61- Nemâzın ta’dîl-i erkânı. Kul hakkı 2.Cild 87.ci mektûb

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İKİNCİ CİLD, 87. ci MEKTÛB Bu mektûb, Efganistânlı Feth hâna yazılmış olup, ta’dîl-i erkânı, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmağı ve bid’atden kaçınmağı bildirmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun! Onun seçdiği, sevdiği iyi insanlara selâmetler, râhatlıklar olsun! Bu fakîre “kaddesallahü teâlâ sirrehül’azîz” karşı kıymetli sevginizi ve hâlis bağlılığınızı bildiren mektûb-ı şerîfiniz geldi. Allahü teâlâ, büyüklerin sevgisini kalblerimize yerleşdirsin! Mes’ûd ve muhterem ahbâblara birinci nasîhat, Muhammed Mustafânın “aleyhissalâtü vesselâm” sünnet-i seniyyesine yapışmakdır. Ya’nî, her müslimânın birinci vazîfesi, islâmiyyete uymakdır ve islâmiyyetin beğenmediği şeylerden, bid’atlerden kaçmakdır.
Bir kimse, terk edilmiş, unutulmuş bir sünneti meydâna çıkarırsa, yüz şehîd sevâbı kazanır. Yâ bir farzı veyâ vâcibi meydâna çıkarmanın sevâbı ne kadar çok olur! O hâlde, nemâzda, ta’dîl-i erkâna dikkat etmelidir. Ya’nî, rükü’da ve secdelerde ve kavmede ve celsede tumânînet buldukdan, ya’nî her a’zâ hareketsiz oldukdan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefî âlimlerinin çoğu, buna vâcib demişdir. İmâm-ı Ebû Yûsüf ve imâm-ı Şâfi’î [ve Mâlik] ise, farz demişdir. Ba’zı Hanefî âlimleri de sünnet demişlerdir. Müslimânların çoğu, bunu yapmıyor. Bu bir ameli meydâna çıkarana, Allah yolunda harb edip cânını veren yüz şehîd sevâbından çok sevâb verilir. Ahkâm-ı şer’ıyyeden hepsi de böyledir. Ya’nî halâl, harâm, mekrûh, farz, vâcib ve sünnetlerden birini öğretip, gereğini yapdıran, böyle sevâb kazanır.
Bir kimseden sebebsiz, zor ile haksız olarak alınan bir kuruşu, sâhibine geri vermek, yüzlerle lira sadaka vermekden, katkat dahâ sevâbdır. Bir kimse, Peygamberlerin “alâ nebiyyinâ ve aleyhimüssalevâtü vesselâm” yapdığı ibâdetleri yapsa, fekat, üzerinde başkasının bir kuruş hakkı bulunsa, bu bir kuruşu ödemedikçe, Cennete giremiyeceği bildirilmişdir. Boşadığı kadına mehr parasını ödemek de kul hakkıdır. [İbnî Âbidîn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, beşinci cild, ikiyüzyetmişaltıncı sahîfede buyuruyor ki, (Başkasının çocuğunu, babasının emri ile de olsa, döğmek câiz değildir. Hoca, talebesini çalışdırmak için, üç kerre eli ile döğebilir. Sopa ile vurması câiz değildir).]
Hülâsa, zâhiri, ya’nî bütün a’zâları ahkâm-ı şer’ıyyeyi yapmakla bezedikden sonra bâtına teveccüh etmeli, böylece, yapılan ameli gafletden uzak tutmalıdır. Kalbin imdâdı olmadan a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla bezenmesi çok güçdür. Âlimler, böyle olur, şöyle olmaz diye fetvâ verirler. Bunları yapmak ise, Allah adamlarının işidir. Kalbin temizlenmesine, nûrlanmasına çalışmak, her a’zânın, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmasına sebeb olur. Yalnız kalb ile uğraşıp, ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmıyan mülhiddir. Doğru yoldan sapıkdır. Böyle kimselerin kalblerinde ve rûhlarında birşeyler hâsıl olması, istidrâcdır. Ya’nî, onları derece derece, yavaş yavaş Cehennemin derinliklerine indirirler. Kalbde ve rûhda hâsıl olan şeylerin doğru ve iyi olmasına alâmet, bütün a’zânın ahkâm-ı islâmiyyeye yapışmakla süslenmesidir. Doğru yol, kurtuluş yolu, işte budur! Allahü teâlâ, hepimizi bu doğru yoldan ayırmasın! Âmîn.
[(Mecelle)nin otuzikinci maddesinde, (Zarûret içinde olmak, başkasının hakkını gidermez) diyor. Açlıkdan ölecek olan kimse, başkasının malını, ölümden kurtaracak kadar yiyebilir ise de, bunun değerini veyâ mislini ödemesi lâzım olur. Başkasının malını yimek, şerâb içmekden dahâ büyük günâhdır].
Ne iyi O gözler ki, güzele bakmakdadır.
Ne tâli’li o kalb ki, Onun için yanmakdadır!
 
Üst Alt