Aşkı Yaratan Allah'tan Korkulur mu? (Hz.Mevlana)

nefsimutmainne

Aktif Üyemiz

mevlana14.jpg







En coşkun aşkla bağlı olduğumuz Yüceler Yücesi, bizi
sevgisinden sevgisiyle yarattı. Sayısız

nimetler verdi. Yarattığı her şey bizim için, bizler de büyük ve
derin bir muhabbetle O’nun içiniz.

Öyleyse sevginin yaratıcısı olan Allah’tan korkulur mu? Elbette
korkulmaz Allah’tan.

Hastalıklardan, hırsızdan, hayırsızdan korkar gibi korkulur mu,
Yüceler Yücesi Yaratıcımızdan?

Allah korkusu, “O’na layık kul olamamak” korkusudur. “Verdiği
nimetlerin şükrünü ödeyememek”

korkusudur. Bu korku, “en derin saygımızda kusur etmek”
korkusudur. “Ne yaparsak yapalım,

O’nun sevgisine karşılık verememek” korkusudur. Bu korku, tatlı
bir heyecan taşır içinde. Ulvî ve

kutsal olan bir başka korkudur Allah korkusu. Mevlânâ’ya göre
“Allah korkusu, imanlı bir kalbin

ziyneti ve süsüdür. O korkudan mahrum olan gönüller, haraptır
ve şehvet yuvasıdır.”


Hz. Mevlânâ bir gün tamirat için evine usta çağırmıştı. Adam
işini yapmaya başlamıştı. Mevlânâ’nın

talebelerinden bazıları, onun Hristiyan olduğunu anlayınca biraz
da şakayla ona şöyle dediler:

“Dinlerin en sonuncusu ve en güzeli İslam’dır. Sen de güzel
gönüllü bir insansın. Niçin Müslüman

olmuyorsun?”


Usta, işine ara verdi. Başını kaldırıp onları şöyle bir süzdü.
Sonra da biraz mahcup olarak şu

cevabı verdi: “Neredeyse 50 yıldan beri İsa dinindeyim. Dinimi
terk etmek hususunda ondan

korkuyor ve utanıyorum. Ustanın bu sözlerini, o sırada içeriye
giren Mevlâna duymuştu. Şu

karşılığı verdi: “İmanın sırrı korkudur. Her kim Allah’tan
korkarsa , o Hristiyan da olsa din

sahibidir, dinsiz değildir.” Mevlânâ’nın bu açıklaması üzerine
adam, hemen Müslüman oldu.


Kendinizi güvende hissetmeyin

Mevlânâ, insanın dünya imtihanından emin olmamasını ister.
Çünkü dünya imtihanı ağırdır; zira

kazandıracağı Cennet, çok kıymetlidir. Bu en büyük ikramiyeyi
kazanmak, elbette önemli bir

emekle mümkündür. Allah, insana kaldıramayacağı bir yük
yüklemiş de değildir. Buna rağmen

insan, his ve heveslerine kapılıp, dünyanın imtihan yeri değil, bir
zevk ve eğlence yeri olduğunu

sanıyor. İşte o zaman, imtihan sahibinin azametini, celâlini,
adalet sıfatlarını, dolayısıyla vereceği

karşılığı düşünüp korkmak gerekir. Allah’tan değil, ama bizim hak
edeceğimiz sonuçtan

korkmaktır bu. Tabiî ki cezayı verecek olan Yüceler Yücesi
olduğu için korku da ümit de O’na

yönelmektedir. Hz. Mevlânâ, kendisini bu korkudan emin
görenlere şaşar ve onları şöyle uyarır:

“Allah Teala’nın; ‘Korkmayın!’ hitabını işitmediğin halde ne için
kendini güvende ve hoş

görüyorsun? Dünya’da Allah’tan korkmayan, ahirette korkar.
Dünya’da Hak tarafına meyletmeyen,

Ahirette gamlıdır.”


Mevlânâ, bu beyitleriyle aslında bir hadisi şerifi açıklamaktadır.
Güzeller Güzeli (sav), Rabbimizin

şöyle buyurduğunu duyurur: “İzzet ve Celâlime yemin ederim ki,
bir kulumun üzerinde iki korku

ve güveni birleştirmem. Benden dünyada korkarsa, onu ahirette
emin kılacağım. Kulum benden

dünyada korkmazsa (yani günahtan kaçıp ibadete yönelmezse),
onu ahirette korkutacağım!”


“Her kim Allah’tan korkarsa onu emin kılarlar. Kalbi korkan bir
kimseye sükûnet sunarlar.

Korkmayın! Müjdesi, dünyada Allah’tan korkanların ziyafet
durağıdır. Bu müjde, Allah’tan

korkanların hakkıdır.”


“Her kim ki, Allah’tan korkar ve takvalı olmayı seçerse, cinler ve
insanlar ve onu gören her şey

kendisinden korkarlar (da zarar veremezler).”


“Sen korkma!’ hitabını işittiğinde ne denizden kork, ne dalgadan
ve ne de köpükten.”


Arifler, kan denizinden geçmiş (nefisle mücadelenin çilesini
çekmiş) olduklarından daimî surette

emindirler. Onların emin olması korkunun tâ kendisinden ileri
gelir. Şüphesiz Allah korkusu onları

her an daha emin kılar.

“Gözün siyah kısmında bu kadar aydınlık olduğu gibi, Allah
korkusunda da binlerce emin olma hali

vardır. Emniyetin korkuda gizli olduğunu gördüm. Ey seçilmiş saf
kişi! Ümit içinde korku olduğunu

da görmelisin!”


Bu beyitleri ile Mevlânâ, korkuda ümit ve emniyet,
korkusuzlukta da asıl korku (ahiret korkusu

ve güvensizliği) olduğunu açıklamaktadır.


Samimiyet kazandırır

Mevlâna, sevgide samimî olmayı çok önemser. Eğer bir insan,
samimî bir sevgiyle samimî olmayan

bir mürşide bağlansa yine de ondan istifade edebilir. Bu manevî
istifade, samimî, içten, candan

olmanın bir kerametidir. "Böyle bir kişinin hâli, gece yarısı
kıbleyi arayıp namaza duran kimseye

benzer. Yöneldiği yön kıble olmasa bile namazı doğru ve makbul
olur."


Bazen de alıcının samimî olmaması, gerçek bir mürşidi etkisiz
bırakır. Ancak irşat edicinin etkisiz

kaldığı yerde hatayı, alıcısı kapalı olanda aramalıdır:"Eğer bir
yerde kurumuş ağaç bulunur da

bahar rüzgârlarından feyiz almazsa, ondan dolayı o ruh arıtan
rüzgârı ayıplama!"


Mevlâna, şeyhliğe özenen icazetsiz samimiyetsizleri de: "Her
biri Musa'yım diye eline bir sopa

almış, her biri İsa'yım diye ahmaklara üfürmeye kalkmıştır."
diye tarif etmiştir. Bu sahte irşat

ediciler birer taklitçidirler. Bu taklitçiler, ‘dere yatağı gibidir ki
içindeki suyu içmez. Su, onun

içinden geçer, su içenlere gider.’


Doğru mürşidi bulmanın yolu da arayışında samimî olmaktır.
Manen susuz olup da gerçekten

yüreği yanana, su her yandan coşarak gelir: "Su arama!
Susuzluğu elde et ki yukarıdan ve

aşağıdan sana gelecek olan su coşsun."


Demek ki susuzluğun da aranan suyu coşturan bir derecesi
vardır. Coşturan ve muhtacına

koşturan bir derecesi... Suya da susuzu aratan bu duygu,
samimiyete sunulan bir mükâfattır.


Hz. Mevlânâ’nın yakarışı

Ey yardım ve kurtuluş isteyenlerin imdadına yetişen!

Bizi hidayete çıkar. Bilgimiz ve servetimiz, bizim için iftihar
sebebi olacak bir şey değildir. Ya

Rabbi! İkramınla ve lütfunle hidayet ettiğin (doğru yola
ilettiğin) bir kalbi saptırma. Takdir

kaleminin yazdığı belâları bizden çevir.


Ey affetmeyi seven Allah'ım! Bizi affet. Ey eski ve karanlık
dertlerimizin tabibi! İsyan derdimize

de çare sun. Ey ayıpları örten! Üstümüzdeki koruma perdeni
kaldırıp bizi rezil etme. İmtihan

zamanında bize, güvenlik ve bağışlanma bahşeyle.

Allah'ım! Hepimiz de nefsimizi kurtar, diye feryat ediyoruz. Bu
feryada cevap vermeyecek ve

bizi kendine yaklaştırmayacak olursan, Şeytan'dan farkımız

kalmaz. Çünkü o da Kerim olan

dergâhından kovulmuştu.


Ey bahşişinin en azı cihan mülkü olan Allah'ım! Ben ne
söyleyeyim? Zira sen, gizli her şeyi
bilirsin."
 

MURATS44

Özel Üye
Allah korkusu, “O’na layık kul olamamak” korkusudur. “Verdiği
nimetlerin şükrünü ödeyememek”

korkusudur. Bu korku, “en derin saygımızda kusur etmek”
korkusudur. “Ne yaparsak yapalım,

O’nun sevgisine karşılık verememek” korkusudur. Bu korku, tatlı
bir heyecan taşır içinde. Ulvî ve

kutsal olan bir başka korkudur Allah korkusu. Mevlânâ’ya göre
“Allah korkusu, imanlı bir kalbin

ziyneti ve süsüdür. O korkudan mahrum olan gönüller, haraptır
ve şehvet yuvasıdır.”



O kadar güzel ve ince bir konu ki... Bu satırlar Allahtan korkmanın nasıl olması gerektiğini o kadar güzel ifade ediyor ki.....Bunu bilgi dağarcığıma kaydediyorum unutmamak üzere..

Allah " Mahşserde, hesap günü hiç kızgın olmadığım kadar kızgın olacağım..Ama rahmetim , gazabıma üstün gelecektir .." buyurmuştur.. Yorum bile yaplamayacak kadar güzel satırlar..Allah razı olsun.. Çook güzel bir konu....:güll:güll
 
Üst Alt