Anaflaksi: Allerjik şok

ceylannur

Yeni Üyemiz
ANAFLAKSİ: ALLERJİK ŞOK


TANIM:
Alerjinin en korkulan, en ağır ve tehlikeli şekli olan anaflaksi, vücudun tümünü ilgilendiren yaygın alerjik reaksiyonlara bağlı olarak gelişir. Anaflaksi, alerjik şok ismiyle de bilinir; erken tanınıp acil olarak tedavi edilmediğinde kişiyi şok ya da ölüme kadar götürebilir. Gazetelerde okuduğumuz ‘Penisilin iğnesi yapıldı, yaşamını yitirdi’ veya ‘Arı sokmasından öldü...’ gibi olayların nedeni hep anaflaksidir. Ülkemizde her yıl ortalama olarak 100 kişinin anaflaksiden dolayı yaşamlarını yitirdikleri söylenebilir.

ANAFLAKSİNİN SEBEPLERİ:
Anaflaksiye sebep olabilen pek çok madde vardır:

İlaçlar (penisilin, sefalosporin ve diğer antibiyotikler; aspirin, ağrı kesici ve romatizma ilaçları, lokal anestezikler, röntgen çekilirken kullanılan kontrast maddeler...)

Serumlar ve aşılar

Kan ve kan ürünleri

Yiyecekler (Yumurta, süt, domates, fıstık, deniz ürünleri...)

Yiyeceklere konan katkı maddeleri

Bozulmayı önleyici maddeler (Sülfitler)

Renklendiriciler (Tartrazin)

Tat vericiler (Glutamat)

Fiziksel etkenler: Egzersiz, soğuk

Çeşitli maddeler: Lateks, sperm


ANAFLAKSİNİN BELİRTİLERİ:
Anaflaksi, kişinin duyarlılığına ve alınan alerjenin miktarına göre değişik tablolara neden olur. Başta deri, alt ve üst solunum yolları, dolaşım ve sindirim sistemi olmak üzere pek çok organ sistemine ait belirtiler ortaya çıkar.
Anaflaksi, çok ani olarak ortaya çıkan bir durum olduğu için sadece doktorlar tarafından değil, herkesçe bilinmesi, tanınması ve ilk acil müdahalenin hemen yapılması, hastanın yaşamının kurtarılması bakımından çok önemlidir. Alerjenin alım yolu ve vücuda giriş hızı da anaflaksinin ağırlığını belirleyen önemli faktörlerdir. Mesela, penisilin iğnesi penisilin hapına göre çok daha ağır bir anaflaksiye yol açar!
Anaflaksi belirtileri, alerjenle karşılaşıldıktan hemen birkaç dakika sonra başlar, 15-20 dakikada zirveye çıkar ve 1 saat içinde de azalmaya yüz tutar. Anaflaksi, bazı kişilerde belirtiler tamamen kaybolduktan 8-24 saat sonra tekrarlayabilir. Bu nedenle, anaflaksi saptanan bir kişinin en azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir.

ANAFAKSİNİN GELİŞİMİ VE TEHLİKE SİNYALLERİ:
Anaflakside, solunum ve dolaşım sistemini ilgilendiren belirtiler ciddi bir krizin işaretleridir.
Solunum sistemi belirtileri: Burunla ilgili olarak kaşıntı, su gibi akıntı, hapşırma, burun tıkanıklığı... gibi belirtiler vardır. Ses tellerinin şişmesi (gırtlak ödemi), ses kısıklığı ve konuşma güçlüğü yaratabileceği gibi, bu darlığın çok fazla olması nefes alıp vermeyi güçleştirir, hatta tamamen imkansız kılar ve ölüme neden olur.
Bazı hastalarda ise astımlılarda olduğu gibi inatçı öksürük, hırıltılı solunum ve nefes darlığı gelişir.Dolaşım sistemi belirtileri: Çarpıntı, düzensiz ve hızlı kalp atışları, göğüs ağrısı, baş dönmesi.. vardır. Kan basıncının düşmeye başlaması ciddi bir anaflaksinin habercisidir. Yaşlı hastalar kalp krizi de geçirebilirler.
Sindirim sistemi belirtileri: Karında kramp tarzında ağrılar, bulantı, kusma, karında şişkinlik ve gerginlik, ishal ortaya çıkar.
Diğer belirtiler: Bu sistemlere ait belirtilerden başka birçok hastada, terleme, idrar kaçırma, baş ağrısı, şuur bozukluğu, halüsinasyon.. görülür.
Anaflakside ölüm: Anaflakside ölüm nedeni gırtlak ödemi veya inatçı tansiyon düşüklüğü veya kalp krizidir.

ANAFLAKSİ TEDAVİSİ:

Anaflaksi çok acil bir durumdur. Kişiye hemen girişimde bulunulmadığı zaman kısa zamanda ölüme sebep olabilir. Bu sebeple, anaflaksi belirtileri saptanır saptanmaz bir taraftan en yakın doktor veya hastaneye ulaşılmaya çalışılırken, diğer taraftan yapılması gereken bazı işlemler vardır.

Alerjenin vücuda girdiği yer belli ise (Arı sokmasında olduğu gibi!), o bölgeye hemen turnike yapılarak zehirin kana karışması engellenir. Varsa, arının iğnesi çıkartılır.

Kişi sırtüstü yatırılır ve bacakları yukarı kaldırılır. Bu sayede beyin ve kalp gibi önemli organlara daha fazla kan gitmesi sağlanır.

Hasta sıcak tutulur.

Mümkünse oksijen verilir.

Anaflakside yaşam kurtarıcı ilaç ADRENALİN’dir. 1:1000’lik adrenalin, 0,3-0,5 ml dozunda 20 dakika arayla cilt altına zerk edilir.

Anaflaksi tedavisinde yararlanılan diğer ilaçlar kortizon ve antihistaminikler’di r. Astım krizi belirtileri olan hastalara bronş spazmını azaltan nefes açıcı ilaçlar da verilmelidir.

Kan basıncı düşük olan hastalara hem kan basıncını yükselten ilaçlar (vazopressörler) hem de damar yoluyla sıvı uygulanır.

Gırtlak ödemi nedeniyle asfiksi (boğulma) belirtileri gösteren hastalara nefes alabilmeleri için acil trakeostomi (ana nefes borusuna dışarıdan delik açılması) gerekir.


ANAFLAKSİDEN KORUNMA:

Daha önce anaflaksi geçirmiş olanlar, durumlarını bildiren bir kart veya künye taşımalıdırlar.

Anaflaksi nedeniyle ölüm tehlikesi atlatanların yanlarında sürekli olarak adrenalin bulundurmaları gerekir. Bu kişilere adrenalini hangi durumda, nasıl uygulayacakları da öğretilmelidir.

Anaflaksiye neden olan etkenlerden (ilaç, yiyecek...) uzak kalınmalıdır.

Anaflaksi tanımlayan hastalara iğne şeklindeki ilaçlardan çok hap veya şurup verilmelidir.

Anaflaksi tanımlayan hastalara ß-bloker sınıfı ilaçlar verilmemelidir.

En azından 24 saat süreyle doktor gözetimi altında kalması gerekir.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Ani bebek ölümü sendromu: Beşik ölümü sendromu

ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMU: BEŞİK ÖLÜMÜ SENDROMU


TANIM:
Ani bebek ölümü sendromu (ABÖS), 1 yaşından küçük bebeklerin bilinmeyen nedenlerle aniden ölmelerini tanımlayan bir terimdir. Ani bebek ölümü sendromu (beşik ölümü olarak da bilinir) gelişmiş ülkelerde 1-12 aylık bebekler arasında en sık görülen ölüm nedenidir.
Birkaç tıbbi araştırmada, bu sendromla ilişkili biyolojik ve çevresel risk etmenlerinin belirlenmiş olmasına karşın gerçek nedenle ilgili kesin bilgi yoktur. Dünya çapında yapılan birçok çalışmada yüzükoyun (karnının üstüne) yatırılan çocukların yüksek risk altında oldukları gösterildi. Bebeklerin yatırılma pozisyonu ülkeler arasında farklılık gösteriyor; ABD'deki bebekler on yıl önce çoğunlukla yüzükoyun yatırılıyordu. Daha sonra bazı ülkelerde olduğu gibi ABD'de de annebabalar sağlıklı bebeklerin sırtüstü yatırılması için teşvik edilmeye başlandı.

JAMA'da yayımlanan üç yeni araştırma, bu konuda hâlâ başka çalışmalara gereksinim olduğunu ortaya koydu. Ulusal Çocuk Sağlığı ve İnsan Gelişimi Enstitüsü'nün (National Institute of Child Health and Human Development: NICHD) bir çalışmasında ABD'de yüzükoyun yatırılan bebeklerin oranının 1992 yılında %70 olduğu, ancak 1996 yılında %24'e düştüğü saptandı. Aynı süre içinde ani bebek ölümü sendromu yaklaşık %38 azaldı. NICHD'nin yürüttüğü ikinci çalışmada, düşük gelir düzeyine sahip, Afrika kökenli Amerikalı annelerin bebeklerini yüzükoyun yatırma olasılığının daha fazla olduğu belirlendi. Araştırmacılara göre, doğumdan sonra bebeğinin hastanede yüzükoyun yatırıldığını gören annelerin %93'ü evde de aynı pozisyonda yatırıyor.

Massachusetts ve Ohio'daki yaklaşık 8000 annenin yer aldığı başka bir çalışmada bebeklerini bir aylıkken yüzükoyun yatıran annelerin oranı sadece %18 iken, bebekleri üç aylık olduğunda bu pozisyonda yatırmaya başlayan annelerin oranının %29'a yükseldiği belirlendi.
Araştırmacılar bu artışın, annelerin ailelerinden, arkadaşlarından, başka çocuklardan ve bebeklerinin davranışlarından etkilenmeleri sonucu ortaya çıktığını bildiriyorlar. Araştırmacılar, bebeklerin yüzükoyun yatırılmasını önlemek amacıyla Afrika kökenli Amerikalılar ya da İspanyol kökenliler, düşük gelir düzeyine sahip, 29 yaşından genç, daha önce çocuk sahibi olmuş ya da 8 haftalıktan küçük bebeği olan, yüksek risk grubundaki annelere yönelik eğitim programlanna gereksinim olduğunu belirtiyorlar. Ayrıca, hastanelerde de yeni doğan bebeklerin sırtüstü yatırılarak doğru uyku pozisyonunun yerleştirilmesi gerektiği vurgulanıyor.

ANİ BEBEK ÖLÜMÜ SENDROMUNA İLİŞKİN RİSK ETMENLERİ:

Araştırmacılar, ani bebek ölümü sendromunun nedenini bilmemelerine karşın, olasılığı artıran etmenleri tanımladılar:

Yüzükoyun uyuyan bebekler
Sigara dumanına maruz kalan bebekler
Anneleri gebelik döneminde sigara içenler
Anneleri ilk hamileliği sırasında 20 yaşından küçük olanlar
Anneleri doğum öncesi sağlık bakımı için hiç başvurmayanlar ya da geç başvuranlar
Erken doğan ya da düşük doğum ağırlıklı bebekler
Kış aylarında doğanlar
Erkek bebekler

RİSK AZALTMANIN YOLLARI:
Ani bebek ölümü sendromunu önlemenin güvenli bir yolu olmamasına karşın, riski azaltabilecek önlemler şunlardır:

Bebekleri sırtüstü yatırmak
Doğumdan önce iyi bir sağlık bakımı
Sigara içilmeyen bir çevre
Sert bir yatak
Bebeğin altına yastık ya da battaniye gibi yumuşak malzemeler yerleştirmemek
Bebeği çok sıcak ortamda bulundurmamak (giydirerek, örterek ya da aşırı sıcak bir odada yatırarak)
Rutin kontrolleri ve aşıları yaptırmak
Hafif bir hastalıktan sonra bile bebeği birkaç gün yakından gözlemlemek​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Anemi:kansızlık

ANEMİ:KANSIZLIK


TANIM:
Anemi (kansızlık) pekçok farklı şekilde tanımlanabilen kan rahatsızlığı olarak bilinmektedir. Bu kan rahatsızlığını kırmızı kan hücrelerinin fonksiyonlarında ve sayısındaki anormallik şeklinde ifade edebiliriz. Kırmızı kan hücreleriniz kırmızı rengini hemoglobinden alır, demir içeriği zengin protein oksijeni ciğerlerden vücudun diğer bölgelerine taşır. Anemi kırmızı kan hücrelerinin sayısını azalttığında ya da hücrelerin taşıyabileceği hemoglobin miktarını azalttığında vücudunuzun dokuları oksijenden yoksun kalır. Oksijen eksikliği tipik anemia türleri bulgularını üretir.Bu anemi bulguları: güçsüzlük, aşırı yorgunluk, solgun bir ten, nefes darlığı, düsensiz kalp atışıdır. Hatta çok şiddetli anemi felç, kalp krizi ve kalp tıkanıklığına da yol açabilmektedir. Demir eksikliği gibi bazı anemi türleri doğrudan kendileri rahatsızlığı yaratırken bazı anemilerde ise ardında dalak büyümesi ya da anti kanser ilaçlarının alımıyla sonuçlanan hemolitik anemia gibi bir hastalık yatmaktadır. Bazı anemi hastalıkları kolayca tedavi edilebilirken bazıları ise kronik ve hayatı tehdit edicidir. Sağda sağlıklı yapıdaki kan hücrelerini görüyorsunuz. Aynı biçimde ve büyüklükteki kırmızı kan hücreleri normal bir büyüme ve hemoglobin üretimini oluşturuyor.

EN SIK RASTLANILAN ANEMİ TÜRLERİ:

Demir Eksikliğine Bağlı Anemi :
Vücudun yeni hemoglobin oksijen taşıyan kırmızı hücrelerdeki proteini yaratabilmesi için demire ihtiyacı vardır. Eksik demir alımı demir eksikliğine bağlı anemiye neden olur. Demir eksikliğine bağlı anemilerin neredeyse çok önemli kısmı bazı kronik kanamaların sonucunda meydana gelir. Örneğin; burun kanamaları, basur, mide ya da bağırsak ülseri, polip, gastroenterital kanser ve aşırı adet kanamaları gibi... Vücut bu aşırı kanamalar sırasında yüklü miktarda demir kaybeder. Daha az görülebilen demir eksikliğine bağlı anemi demiri emme yeterli mide asiti olmayan daha yaşlı insanlarda da gelişebilir.

Demire bağlı aneminin kendine özel bulguları:
Yiyecek dışındaki şeylere istek. örneğin; toprak, buz, kireç taşı, nişasta gibi..
Ağız kenarında ve tırnaklarda çatlaklar
Tırnaklarda biçimsizlik; kaşık biçimini almaları gibi..
Tahriş olmuş dil.

Demir eksikliği anemisinin nedenleri:
Yetersiz demir alımı:Gıdalarla dışarıdan alınan demirin yetersizliği halinde oluşur. Sosyo ekonomik düzeyi düşük toplumlarda, beslenme alışkanlıkları yanlış olan toplumlarda sık görülmektedir. Ek besinlere geç başlama, aşırı inek sütü kullanımı bebeklerde anemiye sebep olabilir.Vejeteryan beslenme, yanlış uygulanan zayıflama rejimleri, yeme bozuklukları da anemiye neden olan sebeplerdendir.

Doğumla ilgili nedenler: Prematürelik, çoğul gebelikler anemiye neden olabilir.

Demir gereksiniminin arttığı durumlar:Ülser kanamaları, kadınlarda adet kanamaları gibi akut veya kronik kan kaybı,paraziter enfeksiyonlar, özellikle yaşamın ilk yılı ve adelosan dönemi gibi hızlı büyüme dönemlerinde demir gereksinimi artmakta ve anemiler görülebilmektedir.

Demirin Emilim bozuklukları Kronik ishaller, Kronik enfeksiyonlar ,Sindirim sistemi anomalileri , Malabsorbsiyon sendromu gibi demir emiliminin bozulduğu durumlarda anemi görülebilir.

Günlük demir gereksinimi ve kaybı ne kadardır?
-Günlük demir gereksinimi 1-3 mgr. kadardır. Bunun % 5-10 duedenum ve proksimal ince barsaktan emilir. Günlük kayıp 1 mgr dır. Ter, dışkı, idrar, dökülen hücreler ile kaybedilir. Gereksinim bebeklik, hamilelik, ağır hastalık ve emzirme dönemlerinde artar.

Hangi besinler demir açısından zengindir?
- Kırmızı et, karaciğer, balık, kuru üzüm ve yumurta sarısı demir açısından zengin gıdalardır. Un, ekmek ve tahıllar demir ile zenginleştirilmiş olabilir.

Demir eksikliği anemisi düşünülen hastalarda yapılması gereken başlıca tetkikler neler olmalıdır?
-Tam kan sayımı, serum demiri, serum demiri bağlama kapasitesi, transferin saturasyonu, serum ferritin düzeyi, dışkıda gizli kan ve periferik yaymadır. Tam kan sayımında düşük hemoglobin ve hematokrit değeri, kanda düşük ferritin düzeyi, kanda total bağlama kapasitesi ve kan kaybını değerlendirmek açısından dışkıda gizli kan görülebilir.

Tanı:
Hekim muayenesi ile birlikte yapılacak kan tahlilleri tanı koydurur. Depo demir düzeylerini yansıtan serum ferritin düzeyi düşmüştür.Total Demir Bağlama Kapasitesi artmıştır. Kırmızı kan hücrelerinin boyutları küçük ve renkleri azdır. (mikrositer hipokrom).

Tedavi:
Tedavi de en etkili ilaç demir sülfattır. 2 yaşından küçük çocuklarda kahvaltıdan yarım saat önce günde bir kez; 2 yaşından büyüklerde ise yemeklerden yarım saat önce günlük dozun 3 e bölünmesi önerilmektedir.Tedav iye ortalama 3 ay devam edilmelidir.Aşırı demir yüklenmesine neden olmamak için beş aydan daha fazla demir kullanılmamalıdır.
Ağızdan demir tedavisinde kullanılan demir formları demirsülfat, demir glukanat ve demir fumorattır. Demir tedavisine başladıktan iki ay sonra hemoglobin düzeyi normale dönecektir, ancak çoğunlukla kemik iliğinde olan demir depolarını doldurmak amacı ile tedaviye 6-12 ay daha devam edilmelidir.Damar içerisine veya kas içerisine uygulanabilecek demir ilaçları da ağızdan alıma dayanamayan hastalarda kullanılabilir. Tedavi ile birlikte kan sayımı iki ay içerisinde normale dönecektir.

İlaç kullanılırken dikkat edilecek noktalar nelerdir ?
-En iyi demir emilimi aç karnına olmasına rağmen pek çok insan buna katlanamaz ve gıda ile almak ister. Süt ve sütlü mamüller demir emilimini engelleyeceğinden ilaç ile birlikte alınmamalıdır. C vitamini demir emilimini artırırken hemoglobin üretiminde de önemli yer tutar. Diyet ile alınacak miktar yeterli olmayacağından gebelik ve emzirme dönemi sırasında kadınların yeterli derecede demir almaları gerekir.

Kurşun zehirlenmesi:
Özellikle sanayileşmiş toplumlarda özellikle akaryakıtta ki kurşunun havaya karışması ile oluşan kurşun zehirlenmelerinde demir eksikliği anemileri görülebilmektedir. Önlem olarak yiyeceklerin bol su ile yıkanması ve üzeri örtülü kaplarda saklanması önerilmektedir.

Bulgular:
Hafif olgularda hafif solukluk dışında herhangi bir belirti vermeyebilir. Sadece yapılan kan tahlilleri ile tanı konulabilir. daha ağır olgularda iştahsızlık, sindirim bozuklukları, kabızlık, bazen ağrılı yutma gibi sindirim bozuklukları ortaya çıkabilir.

Tüm kansızlıklarda görülen çarpıntı, eforla oluşan nefes darlığı, başdönmesi, kulak çınlaması, halsizlik, çabuk yorulma görülebilir.

Hekim muayenesinde deri ve mukozalarda solukluk, dilde kızarma, kabarcık ve küçük çatlaklar görür. Ağır olgularda ağız köşelerinde çatlaklar ve dalak büyümesi görülebilmektedir.

Bazı hastalarda toprak yeme gibi belirtiler ortaya çıkabilir.


Aplastik Anemi:
Bu aneminin en ciddi olanlarındandır. Bu ciddi hastalıkta, vücudun kemik ilikleri kırmızı, beyaz gibi kan hücrelerinden yeterli miktarda üretemez. Aplastik aneminin yarıya yakının nedeni bilinemez. Bilinen nedenler kalıtsal kusurlardan radyosyana ve zehirli kimyasal maddelere ya da bazı belirli ilaçların etkisine kadar bir alanda yer almaktadırlar. Bazı virüsler ve kanserler de bu hastalığın altında yatan nedenlerden sayılabilir.

Aplastik aneminin kendine özel bulguları:
Sıkça oluşan enfeksiyonlar
Deri altında görülen kan lekeleri
Travma olmaksızın oluşan bere ya da çürükler
Kendiliğinden oluşan burun, ağız, rektum, vajina ve dişeti kanamaları
Ağız, gırtlak, rektumla ilgili ülserler

Folik Asit Eksikliğine Bağlı Anemi :
Vücudun yeterli kırmızı hücreleri yaratmak için folik aside ihtiyacı vardır. Folik asit olmaksızın kırmızı kan hücre üretimi düşer ve anemi ile sonuçlanır. Bu tür anemiler özellikle alkoliklerde çok sık görülür çünkü alkol folik asitin emilimini ve metabolizmasını engeller. Diğer nedenler bağırsak hastalıkları, kötü emilim hastalıkları, ağızdan alınan gebelikten korunma hapları, kanser için alınan çeşitli ilaçlar ve epilepsi.

Folik Asit eksikliğine bağlı aneminin kendine özgü bulguları:
Bu tür anemiler genişleyen kırmızı kan hücreleri ile karakterize edilirler ve aşağıdaki unsurlarla sonuçlanırlar:

İshal
Depresyon
Şişmiş ve kırmızı bir dil

Hemolitik Anemi:
Çok sık rastlanmayan türden olan bu anemi vücudun doğal artık toplama metabolizması vakitsizce kırmızı kan hücrelerini yok ettiğinde sonuçlanır. Sonuç olarak, kemik iliği yeni kırmızı kan hücrelerini normalden 10 kat daha fazla üreterek bunu telafi etmeye çalışır. Bu yeni hücreler küçük ya da şekilsiz, vücut dokularına oksijeni taşımakta yetersiz olan hücrelerdir. Hemolitic aneminin nedenleri, dalağın genişlemesinden bağışıklık hastalıklarına, hemoglobin molekülleri ya da zar yapısının bozukluklarından kalan sorunlara kadar pek çok nedenle açıklanabilir.(Orak hücre anemisi anormal hemoglobin molekülleri nedeniyle hemolitik aneminin bir türü olarak kabul edilir.) Hemolitik anemi; Zamanından önce gelişen hücrelerin ömrü kısa oluyor. Hücrelerin normal büyüklüğe erişmesini engelliyor ve üretimini azaltıyor.

Hemolitik Aneminin kendine özgü bulguları :
Hemolitik anemi çok sayıdaki kırmızı kan hücrelerinin kısa bir sürede yok olmasıyla oluşan hemolitik krizlerin bir işareti olarak kabul edilebilir. Bu tür krizler aşağıdaki şekildedir:

Ateş
Sırt ve mide ağrısı
Titremeler
Baş dönmesi
Kan basıncındaki önemli bir düşüş
Sarılık ve idrarda koyulaşma
Dalağın genişlemesinden kaynaklanan anormal ağrı

Kötücül Anemi (Pernicious anemia)Vitamin B-12 eksikliği anemisi:
B-12 vitaminin emilimi için mide B-12 asıl faktörü denilen bir maddeyi salgılaması gerekir. Bu temel faktörün eksikliği bu nedenle vitamin B-12 eksikliğine neden olur. Kemik iliğinin kırmızı kan hücrelerini üretebilmesi için B-12 vitaminine ihtiyacı olduğundan, yetersiz miktar anemiye neden olur. Bu tarz anemiler genelikle hayvan ürünlerini yemeyen vejetaryanlarda görülür.

Kötücül aneminin kendine özgü bulguları: Bu tarz bir anemi genişleyen kırmızı kan hücreleriyle (macrocytic anemia) karakterize edilir ve sonuçları:

Eller ve ayaklarda ürperme
Bacaklarda, ayaklarda ve ellerde ve spastik hareketlerde duyum kaybı
Sarı ve mavi renklerle ilgili olarak renk körlüğü türü
Şişmiş, ağrıyan ve yanan bir dil
Kilo kaybı
Kararmış cilt
İshal
Düzensizlik
Depresyon
Entellektüel fonksiyonların azalması

Orak -Hücre Anemisi (sickle-cell anemia):
Afrikalı Amerikalılarda ayrıcalıklı olarak görülen bir tür ırsi hemolitik anemidir. Bu hastalıkta, kırmızı kan hücreleri hücrelerdeki oksijeni azaltan anormal hemoglobin formunu içerir. Sonuç olarak, hilal ya da orak şeklini alırlar ve dalak, böbrek, beyin, kemikler ve diğer organların kan damarlarından rahatça akamazlar. Bu, organlara zarar veren engeller yaratmakla kalmazlar ayrıca hilal şekilleri ile kırıcı ve dokulara oksijeni taşıyamama durumları söz konusu olur. Sonuç anemidir.

Orak hücre anemisinin kendine özgü bulguları:
Hemolitik anemi türü olan bu anemi kandaki oksijen miktarını azaltan aşağıda belirtilen aktiviteleri takip eden krizlerle göze çarpar.

Enerjik egzersizler
Yüksek rakımlı yerler
hastalık
Aneminin aniden kötüleşmesi ---ağrı, ateş ve nefessizlik---bu krizleri işaret eder. Anormal ağrı çok şiddetlidir. Bu krizleri geçiren çocuklar çok şiddetli göğüs ağrısı çekerler.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Apandisit

APANDİSİT


Yaygın bir hastalık olan "apandisit", karnın alt kısmında bulunan ve apandis ya da apendiks denilen kör barsağin iltihaplanmasıdır.

"Apendiks vermiformis uzun ince bir boru veya solucan şeklinde ortalama 9 cm uzunluğunda kör bir barsaktır. iki ila 25 cm arasında değişen uzunlukta olabilir. Çocuklarda, yetiş*kinlerden daha uzundur. Normalde karnın sağ alt bölgesinde yer almakla birlikte farklı konumlarda bulunabilir."

Vücuttaki işlevi lam olarak bilinmeyen apendiks, bademcik gibi lenfoid doku bakımından zengin bir organ olarak tanımlanıyor.

APANDİSİT NASIL OLUŞUR?

"Apandisit yüzde 90 oranda, apendiks lümeninin (yani apendiksin iç kısmının) dışkı ile tıkanmasından kaynaklanıyor. Sık görülen nedenlerden biri de tenf dokularının şişmesidir.

Çeşitli nedenlerle apendiksin içi tıkandığı zaman, apen*diks lümeninde sıvı birikir, mikroplar çoğalmaya başlar ve iç basınç artar. Basıncın artması ile apendiks şişmeye başlar ve giderek apendiks dokusunun kanlanması ve beslenmesi bozulur. Daha sonra nekroz (çürüme) ve patlama oluşur."

Türkiye Hastanesi uz*manları, iltihaplanmayı durdurmanın mümkün olmadığını belirterek "apandisit önlenemez; önlemek için herhangi bir metod veya ilaç bulunmuyor" diyorlar.



GÖRÜLME SIKLIĞI

Eldeki verllere göre, apandisit her yasta görülmekte birlikte, en sık olarak genç erişkinlerde, 20-30 yaş grubunda ortaya çıkıyor. 60 yaşından büyüklerde yüzde 5-10 dolayında görülüyor, Çocuklarda en sık 6-10 yas grubunda görülen apandisjtin, 2 yaşından küçüklerde görülme oranı yüzde 2 dolayında kalıyor.

Görülme sıklığı bakrmından cinsîyete göre ilginç tablo gözleniyor, Ergenlik çağından Önce, kız ve erkeklerde apandisit oranı eşit olduğu görülüyor, 15-25 yas grubunda, erkeklerde apandisite 2 kat fazla rastlanıyor. 25 yaşından sonraki dönemde oran tekrar eşitleniyor.



BELİRTİLER VE TANI

Prof Dr. Hasan Taşçı ile Opr. Dr. Cavit Hamzaoğlu, apandisitin belirtileri ve tanısıyla ilgili olarak şunları söylüyorlar. "Karın ağrısı, iştahsızlık ve kusma temel belirtilerdir. Bunların bir araya gelmesi tanıyı kolaylaştırır.

Karın ağrısı; apandisitin en önemli belirtisidir. Genellikle göbek çevresinde veya mide üstünde başlar. Künt bir ağrıdır, azalma ve çoğalma gösterebilir, ama, hiçbir zaman tamamen yok olmaz. Genellikle 4-6 saat sürer (1-12 saat arasında değişebilir.) Daha sonra ağrı karın sağ alt bölgesine yerleşir. Bazı hastalarda ağrı sağ alt kadranda başlar ve orada kalır Apendiksin değişik yerleşimlerine göre ağrı sırtta, sağ veya sol kasıkta veya mesane üstü ve makatta hissedilebilir.

iştahsızlık, hastaların yüzde 90-95 inde ağrıdan daha önce görülen fakat önemsenmeyen bulgudur.

Bulantı ve kusma; önemli bir göstergedir. Hastaların yüzde 75'inde bulantı görülür. Genellikle hasta bir şey yerse Kusar, midesi boşsa kusmaz.

Bu belirtilerin yanında, hastanın, kabızlık, ishal ve gaz çıkaramama gibi şikayetleri de olabilir. Ancak, bunlar tanı değeri taşımazlar."

Mauyene bulguları, apendiksin, vücutta yerleştiği yere göre değişebiliyor. Patlama olup olmaması da bulguları etkiliyor. Vücut ısısı bazı kişilerde normal kalmakla birlikte bazılarında 37.5-38 dereceye çıkıyor. Hastanın, fazla hareket etmekten kaçınması ve öksürme zıplama gibi hallerde ağrılarının artması tanı bakımından önem taşıyor.
Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu, apandisitle ilgili önemli bir noktaya işaret ederek; apandisit belirtilerinin, birçok hastalığın belirtilerine benzediğini belirtiyorlar. Bu nedenle bulguların değerlendirilmesi açısından hekimin deneyimi büyük önem taşıyor.

Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu'nun verdikleri bilgilere göre; karın içi lenf bezleri iltihabı, mide ve bağırsak iltihabı, kadın hastalıkları, dış gebelik, mide ve onikiparmak bağırsağının delinmesi, idrar yolları iltihabı ve taşları, safra kesesi iltihabı, pankreas İltihabı ve bağırsak damarlarının tıkanması gibi rahatsızlıklarla apandisit aynı bulguları verebiliyorlar.



KESİN TEDAVİ

Özellikle gençlik döneminde ortaya çıkan bu yaygın rahatsızlığın ilaçla tedavi imkanı bulunmuyor. Ancak, apandisit, tedavisi kolay hastalıklar arasında yer alıyor. Türkiye Hastanesi hekimleri. kesin tedavinin ameliyat olduğunu belirterek, "hasta, laparoskopik (kapalı) veya açık appendektomi yöntemiyle ameliyat edilip, apandisit alınmalıdır" diyorlar. Prof. Taşçı ve Opr. Hamzaoğlu, apandisit ameliyatlarıyla ilgili şu bilgileri veriyorlar:

"Apandisit tanısı konan veya apandisit olabileceği düşünülen hastaların ağızdan beslenmemeleri, ağrı giderici almamaları gerekir. Apandisit, 4 grupta toplanır. Üç gruptaki vakalar;

akut apandisit, perfore (patlamış) apandisit, patlamış ve apse yapmış apandisit, kesin olarak ameliyatla tedavi edilmelidir. Dördüncü grup plastrone apandisittir. Bazen karın içinde omentum adı verilen bir yağ perdesi, apendiksi sarar ve iltihabın karın içine yayılmasını önler. Buna plastrone apandisit denir. Bu durumda hasta hastaneye yatırılır ve gözlem altına alınarak, antibiyotik tedavisine başlanır. Eğer şikayetler gerilerse hasta taburcu edilir ve 6-8 hafta sonra tekrar değerlendirip ve ameliyata alınır.”



ÖLÜME NEDEN OLABİLİR

Günümüzde apandisit ameliyatları en basit ope*rasyonlardan biri sayılıyor. Ancak tedavisi bu derece kolay olmasına rağmen, ihmal edilmesi halinde. apandisit, tehlikeli bir hastalık oluveriyor. Zamanında ameliyat edilmediği zaman İltihaplı apendiksin patlaması ölüme yol açabiliyor.
Genç erişkinlerde yüzde 15-25, çocuklarda yüzde 50-85, yaşlılarda yüzde 60-90 arasında patlama ihtimali bulunuyor.
Prof. Taşçı ile Opr. Hamzaoğlu, özellikle yaşlılar ve çocuklar açsından apandisitin büyük risk oluşturduğuna dikkat çekiyorlar ve "Yaşlı ve çocuklarda bulgular az olduğundan teşhis konulduğunda patlama olayı gerçekleşmiştir. Bu nedenle ölüm riski çok fazladır.
Genç erişkinlerde apandisitte ölüm oranı yüzde 0.1 in altındayken yaşlılarda bu oran yüzde 50 civarındadır" diyorlar.


Zamanında doktora başvurulduğunda basit; ama, geç kalındığında ölümcül bir hastalık sorunu.



DİKKAT EDİLMESİ GEREKEN DURUMLAR


· Karın ağrısı olduğu zaman kesinlikle kendi başınıza ağrı kesici almayın, mutlaka bir doktara başvurun.

· Bazen apandisitte doktorlarda yanılabilir ve yanlışlıkla mide tedavisine başlanır. Eğer ağrınız geçmiyorsa tekrar doktora gitmelisiniz.

· Normal bir apandisit ameliyatı eğer erken teşhis konulursa yaklaşık 15-30 dakika sürmekte ve hasta 1 gün hastanede yatıp çıkmaktadır.

· Eğer apandisit patlamış ise, ameliyatla apandisit alınır, batın yıkanır ve karın içine 1 adet dren (hortum) konulur ve hasta yaklaşık 2-3 gün hastanede kalır.

· Erken teşhis ve doğru tedavi hayat kurtarıcıdır.

· Günümüzde yüzde 100 apandisit tanısını koyduracak tetkik, laboratuvar ve görüntüleme yöntemi yoktur. Bu nedenle hastanın şikayetleri, muayene bulguları ve kan tetkikleri bir arada değerlendirilip teşhis konulur. Şüpheli vakalar ağrı kesici verilmeden takip edilir.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Astım bronşiale,astma,alle rjik astım

Astım bronşiale,astma,alle rjik astım



Astım Nasıl Bir Hastalıktır?
Nefes alma sırasında atmosfer havasının solunum olayının olduğu alveol denilen hava boşluklarına naklini sağlayan iletici hava yollarında daralma, tıkanıklık ve buna bağlı olarak hava akımında zorlukla karakterize bir hastalıktır. Hava yollarında mikrobik olmayan süreğen bir iltihaplanma söz konusudur.

Astım Allerjik Bir Hastalık mıdır?
Astım her zaman olmasa da olguların çoğunda allerjik zeminde gelişen bir hastalıktır. Bilhassa çocuklukta başlayan astım için bu daha belirgindir. Ancak, Kişinin allerjik tabiatlı (atopik) olması astım olmasından ayrı bir şeydir. Diğer allerjik hastalıklar (rinosinüzit, konjonktivit, dermatit, ürtiker) astımla birlikte bulunabilir veya bu hastalıklar varken astım olmayabilir. Aksine astımı olduğu halde allerjisi olmayabilir.

Astım Kimlerde Görülür?
Astım, erkek-kadın herkeste; çocuk-erişkin her yaşta ve dünyanın hemen her yerinde rastlanan bir hastalıktır.

Astım Sık Rastlanan Bir Hastalık mıdır?
Astımlı hastaların sıklığı coğrafi bölgelere, yaşam koşullarına ve sosyo-kültürel özelliklere bağlı olarak toplumdan topluma farklılık göstermektedir. Toplumda yaşayanların %10’dan daha fazlasında görüldüğü bildirilen yöreler yanında %1’den az sıklıkla rastlanıldığı bölgeler söz konusudur. Ülkemizde de durum aynıdır. Ortalama sıklığın %5-6 civarında olduğu tahmin edilmektedir ki, ülkemiz koşullarında bu, her 3-4 evden birisinde bir astımlı hastanın yaşadığı anlamına gelmektedir.

Astım İrsi Bir Hastalık mıdır?
Bazı hastalıklar genetik geçişlidir. Anne veya babadan ilgili genetik kodu alan kişilerde çevresel değişkenler ne olursa olsun hastalık mutlaka ortaya çıkar. Bazı hastalıklar ise tamamen çevresel koşullara bağlı olarak gelişir. Astım bu iki grup hastalıktan farklıdır. Hastalığın ortaya çıkmasında hem genetik yatkınlık hem de çevresel faktörler birlikte rol oynar. Her iki belirleyici de hastalığın ortaya çıkmasında tek başına yeterli değildir.

Astımlı Anne veya Babanın Çocukları Astımlı Olarak mı Doğar?
Anne ve babası yada bunlardan birisi astımlı olan çocuklarda astım görülme olasılığı toplunda görülen astım sıklığından biraz daha fazla olmakla birlikte, böyle bir çocuğun mutlaka astımlı olacağı söylenemez. Ailede astım vb allerjik hastalıklar varsa doğacak çocukların korunması amacıyla uygun çevresel koşulların sağlanması yararlı olacaktır.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Hangi Çevresel Faktörler Astıma yol açmaktadır?

Hangi Çevresel Faktörler Astıma yol açmaktadır?
Astıma neden olan, astım gelişimine katkıda bulunan veya astımlı kişilerde nöbetleri tetikleyen çeşitli risk faktörleri tanımlanmıştır. Bunlardan bazıları kaçınılabilir, düzeltilebilir durumlardır. Tüm dünyada, ev tozu akarları ile evde beslenen kedi gibi hayvanlar; hamamböceği, kalorifer böceği gibi haşereler ve küf mantarları en sık rastlanan astım nedenleridir. Polenler (ağaç, ot,çimen), aspirin gibi ilaçlar ve bazı iş yerlerinde maruz kalınan mesleki uyarıcılar da astımla sonuçlanan allerjik duyarlılığın gelişimine yol açarlar. Ayrıca sigara dumanıyla temas, solunum yolu enfeksiyonları, hava kirliliği, bazı gıdalar ile bunlara ilave edilen katkı maddeleri de bilhassa erken çocukluk döneminde astım gelişimine katkıda bulunurlar. Bu nedensel ilişki gösteren faktörlerin tümüne ilaveten iklim değişiklikleri (sisli, yağışlı, kapalı havalar), psikojenik stresler, egzersiz gibi değişkenlerin ise astımlılarda nöbetleri tetikleyebilir iken astımı olmayanlarda bu yönde etkileri yoktur. Yine sinüzit, burunda polipler, yemek borusuna mide asidinin geri kaçak yapması gibi bazı durumlar astımlılarda sık görülmekte ve hastalığın tedavi ve kontrolünü güçleştirmektedirler .

Meslek İle Astım Arasında Bir İlişki Var mı?
Evet. Astım bazen bir meslek hastalığı şeklinde karşımıza çıkabilir. En sıklıkla fırıncılar, kuaförler, boyacılar, çiftçiler, kereste ve mobilya işinde, gıda sektöründe çalışanlar olmak üzere bir çok iş kolunda işyeri ortamında karşılaşılan bazı maddelere bağlı olarak astım gelişir. Yakınmaların işe girdikten sonra başlaması, tatil zamanlarında veya işyerinden uzakta geçirilen günlerde azalması, aynı işyerinde birden çok kişide benzer yakınmaların görülmesi meslek astımını düşündürmelidir. Böyle hastaların meslek değiştirmesi veya aynı işte başka bir alanda çalışması, maske kullanması gerekebilir.


Şekil III. Astımla ilişkili meslekler

Astımın Mevsimlerle İlişkisi
Bazı allerjenlerin mevsimle ilişkili olarak ortaya çıktığı veya yoğunluğunun arttığı bilinmektedir. Diğer bazıları ise her mevsimde sabit olarak bulunurlar. Mevsimsel allerjenler daha çok polenlerdir. Ancak değişen nem ve ısı gibi iklim koşullarından etkilendikleri için ev tozu ve küf mantarı gibi diğer allerjenlerin yoğunluğu da mevsimlere göre dalgalanmalar gösterir. Buna bağlı olarak allerjik astımlıların bazılarında belirli mevsimlerde yakınmalar artabilir, hatta sadece bu dönemde hastalık ortaya çıkıp daha sonra tamamen normale dönebilir.

Tetik Faktör Ne Demektir?
Astımlı kişiler çoğu zaman kendilerini tamamen normal hissederler ve hiçbir şikayetleri yoktur. Oysa bazen durup dururken aniden tıkanabilirler ve çok zor dakikalar, saatler, günler geçirebilirler. Şikayetlerin ortaya çıktığı bu dönemlere astım nöbeti, atağı, krizi diyoruz. Bazı hastalarda nöbeti başlatan faktörler belli iken diğer bazılarında ise bilinemez. Örneğin çoğu astımlı koşma, merdiven çıkma gibi eforlar sırasında tıkanmaktadır. Sigara, çeşitli toz kimyasal dumanlar, kokuların solunması, kalp-tansiyon ve romatizma ilaçlarından bazılarının kullanılması, grip vb viral hastalıklara yakalanmak, ağlama-gülme gibi emosyonel davranışlar, yağışlı şimşekli iklim koşulları gibi bir çok durum astımlılarda nöbetleri tetikleyebilir. Oysa bunların astımı olmayanlarda hatta diğer bazı astımlılarda ise aynı yönde bir etkileri olmaz. Astımı olanların kendileri için geçerli olan tetik faktörleri tespit edip bunlardan kaçınmaları hastalıklarının tedavisinde çok önemlidir.

Bölgemiz Astım Açısından Fazla Risk Taşımakta mıdır?
Nemli, bol yağışlı ve ılıman iklimi, zengin bitki örtüsü nedeniyle yukarıda bahsedilen ve en sıklıkla astım nedeni olan ev tozu akarları, polenler ve küf mantarları gibi havayla taşınan allerjenler bakımından çok elverişli koşullar taşıması ve sigara içme oranlarının yüksek olması nedeniyle Doğu Karadeniz Bölgesi astım için riski fazla bir yöre olarak görünmektedir.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Astımın Belirtileri Nelerdir?

Astımın Belirtileri Nelerdir?
Astım çoğu kez nefes darlığı ile kendini belli eder. Göğüste tıkanma, öksürük, hırıltılı solunum diğer rastlanan şikayetlerdir. Her hastada bunların hepsi bir arada olmayabilir ve bazen sadece öksürükle veya nefes alıp verirken hırıltı, hışırtı şeklinde bir ses şeklinde belirti verebilir.

Bu Şikayetler Mutlaka Astım Hastalığına mı Bağlıdır?
Hayır. Astım dışında da bir çok hastalığın seyri sırasında benzer yakınmalar olabilir. Şikayetlerin zaman zaman nöbetler şeklinde ortaya çıkması ve bir müddet sonra kendiliğinden veya tedaviyle tamamen düzelmesi çok tipiktir. Geceleyin, bilhassa sabaha doğru uykudan uyandıracak şekilde bu yakınmaların görülmesi astımın karakteristik özelliğidir. Yukarıda bahsedilen tetik faktörlerle nöbetlerin başladığının öğrenilmesi teşhise çok yardımcı olur. Yukarıda sayılan şikayetlerden bir yada birkaçına sahip olan ve yakınmaları uzun sürüp tekrarlayan kişilerin mutlaka astım yönünden bir uzman hekim tarafından değerlendirilmesi gerekir.

Astımım Olduğundan Şüpheleniyorum Ne Yapmalıyım?
Astım tanısı çok zor ve zahmetli değildir. Bu konuda uzman bir hekime başvurursanız size astımınız olup olmadığını söyleyecektir. Ancak, bazı durumlarda astım teşhisi koymak biraz zaman alabilir ve bir süre hekim takibinde kalmanız gerekebilir.

Teşhis İçin Biyopsi, Kan Vermek, Endoskopi Yaptırmak Gibi Can Yakıcı İşlemler Gerekli mi?
Hayır. Astım teşhisi için canınızı yakacak hiçbir işleme gerek yoktur. Hekiminiz sizinle konuşarak, sizi muayene ederek, solunum fonksiyon testleri yaparak tanı koyabilir.

Solunum Fonksiyon Testleri Zor bir test midir?
Asla. Kişinin yapması gereken; bir ağızlık içerisinden bir derin nefes alıp, aldığı nefesi hızlı ve güçlü bir şekilde üflemesinden ibarettir. Anında sonuç veren, hasta için hiçbir zarar veya risk taşımayan, hemen her yerde uygulanabilir bir işlemdir.

Pefmetre Cihazı Ne İşe Yarar?
Pefmetre astım teşhisi, astımın ağırlığının tespiti ve tedaviye cevabın değerlendirilmesi, astım nöbetlerinin şiddetinin ölçülmesi için kullanılan basit bir cihazdır. Her astımlı hastanın bir pefmetresi olmalı ve kullanımasını hekiminden öğrenmelidir. Bu, hipertansiyonu olan hastanın evinde tansiyon aleti bulundurup kendi tansiyonun kontrol edebilmesi gibi; astımlı hastanın da kendi hastalığını izleyebilmesine imkan verir.

Allerjik Deri Testleri Yaptırmalı mıyım?
Astım her zaman allerjik bir hastalık değildir. Deri testleri ise astım tanısında değil, sadece allerjik bir deri cevabının varlığı durumunda yararlıdır. Astımı olan kişilerin testleri negatif bulunabildiği gibi, deri testleri pozitif bulunan kişilerde de astım olmayabilir. Bu nedenle bu testlerin astım tanısında yeri yoktur. Sadece tedaviye cevap vermeyen, atakları kontrol altına alınamayan astımlılarda tetik faktörlerin tespiti açısından gerek duyulduğunda yapılabilir. Yoksa gereksizdir.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Erken Teşhisin Astım İçin Bir Önemi Var mı?

Erken Teşhisin Astım İçin Bir Önemi Var mı?
Astım her hastada aynı şiddette değildir. Hafif, orta ve ağır olabilir. Hastalığın ağır formlarında tedaviye cevap vermeyen değişiklikler söz konusudur. Geri dönüşü olmayan bu patolojilerin ortaya çıkmaması için astımın zamanında teşhis edilip, uygun şekilde tedavi edilmesi önemlidir. Ayrıca tedavi edilebilir bir hastalıktan dolayı kişilerin yaşamının sınırlanmaması, verim ve performansının düşmemesi ve bazen öldürücü olabilen nöbetlere girmemesi için hastalığın biran önce teşhis edilip tedaviye başlanması en doğrusudur.

Astım Tedavi Edilebilir Bir Hastalık mıdır?
Evet. Astım tedavisi olan, tedaviyle tamamen kontrol altına alınabilen bir hastalıktır. Astım tedavisi etkin bir tedavidir ve hasta tedavi ile tamamen normal bir yaşam sürdürebilir.

Tedavi İle Astımdan Kurtulabilir miyim?
Tedavi ile astımlıları normal yaşamlarına döndürmek mümkündür. Özellikle çocuklukta şikayetleri başlayan astımlıların bir kısmında, hastalık erişkin yaşlarda tamamen iyileşebilmektedir. Ancak daha sıklıkla, hastalar hastalıkları ile birlikte yaşamakta; kendilerine önerilen tedavi ve tavsiyelere uydukları oranda önemli bir yakınmaları olmamakla birlikte tedaviyi kestiklerinde bir süre sonra daha hafif olarak yeniden şikayetleri başlamaktadırlar. Nasıl ki yüksek tansiyonu olan bir hasta tuzsuz diyete uyup, ilaçlarını aksatmaksızın aldıkça tansiyonu yükselmemekte ancak, bunlara dikkat etmediğinde tansiyonu nasıl yükselmekteyse astımlılar için de durum benzerdir.

Astım Tedavim Ne Kadar Sürecek?
Bu soruya herkes için geçerli bir cevap vermek mümkün değildir. Tedaviyle hastalık kontrol altına alındıktan sonra tedavi yavaş yavaş, basamak şeklinde giderek azaltılır ve bazen tamamen kesilebilir. Kesildikten bir müddet sonra şikayetler yeniden başlarsa tedaviye tekrar başlanmalıdır. Bazen ise uzun yıllar, yada devamlı olarak ilaç kullanmak gerekebilir.

Astım Nasıl Tedavi Edilir?
Astım, hasta hekim ve hasta yakınlarının (anne, baba, eş ve öğretmen gibi) işbirliği ile tedavi edilebilir. Bu işbirliği olmaksızın sadece doğru ilaçların reçete edilmesiyle hastalık tedavi edilemez. Tedavi uzun sürelidir. Hasta hekimine güven duymalı, tavsiyelerine uymalı, ilaçlarını usulüne uygun şekilde kullanmalı, düzenli olarak kontrollerini yaptırmalı, sorunu olduğuna hekimine kolayca ulaşabilmelidir. Hastanın mutlaka konunun uzmanı bir hekimin kontrolünde olması gereklidir. Hastalık yok hasta vardır özdeyişi astım için daha fazla geçerlidir. Sonuç almak için astımı bildiği kadar hastasını da tanıyan, mesleğini, ev ve işyeri koşullarını, almakta olduğu tedaviyi, hastanın geçmişte yaşadıklarını, önceki tedavileri ve bunlara alınan cevapları, hastanın hangi ilaçlara hangi dozlarda ne oranda yanıt verdiğini bilen bir hekimin desteğine ihtiyaç vardır.

Hasta ve Yakınlarının Tedavideki İşbirliği Nasıl Sağlanır?
Bu hekimin hastasını eğitmesiyle elde edilebilir. Hasta eğitimi sadece hastalık hakkında bilgi vermekten ibaret olmayıp, hastanın hastalığı ile baş edebilmesi için gerekli her türlü bilgi, beceri ve cesarete sahip kılınması sürecidir. Bu süreç belirli bir zaman dilimi içinde tamamlanmış olmaz. Aksine hasta ile hekimin her görüşmesinde ilerleyen, gelişen bir olaydır.

Astımlı Hasta Hangi Konularda Eğitilmelidir?
Astım nasıl bir hastalıktır? Tetik faktörler nelerdir ve bunlardan nasıl korunulabilir? Kriz anında ne yapması gerekir? Hangi ilaçları, nasıl, hangi aralıklarla, ne kadar süreyle kullanması gerekecektir? Ne zaman kontrollere gelecektir? Ne zaman hekimini aramalıdır? Sprey ilaçları nasıl kullanacaktır? Pefmetreyi nasıl kullanacaktır? Çalışabilir mi?, Spor yapabilir mi?, Gebe kalabilir mi? Tüm bu konularda hem bilgilendirilmeli hem de uygulamalar ile beceri kazandırılmalıdır. Hastanın hastalığına rağmen normal bir yaşam sürebileceği, krizleri önleyebileceği ve tedavi edebileceği, hastalığı dolayısıyla bireysel amaçlarından vazgeçmemesi gerektiği konularında ise cesaretlendirilmelid ir.

Tedavi ile Şikayetlerimin Geçmesi Yeterli midir?
Her ne kadar hastalar sadece şikayetlerinden kurtulmayı amaçlarlarsa da tedaviden amaç bundan ibaret değildir. Yakınmaları giderip hastayı rahatlatan ancak, hastalığı tedavi etmeyen, ilerlemesini durdurmayan, hastanın akciğer fonksiyonlarını normale getirmeyen ve doğal, aktif yaşamına geri döndürmeyen bir tedavi hastaya fayda değil aksine zarar vermiş olur. Çünkü yakınmaları giderdiği için hasta kendini iyi olmuş hisseder ve çare aramayı bırakır, doğru tedaviye başlamak için zaman kaybetmiş olur.

Astımımı Hangi İlaçlarla Tedavi Edebilirim?
Bu sorunuza ancak hekiminiz karar verebilir. Hatta bu sorunuzun doğru cevabını bulmak için hekiminizin sizi muayene edip bir kaç kez kontrollerde sonucu gözlemesi gerekebilir. Sizin için en uygun tedaviyi bulmak zaman alabilir. İlk muayene ve kontrolde yeterli sonuç alınmayabilir. Bir astımlı hastaya verilen tedavi sizin için yetersiz, fazla veya zararlı olabilir.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Astımlı Komşumun veya Kardeşimin İlaçlarını Kullanabilir miyim?

Astımlı Komşumun veya Kardeşimin İlaçlarını Kullanabilir miyim?
Hayır. Bunu yapmamalısınız. Çünkü, astım kişiden kişiye farklılıklar gösterir. Her hastada tetik faktörler, eşlik eden patolojiler, hastalığın ağırlığı farklıdır. Bunlara bağlı olarak seçilmesi gereken ilaçlar farklı olabilir. Kullanılması gereken ilaçlar aynı bile olsa dozlar değişebilir.

Kaç Türlü Astım Vardır?
Astımlı hastalar hafif-gelip geçici, hafif inatçı, orta ve ağır astım şeklinde dört gruba ayrılır. Her bir grup için önerilen tedavi ayrıdır. Bunlardan başka hastalarda: mevsim astması, meslek astması, egzersiz astımı, ilaç astması gibi nispeten farklı tedavi yaklaşımları gerektiren tablolar söz konusu olabilir.

Sprey İlaçları Kullanmak Zorunda mıyım?
Sprey türü ilaçlar astım tedavisinde tüm dünyada yaygın olarak kullanılmaktadır. Nefes yoluyla hap, şurup veya enjeksiyon şeklindeki uygulamalara göre daha az miktarda ilaç kullanarak daha güçlü etki elde edilebilir ve aynı zamanda ilaçların istenmeyen yan etkilerinden kaçınmak mümkündür. Çünkü, sprey şeklinde kullanılan ilaç sadece hastalığın yerleştiği solunum yollarına ulaşır ve etkisini burada gösterir iken; ağızdan veya enjeksiyon şeklinde verilen ilaç, tüm vücuda dağılıp her yerde ve dolayısıyla etkili olması istenmeyen organlarda da (kalp, böbrek vb) etkileri görülebilir. Üstelik sprey türü ilaçların etkileri alındıktan sonra dakikalar içerisinde hemen başlamakta iken; ağızdan veya enjeksiyonla verilen ilaçların etkilerinin gözlenmesi için saatler geçmesi gerekir.

Sprey İlaçların Alışkanlık Yaptığı, Ciğerleri Kuruttuğu Doğrumudur?
Hayır. Bilakis hemen yukarıda belirtildiği gibi bu ilaçların istenmeyen yan etkileri, aynı ilaçların ağızdan alınan veya enjeksiyon şeklindeki formlarına göre çok daha azdır. Çok daha güvenli ilaçlardır. Bu ilaçların bağımlılık anlamında alışkanlık yapması söz konusu değildir.

Sprey İlaçlar Güvenli midirler?
Evet. Tüm dünyada uzun yıllardır çok yaygın olarak kullanıla gelmiş ilaçlardır. Bebek, çocuk ve yaşlılar, gebeler, kalp, karaciğer ve böbrek hastaları gibi ilaçların yan etkilerine daha duyarlı kişilerde -yan etkileri az olduğu için- bilhassa tercih edilmesi gereken formlardır.

Nefes Yoluyla Alınan Toz Şeklindeki İlaçlar ile Sprey İlaçlar Arasında ne Fark Vardır?
Nefes alma sırasında ilacın solunum yollarına ulaştırılması esasına dayanan üç türlü İlaç uygulama formu vardır. Bunlar: ölçülü doz spreyler, kuru toz inhalatörler ve nebülizör formlarıdır. Her üçü esasta aynı olmasına karşılık, birbirlerinden bazı küçük farklılıkları da söz konusudur. Kuru toz inhalatörler sprey ilaçlardan farklı olarak itici gaz içermezler, ozon tabakasına zararlıtarafları yoktur. İlaç dışı madde içermediklerinden allerjik ve irritatif yan etkilere rastlanmaz. Kullanımları daha kolay olup sprey ilaçları kullanamayanlarda tercih edilirler.​
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
Sprey İlaçları Kullanmakta Zorluk Çekiyorum, Bunu Nasıl Aşabilirim?
Bu eğitimle aşılabilir. Hekiminizin size bu ilaçların nasıl kullanıldığını bizzat anlatması, göstermesi ve size uygulatarak gözetleyip yanlışlarınızı düzeltmesi gereklidir. Sprey ilaç öncelikle çalkalanmalı, kapağı çıkarılıp oturur durumda veya ayakta iken baş bir miktar geriye doğru kaldırılmalı ve nefes verilip akciğerlerimiz boşaltıldıktan sonra ağızlık kısmı aşağıda tüp yukarıda olacak şekilde dudaklar ağızlık kısmının çevresini boşluk kalmayacak şekilde kavramalı ve tüp içinden derin, güçlü ve uzun süreli bir nefes alınmaya başlanmalıdır. Burada önemli olan nefes almaya başlar başlamaz gecikmeden ilacın serbestleştirilmesid ir. Nefes alma süresinin sonuna doğru veya nefes verme sırasında yada henüz nefes alınmaya başlamadan önce ilacın serbestleştirilmesi etkisiz bir kullanım şeklidir. İlacın ağızlıktan püskürüp boğaz ve ağız duvarına çarpması sırasında nefes alma eylemi duraklatılmamalıdır. Derin nefes almanın sonucunda alınan ilaçlı hava içeride bir süre (10 sn) tutulmalı ve nefes hemen geriye verilmemelidir. Nefesi geriye verirken ateşe üfler, ıslık çalar gibi veya burundan zorlayarak vermek etkinliği artırmaktadır. Nefes alma ile ilacı serbestleştirme arasında zamanlama ve koordinasyon bir miktar beceri gerektirir. 7 yaşından itibaren çocukların bu işlemi yapabildiği gözlenmektedir.

Bir Türlü Becerip Sprey İlaçları Alamıyorum Ne Yapmalıyım?
Nefes alma ile ilacı serbestleştirme arasında zamanlama ve koordinasyon gereğini ortadan kaldıran yardımcı spaser cihazlar (hazneler) geliştirilmiştir. Bunlar hem kullanımı kolaylaştırırlar, hem ilacın akciğerlere ulaşan etkin dozunu artırırlar, hem de yan etkileri azaltırlar. Bilhassa yüksek doz sprey türü ilaç kullanılacaksa bu yardımcı cihazların kullanılması çok daha yararlıdır. Kuru toz inhalatör ilaç formları da bu tür sprey ilaçları kullanamayan hastalar için iyi bir alternatif olabilir.

Nebulizör Nedir?
Nebülizör sıvı haldeki ilacı buhar haline getirip bir maske veya ağızlık yardımıyla hastanın normal soluk alıp vermesi sırasında ilacın solunum yollarına ulaşmasını sağlayan elektrikli küçük cihazlardır. Bilhassa ağır kriz halinde, bebek veya küçük çocuk, yaşlı, ajite, bilinci kapalı hastalarda bile kullanılabilirler. Cihazın çalıştırılıp maskenin yüze geçirilmesi yeterlidir. Ayrıca ilacı almak için herhangi bir harekete gerek yoktur.​
 
Üst Alt