Agarta & Şamballa

MURATS44

Özel Üye
Celse (8.11.1991)

(8.11.1991)
Semiyun ile görüştüm. O' na "benim bu konuda on-on beş yıl süresince çalışma yapmak istediğimi, bunu kabul edip edemeyeceğini" sordum. Kabul etti, söz verdi. "Biz Agartalılar bir söz verdiğimizde, onu mutlaka tutarız" dedi. Ben ise cevap olarak "Biz dünyalılar bir söz verdiğimizde, genellikle onu tutmayız" dedim ve ilave ettim "Ama ben Tanrı bana bu imkanı ve gücü verdiği müddetçe bu çalışmaya devam edeceğim. Bu benim sözüm." dedim. O da aynı şeyi söyledi; "Tanrı bana da bu gücü ve imkanı verdiği müddetçe ben her zaman hazırım." dedi. Ve sonra kendisinden ülkesi hakkında değerli bilgiler almaya devam ettik.

Eğitim kurumları var ama bizden çok farklı. Bizdeki okullar adeta öğretmemek için her imkana sahipler. Onlarda kitaba benzer şeyler var ama daha önemlisi her türlü bilgiye sahip ve elaltında bulunan her zaman kullanılabilen araçları var. Bu araçlar yardımı ile istenilen her bilgi, istenilen seviye ve miktarda öğrenilebiliyor. Öğrenme çok kolay ve basit yöntemlerle sağlanıyor. Bizdeki kadar zor ve yorucu değil. Belli bir maksatla bilgi öğrenilmek istendiği için bir gereksizlik hali yok. Öncelikle bilgiyi öğrenmek ihtiyacı içinde olanlara yaşam bilgisi, ruh bilgisi veriliyor. Bu konu çok önemli. Herkesin kendini, Rab' bini, hayatını ve yaşamının maksadını bilmesi gerekiyor. Öncelikle bu ruh bilgisi öğretiliyor. Sonra çalışma yapılması gereken konu veya konularda uzmanlaşılıyor. Ulaşım bir problem değil. Bu sorunu çözmüşler. Öncelikle kendi bedenlerini bir yerden bir yere anında taşıyabiliyorlar. Bunun için ruh güçlerini kullanmaları gerekiyor. Bu genel bir durum. Bunu yapamayanlar var ama azınlıkta. Bunlar daha ziyade çocuklar. Teorik olarak bu yöntemi çok sık kullanmak bedende arızaya sebep olabiliyor. Böylece o beden kaybedilebiliyor. Bunu bildikleri için bu yöntemi sık kullanmıyorlar. Ama gelişmiş aletleri vasıtası ile bu amaca hizmet eden enerjiden yararlanıyorlar ve zahmetsizce kendilerini ve eşyalarını bu enerjilerin yardımı ile şuurlarını yitirmeden nakledebiliyorlar. Bu yöntem ile bazı yakın gezegenlere gidebiliyorlar. Fakat bu enerjiyi kullanma imkanlarının bir sınırı var. Bu nedenle ve başka nedenlerle uzaygemileri çok önemli onlar için. Yerin altında yaşamalarının bizde oluşan imaj ile bir ilgisi yok. Onlar da Güneş' ten, yıldızlardan, yağmurda ıslanmaktan yararlanmak istiyorlar ve bu nedenle gün ışığından, yıldızlardan bizde olduğundan çok daha fazla yararlanıyorlar. Yeraltı ile yerüstü arasındaki tabaka bu konuda bir engel değil, bir sorun değil. O tabakayı bir kenara koymuşlar. Ama öyle bir düzen oluşmuş ki, üzerindeki tabaka varlığına halel gelmeden Güneş ışığını, yağmuru aynen geçiriyor. Bu arada üzerindeki Güneş' i de izleyebiliyorlar.

Evvel emirde bir kitaba, bir peygambere, din bilgisine sahip olmamışlar. Buna gerek duyulmamış. Çünkü Rab' lerini daima bilmişler. Zaten Rab' leri öyle bir medeniyet kurmuş en başta. Kendi içlerinde nisbeten hataya düşenler varsa da asla bu, bir insanı öldürme, hayvan öldürme veya düzenleri bozma şeklinde cereyan etmiyor. Bizdeki gibi adalet düzenleri ve hapishane sistemi yok. Evet onlar insan ve bizim gibi tuvalet disiplinine sahipler yani dışkılıyorlar. Ama kendilerini kontrol altında tuttukları için bu konuda bizlerdeki gibi sıkıntıya veya problemlere sahip değiller . Son olarak kendisine "bu Celse odasına kendisini ışınlayıp gelebileceğini" söylüyorum. Bu, teorik olarak mümkün ama pratik olarak adeta imkansız. Prensip meselesinden de öte Rab' bin verilmiş bir emri var. Galip' i örnek veriyor. "O da gerekirse kendisini yeryüzünde gösterebilir ve O' nun imkanları bizimkinden kat be kat daha fazla ama O böyle bir şeyi yapmıyor. Neden?" diye soruyor. O zaman işi daha iyi kavrıyorum. Kısaca şu anda böyle olması gerekiyor. Vakti zamanı gelince biz gideriz. O zaman "Niye geldin" diyecek hâli yok ya. Bu gecelik bu kadar. Ailesine selam iletiyorum.
 

MURATS44

Özel Üye
Celse 4 - 5

http://img.blogcu.com/uploads/Agarta1_heade_butterfly.jpg

Celse 4 (12.11.1991) Bu akşam tamamiyle Üstadımızın Muzaffer Kınalı' nın yüksek varlığı ile konuştum. Dünyanın ve Ülkemin sorunlarını sordum önce Bir bütün olarak cevap aldım: "Dünyanın bir cehenneme dönüştüğünü, bu cehennemi topyekün değiştirme arzusu ve çalışması içinde olduklarını, arzularının dünyasal bir arzu olmadığını ve sonuç doğurduğunu" söyledi. Hayırlı olaylar içinde Agartalılar bize yardım edecekler, kendi bilgilerini ve tekniklerini bize vermeyecekler fakat bize yol yordam gösterecekler. O çağda doğru ve yanlış birbirinden ayrılmış olacak ve yeryüzünde artık yanlışın yapılmasına izin verilmeyecek. Çünkü dünyayı cehenneme çeviren biziz, Sebep sonuç yasası işliyor. Bu hal ancak bir süre devam edecek. İnsanlar artık yanlışa sapmayacaklar. Çünkü doğrular öyle bir ortaya çıkacak ki, insanlar bundan ibret alacaklar. Semiyun'u soruyorum: "Sizi bu çalışmanın içine iten yine biziz." diyor. Üstadımız. Umarım bundan almamız gereken nasibi alırız. Semiyun' un da pek değerli bir varlık olduğunu hatırlatıyor. Celse 5
(22.11.1991) Bu gece genel olarak Semiyun kardeşim ile görüştüm. Aşağıda arz ediyorum:

Onlarda da evlilik kurumu var. Ama onlar bu kurumu karşılıklı güvensizlik ortamına dayandırmamışlar. Bu nedenle garanti için herhangi bir kağıda imza atmıyorlar. Kaderleri icabı neyi gerektiriyorsa onu yapıyorlar. Bir araya geliyorlar ve evlilik hayatı yaşıyorlar. Bu yaşantıdan ancak hayır ortaya çıkıyor. Birkaç yüzyıllık hayatları boyunca bir kere de evlenen var, yüz kere de. Ama bu, bizim nefsani ve cinsel yaklaşımımızın çok dışındaki bir değerlendirme. Onlarda asla kıskanma, nefsani yaklaşım, çekememe gibi duygular olmadığı için ayrılmalarda toplum düzenini bozucu bir durum yok. Ve ayrılmalar bir kavga veya kötü durum neticesinde olmuyor. Ancak daha yüksek bir hayır için ayrılma oluyor. Onlarda asla aynı anda iki kişi ile evlilik olmuyor. Bu çok ilkel ve nefsani bir düşünce. Bu evlilik tarzı asla dejenere değil ve toplumlarını bozmuyor. Aksi halde zaten bu günlere gelemezlerdi.

Onlar da uykuya ihtiyaç duyuyorlar. Ama örneğin, Semiyun günde en fazla 1.5-2 saat uyuyor. Dolaysıyla bizlerden daha hızlı tekamül ediyorlar. Onlar vücudun yaşaması için gerekli olan ve uykuda bizim aldığımız şarj edici enerjileri uyanıkken de alabiliyorlar ve dolaysıyla daima dinç olabiliyorlar. Yorgunluğu bilmiyorlar. Uykuda varlıkları daha yüksek varlıkları ile bütünlük kuruyor. Bunu kolayca gerçekleştirebiliyorlar. Günlerinin geri kalan kısmını çalışarak ve sosyalizasyon ile geçiriyorlar ama onların çalışma anlayışı ve şekli bizimkinden çok değişik. Onlar çalışırken güzellik, ahenk yaratıyorlar. Mutluluğu yaşıyorlar ve çalışma asla yorucu değil bir zevk, hayatın ta kendisi. "Çalışmak ibadettir" sözünün anlamını yerine getiriyorlar ve daima ibadet halindeler. Birbirleri ile biraraya geliyorlar.

Robotlar kullanıyorlar. Günlük rutin işlerin yanısıra çalışmada ve teknik konularda yaygın bir şekilde bunlardan yararlanabiliyorlar. Robotlarının bir miktar düşünme kapasitesi bile var. Ama duygulardan ve ruhtan yoksunlar. Gerektiğinde bir robotla bile konuşuyorlar. Robotlar değişik şekillerde ve bu şekillerde estetik anlayışı var. Sanatlarını bizimkiler ile karşılaştırmaya imkan yok. Gerçekten sanatları var ve bu sanatlar bizimkilerinden çok değişik. Örneğin; Semiyun kitap okuyor ama bizimkinden çok farklı bir şekilde. Bizim kitaplarımız onlar için ağırlık. Onlar bilgiyi kolayca alabiliyorlar. Bizim kullandığımız şekilde kitap kullanmıyorlar.

Çalışırken veya herhangi bir durumda birisiyle, sözgelimi eşiyle istediği anda yüzyüze görüşebilir. Bunun için saate benzetebildiğimiz, yanlarında taşıdıkları aletleri var ve onu kullanmak suretiyle istedikleri yere anında gidebiliyorlar. Bu aletler daha büyük ana aletler ile ilişkili ve böylece lokal aletleri var. Bu aletler teoride bozulabiliyorlar. Ama sistem öyle bir kurulmuş ki, bozulmalarına imkan yok. Bu imkan ile yeryüzündeki herhangi bir yere anında gidebiliyorlar. Kendi Ekol' ümüzün bir görevlisi olarak orada doğmuş olabilir. Oranın doğal sakinlerinden biri de olabilir. Bunun önemi yok. Her iki halde de şu anda oranın insanı.

"Üstatlar Heyeti" onların medeniyetlerini yönetiyor. Ama onlar Üstadımız seviyesinde değiller, arada çok çok büyük fark var ve onların Üstadımız seviyesinde olmalarına gerek yok. Üstadımızın görevi ve durumu çok değişik. Ellerinde dünya insanlarının moral, negatif, pozitif durumlarını toplam olarak değerlendiren aletler ve imkanlar var. Daha bilmediğimiz pek çok değer ölçüleri ile insanlığı sürekli inceliyorlar. Hakkımızdaki her türlü bilgiye sahipler ve bu konuda oluşturulmuş çalışma ekipleri var. Bu konu onlar için çok önemli. Dolaysıyla Üstadımız ve ekibinin yaptığı çalışmaların kendi seviylerine uygun olan kısımlarını değerlendiriyorlar ve ellerinde bu hayırlı neticeler var. "Üstadımızdan Allah razı olsun" diyorlar.

Bizim dünyamızın cin toplumu ile ilişki içindeler. Ortak çalışmaları var. Onların yüksek seviyeleri ile ilişki içindeler ve bizim seviyemize uygun alemlerinin görevlileri ile de ilişkideler. Cin toplumu da çok gelişmiş, kendi maddelerinin imkanlarından çok iyi yararlanıyorlar ve çok güçlü, kudretli bir topluluk oluşturuyorlar. Semiyun ile görüşmemizi burada tamamladık
 

MURATS44

Özel Üye
Celse 46

Celse 46
(27.8.1993) Semiyum: İyi akşamlar dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.

Soru: İyi akşamlar. Şimdi nispeten size yakın bir bölgede, Aksaray' dayız. Herhalde bu bölgenin altında şehriniz vardır diye düşünüyorum, ne dersiniz?

Semiyum: Yanlış düşünmüyorsunuz. Bu bölgede çok önemli şehirlerimiz mevcuttur. Ama konu yine de düşündüğünüz tarzda değildir. Yani tam anlamıyla "bu bölgenin altında bir şehir vardır" diye düşünmek doğru değildir. Çünkü genel olarak bütün bu bölge Agarta bölgesidir ve bu bölge içinde birkaç şehrimiz mevcuttur.

Soru: Kapıların olduğu bölgelerde Agarta alanı çoğalıyor mu, genişliyor mu, diğer bölgelere nazaran efendim?

Semiyum: Evet genişlemektedir. Ama bunun ciddi bir espirisi yoktur.

Soru: Bir celsemizde dünyada dolaşan Agartalılardan bahsedilmişti ve bunların insanlara kendilerini belli etmeden dolaşmaları söz konusuydu. Bu nasıl oluyor efendim? Yani, şu bildiğimiz sokakta herhangi bir Agartalı zaman zaman yürüyor diyebilir miyiz?

Semiyum: Diyebilirsiniz. Zaman zaman Agartalılar bu şekilde dünyanın bütün bölgelerinde ve şehirlerinde bir maksat üzerine bulunmaktadır. Sizin onları tanımanız adeta imkansızdır. Bugüne kadar bir olay meydana gelmemiştir. Biz nispeten sizin zaman zaman başvurduğunuz kamufle edici tedbirleri almaktayız. Doğal olarak bizim gelişmiş medeniyetimizin imkanları ölçüsünde yapılan kamuflaj, bu kişileri adeta sizden biri durumuna sokmaktadır. Dolaysıyla sizler asla bu ayrımı yapabilecek durumda olmamaktasınız. ama bazı bögelerde kendi doğal halleri ile Agartalı arkadaşlarımız, kardeşlerimiz dolaşmaktadır. Bu, fiziksel çekiciliğin dışında bir ayrıcalık yaratmamıştır. Onları gören insanlar gerçekten güzel insanlar ile karşılaştıklarını düşünmüşler, bunların Agarta' dan gelen, başka medeniyete ait insanlar olabileceklerini akıllarına bile getirmemişlerdir. Çünkü dış görünüşümüz sizinkinden herhangi bir farkılık arz etmemektedir. Saç hususu ise tamamen farklıdır. Ama dünyanızda da nispeten bizim gibi başında saçı olmayan insanlar çok fazladır.

Soru: Ama şimdi tamamen saçsız bir Agartalı bayanın insanlar arasında dolaştığını söyleyemezsiniz. O dikkati çeker diye düşünüyorum.

Semiyum: Haklısınız. Bu sözlerim daha ziyade erkekler içindi. Ama bu tür örnekler çok olmuştur ve dünya insanlığının yaklaşımı yukarıda söylediğim şekilde olmuştur. Bayanlar için adeta saç veya buna benzer bir şey kullanmak zaruridir ki, arkadaşlarımız bu tür kamufle edici unsurları sürekli kullanmaktadırlar. Ama bunun ayırt edilmesine gerçekten imkan yoktur. Çünkü kamuflaj adeta mükemmeldir.

Soru: Peki kamuflajın dışında başka yollar var mı efendim?

Semiyum: Evet vardır. Bu sizin anlayışınıza uygun en basit ifade şeklidir. Bizler, sizlerin arasında görünmez bir hale rahatlıkla dolaşmaktayız. Sizleri görmekte, her şeyinizi en yakından incelemekte ama size kendimizi göstermemekteyiz. Bir Agartalının bir anda bulunduğu ortam içinde görünmez hale gelmesi zor bir şey değildir. Bunu hem kendi ruhsal gücüyle yapabileceği gibi, hem de elindeki alete düşüncesi ile anında komut vermek suretiyle vibrasyonel seviyesini bir derece yükselttiğinde, yani vücudunun moleküllerinin birbirinden bir parça ayırdığında sizler için Agartalı o insan görünmez hale gelecektir. Ama onun algılamasında ve gözlemlemesinde hiçbir değişiklik olmayacaktır. Bu çok sık kullanılan bir yoldur. Ama bunu sizin farketmeniz imkansızdır.

Soru: Zannedersem bunun dışında dünyanın herhangi bir yerini evinizden, odanızdan, kısaca Agarta' dan rahatlıkla, çok yönlü olarak gözlemleyebilme imkanına sahipsiniz efendim?

Semiyum: Bu, konunun bir başka boyutunu ihtiva eder.Sözleriniz doğrudur. Gelişmişlik düzeyimiz buna imkan vermektedir. Bu nedenlerle bizler, sizler hakkında, sizin henüz bilemediğiniz pek çok şeyi bilmeke ve sizi yine aklınıza getiremedğiniz çok çeşitli yönlerden sürekli olarak incelemekteyiz. Bu konu, bahsettiğim gibi bizler için son derece önemlidir ve sırf bu maksada yönelik olarak geniş çalışma gruplarımız oluşmuştur. Bu çalışma grupları siz yeryüzüne gelmediğiniz andan itibaren sizleri sürekli olarak incelemekte, izlemekte ve zaman zaman da sizleri yine farkında olmadığınız bir şekilde hayra doğru yönlendirmektedirler.
Soru: Tabii Adem' den sonrayı kastediyorsunuz, öyle değil mi efendim?

Semiyum: Sizler için Adem' den sonrayı kastediyoruz. Ama bundan milyon yıl önce de yeryüzünde yaşayanlar vardı. Onları her türlü incelemeye tabi tuttuk. Bugün de sizlerin dışında yine yeryüzünde yaşayanlar pek çok uygarlığı izlemeye ve incelemeye devam etmekteyiz. Bu maksatlarla hazırlanmış planlarımız, çalışma gruplarımız mevcuttur.

Soru: Şuurlu İnanç' ta bir bilgi vardı; "Bir dünyadan bir çok dünyalar halinde istifade" konusuydu bu. Yani sizlerin, bizlerin dışında bu dünyada nispeten denizlerin altında olsun, dağların içinde, dışında olsun, gerek bu fiziki bedenlere yakın bedenlerle, gerekse bunun vibrasyonel olarak bir miktar üst veya alt seviyelerdeki yapılaşmalar içinde de yaşayanlar var. Efendim buna bir sınır koymak mümkün mü?

Semiyum: Evet mümkündür. Sözlerinize katılıyorum. Ama fizik bedenli yaşayanları konumuz içinde ele almak daha uygun olur. Bunun dışına çıktığınızda bir anlamda dünyanın da dışına çıkmış oluruz. Sizin dışınızda yine yeraltında, yeryüzünde dağların içinde, denizlerin altında pek çok yaşayan uygarlıklar vardır. Bunların bir kısmının gelişmişlik seviyesi ve şuur seviyesi sizden fazla, büyük bir kısmının ise sizden geridir. Dünyadan sorumlu olan ilahi alem görevlileri tarafından siz insanlardan saklı tutulmaktadırlar. Zamanı geldiğinde bütün bu farklı yaşam biçimlerini tanıma imkanınız olacaktır. Bu konuda biz elimizdeki bilgilerin bir kısmını sizinle seve seve paylaşmaya hazırız.

Soru: Peki efendim daha önce konuşmuştuk: Yaklaşık iki milyon yıldır bu dünyadasınız, Agartalılar olarak bu dünyada yaşıyorsunuz. Gelişmişlik seviyenize bağlı olarak Rab' bin emri ile yeraltına indiniz ve yeryüzünü bize bıraktınız. Fakat dünyaya gelmeden önce Agartalılar neredeydi? Sözgelimi Samanyolu' ndaki bir başka gezegende miydiler efendim?

Semiyum: Aslına bakarsanız bir tek gezegenden bahsetmek doğru olmaz. Sayı söylemeyeyim ama gerek Samanyolu içinde, gerekse Samanyolu' nun dışındaki kendi bedenimize uygun pek çok Agartalılar bugün de vardırlar. Ama tekrar vurguluyorum "Agartalılar" ismi sadece bu dünyada yaşayan bizlere verilen isimdir. Atalarımızın yaşadığı diğer gezegenlerdeki isimler birbirinden farklıdır. Ama bizce en önemli husus hepimizin insan olmamızda yatmaktadır.Bizler insanız ve insanlık çok geniş bir aile olarak kainatta pek çok fiziki gezegende yaşamaktadır. Bizim "A" veya "B" gezegeninden geldiğimizi söylememizin şu anda ciddi bir önemi yoktur. Belki daha sonra hangi gezegenden buraya geldiğimizi söylemek imkanımız olacaktır.

Soru: Ama o zaman şöyle söyleyeyim. Bütün kainatlardaki gezegenlerde yaşayan insan dediğimiz varlığın fiziki kalıbına bir takım farklılıklar var mı efendim?

Semiyum: Elbette vardır ama bunlar onun "insan" olma vasfını zedelemeyecek ufak tefek farklılıklardır. Çok daha faklı bedenler vardır ve zaten onlar insan bedeni olmayıp konumuzun kapsamı dışındadırlar.

Soru: Peki efendim insanlık ilk kez kainatta bir fiziki gezegende mi üredi?

Semiyum: Bu soruya evet veya hayır diye bir cevap vermek mümkün değildir. Çünkü konu sizin dünyasal düşüncenizin bir hayli ötesindedir.

Soru: Peki ne demek gerekir efendim?

Semiyum: Konu o kadar geniş kapsamlıdır ki, şu aşamada bundan bahsetmek bu konuya ışık tutmak açısından faydalı olmayacaktır. Daha ziyade bu, ruhsal çalışmaların konusuna girmektedir. Bizim konumuzun tamamen kapsamı dışındadır.

Soru: Efendim kısa bir celse oldu, daha bir iki sorum olmakla birlikte konu bütünlüğü bozmamak için burada bırakmayı uygun buluyorum.

Semiyum: Bizce de uygundur. En kısa sürede görüşmek ümidiyle iyi geceler dilerim.
 

MURATS44

Özel Üye
Celse 68

Celse 68
(16.10.1994) Semiyum: İyi geceler dilerim. Suallerinize geçebilirsiniz.

Soru: İnsanlık Altınçağ'a geçerken Agartalıların buna karşı ilgileri ve görevleri nelerdir, o konuda konuşmak istiyorum.

Semiyum: Buyrunuz.

Soru: Efendim, aslında Altınçağ'a geçiş, Yüce Kitabımız Kuran'da yer alıyor ve bu bizim daha önce işlediğimiz, birlikte üzerinde çalıştığımız ayetin, 27/82. ayetin (ki, toplam 19'dur) devamındaki ayetlerde var. Bu bizi ziyadesiyle memnun etti. Hatırlarsanız 82. ayette; "O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe (sudan yaratılmış canlı) çıkarırız. O, onlara insanların ayetlerimize içtenlikle inanmadıklarını söyler" diyordu. Şimdi, Agartalılar yeryüzüne çıkıyorlar ve Kuran'da bu ayette bahsedilen, sembolik olarak bahsedilen ilişki içine giriyorlar. Fakat 83. ayette: "O gün her ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız. Onlar, bütün inkarcılar hep biraraya getirilip tutuklanarak ilahi huzura sevk edilirler." Yani Altınçağ'da, iki binli yıllar arifesinde, "ne kadar inanmayan, yeryüzü sahnesinin terketmesi gereken her ümmetten insan ve cemaat varsa, toplanıp ilahi huzura alırız" diyorlar. Bu dünyayı bıraktırıyorlar. 84. ve 85. ayette de," geldikleri zaman Allah der, ayetlerimi anlamadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yaptınız? Zulmetmeleri yüzünden o söz başlarına gelmiştir. Artık konuşmazlar." Kanalların Altınçağ dediği, Mutluluk Çağı dediği olaya iki bin yılı civarında ve iki bin yılından sonra safha safha geçecek toplu göçüşlere, yeryüzünün artık inanmayanlardan arındırılacağı bir çağa geçişe Kuran bu şekilde yer vermiş. Bu öncellikle böyle yorumluyorum. Sonra sizinle bağlantısına geçeceğim, ne dersiniz efendim?

Semiyum: Yorumlarınız tamamen doğrudur. Biz daha önceki bir celsemizde "Kuran'da herşeyin var olduğunu" söylemiştik. Bu ayetin, okuduğunuz bu ayetlerin birinci dereceden anlamında gerçekten yeni bir çağa geçişten bahsedilmektedir. Ve bu geçişin nasıl olacağı o şekilde belirtilmektedir. Bu ayetleri bu şekilde yorumladığınıza son derece sevinmiş bulunmaktayız. Çünkü birinci dereceden anlamı bunu işaret etmektedir.

Soru: Tabii bu ayetlerin başında Agartalılardan bahseden ayetimiz var; "O söz başlarına geldiği zaman onlara yerden bir dabbe çıkartacağız ve onlar insanlara gerekeni söyleyecekler" diyor. Ve 83. ayette "O gün ümmet içinde ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız." diyor. Şimdi, bu iki ayet birbirine bağlantılı. Bu toplama işinde Agartalıların rölü, yeri nedir? Yani kısaca Altınçağ'a geçiş olayında Kuran'da var olan bu olayda Agartalılar olarak sizin vazifeli olduğunuz ortaya çıkıyor. Bu konuyu biraz açar mısınız?

Semiyum: Düşündüğünüzün çok ötesinde biz zaten bu olayın içinde yer almış bulunuyoruz. Uzunca bir zamandan beri Agartalılar olarak her türlü imkanlarımız ile bu geçişin en hayırlı biçimde gerçekleşmesi için hizmet sunmaktayız. Öncelikle bunun bilinmesi gereklidir. Bizlerin son aşamada yeryüzündeki bütün insanların bilgisi dahilinde ortaya çıkacak olmamız vazifemizin görünür hale gelmesi anlamını taşımaktadır. Zaten yaptığımız bu çalışma, dikkat ederseniz bu son devreye denk gelmektedir. Neden biz insanlığa kendimizi bu devirde açıklamak ihtiyacını duyduk? Bunların tamamı birbiriyle bağlantılıdır. İnsanlığın Agartalıları bu şekilde tanıyacak olması en hayırlı yol olarak tespit edilmiştir. İnsanlık bu şekilde kendilerine yaptığımız yardımların idraki içinde tam olarak girecektir. Bizler kendimizi daha önceki celselerimizde belirttiğimiz gibi dünya insanına gösterdikten sonra, onların Yüce Kuran'da az önce ayetlerde okuduğunuz gibi kötü niyetli olanlarının, yeryüzünden ayrılması gerekenlerinin toplanıp yukarı aleme intikal işine karışmayacağız. Açıkçası bir yeryüzündeki bu geçişe fiziki manada yardımcı olmayacağız. Yani insan öldürmeyeceğiz. Bu bizim görevimiz değildir. Bize düşen görev değildir. Ama onların ilahi aleme intikalinde her türlü yardımcı görevleri yapıyoruz. Aslında o olay şu anda bile cereyan etmektedir. Ama ciddi ölçüde, herkesin ciddi ölçüde farkına varacağı toplu geçişler henüz başlamamıştır.

Soru: Şimdi, o zaman göçenlere, geçenlere her yönüyle yardımcı olacakken, kalanlara ne şekilde yardımcı olacaksınız efendim? Ondan bahsedebilir miyiz, burada kalanlarla ilişkiniz nasıl olacak?

Semiyum: Aslında o ilişki şu anda bile başlamış durumdadır. Bir kişiyle de, birkaç kişiyle de olsa başlamış durumdadır. Ve bu ilişki, artık siz insanların yeryüzü sahnesinden çekilinceye kadar devam edecek uzun bir ilişkinin başlangıcıdır. O yönüyle konuya bakarsanız biz yeryüzünde bu çağ değişikliğinden sonra kalacak insanlarla çok yönlü olarak ilişkiye geçeceğiz. Adeta onlara "abilik" yapacağız.

Soru: Ama geçiş sırasında kalan insanlarla ilişkiler nasıl olacak efendim?

Semiyum: Bu konu o kadar önemli değildir. Geçiş sırasında zaten herkes kendi derdine düşmüş olacaktır. İnsanlık bu aşamada zaten maddi manevi problemlerini devam ettiriyor durumda olacağı için bizimle son derece şuurlu ve yapıcı ilişki içinde olmaları beklenmemelidir. İstisnalar hariç olarak konuşuyorum.

Soru: Efendim, Yüce Kuran'da, "O gün her ümmet içinden ayetlerimizi yalanlayanlardan bir cemaat toplarız" deniyor. Biz kendi kaynaklarımızdan biliyoruz ki, 8 milyarın üzerinde nüfus var. Bu şekilde göçtükten sonra kalanlar olacaktır. Onlardan Kuran dolaylı olarak bahsediyor. "Kötüleri tutuklayıp götüreceğimize göre iyiler kalacaktır." diyor.Önce şunu soralım, efendim bu toplama nasıl olacak? Bu konuda biraz bilgi verebilir misiniz?

Semiyum: Aslında bu bizim Agartalılar olarak görevimiz değildir. Bunu az önce söylemiştik. Bu sorunun cevabı yine ruhsal çalışmaların içindedir. İsterseniz konuya bu yönüyle bakalım. Bu soru bizim kitabımızın konusu değildir.

Soru: Şimdi o zaman şöyle bir kavram çıkıyor ortaya. Daha önce yüz yirmi milyon insan kalacağından söz etmiştik. Siz bu sayıyı onaylamıştınız. Bu, şu anda ne dereceye kadar net olabilir efendim? Çünkü insanlığın durumu değişiyor. Bu bilgiyi de biliyoruz. Ne söyleyebilirsiniz?

Semiyum: "Yüz yirmi milyon insan" sözü genel bir ifadedir. Bütün çaba insan sayısının arttırılmasına yöneltilmiştir. Hem bizim, hem ilahi alemin bu yönde çok ciddi çalışmaları olmuştur. Olmaya devam etmektedir. "Yüz yirmi milyon insan" sözünü genel olarak ana hatlarıyla kabul edebiliriz. Ama inşallah o sayıyı daha yukarıya çıkartma imkanı olur. Yüz yirmi değil de yüz elli olur. Ama görünen o ki, daha yüksek rakkamlara çıkmak için insanlığın çok ciddi atılımlar içinde olması gerekecektir.

Soru: Tabi, bu geleceğe yönelik bir bilgi, bir hareket olduğu için daha fazlasını söyleyemiyorsunuz. Aslında kesin sayıyı siz bütün bu aglılamalarınız neticesinde zannedersem biliyorsunuz efendim.
Semiyum: Öyledir ama çok yerde okuduğunuz gibi, bu konularda baştan son söylenemez. Zaten yukarıda söylediğimiz gibi bu bizim çalışmamızın, kitabımızın konusu değildir.

Soru: Efendim, tabi sıkıntı olacak. Bu toplama işinde kuruyla yaş birbirinden nasıl ayrılacak. Bir felaket gelecek, bir bomba atılacak, (misal olarak veriyorum) savaşlar olacak. Bir aileden bir fert ölecek, ötekinden bir fert kurtulacak. Veya denizler kabaracak, dev dalgalar bir ülkeyi istila edecek. Onun içindir ki, insanlar nasıl kurtulacak? Bunlar hep cevap bekleyen, benim zihnimde cevap bekleyen sorular. Yani şöyle tahayyül ediyorum, ben son anda ne bileyim kurtarılması gereken, sözgelimi Agartalıların gemilerine çekilip alınabilir, ışınlamayla bir başka yere alınabilir diye tahayyülatımda bir imaj var. Bu imaja karşı yaklaşımınız nedir?

Semiyum: Hayır, düşündüğünüz gibi değildir. Düşündüğünüz manada mucizeye benzeyen hadiseler söz konusu olmayacaktır. Ama yeryüzünde kalması gereken, kısaca genel olarak "iyi" dediğimiz insanların bu şekilde mucizeyle korunmasına ihtiyaç olmayacaktır. Bunu ilahi alem görevlileri, herşeyden önce Azrail dediğiniz güç rahatlıkla ayarlayabilecektir. Bu konuda hiçbir endişeniz olmasın. Azrail yeryüzündeki insanın canını almak istememişse onu hiçbir güç öldüremez. Kişi kendini öldüremez. Sözgelimi kişi o tür düşünce içinde olamaz. Çünkü Azrail o düşüncesini bile engeller. O iş ilahi alemin, Tanrı'nın vazifeli kıldığı Azrail'in diğer meleklerin koordineli çalışmasının ürünüdür. Bu tür mucizelere, gemilerimize çekmelere gerek kalmayacaktır. Yani Yüce Allah iyi ile kötüyü birbirinden çok rahatlıkla ayırt edebilecektir.

Soru: Bir tarih, toplu göçüşlerde son nokta, son bir tarih mi yoksa muallaklık mı var?

Semiyum: Muallaklık bazı seviyeler açısından vardır. Çok yukarı seviyeler açısından öyle bir hadise söz konusu değildir. Nihayet biz Agartalılar, kendi imkanlarımız ile pek çok tarih öngörebiliriz. Ama müsaade ederseniz size bir tarih vermeyelim. Pek çok kaynakta geçtiği gibi iki bin yılından sonra safha safha Altınçağ'a geçilecektir. Ve safha safha bu geçişler olacaktır.

Soru: Yine akla şu geliyor efendim. Yani bu geçişte ve geçiş öncesinde sizin Agartalılar olarak insanlığa yaptığınız yardımlar, hizmetler gizli olarak yürütülüyor.

Semiyum: Genel olarak öyledir. Ama yeryüzündeki pek çok insan toplu geçişler öncesi sizin yayınladığınız bu kitaplar vasıtası ile Agartalıları tanımış olacaktır. Aslında tanımaya başlamışlardır bile. Doğal olarak az önce sözünü ettiğiniz Yüce Kuran'da bahsedilen ayetler hükmünü icra ettikten sonra safha safha insanlığın Agartalılarla olan ilişkileri artacaktır.

Soru: O zaman Kuran'da az önce sözünü ettiğimiz ayetlerde bahsedilen Agartalıların etkisi şu anda yapılan yardımları ağırlıklı olarak içeriyor efendim.

Semiyum: Öyle söylenebilirse de olayın bizi ilgilendiren yönü; bu vesile ile Agartalıların kendilerini insanlığa gösterip örneklemesi suretiyle insanlığın idrakindeki, fikirlerindeki, görüşlerindeki büyük değişikliklerin ortaya çıkacak olmasıdır. Ayetlerde bu mana da mevcuttur. Şu anda insanlık kendisini dünyanın tek sahibi sanmaktadır. Bizi gördüğü zaman bırakın dünyanın sahibi olmayı, dünyanın çok kısa süreli bir konuğu olduğunu idrak edecektir. Bizim onlara söyleyeceğimiz Yüce Kuran'daki sembolik halde geçen sözler aslında bunlardır. İnsanlık bizi görüp tanıdıkça söylenecek söz ile kastedilen idrak uyanışı devamlı olacaktır. Biz insanlara "siz Kuran'ın ayetlerine inanmıyordunuz" gibi söz ile bir şey söylemeyeceğiz. Onlar bizi gördükçe kendileri alması gereken ibreti, dersi böylece alacaklardır. Kısaca biz kendimizi onlara örnek olarak sunacağız. Böylece ayetin hükmü yerine getirilecektir.

Soru: Peki efendim, Altınçağ'a geçiş ile birlikte Agartalıların ortaya çıkışı ve insanlığa kendini göstermesi arasındaki bağlantıyı Kuran'da peşleşe yazılı olduğu için önemli gördük. Ama neden böyle? Onu tekrar sorabilir miyiz?

Semiyum: Nedeni zaten sorduğunuz sorunun içindedir. Bu köhne, cahil devir işini bitirip yerini bilgiye bırakmaktadır. Bu bilginin içinde Agarta'yı da düşünebilirsiniz. Doğaldır ki, Kuran, Yüce Kitabımız, Yüce Kitabınız bu iki bilginin bir arada olmasını öngörmüştür. Bizlerin, sizlerin bu vesile ile yaptığımız bu iş, Kuran'ın çok ezelden hazırlanmış bu ayetlerinin hükmüne uymaktan başka bir şey değildir. Şuradaki kutsallığı, ilahiyatı, her şeyin ne kadar ince hesaplar üzerine inşa edildiğini sanırım idrak ediyorsunuzdur. Bu yönüyle celsemiz son derece isabetli ve hayırlı olmuştur. Ne sizlerin bizi tanımanız, ne insanlığın yeni bir çağa geçişi hesapsız olmamaktadır ve bu hesap Yüce Kuran'da ta ezelden belirtilmiştir. Bizler insanlık olarak ister dünya insanlığı, isterse Agartalı insanlar olalım, alemlere rahmet olarak en güzel surette yaratılmış olsak bile yine de Allah'ın yüce ilmi karşısında bir zerreden öteye hiçbir anlam ve değer taşımıyoruz. Tabi buradan bizim değersiz, anlamsız olduğumuz neticesine asla varmamanız gerekir. İnsanlık değerli ve anlamlıdır ama bütün değerli ve anlamlı olan yaratılmış her şeyin Allah'a ve onun ilmine karşı kıyası bir zerreden öteye gitmez. Bunu ayrıca belirtmekte yarar vardır.

Soru: İsabetli sözlerinize katılmamak elde değil efendim. Benim bu akşam başka sözüm yoktur. Size iyi geceler dilerim.

Semiyum: Biz de size iyi geceler dileriz
 

MURATS44

Özel Üye
Cihan Hâkimi Tanrının Karşısında

http://img1.blogcu.com/images/a/g/a/agarta1/purplebutterflies.jpg

Cihan Hâkimi Tanrının KarşısındaBodgo Hutuktu'nun çalışma odasından çıkarken benden önce oradan ayrılmış olan kütüphaneciye rastlayarak yaşayan Buda'nın kütüphanesini ziyaret etmeme rıza gösterip göstermeyeceğini sordum. Böyle derken de basit bir hileye başvurdum. "Bilir misiniz ki, aziz Lamam," dedim. "Birgün cihan hâkiminin Tanrı ile görüştüğü saatte orada bulunuyordum; o anın heyecan verici haşmetini hissettim." İhtiyar Lama, beni hayrete düşüren bir sükûnetle cevap verdi: "Budizm ve Sarı dinimizin bunu gizlemesi doğru değildir. İnsanlardan en sayınının ve en iyisinin, bahtiyar ülkenin, kutsî ilim mabedinin bilinip tanınmaları biz günahkârların kalplerimiz ve fesada uğramış hayatlarımız için öyle bir tesellidir ki bunu insanlıktan saklamak bir günah olurdu." İlave etti: İşte, dinleyiniz : Cihan hâkimi, bütün yıl Agarti panditalar ile gorolarının vazifelerini sevk ve idare eder. Yalnız, bazı vakitler, selefinin kara taştan bir sanduka içinde yattığı mağaradaki mabede gider. Bu mağara daima karanlıksa da cihan hâkimi içeri girer girmez duvarlarda ateşten çizgiler peyda olup sandukanın kapağından da alevler çıkmaya başlar. Goroların en eskisi, baş ve yüzü örtülü, elleri de göğsüne kavuşturulmuş olarak, onun önünde durur. Goro yüzünden örtüyü hiç kaldırmaz. Zira başı hareketli gözler ve söyleyen bir dil ile çıplak bir kafa tasından ibarettir. Dünyadan göçüp gitmiş olan ruhlar ile münasebete girişir.

Cihan hâkimi uzun zaman söyler, ve sonra, ellerini ileriye doğru uzaratak sandukaya yaklaşır. Alevler daha parlar, duvarlardaki ateş çizgileri sönüp yanar ve birbirine girerek yanan alfabesinin esrarlı işaretlerini meydana getirirler. Sandukadan ancak göze görünür saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar. Bunlar onun selefinin düşünceleridir. Bir müddet sonra, cihan hâkimi bu ışığın hâlesi içindedir ve ateşten harfler duvarlara Tanrının arzu ve emirlerini durmadan yazar yazar, yazarlar. O esnada cihan hâkimi insanlığın kaderine bütün hâkim olanların düşünceler ile temas halindedir: krallıkların, çarların, hanların, savaşçıların, şeflerin, büyük rahiplerin, bilginlerin, kudretli kimselerin düşünceleri ile. O, bunların niyet ve fikirlerini öğrenir. Bu niyet ve fikirler Tanrının hoşuna gidiyorsa cihan hâkimi bunları görünmez yardımı ile gerçekleştirecek. Tanrının hoşuna gitmiyorsa muvaffakiyetsizliğe uğramalarını temin edecektir. Bu kudretli Agerti'ye esrarlı "Om" bilimi verecektir, Om ki bütün dualarımıza bu sözle başlarız, eski bir azizin adıdır. Om, üç yüz bin yıl önce yaşamış olan ilk Goro'dur. O, Tanrıyı tanıyan, beşeriyete inanmayı, umutlanmayı ve kötülükle savaşmayı öğreten ilk insan olmuştur. Tanrı ona göze görünür dünyayı idare eden kuvvetlere hâkim olmak iktidarını o zaman verdi.

Cihan hâkimi, selefi ile görüştükten sonra, büyük Tanrı kurultayını toplar, büyük adamların fiil ve fikirlerini muhakeme eder onlara yardım eder veya karşı gelir. Mahitma ile Mahinga dünyayı idare eden nedenler arasında bu fiil ve fikirleri bulurlar. Daha sonra, cihan hâkimi büyük mabede girip yalnız başına dua eder ve alevler arasında da ağır ağır Tanrının yüzü meydana çıkar. Cihan hâkimi Tanrıya kurultayın kararlarını saygı ile bildirir ve en kudretliden, karşılık olarak, ilâhî emirlerini alır. Mabedden çıktığı zaman cihan hâkiminin yüzünde Tanrı ışığı parıl parıl parlar.
 

MURATS44

Özel Üye
Hitler ve "Oyuk Dünya" Teorisi

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/hitler.jpg

Hitler ve yakın çevresi, Horbiger'in “Oyuk Dünya Teorisi”ne de tam olarak inanmış ve bu teoriyi kanıtlayabilmek için bazı uygulamalara bile girişmişlerdi.
Nisan 1942'de, Hitler, Georing ve Himmler'in onayları ile, kızılötesi ışınlar çalışmaları ile ünlü Dr. Heinz Fisher yönetimindeki bir araştırma ekibi, Baltık Denizi'ndeki Rügen Adası'na, en gelişmiş radar aygıtları ile donanımlı olarak çıkarlar. Bu aygıtlar, o yıllarda daha henüz pek seyrek olup, sadece Alman savunmasının can alıcı noktalarına yerleştirilmişlerdi. Ancak, Rügen Adası Deneyi, Hitler'in bütün cephelerde yapmayı planladığı genel saldırı açısından son derece önemli görülmekteydi. Dr. Fisher, adaya varır varmaz, radarları 45 derece göğe çevirtir ve böylece bir kaç gün beklenir. Ekip mensupları bile çok şaşırdıkları bu araştırmanın nedenini daha sonra anlarlar. Hitler, Dünya'nın dışbükey değil, “içbükey” olduğuna inanmaktadır. Bu deneyle, düz ışınlar halinde yayılan radar dalgalarının yansıması ile, içbükey kürenin içinde yer alan çok uzaktaki cisimlerin varlığı saptanacaktır. Araştırmanın asıl amacı, İngiltere'de, Scapa Flow'da demirlemiş bulunan İngiliz donanmasının yerinin saptanmasıdır.

Rügen Adası Deneyi, Martin Gardner'in, 1957 yılında yayınlanan, “Fads and Fallacies in The Name of Science” (Bilim Adına Yapılan Yanlışlıklar) adlı kitabında (K62) ayrıntılı olarak anlatılmıştır.
Palomor Dağı Gözlemevi'nden Dr. Kupier, 1946 yılında, Oyuk Dünya Teorisi'ne ilişkin şöyle bir yazı yayınlamıştır: “Alman donanması ve hava kuvvetlerinin yüksek düzey yetkilileri Oyuk Dünya Teorisi'ne inanmışlardı. Bunun, özellikle İngiliz donanmasının yerinin saptanmasında yararlı olacağı kanısındaydılar. Çünkü, Dünya'nın içeriye doğru olan eğimi, gözle görülen ışınlardan daha az eğik olan kızılötesi ışınlarla çok uzaktaki noktaların gözlemlenmesine imkan verecekti.”
Bu çılgın deneyler inanılmaz gibi geliyor; ancak Nazi ileri gelenleri ve askeri uzmanlar bu teoriye içtenlikle inanmışlardı. Hitler Almanyası'nda gizemcilik ve önsezi, bilimsel araştırma ile eşit düzeye getirilmiş ve bu akıl almaz durum, başta Alman Genelkurmayı ve üst düzey yönetimi olmak üzere, politika liderlerini ve hatta bazı bilginleri bile etkilemiştir.
 

MURATS44

Özel Üye
shambala01.gif

shambala_big.jpg


shambala-563.jpg


thepathtoshambala-1998.jpg

pyrtibet.jpg



Kayıp Ülke: Şambala

Duvarlarda beliren ateşten yazılar, ışın demetleri, boşlukta beliren kutsal yüz ve daha bir çok inanılmaz anlatı. Asya'nın göbeğinde, Himalayaların bilinmeyen doruklarının bir yerinde bilinmeyen çok başka bir yere açılan gizli bir kapı var mı? Kayıp kent Şamballa'yı uydular araştırıyor.


Yüzyıldır saklanan inanılmaz sırrı kimler biliyor?

Tibet ve Kuzey Hindistan söylencelerinde Shambala adlı bir yerden bahsedilir. Efsaneler, Shambala'nın gizemli ve görkemli bir imparatorluk olduğunu söylüyorlar ve Shambala Himalaya'ların öte yanındadır. Eski yazılarda oraya gitmek için belli bir dağın çıkış noktasını bulmak gerekir. Oradan sonra geziye havadan devam edilebilir. Acaba Shambala bir iddiaya göre, dünyada değil de, uzak bir gezegende mi olabilir mi? Hindistan ve Tibet'deki eski yazıtlar, Shambala'yı antik çok eski bir krallık olarak tanımlıyorlar. Bir çok söylence oradaki insanların olağanüstü şartlar altında yaşadıklarını da belirtiyor. Saklı krallığın varlığına dair ilk anlatıları Tibet Budizm'inin kutsal kitapları olan Kanjur ve Tandjur'da bulabiliriz. Aşağı yukarı 11. Yüzyıl‘da Shambala'dan söz eden en eski yazmalar Sanskritçe'den Tibet'ceye çevrildi. Bu tarihten sonra Tibetli ve Moğolistanlı bir çok rahip, ozan, yogi ve bilgin, bu esrarengiz imparatorluk hakkında çeşitli eserler yazdılar.

eleneksel anlayışa göre Shambala, karlı dağlardan oluşan bir çemberin içindedir. İnanılmaz güzellikte olan Shambala, zenginliklerle doludur. Modern bir yer olan “Pırlanta Sarayı”nın başkent Kalapa'da olduğu iddia edilir ve Shambala Kralı hükümdarlığını burada sürdürür. Dikkat edin eski bir inançtan söz etmiyoruz, Shambala inancı günümüzde de geçerli ve çok yaygın. Örneğin modern derken şu kasdediliyor; aydınlatmanın ve oda ısılarının isteğe göre ayarlanması gibi. Eski yazıtlar yerlerde ve tavanlarda bulunan, isteğe göre ayarlanarak sıcaklık veya soğukluk dağıtan kristalllerden söz ediyorlar. Sarayda iki şaşırtıcı şey daha vardır; “Tepe pencereleri” ve “Sihirli Ayna“. Tepe pencereleri başka dünyalardaki hayatları görme imkanını sağlarken, Sihirli Ayna ise Kral'ın uzaklarda olan olayları izleyebiliyor. Günümüzde Batı uygarlıklarıyla ilişki içinde bulunan bazı Lama'lar, Aynanın bir ekran gibi olduğunu ve Kral'ın dünya olaylarını kontrol etmesini sağladığını iddia ediyorlar. Saklı Krallığın çok daha şaşırtıcı özellikleri var; Örneğin eski yazılarda “Rüzgar gücünde olan taşdan atlar”dan ya da “Taştan uçaklar”dan da bahsediliyor. Var olması bir yana, Shambala'nın uçan araçları mı vardır? Yaşıyan Lama'lardan bazıları “Taştan atlar”ın en ileri teknikle yapılan uçanaraçlar olduğunu iddia söylüyorlar. Bu günlerde Tibet manastırlarında taş sözcüğü uzun uzun tartışılıyor, acaba uçakların yakıtı mı kasdediliyor, yoksa aletlerin yapımında kulanılan malzeme mi? Eğer öyle ise hangi malzeme? Garip ama gerçek, Sözcüğün gerçek anlamda taş olduğuna artık kimse inanmamakta.


Shambala, dünyada mı, yoksa uzayda mı?

Tibet söylenceleri Shambalanın Himalaya'nın dağları arkasında ve Tibet'in kuzeyinde olduğunu iddia etmekteler. En eski yazıtlara göre Shambala, “Badh Gayaren”in (Kuzey Hindistan'da eski budist kutsal bir yer) kuzeyinde saklıdır. Shambala'nın yeri Tibet manastırlarında yüzyıllardır tartışılıyor. Düşünceler o kadar farklıdır ki, bazı Lamalar Shambala'nın yerini Kuzey Tibet olarak belirlerken diğerleri Kuzey Kutbu olarak dahi gösteriyorlar, hatta New York bile aday olarak gösteriliyor. Shambala'nın normal gözle görülüp, görülemediği, en önemli tartışma noktalarından biridir. Eğer Shambala gercekten dünyada olsaydı, nasıl saklı kalabilirdi? Yeryüzüyle ilgili olan bilgilerimize göre büyüklüğü yüzünden Shambala'nın var olması ve bulunamaması inanılmazdır. 96 prensliği olduğu söylenen saklı ülke için dünyada gizli bir yer olabilir mi? Shambala'nın Lotus çiçeği şeklindeki bir dağ zinciri şeklinde olduğuna inanılıyor. Ama uydu araştırmalarına göre böyle bir yerin var olmadığı bilinmekte. Peki ama Shambala nerede? Manastırcı Budistler yani tutucular, Shambala'nın dünyada buluduğu düşüncesindeler. Buna karşı Halk Budizm'in yandaşları ise, Shambala'nın tanrıların oturduğu gökyüzünde olduğuna inanıyorlar.
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/shambala-1.jpg

Bazı çağdaş Tibetliler de aynı veya benzer görüşteler, Shambala'yı dünyada değil de, yıldızların arasında aramaya başladılar, yani bir gezegende. Tibet'in ruhani lideri “Dalai Lama” bile bu konuyu düşünüyor. Shambala acaba dünyadışı bir uygarlığın merkezi mi ve Tibet'lilerin bin yıllardan beri bundan haberleri var mıydı? Yoksa Shambala, zaman ve mekan dışı bir yerde bulunan gizemli bir imparatorluk mu? Varsayımlara göre Shambala bir başka boyut veya bir paralel dünyada olabilir mi? Eğer bu düşünce doğru ise Shambala, burnumuzun dibinde olsa bile göremeyiz. Yine de Tibet'te bugün dahi Shambala'ya giden yolu tarif etmeye çalışan “Rehberler” vardır. Ama bunu öylesine anlaşılmaz bir şekilde yaparlar ki, bu tarifleri takip etmek neredeyse imkansız olur. Yol anlatımları genelde Tibet'in ve Kuzey Hindistan'ın bilinen yerlerinde başlayıp, kuzeydeki bilinmeyen bölgelere gider. Yalnız tümü şaşırtıcı ve inanılmaz bir ayrıntıda uyum sağlarlar: Sonuçta her rehber, geziyi yapanı yola sadece havadan devam edebileceği bir yere götürür. Ama nasıl? Gezi orada kalır ve sürdürülemez. 1557 de bir Tibet'li prens tarafından yazılan bir şiirde gizem doludur: “Yüceler, seni ondan sonra altın müzikle birlikte omuzlarına çıkaracaklar ve seni pamuk gibi dağ zincirlerinin üstünden taşıyacaklar. Onların mucize güçleriyle şemsiye gibi havada uçaçaksın ve kartallar bile utanacak.” Acaba bu mısraların içinde ne anlam saklıdır?


Shambala'ya bir roketle gidilir mi?

17. yüzyılda Sanskrit'den tercüme edilen bir yazı olan “Kalapar Jugpa”da da, gezi tarifi yine bir dağda sona erer. Ondan sonra gezginlerin Shambala'ya gidebilmesi için uçan ejderhaların var olduğu belirtilir. Bazı Tibet'li Lamalar modern uçaklarla Shambala'ya gitmeye çalışanların büyük felaketlerle karşılacaklarına inanmaktalar. Onlara göre, bu geziyi yapabilmek ve çok sayıdaki olağanüstü engelleri güvenle aşabilmek için insanın belli güçlere sahip olması lazımdır. Lama Kungpa Rimpoche bununla ilgili olar şöyle demekte; ”Aya yapılan geziler gibi, oraya roketsiz gitmeyi düşünebilirmisiniz?” Tibet'lilerin bir kısmı Shambala'yı bulutların üstünde olan bir gökyüzü katı olarak görürler. Tibet'de eskiden “Lama Manis”ler yani gezgin şarkıcılar vardı. Halk bayramlarında ortaya çıkarlar ve halkın gözü önünde Shambala‘nın yolunu tarif eden Tarot benzeri kartlar açarlardı. Bu geziyi ve orada aşılacak olan engelleri uygun öyküler anlatarak gösteriler yaparlardı. Öykülerde yol karlı bir dağın doruğuna ulaşır ve bunun tepesinden bir merdivenin göklere yükseldiği anlatılır. Lama Manis'lerin şarkılarına göre Shambala'nın girişkapısıdır. Modern gözle bakılırsa merdiven bugünkü anlamıyla bir üs olabilir. Bir Tibet resmi vardır: Bir grup gezgin bu resimde gökkuşağının üstünden yürüyerek, Shambala'ya giderler. Bazı Lamalara göre ise, Shambala'ya “Telepati gezisi” yapabilme yeteneğine sahip Yogiler vardır. Budist'ler ise orada yeniden doğmak için sürekli dua ederler.

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/152_shambala.jpg

“Yıldız Savaşları” ve Shambala...

Tibet kehanetlerine göre, birgün “kötü bir ruh” gelecek ve “Barbarlara” (Barbarlar Kalcahra ibretine yani bir anlamda şeytanın egemenliğine inanmayan insanlardır) güçlü dünyalı olmadıklarını açıklayacaklardır, çünkü Shambala imparatorluğu vardır. Bazı Lama'ların düşüncelerine göre Barbarlar ellerindeki teknik araçlarla (SETİ olabilir mi? Yani Yıldızlararası Uzay Araştırmaları?) Shambala'nın var olduğunu öğrenebilirler veya oraya gidebilirler. Ama bu kehanete göre önce huzurlu bir anlaşma yapılacaktır; Shambala'da hükümdarlığını sürdüren Kral Rudra Çakrin istila edenleri karşılayacak ve onların başkanına egemenliği birlikte sürdürmeyi teklif edecektir. Ama kısa bir süre sonra Barbarların kralı egemenliği kendi eline geçirmeyi çalışacak ve uçan araçlarıyla Shambala'ya saldırarak havada bir savaş başlatacakdır. Ama Barbarlar başarılı olamayacaklar çünkü Rudra Çakrin onları yıkmak için savaşacaktır. Kehanetlerde şunlar belirtilir: “Sonunda Kral Shambala'dan barbaları yok etmek için çıkacak ve aşağıya inecektir”. Bazı Lama'lara göre Kral bir başka dünyadan bizim dünyamıza gelecektir; çünkü “Jambudvipa” denen o yer, onların gözünde bütün bir dünya veya gezegendir, sadece bir kıta veya bölge değildir. Bu son savaşdan sonra ise bir “Demir tekerlek” gökyüzünde belirip düşecek ve Rudra Çakrin'in egemenliğinin başlangıcı belirtecektir. Bu nedenle ona “Tekerlekli çılgın” adı da verilmiştir. Bazı Yogi'ler bu tekerleği gördüklerini iddia ederler ve hepsi aynı şeyi anlatır: Tekerlek bir eve yaklaşır ve bu ev bizim gezegenimizdir.

Zaferinden sonra Rudra Çakrin egemenliğini bütün dünyaya yayacak ve yeni bir Altın Çağ başlatacaktır. Hastalıklar olmayacak, herkes uzun ömürlü olacak ve günlük geçimini sağlayabilmek için kimse çalışmayacaktır. Çünkü yiyecekler kendiliğinden oluşacak ve insanların “sihirli güçleri” olacaktır. Bilim ve teknik çok daha fazla gelişecek ve sadece iyi amaçlar için kulanılacaktır. Buna benzer kehanetler aslında tüm dünyada vardır. Peki Shambala gercekten nerededir? Belki çağımızın getirdiği teknik imkanlar sayesinde buna bir cevap bulunabilecektir. Ama ne zaman? Ya da saçma bir inanç gibi görünen bu efsaneyle Lamaların dıışında gerçekten birileri uğraşıyor mu? İnanılmaz ama NASA'nın uzay mekiklerinin birisinin yolculuğundaki görev listesinde Şambala'da yer alıyordu. Araç, böyle bir yerin olup olmadığını uzaydan gözlemleyip araştıracaktı. Sonucu henüz bilmiyoruz ama anlaşılan Shambala'nın yerini merak eden ve cidden inanan ciddi birileri var gibi...
shambala.gif

1933 yılında Amerikalı yazar James Hilton, "Kayıp Ufuk" adlı bir kitap yazdı, kitapta anlatıldığına göre, iki pilot Himalayalar üzerinde bir yere mecburi iniş yapmak zorunda kalıyorlar ve dünyaya lişkisi olmayan bir kente ulaşıyorlardı. Hilton öyküsünü 19 Yy'da Tibet'de misyonerlik yapan Huc adlı bir rahibin anlattıklarından esinlenerek yazdığını anlattı. Bir diğer ünlü gezgin olan Alexandra David-Neel, 14 yıl Tibet'de kaldıktan sonra Fransa'ya döndükten sonra yazdığı "Mistikler ve Majisyenlerle" adlı kitabında, Tibetli Lamaların anlattığı herşeyin kesin doğru olduğunu belirtirken, yalanının varolmadığı bir toplumu gerçekliğini ısrarla anlatıyordu. David-Neel'in çizgisinde Şamballa'nın yerini bildiği ifadesi dikkat çeker ama aynı zamanda da ünlü gizem örgütü Teosofi Grubu'nun üyesi olması nedeniyle de birşeyleri saklar gibidir. Yine büyük gezginlerden olan Nicholas Roerich'e göre ise Teosofistler saklı kentin yerini öğrenmişlerdi ama açıklamıyorlardı. Roerich bir Lama ile olan konuşmasını şöyle anlatır; "Lama, Büyük Şamballa'nın çok uzaklarda suların ardında olduğunu, dünyada bulunmadığını, dünya insanlarının neden ilgilendiklerini anlamadığını söylüyordu. Lama'ya göre, ancak Uzak Doğu'da yaşayanların özel bir ilişki aurasını veya ilişki enerjisini algılayabileceklerini ekliyordu." Roerich yaşamını Şamballa'ya adamıştı, ömrünü bu yolda harcadı. Ama kayıp kentin yerini öğrenip öğrenmediği anlaşılamadı, belki o da gizemi saklayanların tarafına geçmişti. Araştırmacı Edwin Bernbaum ise, Şamballa Efsanesi'nin Tibet inançlarında düşüncenin gizli derinliklerini simgelediğini, bu şekilde bilinçaltının saf, kirlenmemiş düzeyine ulaşılarak ruhsal iç yolculuğun yapılabileceğini belirtmekte. Şamballa, Bernbaum'a göre gizli bilgeliğin en üst ve en yüce noktası ya da doruğudur...
shambala2.gif
20. Yüzyıl'ın Robinson'u olarak tanımlanan Polonyalı gezgin Ferdinant Ossendowski'yi 1943 yılında çevirisini yaptığı ""Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı çevirisinde Nasuhi Baydar "Çağdaş Evliya Çelebi" olarak tanımlıyordu. Ossendowski, 1899 kadar Fransa'da yaşadı, Sorbonne'da fizik ve kimya eğitimi gördü. Kömür ve altın eksperi olarak çalıştı, Rus ordusunda görev aldı, 1.Dünya Savaşı'nda Moğolistan'a gönderildi, Petrograd'da Endüstri Kimya Profesörü oldu, 15 ciltlik araştırmalarını yayınladı. Rus Devrimi'nden sonra Sibirya Hükümeti'nde maliye ve ziraat bakanlığına getirildi. Hükümet devrilince Yeniçay bölgesine kaçtı ve ""Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" ı o zaman yazdı. 1905 karşı devriminde tutuklandı iki yıl hapis yattı, ABD'de bulundu ve yaşamının kalanını Varşova'da öğretim üyeliği yaparak geçirdi. Ossendowski'nin kitabında yaşadığı çağın inançları, gelenekler, savaşlar, çok farklı toplumlar vardır, inanılmaz olaylar ve yarler anlatılır, tüm iç Asya'yı gezmiş, Tibet, Çin, Moğolistan ve Sibirya hakkında çok ilginç şeyler yazmıştır. İşte bu arada bir yerlerde Ossendowski'nin Tibet'deki kayıp ülke Agarta'dan söz ettiğine raslarız; "Amil Irmağı kıyısında yaşayan yaşlılar anlattılar, Cengiz Han'dan kaçan bir kabile yeraltı kentine saklanmıştı, daha sonra bir avcı gizli kapıdan geçerek kayıp kente ulaştı ve dönüşte gördüklerini anlattı. Ama Lamalar, konuşmasını engellemek için dilini kestiler sonra avcı gizli kente geri döndü, geriye sadece anıları kaldı." Ossendowski yaptığı araştırmaların sonucunda, ne yorum yapılırsa yapılsın, efsanenin temelinde, Asya'nın geleceğini ve siyasi yapısını etkileyen bir gücün varolduğuna inanmıştı. Gezgin ulaştığı sonucu şöyle özetliyordu; "Dünyadaki bütün devletler, milletler, kanunlar ve gelenekler sürekli değişim halindedir, birçok büyük imparatorluk ve büyük kültür yok olmuştur. Kalıcı olan tek şey, fenalıktır. 6000 yıldan daha önce büyük bir insan kavmiyle birlikte toprağın içinrde kayboldu ve bir daha çıkmadı. Bununla beraber, aralarında Babür Şah'ın da bulunduğu birçok kişi oraya gidip geldi. Kimse oranın yerini bilmiyor, orada cinayet hiç olmadı, kötülüğe karşı korundular, bilgi sessizce gelişti ve yıkılma tehlikesine düşmedi. Orada şimdi milyonlarca kişi yaşıyor, bilim en yüksek katında, Cihan Hakimi saltanat sürüyor, Cihan Hakimi tüm doğa güçlerini bilir, tüm kalpleri ve kaderi okur. Eğer bizim çılgın uygarlığımız onları bulup savaşa kalkışırsa, tüm gezegeni çöle çevirebilirler, onlar bilmediğimiz garip araçlara binip, yeraltından her yere giderler. Cihan Hakimi, bazı zamanlarda kendinden önceki hakimlerin yattığı mağaraya gider, daima karanlıkta olan mağaraya girince duvarlarda ateşten çizgiler belirir ve sandukadan alevler çıkmaya başlar. Cihüan Hakimi, konuşarak ve ellerini ileriye uzatarak sandukaya yaklaşınca, alveler daha parlar, duvarlardaki ateş çizgileri yanıp sönmeye başlar ve birbirlerine girerek bilinmeyen alfabenin işaretlerini oluştururlar, sandukadan saydam ışık şeritleri çıkmaya başlar, bunlar büyüklerin düşünceleridir. O zaman Cihan Hakimi, ışığın içinde kalır ve ateşten harfler duvarlara Tanrı'nın arzu ve emirlerini durmadan yazarlar. Cihan Hakimi daha sonra dua eder ve alevler arasında Tanrı'nın yüzü görülür..." Ne dersiniz? Bütün bunlar, Ossendowski'nin dinleyip yazdıkları sizlere tanıdık gelmiyor mu? Sanki bir bilim kurgu filmi seyrediyor gibiyiz. Bilgisayarlar, laserler, hologramlar vs... İyi de bu kitap, yüzyılın başında bir gezgin bir bilim adamı tarafından yazıldı, Tibet'in kuytu köşelerinde yaşayan Lamalar bütün bunları nasıl hayal ettiler? Cevap bu kadar basit olamaz, geçmişimizde çok ama çok büyük bir sırrın saklı olduğu tartışılmaz gibi. Öyle bir sır ki, şu anda ortaya çıkarılsa tüm yaşamı tersine çevirecek kadar büyük ve kudretli... Ama bu Agarta'nın öyküsü, bir başka zamanın bir başka öyküsü...


ŞAMBALLA'NIN TAHMİNİ YERLERİ


images

1. GOBİ ÇÖLÜ: Teosofistler ve kurucuları Madam Blavatsky'ye göre, antik bir Hint yazıtı olan Karma Purana'da Şamballa, kuzeydeki denizde bulunan bir adadadır. Ve Gobi Çölü eskiden bir iç denizdi.
2. AMU DERYA: Macar düşünür Körös, Şamballa'yı Amu Derya ırmağının kuzeyinde buluyordu.
3. BELOVODYE: 1923'de Kokushi Dağları'na bir araştırma gezisi yapıldı ama geri dönen olmadı.
images

4. KUN LUN: Çin Mitolojisi'ne göre Şamballa, Kun Lun Dağları'nın buzlu zirveleri arasındadır.
images

5. TABU ÜLKESİ: Taoist Mitoloji, dünyanın en güzel yerinin Tabu Ülkesi olduğunu belirtir. Bu yer Tibet ile Szechwan arasındadır.
images

6. TARIM IRMAĞI: İtalyan Tibetolog Guiseppe Tucci'ye göre Şamballa ırmağın doğduğu bölgededir.
images

7. TASHİ LHUMPO MANASTIRI: Efsanenin doğuş yeri kabul edilen bu manastır bilindiği kadarıyla 1447'de kurulmuştur ve Kalacahkra bilgeliğinin merkezidir yani bilinmeyen uygarlıkların ve dönemlerin...
8. ALTAY DAĞLARI: Geoffrey Ashe'a göre, Şamballa için en uygun yer Altaylardır. Yazara göre Orta Doğu ve Yunan Mitolojileri bunu belirtmektedir.
9. MOĞOLİSTAN: "Şamballa'nın Kırmızı Yolu" adlı eserde, Şamballa'nın girişi Moğolistan sınırındadır.
images

10. HUMBOLD DAĞLARI: Nicholas Roerich ekibiyle beraber bu bölgede araştırma yaparken, bir UFO görmüştü, çok büyük ve güneş kadar parlak, diyordu ve tüm ekibin gördüğü dev UFO dağların arasında kaybolmuştu. Ayrıca Roerich'e Darjeeling-Ghuan'da bulunan bir yolda Ghum rahipleri Şamballa'lı olduğunu söyledikleri bir Lama ile tanıştırmışlardı.

Ayrıca Tibet'in başkenti Lhasa'nın ve Türkistan'daki Turfan kentlerinin altında Şamballa'ya giden tüneller olduğu iddia edilmekte, İngiliz dağcı Frank Smythe ise, Himalaya Dağları'nda 9000 m. yükseklikte iki büyük UFO gördü, dağcı UFO'ların dağların içine girdiğini iddia ediyordu. James Hilton'a göre ise, Şamballa veya Shangri-La kesin Himalayalar'dadır. Bir diğer iddia ise, 1900'lerin başında nedeni bilinmeyen atomik bir patlamanın olduğu Sibirya'daki Tunguska'nın Şamballa olduğudur.
 

MURATS44

Özel Üye
Kutuplardaki Açıklıklar ve Gizli Dünyalar


byrd1.jpg


floydbennett_richardbyrd.jpg


34325-001.jpg


Kutuplardaki Açıklıklar ve Gizli Dünyalar

Kutupların ötesindeki Gökkuşağı Kenti'ne bir yolculuk yaptığı söylenen Amiral Richard Byrd'in bu gizemli mekanla ilgili bir günlüğü vardır:
Admiral Richard B. Byrd'ün Günlüğü, Şubat-Mart 1947

"Kuzey Kutbu'nda bir keşif uçuşu. İç dünya; benim gizli günlüğüm"
Bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. Yazdıklarım, arktik'te 1947 yılı Şubatının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim. Belki de bunlar, toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir; ama birgün herkesin okuyabilmesi için, bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada, kesin eminim ki insanoğlu, gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
http://g-ec2.images-amazon.com/images/I/515noHHBW8L._AA240_.jpg


"Uçuş Seyir Defteri" 19 Şubat 1947-Artrik Üssü Kampı
Saat 06:00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım. Tüm yakıt depoları dolduruldu.
Saat 06:20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
Saat 07:30: Üsle radyo ilişkisi kontrolu yaptık. Herşey yolunda. Telsizcim memnun.
Saat 07:40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal.
Saat 08:00: Uçuyorum. Uçuş, normal görünüyor. 7.000 metre'de uçuyorum. Türbulans, normal. Herşey, yolunda.
Saat 08:15: Üsle telsiz kontrolu normal.
Saat 08:30: Türbulans oluştu. Bin metreye kadar inmeye karar verdim, Uçuş koşulları, yumuşak görünüyor.
Saat 09:10: Çok büyük bir buz alanı. Altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula, olduğu yerde dönüp duruyor. Üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlattım.
Saat 09:10: Her iki pusulam da, yani manyetik ve gyro pusulalar, dengelerini iyice yitirdiler. Titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontroller, yavaş tepki veriyorlar; ama bir buzlanma belirtisi yok.
Saat 09:15: Uzakta dağlar görüyorum.
Saat 09:49: Dağları gördüğümden bu yana, 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. Bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.

Saat 09:55: Altometre, 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbülans var.
Saat 10:00: Hâlâ kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var. Bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek; çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada, küçük bir nehir akıyor. Aşağıda yeşil bir vadi! Olamaz! Burada garip ve normal olmayan birşeyler var. Buz ve kar olmalıydı; ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım, hâlâ çılgınca dönüyorlar. Jiroskop, hâlâ öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
Saat 10:05: 4000 metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük, garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar; ama hayır, bunlar birer mamut. İnanılmaz, ama oradalar. 3.000 metredeyim. Dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum. Oradalar. Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.
Saat 10:30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler norma;l ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz; ama telsiz çalışmıyor.
Saat 11:30: Eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam, herşey yolunda. İlerde bir yer var. Sanki, bir kente benziyor. Uçak, çok hafifledi. Bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor. Kontrollar, emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım!, Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim; ama ilerde uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor. Üzerindeki işareti görüyorum; bu, bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolları geri almaya çalışıyorum; ama olmuyor. Kontroller isyan ediyorlar.
Saat 11:35: Telsizden çatırdılar geliyor. İngilizce bir ses; ama derinlerden geliyor. Aksan, İsveç ya da Alman. Şöyle diyor; "Bölgemize hoşgeldiniz amiral. Sizi yedi dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun." Uçağımın motorları durdu. Garip bir gücün kontrolu altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi, uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
Saat 11:40: Bir diğer telsiz mesajı. İniş olayı, başladı. Uçak, şiddetle titriyor. Aşağıya doğru iniyor. Sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım. Hiçbir şey, umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
Saat 11:45: Günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var. Hepsi de uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta, büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var. Gökkuşaklarına benzer renk dalgaları, nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim; ama ortada tehlikeli birşey yok. Hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken, bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Her şeye razıyım.(kaydın sonu)

Bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. Hayal gücümü zorlamam gerekiyor. Bütün bunlar, çılgınca ve olmaması gereken şeyler. Telsizcimle beraber uçaktan çıktık. İçten ve samimi bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz. Kent, sanki kristalden yapılmış gibi. İçeri girerken, daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar, Frank Lloyd Wright'in (dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. Ya da bir Buck Rogers filminin setindeyim (yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor. Çok lezzetliler. 10 dakika kadar sonra, iki hostes geliyor. Çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak bir şey yok, gidiyorum; ama telsizcim kalıyor. Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz. Araç, duruyor ve kapı, yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz. Gülkurusu renkte bir ışık, her yerden yayılıyor. Sanki duvarların içinden geliyor. Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde, okuyamadığım bir yazı var. Kapı, ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden bir tanesi; "Korkacak bir şey yok amiral, Üstad'ın huzuruna kabul edileceksiniz." diyor.

Üstad'ın Mesajı

İçeri giriyorum. Çarpıcı renkler görüyorum. Oda, büyüleyici ve çok etkileyici. Karşımda çok güzel bir insan var. Gördüklerimi anlatamıyorum; bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi; ama çok daha ötesinde. Huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor. Melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; "Yerimize hoş geldiniz amiral." O, bir erkek. Yüzünde çok uzun yılların izleri var. Uzun bir masada oturuyor. Sonra kalkıp, bana oturmam için yer gösteriyor; oturuyoruz. Bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; "Sizin buraya girmenize izin verdik; çünkü siz, dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz." "Dünyanın yüzeyi mi?" diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve, "Evet, şu anda iç dünya'nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım; güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi amiral, sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya'da, Hiroshima ve Nagasaki'de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık. Biz, bunlara 'flugelrad' diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı amiral; ama biz, devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık; ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü, yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz, dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar; ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi, dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz amiral." sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.

http://www.nsf.gov/pubs/1998/nsf9824/thwait~1.jpg


Zamanı Geldiğinde...

Üstad, delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; "Irkınız, şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda, ellerindeki gücü bırakmaktansa dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var." Başımı sallıyorum ve devam ediyor; "1945'de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık; ama düşmanca davranıldı. Flugelrad'larımıza ateş açılıp düşürüldüler. Savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla, düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta. Kara bir öfke ve şiddet, yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok; biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor. Tüm insanlar, canlılar, derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş, daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz, burada her geçen saat, durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?" "Hayır, bu eskiden de oldu. Karanlık çağlar geldi; ama 500 yıl önce sona erdi." diyorum. Üstad, devam ediyor: "Evet, oğlum. Karanlık çağlar, asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor. Karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek; ama inanıyorum ki, ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar. Ama buna daha zaman var. Fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak. Kayıp, efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz, ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz. Belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu birgün öğreneceksiniz. Ancak bundan sonra ırkınız, tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek.Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin."

Ve Dönüş

Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum. Bu, bir rüya olmalı; ama ben, bu gerçeği biliyordum. İki güzel hostesimin gelip, "Bu yoldan amiral" demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel, bir kez daha dönüp Üstad'a bakıyorum. O mitolojik yüzde, yumuşacık gülümseme var: "Elveda oğlum." diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerimin birisi bana dönüyor ve, "Acele etmeliyiz amiral. Üstad, sizi geciktirmememizi istedi. Mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz." Birşey demiyorum. Olan herşey, inancın ötesinde. İlk geldiğimiz yere dönüyoruz. Telsizcim, orada. Çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. Onu, "Her şey yolunda Howie." diyerek sakinleştiriyorum. Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor. Hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. Onların araçlarından iki tanesi, belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz; ama hız göstergesini okuyamıyorum. İleriye doğru gidiyoruz. Telsiz, çalışıyor ve bir ses; "Şimdi sizi terk ediyoruz amiral. Kontrollar serbest. Auf wiedersehen!!!!" diyor. Almanca bir veda. Howie ve ben, flugelrad'ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. Uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolü alıyoruz. Şimdi uçuş normal. Kimse konuşmuyor. İkimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.

http://www.expertconsultantsinc.com/Byrd%20Expedition/thumbnails/BYRD_A022.jpg


Güncenin Devamı

Saat 22:00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız, yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz. Cevap geliyor. Bütün koşullar, normal. Üstekiler, bizden haber aldıkları için çok mutlular.

Saat 22:00: Üsse yumuşak bir iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim; ama çok daha büyük bir görev, şimdi beni bekliyor... (kaydın sonu)
11 Mart 1947'de, Pentagon'da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve üstad'ın mesajını aktardım. Herşey, gereğince kaydedildi. Başkan'a bilgi aktarıldı; ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek güvenlik örgütü ve bir tıb ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar. Bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim. ABD ulusal güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. Ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda, kesin olarak sessiz kalmam isteniyor. Bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz; ama ben, bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak bir şeyim yok.
30 Aralık 1956: Son Sözler

1947'den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı, yıllar boyunca inançla sakladım. Bu, benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır, benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek, eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu, bu. Gerçeği görüyorum ve rûhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askerî canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi, uzun gece başlıyor; ama bu, bir son olmayacak. Uzun Artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben, kutbun ötesinde var olan ülkede, en büyük bilinmeyeni gördüm.
Amiral Richard E. Byrd
ABD Deniz Kuvvetleri, 24 Aralık 1956
Kaynaklar


  1. History of the Byrd Polar Research Center
  2. The Papers of Admiral Richard E. Byrd
  3. Admiral Richard E. Byrd: The Hero
  4. Richard E. Byrd 1888-1957
  5. Alone - Richard Evelyn Byrd
  6. Admiral Richard E. Byrd and the Holow Earth Theory
  7. Secret Diary of Admiral Byrd?
  8. Rear Admiral Richard E. Byrd And the Quest for the Inner Passage Part I
  9. The Missing Secret Diary of Admiral Byrd: Fact or Fiction?






 

MURATS44

Özel Üye
Mürşitler Odağı Agarta

Mürşitler Odağı Agarta
Agarta sözcüğü, pek belirli olmayan ve hatta bazen çelişkiler de arz edebilen kavramları içeriyor olmasına rağmen, nice okültiste [SUP][dipnot 1][/SUP] yine de hayaller kurdurabilmiştir. Söz konusu ülke, Tibet ile Moğolistan'ın sınır bölgelerine isabet eden alanda kurulmuş bir yeraltı ülkesi midir, yoksa bilmecemsi bir gizli dernek merkezi midir? Her iki görüşün de yandaşları vardır, ama konuya iyice nüfuz edildiğinde bu görüşlerin her ikisinde de bir hakikat payının yattığı görülmektedir. Konuya sızmış olan ve onu geçersiz kılmayı hedefleyen bir iki bozguncu unsurun sentezini yaptığı takdirde insan, Agarta'nın (bazılarına göre de Agarti'nin), sadece kendisinin sahip bulunduğu binlerce yıllık sırları uygulamak suretiyle insanlığı büyük bir spritüel ilhama (illumination) kavuşturmayı amaçlayan bilge ve filozoflardan oluşmuş dünya meclisi mesabesinde bir şey olabileceğini pekala düşünebilmekte ve genel merkez olarak da ona Tiyen-Şan dağlarında, yani "semavî dağlarda" yer alan bir kutsal alanı yakıştırmaktadır.
Agarta ismini, geçen asırda Batıda ilk olarak Saint-Yves d' Alveydre kullanmıştır. Bu zat, sinarşi'nin [SUP][dipnot 2][/SUP] habercisi diye nitelenen, değersiz metalleri sülfürasyon (kükürtleme) yoluyla altın ve gümüş haline dönüştürme formüllerini düzenlemiş bir simyacı konumunda bulunan, İbranice ve Sanskritçe'yi mükemmel denilecek seviyede bilen ki bu yanı, ona Kabala'nın ve Brahmanizm'in kaynaklarına kadar çıkma imkanını sunmuştur ve de Martinist [SUP][dipnot 3][/SUP] tarikatının gözde mürşitlerinden biri olan ilginç bir okültisttir. Grötanya [SUP][dipnot 4][/SUP] asıllı ve 1842 doğumlu olan AIveydre markisi, Avrupa yüksek aristokrasisi ile akraba olan ve de Saint-Petersbourg kraliyet sarayı ile ilişkilerinden ötürü kendisini kutlamış ve ona Orta Asya manastırlarına mensup inisiyeler ile görüşme imkanını sunmuş olan Weller kontesi ile evlenmiştir. Bu görüşmeler sırasında öğrenmiş olduğu bilgileri "Hind'in Misyonu" adlı kitabında bir araya getirmiştir, fakat kendisine ait olmayan sırları gözler önüne sermiş olmanın üzüntü ve pişmanlığıyla eserin tamamını imha etmiştir; ama sonuçta bu eserin bir nüshası yine de Papüslün eline geçebilmiş ve bu zat tarafından 1910 yılında ikinci kez basılabilmiştir.
Saint-Yves d' Alveydre'nin ardından, Fransız konsolosu olan Jacoliot, "Hint'teki Tevrat" adlı eserinde, teozofinin kurucusu olan H. P. Blavatsky de "Gizli Doktrin ve Gün lşığına Çıkarılmış İsis" adlı eserinde Agarta'yı tekrar gündeme getirmişlerdir. Bir süre sonra konuyu bu kez Rene Guenon ele almış ve "Dünyanın Kralı" adlı eseriyle okurlara Agarta hakkında kucak dolusu bilgi sunmuştur.
Belirttiğine göre, binlerce yıl önce cereyan etmiş olan bir tufan o sıralarda bugünkü Gobi yöresinde yer almakta olan çok gelişmiş bir uygarlığı yerle bir etmiştir. Bu yörede yaşamakta olan ve "Öteye Ait Zekâların Oğulları" diye anılan (Bu deyim dünya dışı bir kökeni mi dile getiriyor dersiniz?) spiritüel mürşitler, tufan sırasında, Himalayalar'ın altında yer almakta olan muazzam bir mağara şebekesine sığınmışlardır. Çok geçmeden iki gruba ayrılmışlar ve sonuçta "sağ elin yolu" diye anılan grup Agarta'ya, yani dünya hayatından uzak kalarak murakabe ve mükaşefede bulunma ülkesine, "sol elin yolu" diye anılan diğer grup ise Şamballah'a yani kaba güç ülkesine yerleşmiştir.


Agarta konusuna ilişkin en eksiksiz ve en şaşırtıcı bilgileri gün ışığına çıkaran kişi, Ferdinand Ossendowski olmuştur. Bolşevik ihtilaline karşı koymaya çalışmış olan Amiral Koltchak hükümetinde bakanlık yapmış olan bu Polonyalı, Kızılordu'nun bastırması üzerine Moğolistan'a ve Çin'e kaçmıştır. Serüvenlerle dolu yolculuğu sırasında birçok lama manastırında konaklamış ve oralarda ilk elden sağlamış olduğu bilgileri daha sonra yani 1924'de yayınlamış olduğu "Hayvanlar, İnsanlar ve Tanrılar" adlı eserinde bir araya getirmiştir.
Kaldığı manastırlarda Ferdinand Ossendowski' ye, altı bin yıldan da fazla bir zaman önce kutsal bir insanın bütün bir oymakla birlikte muazzam bir mağarada kayıplara karıştığı ve orada, yitip gitmiş bir bilim yardımıyla, Agarti adlı bir yeraltı krallığının temelini attığı anlatılmıştır. Bu krallığın tahtında, tabiatın bütün güçlerini tanıyıp bilen, insanların gönüllerini ve yüce kader kitabını okuyabilecek kudrete sahip bulunan Dünya Kralı oturmaktadır. Gözle görülemez yapıda olan bu kralı emirlerini icraya her an hazır durumda bulunan sekiz yüz milyon insana hükmetmektedir.
Günlerden birgün lama Turgut, Ferdinand Ossendowski'ye şunları söylemiştir: "Başkent Agarti'nin çevresinde, büyük rahipler ile bilim adamlarının oturduğu kentler yer almaktadır. Bu başkent, mabet ve manastırlarla dolu bir dağın zirvesinde bulunan Dalay Lama'nın sarayını, yani Potala'yı andırmaktadır. Dünya Kralı, iki milyon adet bedenli tanrı ile çevrelenmiş durumdadır. Bunlar, aziz pandit'lerdir. Sarayın çevresinde, Yerkürenini Cehennemin ve Cennetin her türlü görünür ve görünmez güçlerine sahip bulunan ve de insanların yaşamı ve ölümü konusunda elinden her şey gelen Goro'ların sarayları bulunmaktadır. Çılgın dünya insanlığı bunlarla mücadeleye kalkışacak olsa, bilin ki yeryüzü bir baştan öbür başa dümdüz edilir ve çöl hâline dönüşür."
Bu haline bakılacak olursa, Agarta efsanesi ile, "Sihirbazların Sabahı" adlı eserlerinde Louis Pauwels ve Jacques Bergier tarafından gerçeklikleri su yüzüne çıkarılmış olan Dokuz Meçhuller geleneği arasında pekâlâ bir ilinti var denilebilecektir. Bu geleneğin (tradition) kökeni, M.Ö. 273'te hüküm sürmüş ve Hint'e Budizm'i benimsetmiş olan İmparator Asoka devrine kadar çıkmaktadır. Kıtayı yakıp yıkmış olan bir dizi savaşın ardından, Asoka, insanları, bilimi kötü amaçlarla kullanmayı yasaklamış ve mevcut bütün bilim kitaplarını dokuz bilgeye teslim ve emanet etmiştir.
Pauwels ve Bergier, kitapta şöyle demektedirler: "On asırdan daha fazla bir zaman boyunca üst üste yığılmış deney, çalışma ve belgelerden dolaysız bir anlamda yararlanabilmekte olan dokuz insanın sahip bulunduğu sırların kudretini bir tahayyül edin! Bu insanların amacı nedir acaba? Tahrip vasıtalarını, kutsal şeylere saygı duymaz nitelikli insanlardan korumak. İnsanlığın hayrına olan araştırmalara devam etmek. Bu insanlar, çok uzak geçmişten kaynaklanıp yığılmış olan teknik sırları muhafaza etmek üzere, yerlerini, bırakmak gerektiğinde ancak kendi seçtikleri üyelere bırakmaktadırlar."
Ayrıca, Agarta yeraltı ülkesine ait sırlar ile Lobsang Rampa tarafından alınıp gözler önüne serilmiş ifşaatlar (vahiyler) arasında da bir ilişki mevcuttur. "Üçüncü Göz" adlı eserinde, bu lama, inisiyasyonun son aşamasına ulaştıktan sonra kendisinin üç büyük lamalık metafizikçisi tarafından, içinde Tibet'e ait gerçek sırrın saklı bulunduğu derin bir Lassa mahzenine götürüldüğünden söz etmektedir.
İkinci Dünya Savaşı'nın ertesinde, derecesi yüksek bir inisiye olan ve Kut Humi Lal Singh-Kwang adını taşıyan bir zatın bu konudaki ifşaatlarının inisiyasyon ve Bilim adlı okültist dergide yayınlandığı güne kadar Agarta'dan pek söz edilmemiştir. Bu zat, yeraltı ülkesi hakkında gerçi o güne kadar söylenmişlerin dışına çıkmamıştır, ama gizli dernek terimi üzerinde yine de ısrarla durmuştur. İfadesinde bireysel anlamda bir inisiyasyona özellikle yer vermiştir, ki bu da, uzun bir çile evresinden sonra, yani bireysel bir inisiyasyon çalışmasından sonra inisiye olunur tezini benimsemiş olan Rene Guenon' un görüşünü teyit etmektedir.
Kut Humi, şunları söylemektedir: "Agarta' ya girmek katılmak ve özellikle de oraya atanmak veya orası için seçilmek diye bir şey söz konusu olamaz. Ancak, spiritüel anlamda olmak üzere, bileğinin hakkıyla Agartalı olunabilmektedir; kişi, ancak ulûhiyetle tekrar bütünleşip özdeşleşebilecek seviyeye ulaştığı takdirde Agartalı olabilmektedir, ki bu seviyeye ulaşmanın yolu da tatbikat ve tahakkuk sürecinden geçmektir, çünki beşer varlığını en tam ve en aşkın biçimde değişime uğratan ve güçlendiren tek şey ancak spritüel bilimdir. Agartalı'nın hali, Himalayalar'daki veya Tiyen Ti Huan' daki yogilere veyahut da ilk İbranilerdeki "semavî insana" özgü halin en derini mesabesinde bir haldir. Gerçek Agartalılar kendilerini diğer Agartalılar'da görmekte ve bulmakta ve de dünya sakinlerinin şuurlarında genişleme ve açılma meydana getirmek ve kendilerinin spritüel anlamda ulaşmış bulundukları duygu ve düşünce birliğine onları da ulaştırmak amacıyla kendi aralarında işbirliği yapmaya her an hazır durumda bulunmaktadırlar.
Agarta'da zaman zaman kurultay (durultay) da toplanmaktadır; ama bu kurultay, daima meskûn veya uygarlaşmış merkezlerden, tedirgin edici densizliklerden, kaba akışkanlardan ve insan kalabalıklarından uzak yerlerde gerçekleştirilmektedir. Orada kararlar hep oybirliğiyle alınmakta ve bu kozmik egregor'un [SUP][dipnot 5][/SUP] majik kudreti ve yüksek seviyeli bilgeliği tarafından derhal yürürlüğe konmaktadır; bu kurultayın psişik, astral ve spritüel gücü ile sahip bulunduğu muazzam maddi imkanlar, özellikle bir sorun söz konusu olduğunda, son derece müthiş bir hale gelmektedir."

Kut Humi, söylenebilecek her şeyi gerçi açıklıkla dile getirmiştir, ama Agarta'ya ; özgü sırların birçoğundan yine de söz etmemiştir. Ancak küçük bir bölümü tercüme edilebilmiş olan bu sırlar, Tibet'teki lamalık saraylarının kutsal arşivlerinde mi muhafaza edilmektedir acaba? Bu mümkündür, ancak ne var ki, Tibet' in Çin'e ilhak ediliş tarihinden beri bu kutsal kitaplara ulaşmak bir türlü mümkün olmamaktadır.
Agarta ile Dokuz Meçhuller arasında ne gibi bir ilişki vardır? Agartalılar, bazılarının ifade ettiği gibi, yitip gitmiş bir uygarlığa, yani Atlantis uygarlığına ait sırların gerçek mirasçıları mıdırlar acaba? İdeolojisi Nazi şeflerini derinden etkilemiş olan Thule grubu üyeleri ile ilgileri hangi noktaya varmıştır acaba? Bu konuda bilinmekte olanlar, bilinmeyenlerin yanında şüphesiz nokta gibi kalmaktadır.[SUP][dipnot 6][/SUP]
Dipnotlar [1] bkz. Metapsişik Terimler Sözlüğü, s. 112 (Ruh ve Madde Yayınları)
[2] Birkaç kişi ya da grup tarafından yönetme biçimi.
[3] Tours piskoposu Aziz Martin (M.S. 316-397) tarafından kurulmuş olan tarikat.
[4] Fransa'nın batısında yer alan bir bölge.
[5] Bu kelime, Yunanca'da "uyanık kalmak" anlamına gelen "egregorein" fiilinden türemiştir. Bu fiil, Hanok'un (Nuh'un büyükbabası olan Mathusalem'in babası) kitabında, Hermon tepesine yerleşip orada "uyumadan beklemeye and içmiş olan asî melekler" için kullanılmıştır. Yeminlerine sadık kalmış olan bu melekler Seth'in (Adem'in üçüncü oğlu) kızlarıyla birleşmişler ve böylece dev ırkının doğuşuna öncülük etmişlerdir; bu ırk, daha sonra Tufan sırasında yok olup gitmiştir. Kabalistlere göre egregor'lar ya insan bedenli melek görünümüne ya da sırf bedensiz varlık görünümüne sahiptirler. Yehova geleneğinde ise genellikle, diğer melekler gibi göçebe yıldızlar veyahut da ateş topları görünümünde tasvir edilmektedirler. Parapsikolojideki egregor, psişik bir gücün özgürleşmesiyle meydana geldiği sanılan gizli bir gücün tezahür edişidir. Vasat psişizmli bir sürü insan tarafından veyahut da üstün seviyeli psişizme sahip bir avuç insan tarafından tahrik edilmiş olan egrero' lar, telekinezi (uzaktan etki) fenomenlerinde ortaya çıkan güce benzer bir maddi güce sahiptirler. Deneysel parapsikolojide, bu egregor' lar, psişizmleri bir manyetizör tarafından uyarılmış ve bir medyum tarafından da katalize edilmiş olan bir grup insanını iradelerini yoğunlaştı rmasıyla elde edilebilmektedirler. Bu, zor bir işlemdir, ama şartlar elverişli olduğunda pekala başarılabilmektedir. Psişik senkronizasyon tesis edildiği anda, egregor, düşünceden türemiş bir varlık görünümü altında veyahut da gayri maddi bir güç görünümü altında tezahür etmektedir.
[6] Agarta konusunda daha ayrıntılı bilgi elde etmek için Ruh ve Madde Yayınlarının "Metatron- DÜNYA KRALLIĞI-Kıyamet işçileri Ülkesi AGARTA'nın Öyküsü" (Rene GUENON) adlı esere başvurmanızı tavsiye ederiz.
 

MURATS44

Özel Üye
Nazilerden Günümüze Agarta

http://i.radikal.com.tr/644x385/2008/07/19/fft5_mf32187.Jpeg

Nazilerden Günümüze AgartaKomplo teorilerine göre, Hitler, bir uçan daireyle Agarta'ya kaçmıştı. Sabetaycı ve haham olduğunu söyleyen Tuncay Güney'in ifâdeleri Agarta'ya çıkıyor.

Yakında Ergenekon'un her türlü kötülüğün nedeni olduğu, küresel ısınmayı tetiklediği söylenir ya da Nazileri kıskandıracak bir biçimde evlerinden apar topar alınanların uzaylılarla işbirliği yaptığı ve Atlantisli oldukları ileri sürülürse şaşırmamak gerekir

Ezoterizm ile komplo teorisi kavramları arasında, kökleri geçmişe dayanan bir ilişki mevcuttur. Her iki kavram da, Fransız Devrimi'nin ertesinde Avrupa'da yaşanan toplumsal kriz sırasında ortaya çıktı. Kaldı ki, her ikisi arasında yapısal bir benzerlik de bulunuyor. Ezoterik akımların, evreni ve dünyayı iyi ile kötünün mücadelesi şeklinde yorumlamaları, komplo teorilerindeki iyi-kötü ayrışmasını hatırlatıyor.

Yakın zamanda gündeme gelen Agarta kenti ya da örgütü, aslında bütün bu benzerliklerin güzel bir örneği. Agarta ya da bir diğer ismiyle Şambala, Moğolistan ve Tibet arasında bir yerde olduğu tahmin edilen bir yeraltı şehri. Bu şehri görme ve burada yaşama ayrıcalığına sadece ezoterik öğretilere göre yaşayanlar sahip. Bunlar, dünyayı yönetmekte ve kötülere karşı savaşmaktadırlar. Hatta aikidonun kurucusu Morihei Ueshiba bile, Çin-Japon Savaşı'nın en sıcak günlerinde mensubu olduğu Omote Kyo tarikatının diğer üyeleriyle birlikte bu gizemli şehrin peşine düşmüş; ama bütün yeteneklerine rağmen Çinlilerin tutsağı olmaktan ve hapse atılmaktan kurtulamamıştı.

Buraya kadar anlatılanlardan söz konusu hurafeyi, akli melekeleri sorunlu insanların inandığı bir tür zararsız çocuk masalı zannetmek mümkündür. Ama işin aslı biraz daha farklı. Agarta sadece ezoterik çevrelerin değil; her türlü siyâsi gericiliğin de sıklıkla bahsettiği bir hurâfedir. Agarta'yı Batı'da ilk dile getirenler, bu türden insanlar oldu. Örneğin bunlardan Ferdinand Ossendowski, Bolşevik Devrimi'ne karşı General Kolçak'ın yanında savaşmış; Helena Petrovna Balavatsky ise, Nazileri etkilemişti. Yedi kök ırkın var olduğunu ileri süren Blavatsky'e göre Ari Irk, Atlantislilerin günümüzdeki temsilcisiydi. Bu ırksal hiyerarşide, doğal olarak Yahudilerin durumu pek parlak değildi ve aşağı ırkların ortadan kalkması evrenin yasalarına uygundu. Blavatsky'nin ve öğrencilerinden Rudolf Steiner'in ezoterik görüşleri, Alman faşizminin dünyaya bakışını ciddi biçimde etkilemişti. Örneğin Nazilerin ünlü teorisyeni Alfred Rosenberg de Ari ırkın çöken Atlantis uygarlığının mirasçısı olduğuna inanıyordu.

Aslında Ay'a Gidilmedi mi? Günümüzde de Neonazi gruplar arasında Agarta'nın varlığına inananlar çoğunlukta. Söz konusu gruplar new age saçmalıkları ve Nazilerin hararetle savunduğu “Oyuk Dünya Teorisi”ni birbirine harmanlayarak akla ziyan kurgular ortaya atıyorlar. “Oyuk Dünya Teorisi”ne göre kutuplarda dünyanın içine doğru devam eden oyuklar mevcuttur. Neonaziler de Hitler'in aslında ölmediğini ve bu oyuklarda saklandığını iddia ederler. Örneğin kitapları on ülkede yayımlanan Miguel Serrano, Hitler'in bir Alman uçan dairesine binerek Güney Kutbu'na gittiğini, buradan yeraltındaki gizli bir sığınağa geçerek kozmik güçlerin emirlerini yerine getiren bir tür mesih olarak geri döneceği günü beklediğini söyler. Bu konuda bilinen bir diğer isim olan Jan Van Helsing ise bilimkurgu tadında hazırladığı senaryolarıyla Neonaziler arasında büyük bir ün kazanmıştı. Buna göre dünyamızı ele geçirmek isteyen iyi ve kötü uzaylılar arasında bir mücadele sürüyor. Markab isimli güneş sisteminden gelerek Yahudileri kontrollerine alan kötü uzaylılar, Aldebaran Güneş Sistemi'nden gelen iyi uzaylılara karşı savaşıyorlar. İletişime geçmek için Arileri seçen Aldebaranlılar, Almancaya çok benzeyen bir dille konuşurlar. Yeraltındaki Agarta'yı bunların soyundan gelen Hyperborlular kurmuşlardı. II. Dünya Savaşı'nın ardından birçok Nazi Agarta'ya kaçtı ve iyi uzaylılarla birlikte tekrar mücadeleye atılacakları günü bekliyorlar. Bu kozmik faşist ittifakın ayda da gizli bir üssü var. ABD bunu biliyor ama bu bilginin yayılmasına izin vermiyor. Hitler'den ve onun uzaylı arkadaşlarından çekinen ABD, bu durum fark edilmesin diye sanki aya gidilmiş gibi yapıyor, film stüdyolarında hazırladığı mizansenlerle insanları kandırıyor.
Sabetaycılık ve Agarta Jan Van Helsing'in yazdığı kitaplar Almanya ve İsviçre'de, üstelik de yasak olmalarına rağmen, 100 bin adet satıldı. Gerçek adı Jan Udo Holey olan Helsing, bu adı, Bram Stoker'in ünlü romanı Drakula'daki vampir avcısından esinlenerek almıştı. Böylelikle Yahudileri toplumun kanını emen vampirler olarak gördüğünü anlatmak ister.

Van Helsing'in bir başka özelliğiyse ad ve soyadlardan hareketle “gizli Yahudileri” bulmaktır. Ona göre Hazar Türklerinin torunları olan Doğu Avrupa Yahudileri dünyayı yönetmeye çalışıyor. Lenin ve Stalin, tıpkı asıl adı Henoch Kohen olan Helmut Kohl gibi, Hazar Yahudisidir. Görüldüğü üzere Van Helsing'in dünya görüşü bizler için çok da yabancı değildir. Bizdeki komplo teorisyenlerinin Sabetaycılar hakkındaki argümanlarını o Hazarlar için kullanıyor. Böylelikle hem Neonazilerin geleneksel antisemitizmini devam ettiriyor hem de Almanya'daki Türk düşmanlığına yeşil ışık yakıyor.

Tam da bu noktada Ergenekon İddianamesi'nden bahsetmek gerek. Bilindiği üzere Ergenekon soruşturması esas olarak Tuncay Güney'in ifadeleri üzerine yükseliyor. Bir dönem Fethullah Gülen'in özel sekreterliğini yapan Güney, şimdilerdeyse Sabetaycı olduğunu, hahamlık yaptığını ileri sürüyor. Böylesine renkli bir kişinin ifadesiyle başlayan bir soruşturmanın Agarta ile sonuçlanması eşyanın tabiatına uygundur. Güney'in iddiaları Van Helsing'i bile gölgede bırakacak kadar akıldışıdır. Sadece bu olgular bile Kurtlar Vadisi dizisinden fırlamış gibi görünen iddianamenin ciddiliği hakkında bir fikir vermeye yeter. Yakında Ergenekon'un her türlü kötülüğün nedeni olduğu, küresel ısınmayı tetiklediği söylenir ya da Nazileri kıskandıracak bir biçimde evlerinden apar topar alınanların uzaylılarla işbirliği yaptığı ve Atlantisli oldukları ileri sürülürse şaşırmamak gerekir. Ama ne fayda... Sabetaycılık tezlerinin bu kadar rağbet gördüğü bir ülkede, nasılsa Ergenekon iddianamesindeki Agarta'ya ya da “darbe düzenlenecekti” iddialarına inanacak birileri bulunacaktır.
 
Üst Alt