A.kadir geylani hz.lerinin çok önemli olan ""sirrul esrar""

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue][B]DEĞERLİ KARDEŞLERİM SİZLERE A.KADİR GEYLANİ HZ.LERİNİN ÇOK ÖNEMLİ OLAN ""SIRRUL ESRAR"" ESERİNİN BİR BÖLÜMÜNÜ BÖLÜMLER HALİNDE GÖNDERECEĞİM.. İNANIYORUM Kİ ÇOK FAYDALANACAKSINIZ...BU TASAVVUFTA ÇOK ÖNEMLİ FAKAT AZ BULUNABİLEN ESKİ BİR KİTABTIR... [/B]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="] Yaratılışın Başlangıcı ...Allahu Teala, cemâlinin nurundan ilk önce Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in nurunu yarattı. Bu, bir hadis-i kudsi’de şöyle bildirilmiştir: “Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’i yüzümün nurundan halk ettim.” Bu durumu, Peygamber Efendimiz de şöyle beyan etmektedir: “Allah, önce ruhumu yarattı... Allah, önce nurumu yarattı... Allah, önce Kalem’i yarattı... Allah, önce Aklı yarattı...” Bunların hepsinden tek şey murad edilmektedir: Hakikat-i Muhammediye, yani Hz. Muhammed Sallallahu Aleyhi Vesellem’in gerçeği. Durum böyle olunca, ona birtakım adlar takıldı. Nur (ışık) dendi. Çünkü o, celâl sıfatı altında saklı karanlıklardan saftır. Bunu Hak Teala haber verdi: “Allah tarafından size Nur, her şeyi açık anlatan kitap geldi,” (Maide, 5:15). Akıl dendi. Çünkü her şeyi idrak ederdi. Kalem dendi. Çünkü ilim onunla yayıldı. Ruh-u Muhammedî, olanların özü, kâinatın öncesi ve aslıdır. Bunu Peygamber Efendimiz şöyle anlatır: “Ben Allah’tanım, müminler de bendendir.” Şeriat Ağacı Peygamber Efendimiz buyurmuşlardır ki: “Şeriat bir ağaçtır. Tarikat onun dalları, marifet yaprakları, hakikat ise meyvesidir. Kuran’a gelince, gerek tevil (iç yorum), gerekse tefsir (dış yorum) bakımından hepsini içerir.” Tefsir avam (çoğunluk) için, tevil ise havas (seçkin) kullara özgüdür. Bize gelen, iki ana şekil üzeredir: Zahir (dış), bâtın (iç). Yani, şeriat yolu ve marifet. Cenab-ı Hak, şeriatla dış dünyamızın düzenini, marifetle de iç dünyamızın düzenini emreder. Her ikisinin birleşiminden ise, hakikat doğar. Bu sözümüze, ağaçla yaprağı örnek getirebiliriz. Bundan sonra, meyve oluşur. Şu ayet, anlatmak istediğimiz şeye işaret eder: “İki deniz yürür, karşılaşır; fakat aralarında berzah (İnsan-ı Kâmil) vardır, aşamazlar,” (Rahman, 55:20). Her iki mânâ birden alınmalıdır. Aksi halde, yani yalnız zahirî bilgi ile hakikat elde edilemez. Esas hedefe varılamaz. İbadetin tam olması için, şeriat ve marifetin ikisi birden gereklidir. İnsan, önce şer’i (şeriata ait) bilgilere muhtaçtır. Bu ilimle, sıfatlar âleminde Hakk’ın zatına ait bilgiler elde edilir. Bundan sonradır ki, bâtın ilmine sıra gelir. Bu ilimle de, marifet âleminde Hakk’a irfanın ta kendisi elde edilir.
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="] 1.blm sonu...
 

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue][B][URL="http://www.facebook.com/topic.php?uid=124735921787&topic=13282"]***SIRRUL ESRAR***2BLM[/URL][/B]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="][COLOR=DarkSlateBlue]
[FONT=Comic Sans MS <td bgcolor=][COLOR="] Marifet Marifet, nefsin kara perdesini kalp aynasından açmak ve onu temizlemekle hasıl olur. O zaman Allah’ın cemâlinin gizli hazinesi gözükmeye başlar, kalp sırrının özünde gözükür. Allahu Teala, bir kudsi hadiste şöyle buyuruyor: “Ben, gizli bir hazine idim. Zatıma ir...fan duygusu taşınmasını istedim. Halkı, bunun için yarattım.” Bundan anlaşılıyor ki Allah insanı, marifeti (bilinmekliği) için yarattı. Marifet, yani irfan sahibi olmak, iki şekilde anlatılır: Biri Allah’ın zatına, öbürü de sıfatına karşı irfan sahibi olmak. Allah’ın sıfatına karşı arif olmada, dünya ve ahirette cismin alacağı tad vardır. Ama onun zatına karşı irfan duygusunda, öbür âlemde mukaddes ruhun alacağı haz vardır. Ayet-i kerimede şöyle buyurulmuştur: “Biz onu kudsi ruhla teyid ettik,” (Bakara, 2:87). Allah’ın zatına karşı irfan duygusu taşıyanlar, kutsal ruh’la kuvvet bulmuşlardır. Anlatılan bu marifet, ancak iki yönlü ilimle meydana gelir. Zahirî ilim, bir de bâtınî ilim. Anlatılanların gerçekleşmesi, bu iki ilme bağlıdır. Peygamber Efendimiz, bu iki ilmi anlatırken şöyle buyurmuştur: “İlim, ikiye ayrılır. Biri dilde olur ki bu, Allah’ın kulları üzerindeki delilidir. Bir de kalpte olan ilim vardır ki, amaçların hasıl olması için, yararlı olan da budur.” Zikir Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyor: “Zikirlerin en değerlisi, ben ve benden önce gelen peygamberlerin yaptığı Lâ ilâhe illallah’tır.” Zikir ilk defa dilden olur. Buradan nefse geçer. Sonra sırasıyla Kalp, Ruh, Sır, Hafi, Ahfa çizgisini izler. Dilden edilen zikir, kalpten yapılana benzer. Dilden zikir ediliyorsa, Allah kalben unutulmamış demektir. Nefsten, yani içten yapılan zikirde, harf olmaz, ses işitilmez. İçten bir hareket ve duygu ile olur. Kalbin zikri, kendi özünde celâl ve cemâl sıfatının tecellisini duymaktır. Ruhla yapılan zikrin sonucu, celâl ve cemâl sıfatının nurani tecellisine ermektir. Sır âleminden yapılan zikir, ilâhi sırların murakabesine götürür. Hafi (Gizli) zikir, güçlü padişahın katında, doğruluk otağında olan, Ahadiyet zatından parlayan nurları görmeye götürür. Ahfa (Gizlinin Gizlisi) adı verilen zikre gelince, o da Hakke’l Yakîn makamının gerçeğine ermeyi sağlar. Bu Hafiyü’l Ahfa denilen halden, Allahu Teala’dan başkası haberdar olamaz. Ayette bu şöyle belirtilmiştir: “Sırrı ve en gizliyi (ahfa) muhakkak O bilir,” (Ta-Ha, 20:7). Yukarıda anlatılan zikirlerden sonra, bir başka ruh oluşur. Bu, yolun sonuna doğrudur. Bu ruh, bütün ruhlardan daha inceliklidir ve ona Tıfl-ı Mâni denir. “O, ruhu, emri olarak kullarından dilediği kimsenin kalbine yerleştirir,” şeklindeki ayet, bunu ifade eder. Bu ruh, kudret âleminde durur. Müşahede âleminde yer tutar. Hakikat âleminin malıdır. Hakkını vererek yapılan zikir, kalplere nurlarını yerleştirir. Zikredenlerin kalpleri, o nurlarla hayata kavuşur. Allah, onların kazandığı sonsuz hayatı anlatırken şöyle buyurmuştur: “Onlar, ilk ölümden sonra hiçbir ölüm tatmazlar,” (Duhan, 44:56).
 
Üst Alt