69- Hacca gitmek. Hac nasıl yapılır?

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
(Merâkıl-felâh)da ve hâşiyesinde diyor ki, (Medîne şehri uzakdan görülünce, salât ve selâm getirilir. Sonra, (Allahümme hâzâ harem-ü Nebiyyike ve mehbıt-ü vahyike femnün aleyye biddühûl-i fîhi vec’alhü vikâyeten lî minennâr ve emânen minel azâb vec’alnî minelfâizîne bi-şefâ’atil-Mustafâ yevmelmeâb) denir. Şehre veyâ mescide girmeden önce gusl abdesti alınır. Güzel ve alkolsüz koku sürünülür. Yeni, temiz elbise giyilir. Şehre yürüyerek girmek iyi olur. Eşyâlarını bir yere yerleşdirdikden sonra, o yerlerin kıymetini ve yüksekliğini düşünerek, boynu bükük, kalbi kırık olarak; (Bismillâh ve alâ Milleti Resûlillah) der ve hicret gecesi gelmiş olan (İsrâ) sûresinin sekseninci âyetini ve nemâzda okunan salevât-ı şerîfleri okuyarak ve (Vagfir lî-zünûbî veftah lî ebvâbe rahmetike ve fadlike) diyerek mescide gelir. Bâb-ı selâmdan veyâ bâb-ı Cibrîlden mescide girip, minber yanında iki rek’at (Tehıyyetül-mescid) nemâzı kılar. Minberin direği sağ omuzu hizâsına gelmelidir. Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” burada kılardı. İki rek’at da şükr nemâzı kılar. Düâdan sonra, kalkıp edeble Hucre-i se’âdete gelir. Muvâcehe-i se’âdet dıvarına karşı, arkasını kıbleye dönerek, Resûlullahın mubârek yüzüne karşı, iki metre kadar uzakda, edeble durur. Resûlullahın kendisini gördüğünü, selâmını, düâlarını işitdiğini ve cevâb verdiğini, âmîn dediğini düşünür. (Esselâmü aleyke yâ seyyidî, yâ Resûlallah...) diyerek kitâbdaki uzun düâyı okur. Emânet olan selâmları söyler. Sonra salevât okuyup, dilediği düâyı yapar. Sonra yarım metre sağa gelip, (Esselâmü aleyke yâ halîfete Resûlillah...) diye başlıyan kitâbdaki uzun düâyı okuyarak hazret-i Ebû Bekre selâm verir. Sonra, yarım metre sağa gidip, hazret-i Ömere de kitâbdaki uzun düâyı okuyarak selâm verir. Sonra kendine ve ana babasına ve düâ etmesini istemiş olanlara ve bütün müslimânlara düâ eder. Sonra yine Resûlullahın mubârek yüzü karşısına gelir. Kitâbdaki düâyı okur ve dilediği düâları da yapar. Sonra Ebû Lübâbe hazretlerinin kendini bağlayarak tevbe etmiş olduğu direğe gelir. Burada ve Ravda-i mutahherada nâfile, kazâ kılar. Tevbe ve düâ eder. Dilediği zemânlarda (Mescid-i Kubâ) ve (Mescid-i kıbleteyn), Uhud şehîdleri ve Bakî’deki mezârları ve birçok meşhûr mübârek yerleri de ziyâret etmelidir).
İbni Kayyım, (Resûlullahın kabrine arka çevirerek düâ edilir. Ebû Hanîfe de böyle söylüyor) diyor. Âlûsînin de, tefsîrinde böyle dediği, (Dürer-üs-seniyye)de yazılıdır. Hâlbuki, bütün Ehl-i sünnet âlimleri, Kabr-i se’âdete dönmüş, kıble dıvarı arkada kalmış olarak düâ edileceğini yazmakdadırlar. Âlûsînin oğlu Nu’mân bile, İbni Teymiyyenin ve İbni Kayyımın yolunda olduğu hâlde, insâf ederek, bu hakîkati saklıyamayıp, (Gâliyye)sinde, (Mescidde iki rek’at nemâz kıldıkdan sonra, hucre-i se’âdete gelip, mubârek yüzüne karşı döner. Diri iken olduğu gibi huzûrunda edeb ile durup, salât ve selâm verir ve islâmiyyetin bildirdiği düâları okur. Çünki, Resûlullah, kabrinde de diridir. Âlimlerin çoğu, yalnız kabr-i se’âdeti ziyâret için uzaklardan gelmek de sünnetdir dediler. Çünki, hadîs-i şerîfde, (Beni ziyâret için gelip, başka bir iş yapmıyarak, yalnız ziyâret edene kıyâmetde şefâ’at etmek, bende hakkı olur) ve (Bana selâm verene ben de selâm veririm) buyuruldu) demekdedir.
Abdülhak-ı Dehlevî “rahmetullahi teâlâ aleyh”, (Cezb-ül-kulûb) kitâbında, fârisî olarak diyor ki, (Mescid-i şerîf) yapılırken, Âişe ve Sevde “radıyallahü anhümâ” için birer oda yapıldı. Sonra, her evlendikce bir oda yapılarak, adedleri dokuz oldu. Odalar, arab âdeti üzere, hurma dalından idi. Üstleri kıldan keçe ile örtülü idi. Kapılarında yalnız perde asılı idi. Odalar mescidin cenûb şark ve şimâl taraflarında idi. Kerpiçden yapılmış olanı da vardı. Çoğunun kapısı mescide açılırdı. Tavanlarının yüksekliği, orta boylu insan boyundan bir karış fazla idi. Hazret-i Fâtıma ile hazret-i Âişenin odaları arasında kapı vardı. Vefâtından birkaç gün önce, Ebû Bekrden başka eshâb odalarının mescide açılan kapılarını kapatdırdı.
Hazret-i Ömer “radıyallahü anh”, hicretin onyedinci senesinde, mescid-i şerîfi garb ve şimâlden genişletdi.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Zevcât-i tâhirâtın “radıyallahü teâlâ anhünne” odaları bulunduğu için, şark tarafını genişletmedi. Şimâl-cenûb arası, yüzkırk zrâ’ [yetmiş metre] ve şark-garb dıvarları arası yüzyirmi zrâ’ oldu. (Mescidimi genişletmek lâzımdır!) emrini işitmeseydim, genişletmezdim dedi. Yeni dıvarları, eskisi gibi kerpiç ile hurma ağaçlarından yapdırdı. Hazret-i Abbâs, garb dıvarına bitişik odasını hediyye etdi. Bu oda ve buna bitişik, Ca’fer Tayyârın evinin yarısı satın alınıp mescid-i şerîfe katıldı. Hazret-i Ömer, bu arada, (Hücre-i se’âdet)i de, kerpiçden yeniledi. Hazret-i Osmân “radıyallahü anh” hicretin otuzuncu senesinde, bunları ve şimâl dıvarını yıkıp genişletdi. Yeni dıvarları ve direkleri taşdan, tavanını sac ağacından yapdı. Ebû Hüreyrenin haber verdiği hadîs-i şerîfde, (Mescidimi Yemendeki San’â şehrine kadar genişletseler, hepsi mescidim olur) buyuruldu.
Halîfe Velîd, seksensekiz senesinde, Medîne vâlîsi Ömer bin Abdül’Azîze emr vererek, dört dıvar da yıkılıp, şark tarafındaki zevcât-ı tâhirât odaları mescide katıldı. Hucre-i se’âdetin dört dıvarı yıkılıp, temelden yontma taşlarla yeniden yapıldı. Temel açılırken hazret-i Ömerin bir ayağı görüldü. Hiç çürümemişdi. Hücrenin etrâfına ikinci bir dıvar dahâ yapıldı. Hiç kapısı yokdu. Hücrenin tavanı mescidden yarım metre dahâ yüksek oldu. Uzunluk ikiyüz, genişlik yüzaltmışyedi zrâ’ oldu. Rum Kayserinden kırk usta getirilip, dıvarlar, direkler, tavan altın ile süslendi. İlk olarak mihrâb ve dört minâre yapdırdı. Bu iş üç sene sürdü. Abbâsî halîfelerinden Mehdî, yüzaltmışbir senesinde, yalnız şimâl tarafına on direk dikerek genişletdi. Halîfe Me’mûn da ikiyüziki 202 [m. 817] senesinde biraz genişletdi. Beşyüzelli senesinde, Cemâleddîn-i İsfehânî, ikinci dıvar etrâfına sandal ağacından parmaklık yapdı. Bu parmaklığa (Şebeke-i se’âdet) denir. O sene Mısrdan gönderilen, üzerinde kırmızı ipekle Yasîn sûresi yazılı beyâz ipek perde, Şebeke etrâfına asıldı. Bu perdeye (Sitâre) denir. Mısr Türkmen sultânı Seyfeddîn Sâlih Klavûn “rahmetullahi teâlâ aleyh”, altıyüzyetmişsekiz 678 [m. 1279] senesinde, Hucre-i se’âdet üzerine bugünkü (Kubbe-i hadrâ)yı ilk olarak yapdırıp kurşun ile kaplatdı. Mescidin bugünkü binâsı, Mısrdaki Çerkes sultânlarından Eşref Kaytbay “rahmetullahi teâlâ aleyh” tarafından 888 [m. 1483] senesinde yapdırılmış ve Osmânlı sultânları tarafından ta’mîr ve tezyîn edilmişdir. (Cezb-ül-kulûb)dan terceme temâm oldu.
Pâkistânda Mîrpûr şehrinde bulunan (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezinin 1398 [m. 1978] de, bütün müslimân memleketlerine gönderdiği bildiride diyor ki: Sü’ûdî Arabistânda çıkan (Ed-da’ve) mecmû’asının 1397 [m. 1977] Şa’bân nüshasında, Sa’dülharemeyn ismindeki bir vehhâbînin (Kubbet-ül-hadrâ)nın yıkılmasını istiyen yazısını, (Da’vet-ül-islâmiyyet-ül-âlemiyye) merkezimiz nefretle karşılamışdır. Üyelerimiz Pâkistânın Mîrpûr şehrinde, bu yazıyı protesto etmek için toplandı. Allâme Muhammed Beşîr “rahmetullahi teâlâ aleyh” başkan idi. Pek çok dinleyici arasında konuşan hatîblerin sözlerinin özeti şöyledir:
Kubbet-ül-hadrâ, bütün müslimânların gözbebeğidir. Müslimânlar, bu mübârek hucreyi ziyâret etmeği, kurtulmalarına sebeb bilirler. Çünki, Peygamberimiz “sallallahü aleyhi ve sellem”, (Kabrimi ziyâret edene şefâ’atim vâcib olur) buyurdu. Sa’dül-haremeynin bu çok çirkin yazısı, büyük fitne ve islâm düşmanının gizli bir hiylesidir. Bir müslimân böyle düşünebilir mi? İslâm dîninin şi’ârını yok etmeğe önayak olabilir mi? Vallahi olamaz! Bu çirkin yazının arkasında gizli ellerin, yehûdî güçlerinin bulunduğuna inanıyoruz. Eshâb-ı kirâmın mubârek cesedlerini ve Resûlullahın babası Abdüllahın cesedini kabrlerinden çıkarmaları, Kubbe-i hadrâyı yıkmak çirkin düşüncesine cesâret verdiğinde hiç şübhe yokdur. Bu çirkin yazı, büyük fitnelere yol açacakdır. Bunda hiçbir fâide yokdur. Kalbleri Resûlullahın “sallallahü teâlâ aleyhi ve sellem” sevgisi ile ve Kubbet-ül-hadrânın sevgisi ile dolu olan müslimânları yaralıyan bu çirkin yazıya nasıl cesâret olunduğunu Sü’ûdî arab hükûmetinin açıklaması lâzımdır.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Müslimânların, Haremeyn-i şerîfeyne ve Kubbet-ül hadrâya hizmet etdikleri için, arabları sevdikleri şübhesizdir. Arablar bu mübârek makamlara saygısızlık ederlerse, müslimânların kalblerinde, onların sevgisi kalır mı? Bu çirkin oyundan meydâna gelen üzüntünün dehşetini Sü’ûdî Arabistân hükûmetine bildirmeleri ve bu kötü hîlenin yok edilmesi için çalışmaları için bütün dünyâ müslimânlarına çağrıda bulunuyoruz!
Yukarıdaki çağrının arabî olan aslı, (El-medâric-üs-seniyye) kitâbının m. 1978 baskısının sonuna eklenmişdir.
İbni Âbidîn, hac bahsinin sonunda buyuruyor ki, (Hacca giden fakîr, Mekkeye gidinceye kadar nâfile ibâdet yapmakdadır. Nâfile sevâb almakdadır. Mekke şehrine girince, hac etmesi farz olur. Zengin ise, memleketinden hac için çıkdığı ânda farz sevâbı kazanmakdadır. Farzın sevâbı, nâfilenin sevâbından dahâ çokdur. Fakîr, memleketinde ihrâma girerek yola çıkarsa, yolda da farz sevâbı kazanarak, zenginin sevâbına kavuşur. Anası veyâ babası kendisine muhtâc olmıyan bir kimse, onlardan iznsiz farz olan hacca gidebilir. [Fekat nâfile olan hacca iznsiz gidemez. Câmi’, Kur’ân-ı kerîm kursu ve benzeri, islâma fâidesi olan şeyleri yapmak, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Nâfile hac ve ömre yaparken sarf edilen paralar, müslimânların muhtâclarına veriliyorsa, nâfile hac ve ömre yapmak, kendi memleketinde sadaka vermekden dahâ efdal olur. Çünki, hem mal ile, hem beden ile ibâdet yapılmakdadır. (Makâmât-ı Mazheriyye)de, 26. cı mektûbda diyor ki, (Hacda bir farzı veyâ vâcibi özrsüz terk etmemek veyâ harâm, mekrûh işlememek lâzımdır. Aksi hâlde, nâfile hac ve ömre yapmak sevâb değil, günâh olur). Birinci kısmda, 74. cü madde sonuna ve kırkaltıncı maddenin zekât kısmına ve (Mektûbât Tercemesi)nde, 29 ve 123 ve 124. cü mektûblara bakınız!] Asker olarak veyâ yazı ve propaganda ile islâmiyyete hizmet etmek, nâfile hacdan ve ömreden dahâ sevâbdır. Böyle cihâd hizmeti olmıyan için, memleketinde fakîr, muhtâc ve sâlihlere yâhud seyyidlere ve Ehl-i sünnet bilgilerini yayanlara para yardımı etmek, nâfile haclardan ve câmi’, Kur’ân-ı kerîm kursu ve benzeri hizmetleri yapmakdan dahâ sevâbdır).
Hak teâlâ, ilmi çok yerde övdü, Kur’ânda,
Resûlün, ilmi emr eden sözleri, meydânda.

İslâmın en büyük düşmanıdır, bil, cehâlet,
çünki, cehl mikrobunun hastalığı, Felâket!

Cehâlet olan yerden, din gider dedi, Nebî,
Dîni seven, o hâlde ilmi, fenni sevmeli!

Cennet, kılınc gölgesinde, demedi mi hadîs,
atom gücü, jet uçuşuna bu emr, pek vecîz!

İslâmın zilletine cehldir, bütün illet!
Ey derdi cehâlet, sana düşmekle, bu millet!

Bir hâle getirdin ki, ne din kaldı, ne nâmûs,
ey sine-i islâma çöken, kapkara kâbus.

Ey, biricik düşman, seni öldürmeli evvel,
sensin, bize kâfirleri, üstün çıkaran el!

Ey, millet, uyan cehline kurban gidiyorsun!
İslâm gerilikdir, diye bir damga yiyorsun!

Allahdan utan, bâri bırak, dîni elinden,
gir, leş gibi, topraklara kendin, gireceksen!


Lâkin bu sözüm de, te’sîr etmez ki câhile,
Allahdan utanmak da, olur elbet, ilm ile.
 
Üst Alt