakdadır.
Bir müslimâna, yâ zânî veyâ bu ma’nâda türkce çirkin seyler söyliyen kimse, kazf
haddinden kurtulmak için, misâl göstermeden sözünün dogru oldugunu sâhid ile
isbât ederse, kabûl edilir.
Ögrenmesi farz veyâ vâcib olan fıkh bilgilerini ögrenmemek fıskdır. Fâsıkların
sâhidligi kabûl olmadıgı için, sâhidlere i’tirâz olundugu zemân, hâkim sâhidlere fıkhdan
sorar. Bilmezlerse, red olundukları gibi, ta’zîr de olunurlar. Ibni Âbidîn önsözünde
buyuruyor ki, (Kur’ân-ı kerîmden nemâz kılacak kadar ezberlemek farzdır.
Bunu ögrendikden sonra, fıkh bilgilerinden farz-ı ayn olanları ögrenmek,
Kur’ân-ı kerîmin fazlasını ezberlemekden dahâ iyidir. Çünki, Kur’ân-ı kerîmi ezberlemek,
ya’nî hâfız olmak farz-ı kifâyedir. Ibâdetler ve mu’âmelât için lâzım olan
fıkh bilgilerini ögrenmek ise farz-ı ayndır. Halâlden, harâmdan ikiyüzbin mes’eleyi
ezberlemek lâzımdır. Bunların bir kısmı farz-ı ayndır. Bir kısmı da farz-ı kifâyedir.
Herkese, isine göre, lüzûmlu olanlar farz-ı ayn olur. Fekat hepsini ögrenmek,
Kur’ân-ı kerîmi ezberlemekden dahâ iyidir. Tefsîr ile vakt geçirmek dogru degildir.
Çünki, tefsîr ile, va’z ve kıssa ögrenilir. Fıkh okuyarak, halâli, harâmı ögrenmelidir.
Allahü teâlâ (Hikmet)i övdü. Tefsîr âlimlerinin çogu (Hikmet, fıkhdır) dedi.
Bir fıkh âlimi, bin zâhidden dahâ kıymetlidir. Fıkh bilgileri, dört mezhebin âlimlerinden
ögrenilir. Dört mezhebden birinde bulunmıyan fıkh bilgisi câiz degildir.
Tefsîr ilminin kâ’ideleri kurulmamıs, kollara ayrılmamıs, sonuna varılmamısdır. Her
âyetin çok tefsîri vardır. Hepsini Allahü teâlâdan baska kimse bilmez). (Hadîka)da,
üçyüzyirmidördüncü sahîfeden baslıyarak buyuruyor ki, (Ehl-i sünnet i’tikâdını ve
farzları, harâmları ögrenmek farzdır. Bunları ögretmek ve kendine lâzım olandan
baska fıkh bilgilerini ögrenmek ve Kur’ân-ı kerîmin tefsîrini ve hadîs ilmini ögrenmek
farz-ı kifâyedir. Fıkh bilgileri, Kur’ân-ı kerîmden ve hadîs-i serîflerden ögrenilmesi
farz olan bilgilerdir. Fıkh kitâbı okuyan mukallidler, âyetden ve hadîsden
hükm çıkarmak ihtiyâcından kurtulur. Farz-ı kifâye olanları bilen, yapan var
iken, bunları ögrenmek müstehab olur. Bunları yapmak nâfile ibâdet olur. Yalnız,
cenâze nemâzı böyle degildir. Velîsi kılınca, baskalarının tekrâr kılması câiz olmaz.
Nemâz kılacak kadar Kur’ân-ı kerîm ezberliyen kimsenin, bos zemânlarında dahâ
çok ezberlemesi, nâfile nemâz kılmasından dahâ çok sevâb olur. Ibâdetlerinde
ve günlük islerinde lâzım olan fıkh bilgilerini ögrenmesi ise, bundan dahâ çok
sevâb olur. Lüzûmundan fazla fıkh bilgilerini ögrenmek de, nâfile ibâdetlerden da-
hâ sevâbdır. Lüzûmundan fazla fıkh bilgisi ögrenirken, tesavvuf bilgilerini ve hakîmlerin,
ya’nî Allahü teâlâya ârif olanların sözlerini ve hâl tercemelerini ögrenmesi
de müstehab olur. Bunları okumak, kalbde ihlâsı artdırır. Fıkh bilgilerini, derin
âlimler, âyet-i kerîmelerden ve hadîs-i serîflerden çıkarmıslardır. Bunlar, ancak
fıkh kitâblarından ve fıkh âlimlerinden “rahmetullahi teâlâ aleyhim ecma’în”
ögrenilir).
Görülüyor ki, tefsîr okumak farz-ı kifâyedir. Fıkh kitâbları varken, din bilgilerini
tefsîrlerden ögrenmege kalkısmak, nâfile ibâdet olur. Farz-ı ayn olan fıkh kitâblarını
okumagı bırakıp, nâfile olan tefsîr okumak, câiz degildir. Zâten, bizim gibi
mukallidlerin, tefsîrden fıkh bilgisi ögrenmesi imkânsızdır. Cehenneme gidecekleri
bildirilen yetmisiki fırkanın âlimleri, tefsîrlerden yanlıs ma’nâ anladıkları
için, sapıtdılar. Âlimler sapıtınca, bizim gibi câhillerin tefsîrden ne anlıyabilecegimizi
düsünmeliyiz! Dogru yazılmıs tefsîrleri okuyan câhiller, böyle felâkete düserse,
Mehmed Abdüh, Ömer Rızâ ve Seyyid Kutb gibi dinde reformcuların tefsîr adındaki
kitâblarını okuyan acabâ ne olur? (Feth-ul-mecîd) vehhâbî kitâbı, gençleri aldatmak
için yazdıgı yalanlara, iftirâlara vesîka olarak, birçok yerinde (Imâd ibni
kesîr)in tefsîrini göstermekdedir. Sâmdaki âlimlerden üstâd Abdülganî, 1391 [m.
1971] baskılı (Fadl-üz-zâkirîn) kitâbında, (Ibni kesîr tefsîri)ni okumamalıdır. Çünki,
içinde dalâlât-i kesîre vardır demekdedir. Seyyid Kutb, son zemânlarında yazdıgı
(Fî-zılâl-il Kur’ân) kitâbında, Abdüh masonunu övüyor. Üstâdım dedigi o sapık
kimsenin yolunda oldugunu, tefsîrine onun yazılarını, fikrlerini koydugunu bildiriyor.
Önceleri bir felsefeci, bir sosyalist iken, son zemânlarında islâm dînini degisdirmege,
kendi hulyâ ve sapık görüslerini din bilgisi olarak yazmaga baslıyan bu
adamın, mezhebsiz bir dinde reformcu [bir zındık] oldugu, son yazdıgı kitâblarında,
açıkca görülmekdedir. Muhammed Alî Sâbûnî ismindeki bir kimse de, 1391 [m.
1971] senesinde Mekke-i mükerremede hâzırladıgı (Revâi’ul-beyân) kitâbını,
Ehl-i sünnet âlimlerinin yazıları ile doldurmus ve aralarına Muhammed Sıddîk Hasen
hân Bühüpâlî, Mahmûd Âlûsî, Seyyid Kutb ve Ibni Kesîrin vehhâbîligi tervîc
eden fikrlerini de karısdırmısdır. Bu zehrli kitâbları okumamalı, çocuklarımıza da
okutmamalıyız. Bunları piyasaya sürenlerin yaldızlı reklâmlarına aldanmamalıyız].
Müslimâna, (Ey kâfir) diyen [veyâ, müslimâna mason diyen, komünist diyen]
ta’zîr olunur. Onu kâfir i’tikâd ederse, kendisi kâfir olur. Müslimân, kendine kâfir
diyene, efendim gibi kabûl gösteren cevâb verirse, o da kâfir olur.
Ey habîs, ey sapık, ey fâcir diyen ta’zîr olunur. Fâcir, kavgacı, geçimsiz demekdir.
Ey muhannes diyen ta’zîr olunur. Muhannes, kadın gibi olan erkege denir. Hâin
diyen ta’zîr olunur. Hâin, emânete hıyânet eden, fenâlık eden kimsedir. Sefîh,
pelîd, ahmak, mubâhî, avânî, lûtî, zındık, hırsız, deyyûs, kaltaban, ey serâb içici,
ey fâizci diyen ta’zîr olunur. Sefîh, parasını harâm yerlere saçan kimsedir. Pelîd,
habîs, kötü demekdir. Ahmak, aklı az, kötü huylu demekdir. Mubâhî, harâmlara
halâl diyendir. Avânî, suçsuzları, iftirâ ederek mahkemeye sürükliyendir. Zındık,
müslimân görünen kitâbsız kâfir demekdir. Deyyûs, zevcesinin nâmûssuzlugunu
hos görendir. Buna kaltaban ve pezevenk de denir. Lûtî, pédèraste ya’nî pust demekdir.
Ey münâfık, ey yezîdî, mübtedi’, yehûdî, nasrânî, kahbenin oglu diyen ta’zîr olunur.
Münâfık, kâfir oldugu hâlde müslimân görünen kimsedir. Yezîdî, hazret-i Alîye
düsman olan, seytâna tapınandır. Mübtedi’, bid’at sâhibi olandır. Bid’at, Ehl-i
sünnete uymıyan her inanıs demekdir. Kahbe, ücretli fâhise, genel ev kadını demekdir.
Iki imâma göre “rahmetullahi teâlâ aleyhimâ”, kahbenin oglu demek, zâniye
oglu demek olup had vurulur. Orospu oglu demek de böyledir.
Nâmûssuzun oglu, fâcirenin oglu, kâfirin oglu, fâsıkın oglu, hırsızların yuvası,
zânîlerin bası, harâmzâde, oglancı diyen ta’zîr olunur. Piç diyene had vurulur.
Kendine deyyûs diyen veyâ böyle meshûr olan, bunu halâl bilmedikce öldürül-
mez. Siddetle ta’zîr olunur. Bir fâsık tevbe etse ve bir dahâ günâh islersem, su kimse
râfızî olsun, kâfir olsun derse, günâh isleyince, o kimse kâfir olmaz. Söyliyenin
yemîn keffâreti vermesi lâzım olur. Onun kâfir olmıyacagını bilmezse, kendisi kâfir
olur. Çünki, baskasının küfrüne râzı olan kâfir olur.
Esek, domuz, köpek, maymun, öküz, ayı, yılan diyen ta’zîr olunmaz. Yalan oldugu
meydânda olup, kendini kötülemekdedir. Kötülük, söyliyene râci’ olursa,
ta’zîr yapılmaz. Çünki ta’zîr, harâm isleyene ve sözü ile, hareketi ile, isâreti ile, müslimâna
haksız olarak eziyyet verene yapılır.
Birisine hırsız deyip de isbât edemiyen, ta’zîr olunmaz. Birisine fâhise, orospu
deyip de isbât edemiyene kazf haddi lâzım olur.
Ta’zîrin çogunda, Allahü teâlânın hakkı ve kul hakkı birlikde vardır. Fekat kul
hakkı dahâ çokdur. Kazfde de iki hak karısıkdır. Fekat, kazfde kul hakkı dahâ azdır.
Bunun için, hadler afv edilmez. Ta’zîr ise, incitilen kimsenin afv etmesi ile sâkıt
olur. Fekat, kul hakkını hâkim afv edemez. Bir kimse, birini çesidli kelimelerle
veyâ birkaç kisiyi bir kelime ile sögse, herbiri için ayrı ayrı ta’zîr olunur. Çünki
kulların hakları birbirleri yerine geçmez. Had cezâları ise tedâhul eder. Ta’zîrde,
sögen inkâr ederse, yemîni kabûl edilerek, afv olur.
Yabancı kadını öpmek ve günâh islenen yerde bulunmak gibi ta’zîr lâzım gelen
ba’zı suçlarda, yalnız Allah hakkı bulundugu için, ta’zîr edilmesi afv ve yemîni kabûl
edilmez. Bunu yalnız devlet reîsi afv edebilir.
Nemâz kılan biri, eli ile veyâ dili ile insanları incitiyorsa, bunu ıslâh için devlete
haber vermek câizdir. Yalnız Allah hakkı olan ta’zîrlerde, âdil bir kimsenin haber
vermesi ile hâkim ta’zîr eder. Çünki, kul hakkı karısmıyan suçlarda hâkim kendi
bilgisi ile karâr verebilir. Haber, yazı ile verilebilir.
Serâb, içki satın alan, içen ve nemâz kılmıyan habs olunur ve dögülür, sonra çıkarılır.
Adam öldürmekle, hırsızlıkla, insan dögmekle ittihâm olunan, tevbe etdigi
hâlinden anlasılıncaya kadar uzun süre habs olunur. Çünki, bunun zararı herkesedir.
Öncekilerin ise, kendilerinedir. Zimmîye sögen müslimân ta’zîr olunur.
Zimmîye sögmek günâhdır. Yehûdînin, mecûsînin yüzüne karsı, yâ kâfir demek günâhdır.
Onlar kendilerini kâfir bilmiyor. Kâfir denilince inciniyorlar.
Kadının, zevcine karsı, mesrû’ olan zînetlerini giyinerek, takarak güzel koku sürünerek
süslenmesi lâzımdır ve çok sevâbdır. Bunu bildiren hadîs-i serîfler,
(Sir’atül-islâm serhi) 465. ci sahîfesinde de yazılıdır. Süslenmezse ve gusl abdesti
almazsa, haksız yere evden iznsiz çıkarsa, yatagına gelmezse, küçük çocugunu
aglayınca, dögerse, zevci buna nasîhat verir. Nasîhati dinlemezse veyâ zevcine sögerse,
nâ-mahreme yüzünü açarsa, âdetden fazla malını iznsiz verirse, had cezâsına
girmiyen herhangi bir günâhı islerse, zevcin bunu ta’zîr etmesi, ya’nî açık eli
veyâ mendil ile hafîf vurması câiz olur. Baska sebeblerle hafîf dahî vuramaz. [Kadının
yüzü avret degil ise de, fitneye sebeb olursa, örtmesi lâzım olur.] Nemâz kılmadıgı
için ta’zîr etmez. Çünki, nemâzın fâidesi zevc için degildir. Baba bâlig olmıyan
oglunu nemâz kılmadıgı ve oruc tutmadıgı için ta’zîr eder. Ana ve vasî de,
baba gibidir. Büyük ogul, yabancı gibidir.
Anası, babası günâh isliyen çocuk, bunlara bir kerre nasîhat eder. Kabûl etmezlerse,
susar. Onlara düâ eder. Genç ve dul anası, dügünlere, fitne olan yerlere giderse,
oglu men’ etmez. Hâkime haber verir. Hâkim men’ eder.
Çocugun, Kur’ân-ı kerîmi, edebleri ve farzları, harâmları, Ehl-i sünnet i’tikâdını
ögrenmesi için babası ikrâh eder, zorlar. Çocugunu dögdügü islerde, yetîmi
de dögebilir. Çocuk ve zevce sopa ile dögülmez. El ile, mendil ile vurulur. Ayakla,
yumrukla vurulmaz. Kul hakkı olan suçlarda, çocuk ta’zîr olunur. Içki, zinâ, sirkat
gibi, yalnız Allahü teâlânın hakkı olan suçlar için çocuk ta’zîr edilmez.
Hâkimin had ve ta’zîr cezâsı verdigi suçlu, cezâlandırılırken ölürse, kimse
mes’ûl olmaz. Zevc, zevcesini ve mu’allim talebesini ta’zîr ederken ölürse, tazmîn
eder. Çünki, zevcin ta’zîri vâcib degil, mubâhdır. Ya’nî, islâmiyyet erkegin zevcesini
dögmesini aslâ emr etmemisdir. Hafîf vurmasına izn vermisdir. Zevcesini asırı
dögen zevc ve talebesini asırı dögen mu’allim ta’zîr olunur. Haksız yere, hafîf dögerlerse
de ta’zîr olunurlar. Dünyâ menfe’ati için, meselâ bir kız ile evlenebilmek
için [veyâ midye gibi ve elektrikle öldürülerek les olmus hayvân gibi harâm seyleri
yiyebilmek için] mezhebini degisdiren ta’zîr olunur. Çünki, müctehid olmıyan
kimsenin, dünyâ menfe’ati için, mezhebini degisdirmesi günâhdır. Dînini ve mezhebini
begenmemis olur. Birinci kısm, 54. cü madde, 3. cü sahîfesine bakınız!
Ibni Âbidîn, (Redd-ül-muhtâr)ın ellibirinci sahîfesinde buyuruyor ki, (Bir isin,
bir ibâdetin sahîh olması için, dört mezhebden herhangi birine uygun olması lâzımdır.
Ya’nî, o isin sahîh olması için, bir mezhebde uyulması lâzım olan sartların hepsine
uygun olması lâzımdır. Bir ibâdeti yaparken, sartlarından biri bir mezhebe,
baska biri de baska mezhebe uygun olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Meselâ, deriden
kan akarsa, Hanefî mezhebinde abdest bozulur. Sâfi’î mezhebinde bozulmaz.
Bir erkek, yabancı kadının derisine dokununca, Sâfi’îde, ikisinin de abdesti
bozulur. Hanefîde ikisinin de bozulmaz. Derisinden kan aksa ve kadına da dokunsa,
her iki mezhebe göre abdesti bozulur. Bu abdest ile kıldıgı nemâz sahîh olmaz.
(Bunun abdesti, bir mezhebe göre sahîh olmadıgı zemân, diger mezhebe göre
sahîh oluyor. Nemâzı sahîh olur) denilemez. Bu kimse, iki mezhebi (Telfîk) etmekde,
karısdırmakdadır. Böyle kimseye (Müleffık) denir. Müleffıkın ibâdetinin
sahîh olmıyacagı sözbirligi ile bildirilmisdir. Bir ibâdetin bir sartı bir mezhebe, baska
sartı da baska mezhebe göre sahîh olursa, bu ibâdet sahîh olmaz. Abdest alırken,
basının bir parçasını mesh eden kimse, köpege degdikden sonra nemâz kılsa,
bu nemâzı sahîh olmaz. Çünki, abdesti Mâlikîye göre sahîh degildir. Köpege dokununca,
Sâfi’îye göre üstü necs olmusdur. Bunun gibi, tehdîd ile, zor ile yapdırılan
talâk Hanefîde sahîh olur. Bosadıgı kadının kız kardesini alabilir. Sâfi’îde ise
sahîh olmaz. Bu adamın, her iki mezhebe uyarak, bu kızkardeslerin ikisi ile birlikde
evli yasaması sahîh olmaz. Bunlar da (Telfîk) olur. Fekat bir kimse, bir ibâdeti,
bir isi, bir mezhebin bütün sartlarına uyarak yapıp bitirdikden sonra, bunu tekrâr
yaparken veyâ baska bir ibâdeti, baska bir isi yaparken, baska mezhebin sartlarına
uyarak yapması, âlimlerin çoguna göre sahîh olur. Ihtiyâc oldugu zemân yapmak
ise, sözbirligi ile sahîh olur. Hattâ bir mezhebin sartlarına uyarak yapılan bir
isin, bir ibâdetin bu mezhebe göre sahîh olmadıgı, baska bir mezhebe göre sahîh
oldugu sonradan anlasılsa, o mezhebe göre sahîh oldugunu düsününce, o mezhebi
taklîd etmis olur. O isi sahîh olur. [Çünki o ibâdeti kurtarmak için, mezheb taklîdine
ihtiyâc hâsıl olmusdur. Menfe’ati için, zevki için, çesidli islerini, çesidli
mezheblere uyarak yapmak telfîk olur. Bir ibâdeti kendi mezhebine göre yapmasına
mâni’ olan bir özr hâsıl olunca, bu ibâdeti baska bir mezhebi taklîd ederek yapmak
lâzım oldugu, gusl abdesti bahsinde bildirilmisdi. Baska mezhebi taklîd etmesine
mâni’ olan ikinci bir özr de hâsıl olsa ve bu özr kendi mezhebine uymasına mâni’
olmasa, bu ibâdeti, iki mezhebe göre de sahîh olmadıgı hâlde, özr ile, ihtiyâc
ile oldugu için, bu hâli telfîk olmaz. Ibâdeti sahîh olur.] Baska bir mezheb taklîd
edilirken, kendi mezhebinde mekrûh veyâ harâm olsa bile, o mezhebin farzlarına
ve müfsidlerine uymak lâzımdır. Kendi mezhebinin harâm demesine bakılmaz).
Mezhebleri telfîk eden ta’zîr olunur. (Seyf-ül-ebrâr) kitâbına bakınız!
[Mâlikî mezhebinde, dokuz yasına gelmis kızın önünden, bir sebeb olmadan akan
kırmızı, sarı veyâ bulanık kana (Hayz kanı) denir. Akmaga baslayınca, hayz olur.
Devâm ederse, onbes günden azı âdet olur. Fazlası istihâda olur. Sonraki ayda, âdeti
degisirse, âdetlerinden en çogunun üç gün fazlası hayz olur. Dahâ fazlası ve onbes
günden fazlası istihâda olur. Kürsüf kuru veyâ beyâz ıslak ise, hayzın kesildigi
anlasılır. Yetmis yasından sonra gelen kan hayz olmaz, istihâda olur. Kan, fâ-
sılalarla devâm ederse, kesildigi günler temiz kabûl edilir. Temizligin asgarî müddeti
onbes gündür. Onbes günden evvel gelen kan, istihâda olur. Böyle temizlik
müddeti sonsuzdur. Kesilip, onbes gün sonra baslarsa hayz olur. Dogumdan evvel
gelen kan, hayzdır. Karın yarılarak çocuk alınınca gelen kan nifâs olmaz. Nifâsın
a’zamî müddeti altmıs gündür. Onbes gün kan kesilirse, tâhir olur. Sonra gelen
hayz olur.]
Kinâye, îmâ ile kazf eden ta’zîr olunur. Kinâye yolu ile sögen ta’zîr olunmaz. Birinin
zevcesini aldatıp, nikâhlayan kimse, bosayıncıya veyâ ölünciye kadar habs olunur.
Riyâ olarak vera’ ve takvâ gösteren ta’zîr olunur.
Kul hakkı bulunan ta’zîr suçları, had suçları gibi, tevbe ile afv olmazlar.
(Mecelle)nin ondokuzuncu maddesinde, (Birine zarar vermek ve zarar yapana
karsılık olarak zarar yapmak câiz degildir) diyor. Mubâh isler, baskasına zarar verirse,
câiz olmaz. Malı çalınan kimse, hırsızın veyâ baskalarının malını çalmaga hak
kazanmaz. Zararları ahkâm-ı islâmiyyeye uygun olarak gidermek hâkimin vazîfesidir.
Zarar, kendi kadar veyâ dahâ çok zararla giderilmez.
(Bahr-ül-fetâvâ)da diyor ki, (Içki satan müslimân, siddetle ta’zîr olunur. Yolda
bir kadını kucaklıyan, öpen ta’zîr olunur. Karsılıgında had cezâsı bulunmıyan
günâhları isliyen ta’zîr olunur. Ta’zîr cezâsı, yalnız don, gömlek ile ayakda iken sopa
vurmak ile yapılır. Kocası ölen kadın, iddet zemânı temâm olmadan evlenirse,
bunu bilerek alan kimse, siddetle ta’zîr olunur. Zevci uzakda olan kadın ile evlenen
kimse ta’zîr ve araları tefrîk olunur. Erkek seklinde dolasan kadın ve kadın
seklinde gezen erkek ta’zîr ve tevbe edinciye kadar habs olunurlar. Sarkıcı ve çalgıcı
olan da böyledir. Birinin zevcesini zor ile kendi evine götüren, siddetle ta’zîr
olunur ve kadın kocasına teslîm edilir. Fâhise kadını, komsuları evden, mahalleden
atamazlar. Hâkim dayak ile veyâ habs ile ta’zîr eder.
Sihr, büyü yapan ta’zîr olunur. Ibni Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh” önsözde
diyor ki, (Ögrenmesi harâm olan bilgilerden biri sihr ve kehânetdir. Sihr, ilme,
fenne uymıyan gizli sebebler kullanarak, garîb isler yapmagı saglıyan ilmdir. Sihri
ögrenmek de, ögretmek de harâmdır. Müslimânları zarardan korumak için ve
hayrlı isler yapmak için ögrenmek de harâmdır. [Demek ki, yapılmıs büyüyü çözüp
yok etmek, zevc ve zevce arasında muhabbet hâsıl etmek ve harbde düsmanı
maglûb etmek gibi fâideli isler için de sihr yapmak büyük günâhdır. Hayrlı is
yapmak için, bu büyük günâhı islemenin câiz olmıyacagı (Hadîka)da, bütün bedene
âid âfetler kısmında yazılıdır.] Zevcin zevcesini sevmesi için (Tivele) denilen
sihri yapmak, hadîs-i serîf ile nehy edilmisdir. Bunun harâm oldugu (Hâniye)
fetvâsında da yazılıdır. Sihrde âyetlerden, me’sûr olan düâlardan baska seyler yazılıdır.
Sihrbazın ve zındıkın tevbeleri kabûl edilmez. Ben her istedigimi yaparım
seklinde küfre sebeb olan i’tikâdı olmasa dahî, fitne ve fesâda çalısdıgı için, sâhirin
hâkim tarafından ta’zîr olunması lâzımdır. Ta’zîri katl ile olur. Sihrde îmânı gideren
birsey de yaparsa, kâfir olur. Kehânet, ileride olacak seyleri haber vermekdir.
Arrâf, falcı demekdir. Çalınan seylerin yerlerini, çalanları ve sihr yapanları haber
verir. Tecribe ile, hesâb ile degil, tahmîn ile, zan ile konusurlar. Yâhud cinden
ögreniyoruz derler).
Kalbine, küfre sebeb olan sey gelen, bunu söylemese ve üzülse, îmânına zarar vermez.
Îmânının kuvvetli oldugunu gösterir. Seyhayne “radıyallahü teâlâ anhümâ” sögen,
mürted olur. Katl olunur. Erkeklerin ipek giymeleri halâldir diyen kâfir olmaz.
Zîrâ ihtilâflıdır. Islâmiyyete de mürâce’at edelim diyene, islâmiyyet ile isim yokdur
diyen kâfir olur. Îmânını ve nikâhını tecdîd etmesi lâzım olur. Müslimânın hem islâmiyyete,
hem de kanûna uyması lâzımdır. Mürted olup Dâr-ül-harbe gidenin
malları vârislerine intikâl eder. Beyt-ül-mâlın olmaz. Müslimân oldum diyen zimmî
tasdîk olunur. Kâfir, sünnet olmakla, müslimân olmaz. Müslimân câriyeyi satın
alan zimmî siddetle ta’zîr olunur. Câriyeyi müslimâna satması emr olunur. Müslimân-
ların mahallesinde ev satın alan zimmînin, bu evi bir müslimâna satması emr olunur.
Câmi’ civârındaki evlerini zimmîlere kirâya veren müslimâna, bunlardan
alıp, nemâz kılanlara vermesi emr olunur. Zimmînin kâfir köle satın alması câizdir.
Köle müslimân olursa, bunu müslimâna satması lâzım olur. Zimmî müslimân
kadınla zinâ etse, yüz degnek had vurulur ve uzun zemân habs olunur. Bu kadın
muhsan ise recm, degilse darb olunur. Gelini ile zinâ eden recm olunur).
Fuhs söyliyen kimse ta’zîr olunur. Çünki, fuhs söylemek tahrîmen mekrûhdur.
(Hadîka) kitâbında, dil âfetlerinin onbirincisinde diyor ki, fuhs, çirkin söz demekdir.
Haddi asan herseye fâhis denir. Burada, çirkin olan isleri baskalarına açık
kelimelerle anlatmak demekdir. Cimâ’ için ve abdest bozmak için kullanılan kelimeleri
söylemek böyledir. Bu kelimeleri söylemek fuhsdur ve tahrîmen mekrûhdur.
Çünki bunları söylemek, mürüvvete ve diyânete uygun degildir ve hayâyı, utanmayı
giderir ve baskalarını gücendirir. Mürüvvet, insanlık, erkeklik demekdir. Cimâ’ı
ve abdest bozmagı anlatmak lâzım oldugu zemân, açık olarak söylememeli,
kinâye olarak söylemelidir. (Kinâye), birseyi, açık ma’nâları baska olan kelimelerle
anlatmakdır. Edebli olan, sâlih olan, fuhs söylemege mecbûr olunca, kinâye
olarak söyler. Meselâ, Allahü teâlâ, Kur’ân-ı kerîmde, cimâ’ için dokunmak
(lems) kelimesini söylemisdir. Ibni Ebiddünyânın ve Ebû Nu’aymın “rahmetullahi
teâlâ aleyhimâ” bildirdikleri hadîs-i serîfde, (Fuhs söyliyenlerin Cennete girmeleri
harâmdır) buyuruldu. Ya’nî, bunun azâbını çekmedikce Cennete girmezler.
(Hadîka)dan terceme temâm oldu.
(Berîka) kitâbında diyor ki, kalb âfetlerinin otuzaltıncısı, (Vekâhet)dir. Vekâhet,
hayânın az olması demekdir. Hayâ, çirkin sey yapmakdan, ayblanmakdan çekinmekdir.
Türkçede, utanmak, sıkılmak denir. Hadîs-i serîfde, (Allahü teâlâdan
hayâ ediniz!) buyuruldu. Allahü teâlâdan hayâ etmek, sehvetlerini, ya’nî
nefsin isteklerini terk etmekle olur. Hayâsı olan, Allahü teâlâdan korkar. Onun,
râzı olmadıgı islerden ve sözlerden kaçınır. Bir hadîs-i serîfde, (Hayâ, îmândandır.
Fuhs söylemek, cefâdandır. Îmân Cennete, cefâ Cehenneme götürür) buyuruldu.
Hayâ ve îmân birlikde bulunur. Biri yok olursa, digeri de yok olur. Kadın hayâsı,
erkek hayâsından dokuz kat fazladır. Bir hadîs-i serîfde, (Fuhs insanın lekesi, hayâ,
zînetidir) buyuruldu. Hayânın en kıymetlisi, Allahü teâlâdan utanmakdır.
Ondan sonra, Resûlullahdan “sallallahü aleyhi ve sellem” hayâdır. Dahâ sonra, insanlardan
hayâ etmekdir. (Berîka)dan terceme temâm oldu. Kâfirler, müslimânların
îmânlarını yok etmek için, hayâlarını yok etmege çalısıyorlar. Pilâjlarda, futbol
oyunlarında, sporlarda avret yerlerinin, edeb yerlerinin açılmasına önderlik yapıyorlar.
Fuhs sözlere seks bilgisi diyorlar. Bu açıklıklara ve seks bilgilerine ilericilik
ve lüzûmlu, fâideli diyerek gençleri hayâsız yapmak istiyorlar. Gençleri aldatmak
için, medenî milletlerin yapdıklarını biz de yapacagız. Çagımıza ayak uyduracagız.
Gericilikden kurtulacagız diyorlar. Kâfirler teknikde ilerledikleri, madde
ve kuvvet üzerinde çok sey kesf etdikleri için, kâfirlik iyidir, fâidelidir denilebilir
mi? Onların ibâdetlerini, kötülüklerini biz de yapalım denilebilir mi? Bir müslimân,
Allahü teâlânın yasak etdigi seyleri, kâfirlerin yapdıklarını ileri sürerek, övemez.
Bunlar fâidelidir diyemez. Harâmlar hiçbir sebeble fâideli, iyi olamaz. Kâfirlerin
yapdıgı seylerden islâm dîninin yasak etmediklerini, hattâ emr etdiklerini
övmek ve yapmak ise, suç olmaz. Fen bilgileri, agır sanâyı’ böyledir. Kâfirlere
medenî etiketini koyduran da bu sâhadaki basarılarıdır. Müslimân, kâfirlerin bu
basarılarını över. Islâm düsmanı ise, bu basarıları ileri sürerek, onların küfrlerini,
ibâdetlerini, ahlâksızlıklarını ve islâmiyyetin yasak etdigi zararlı, kötü seylerini över.
Allahü teâlâ, din yolunda çalısanlara ve din bilgilerini, ma’rifetlerini, kerâmetleri,
hârikaları ögretenlere râhat, huzûr veriyor. Dünyâ bilgilerinde, fende çalısanlara
da aradıklarını veriyor. Kâfir milletler, yalnız fen bilgileri üzerinde çalısıyorlar.
Islâm dînini insâf ile, temiz bir vicdân ile incelemiyorlar. Bunun için, fende iler-
liyor, büyük endüstri kuruyorlar. Fekat, küfr pisliginden, harâm ve kötü islerinin
zararlarından kurtulamıyorlar. Râhata, huzûra ve se’âdete kavusamıyorlar. Fende
ilerledikleri hâlde, râhat yasıyamıyorlar. Çünki, küfrden ve harâm islemekden,
hep zarar, hep ziyân, hep fenâlık hâsıl olur. Sonu hep felâket olur. Îmândan, ibâdetlerden
ve güzel ahlâkdan ise, dâimâ iyilik, râhatlık hâsıl olur. Fende ilerlediklerini
ileri sürerek, kâfirlerin küfrlerini, islâmiyyete uymıyan islerini övmek, câhillik
ve saskınlıkdır. Müslimânlar, onlar gibi, fen bilgilerinde de çalısmaga, onlar
gibi büyük fabrikalar kurmaga özenmelidir. Çünki, islâmiyyet bunu emr etmekdedir.
Islâmiyyet, hem fen bilgilerinde çalısmagı, hem de güzel ahlâklı olmagı, herkese
iyilik yapmagı emr etmekdedir. Müslimânlar, kâfirlerin, münâfıkların çıplak
gezmelerini ve seks bilgisi adı altında fuhs söylemelerini fâideli zan etmemelidir.
Bunları övmenin, müslimânların hayâlarını, îmânlarını çalmak için bir tuzak oldugunu
bilmelidir. Bir isin, bir sözün fâideli veyâ zararlı oldugunu anlamak için, kâfirlerin
yapıp yapmadıklarına degil, dînimizin emr veyâ yasak etdigine bakmalıdır.
 
Üst Alt