92- Kibr ve ucb, kalbin tehlükeli hastalığıdır 2.Cild 53.cü mektûb

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
En büyük düşmanımız, nefsimizdir. Can düşmanımız, her zemân yanımızda bulunan bu azılı arkadaşımızdır. Dışardaki düşmanımız, bu iç düşmanın yardımı ile bize saldırıyor. Onun yardımı ile bizi yaralıyor. Varlıklar içinde en câhil olanı, insanın nefsidir. Çünki, nefs-i emmâre kendine düşmanlık yapmakdadır. Hep, kendini yok edici şeyleri istemekdedir. Her isteği, Allahü teâlânın yasak etdiği şeylerdir. Her işi, sâhibi olan ve bütün iyiliklerin sâhibi bulunan Allahü teâlâya karşı gelmekdir. Hep, kendi can düşmanı olan şeytâna uymakdadır.
İnsanın, kendinden olan hastalığı ile, dışardan gelip geçici olan hastalığı ayırd etmesi pek güçdür. İçden olan kötülükle, dışardan gelen kötülüğü ayırmak çok zordur. Câhil olan, kendi hastalığını, dışardan gelmiş, geçici hastalık sanıp, kendini beğenir, olgun sanır. Böylece, felâkete sürüklenebilir. Bunu düşünerek korkduğum için, bu ince bilgiyi yazamamışdım. Bunu açıklamağı iyi bulmamışdım. Onyedi seneden beri yazmadım. İçerden olan kötülükle, dışardan gelen kötülüğü birbiri ile karışdırıyordum. Şimdi, Allahü teâlâ, hak ile bâtılı birbirinden ayırdı. Bunun için ve böyle sayısız ni’metleri için Rabbime hamd ve şükrler olsun! Böyle gizli bilgileri açıklamanın bir sebebi de, kısa görüşlülerin, olgun kimselerde dışardan gelen arzûlar bulunduğunu görerek, o büyükleri aşağı sanmamaları içindir. Böyle sananlar, o büyüklerin bereketlerinden istifâde edemezler. Kâfirlerin, Peygamberlere uymak şerefinden mahrûm kalmaları, bu büyüklerde “aleyhimüssalevâtü vetteslîmât” böyle sıfatların bulunması oldu. Tegâbûn sûresindeki bir âyetde meâlen, (İnsanlar mı bize doğru yol gösterecekler dediler. Böylece kâfir oldular) buyuruldu. Büyüklerimiz, (Ârifin kendi istekleri yok oldukdan sonra, Allahü teâlâ, bunlara kendinden irâde ve ihtiyâr ihsân eder) buyurmuşlardır. Bu sözlerini, inşâallahü teâlâ, başka yerde açıklıyacağım. Allahü teâlâ, doğru yolda olanlara selâmet versin! Âmîn.
14 — İKİNCİ CİLD, 53. cü MEKTÛB
Bu mektûb, bir şeyhe [Şeyh Abdüssamed Sultânpûrîye] yazılmışdır. Kibr ve ucbun hastalık olduğu bildirilmekdedir:
Allahü teâlâya hamd olsun ve Onun seçdiği kullarına selâm olsun! Soruyorsunuz ki, riyâzet yapınca, ibâdet yapınca, nefsim kabarıyor. Benim gibi sâlih, iyi kimse yokdur sanıyor. İslâmiyyete ters düşen birşey yapınca da kendimi muhtâc, âciz sanıyorum. Bunun ilâcı nedir diyorsunuz. Allahü teâlânın lutfüne, ihsânına kavuşmuş olan kardeşim! İkinci olarak bildirdiğiniz ihtiyâc ve âciz olmak, pişmânlıkdan ileri gelir ki, çok büyük ni’metdir. Allah korusun, eğer günâh işledikden sonra, pişmân olunmazsa ve hele günâh işlemek tatlı gelirse, günâha ısrâr etmek, dadanmak olur. Pişmânlık, tevbenin bir parçasıdır. Küçük günâha ısrar etmek ise, büyük günâh olur. Büyük günâha ısrâr etmek, insanı küfre götürür. Sizin bu ikinci hâliniz, büyük ni’metdir. Buna şükr ediniz ki, pişmânlığınız çoğalsın ve islâmiyyete uymıyan işlerden sizi korusun. İbrâhîm sûresi yedinci âyetinde meâlen, (Şükr ederseniz, ni’metimi artdırırım!) buyuruldu. Nefsinizin birinci hâli, ucb, ya’nî ibâdet yapdığı için kendini beğenmek [Egoizm]dir. Ucb, korkunç bir zehrdir. Öldürücü bir hastalık olup, ibâdetleri ve iyilikleri yok eder. Ateşin odunu yakması gibidir. Bunun ilâcı, iyi işlerini kusûrlu görmeli, bunlardaki gizli çirkinlikleri düşünmeli, böylece, kendinin ve ibâdetlerinin kusûrlu, bozuk olduğunu anlamalıdır. Hattâ, onları beğenilmiyecek, kovulacak bir hâlde bulmalıdır. Bir hadîs-i şerîfde, (Kur’ân-ı kerîm okuyan çok kimse vardır ki, Kur’ân-ı kerîm bunlara la’net eder) buyuruldu. Başka bir hadîs-i şerîfde, (Oruc tutan çok kimse vardır ki, onların orucu, yalnız açlık ve susuzluk çekmek olur) buyuruldu. İnsan, ibâdetinin, iyiliğinin çirkin tarafı olmadığını sanmamalıdır. Biraz incelenirse, Allahü teâlânın yardımıyla hepsini çirkin bulur. Güzelliğin kokusunu bile duymaz. Böyle kimsede ucb hâsıl olabilir mi? Nefs kendini beğenebilir mi? Bir kimse, amellerini, ibâdetlerini kusûrlu görünce, bunların kıymeti artar. Kabûl edilmeğe lâyık olurlar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
İyiliklerinizi böyle görmeğe ve ucb [Egoizm] hâsıl olmamasına çalışınız. Yoksa sonu çok kötü olur. Bu felâketden yalnız Allahü teâlânın diledikleri kurtulabilir. İbâdetlerini, iyiliklerini kusûrlu, bozuk görmeğe kavuşan bir kimse, öyle bir hâle gelir ki, sağ omuzundaki, iyilikleri yazan meleğin hiçbirşey yazmadığını sanır. Çünki, yazacağı bir iyilik yapdığını görememekdedir. Sol omuzundaki, kötülükleri yazan meleğin durmadan yazdığını sanır. Çünki, yapdıklarının hepsinin çirkin ve kötü olduklarını görmekdedir. Bu hâle kavuşan ârife, herkesin anlıyamıyacağı ve anlatamıyacağı iyilikler ihsân olunur. Doğru yolda olanlara selâm olsun!
[İslâmiyyeti anlamamış olan ba’zı kimseler, müslimânlara, egoist, ya’nî hodbin, kendini düşünen diyor. Nemâz kılanlara, (Kendini Cehennemden kurtarmak için nemâz kılacağına, kalk insanlara hizmet et!) diyor. İslâm dîninin, egoist dîni olmadığını, egoist olmıyanların kıymetli olduğunu, yukarıda çok güzel bildirdik. Nemâz kılmağa gelince, müslimânlar, câhillerin zan etdiği gibi, Cehennemden kurtulmak, râhata kavuşmak için ibâdet etmez. Allahü teâlânın emri olduğu için, vazîfe olduğu için ibâdet yapar. (Vazîfe, âmir tarafından emr edilen şeyi yapmak, men’ edileni yapmamakdır). Âmirlerin emrleri birbirine benzemiyorsa, dahâ üstün olan âmirin emri yapılır. Askerlikde bile, birinci vazîfe, büyük âmirin emrini yapmakdır.Kâfirler, gençleri aldatmak için, vazîfe mukaddesdir. Önce vazîfe, sonra nemâz, diyor. Evet, vazîfe onların zan etdiklerinden de dahâ çok mukaddesdir. Fekat, birinci vazîfe, en büyük âmirin emrini yapmakdır. En büyük âmir, Allahü teâlâdır. O hâlde birinci vazîfe, nemâzdır. Hiçbir âmir, hiçbir kumandan, hiçbir makâm, bu birinci vazîfeyi değişdirmemelidir. İstirâhat zemânlarında, yatakhânede, buna da imkân yoksa, abdesthânede nemâzı yine kılmalıdır. Fekat, en iyisi, bu derece kara, katı kalbli din düşmanlarının yanında çalışmayıp, uzaklaşmalıdır. Bu müslimâna, cenâb-ı Hak elbette başka yoldan, dahâ çok rızk verir. İmâm-ı Gazâlî “rahmetullahi aleyh” (Kimyâ-i se’âdet) kitâbında buyuruyor ki, (Nemâza mâni’ olan, güçlük çıkaran vazîfede bereket olmaz. Nemâza elverişli olan vazîfelerde bereket vardır). Yetmişdokuzuncu sahîfede diyor ki, Resûlullah “sallallahü aleyhi ve sellem” buyurdu ki, (Müslimân demek, müslimânlara eli ile, dili ile zarar vermiyen kimse demekdir). Her müslimânın böyle olması lâzımdır. Bir hadîs-i şerîfde,(Îmânı kâmil olanınız, ahlâkı güzel olanınızdır!) buyuruldu. Görülüyor ki, îmân bile, ahlâk ile, insanlara fâideli olmakla ölçülmekdedir. (İslâm ahlâkı) kitâbımızda, müslimânların güzel ahlâkı uzun yazılıdır. Nemâz kılarken, bütün mü’minlere selâm verilmekde, düâ edilmekdedir. Nemâz kılmıyan ise, mü’minlerin bu hakkını çiğnemekdedir. O hâlde, nemâz kılmak, hodgâmlık değil, hayrhâhlıkdır. Nemâz kılmamak ise, zulmdür.]
Bu âdem dedikleri, el ayakla, baş değil,
âdem rûha denilir, surat ile kaş değil.

Beden et ve deridir, rûh bunun serveridir.
Hakkın kudret sırrıdır, rûhsuz kalıp hoş değil.

Âdem gerek, su gibi, temizlenip arına,
harâmlardan kaçınır, nefsi de serkeş değil.

Âdemdedir emânet, ondadır ilmü hikmet.
Hakkın katında âdem, dâneyi haşhaş değil.

Âdem olan iyi bil, çalışır hep ay ve yıl,
rûh gıdâsı ilmdir, ekmek ve kumaş değil.

Kendi özün anlıyan, rûh gözün aydınlıyan,
Hak sözün pek kavrayan, er olur, ayyaş değil.

Beden hayvanda da var, hissi, onda pek artar.
Kurt gözü, keskinse de, nakş görür, nakkaş değil.
 
Üst Alt