Babil uygarlığı

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/babylon.jpg

Babil (Babylon)
Babil'in Tarihçesi BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ Babil, Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup Milattan Önce 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugünkü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır.

Kurulduğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine "Akkad" ve Güney memleketlerine "Sümer" adı veriliyordu.
TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRÜ Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür Eridu kültürü olup (Milattan Önce 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini Ubaid kültürüne (Milattan Önce 3900 - Milattan Önce 3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar.

Ubaid kültüründen sonra Uruk veya Erech kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa Ziggurat denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (Milattan Önce 3000-2700)
İLK SÜLÂLE DEVRİ (Milattan Önce 2700 - Milattan Önce 2350) İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:
1. İLK DEVİR - Sümer Devri Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak Anu veya sonradan Marduk, doğuş ve yaradılış tanrısı Aruru, Güneş Tanrısı Shamas (Arapların Şems), toprak tanrıçası An, su tanrıçası Enlil, yeşillik tanrısı Tammuz, Isthar, Eridu vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu, Erech Site / Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi Gılgamış, ilk devirde yazılmıştır.
2. İKİNCİ DEVİR Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.
3. ÜÇÜNCÜ VE SON DEVİR Ensi'nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru Lagash Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen Lugal yani kral adını almıştır. Meselâ, Uruk sülâlesinden üçüncü kral Lugalbanda hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur Gılgamış'ın hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan Angal Zages Ofuma (Milattan Önce 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup Lagash şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.
AKKAD SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2350 - Milattan Önce 2150) İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak Kish ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. Kish şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar Guti'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.
GUTİ SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2150 - Milattan Önce 2100) Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı Gudea'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.
ÜÇÜNCÜ UR SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 2100 - Milattan Önce 1960) Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de Uur Mammu adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. Erech/UR Sülâlesi kurulmuştur. (Milattan Önce 1060)

ISINLARSA SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 1960 - Milattan Önce 1830) Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.
İLK BABİL SÜLÂLESİ (Milattan Önce 1830 - Milattan Önce 1530) Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.

En meşhur kralı HAMMURABİ (Milattan Önce 1728-1686) zamanında bu şehrin yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.
Kassit SÜLÂLESİ DEVRİ (Milattan Önce 1530 - Milattan Önce 1150) Hammurabi'nin haleflerinden Samsuiluna (Milattan Önce1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa Kassit'ler baş kaldırır ve Milattan Önce 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı Mürsil 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.

İKİNCİ ISIN SÜLÂLESİ DEVRİ (M..Ö. 1150 - 1050) Son Kassit Kralı Tikulti - Ninura bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General Nebuchadnezzar, (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Asur Hâkimiyeti (Milattan Önce 1050 - Milattan Önce 626)
Asur Kralı Ashur NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı Marduk'u Asur Kralı Shalmanazer - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki Kalde ve Aremean devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı Tiglath Pileser-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden Nabonassar'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca Tiglat Pileser-3 tekrar ordunun başına geçerek Babil'i zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). Tiglat bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. Tiglat öldüğünde Asur Kralı Sennacherip (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı Tiglat gibi yeniden Babil'e girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

Sennacherib'in ölümü üzerine halefi Esarhaddon, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu Ashur Banipal'a (kendisine Grekler Sardanapalus) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu Shamasshum-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve Shamasshum-UKİN ağabeyi Ashur Banipal'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir.

Üç sene kadar süren iç harp neticesinde Ashur Banipal Babil'i ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) Shamasshum-UKİN kendisini öldürür.
Yeni Babil İmparatorluğu (M.Ö. 626 - Milattan Önce 539) Ashur Banipal'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden Napopolas-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için Med ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve Ninova'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te Carche-EEMISH (Karkamış) mevkiinde Nabopalassar'ın oğlu Nebuchadnezzar-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan Nabuchadbezzar-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrailoğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.

Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (Cyrus) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539)

Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Araplar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/babil_kulesi.jpg

Babil Kulesi Babylon Tower Babil Kulesi (İbranice: מגדל בבל‎ Migdal Bavel), Tevrat'ta, Kur'an'da ve dünyanın birçok bölgesinde yerel efsanelerde bahsi geçen, tanrıya ulaşmak için inşa edilen kule.

Akadca bāb-ilû sözcüğü Tanrı'nın kapısı demektir. Sümerce'de aynı anlama gelen sözcük Kadingirra'dır.

Eski Ahit'te Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır.

Kuran-ı Kerim'de şehrin ismi Babil olarak geçer. Türkçe'deki ismi Arapça'dan gelmektedir.

Babil Kulesi adına ilk kez Kutsal Kitaplarda Tevrat'ın tekvin kısmının ll inci bölümünde rastlarız. "Ve bütün dünyanın dili bir ve sözü birdi. Ve vaki oldu ki, Doğuya göçtükleri zaman Şinar Diyarında (SÜMER) bir ova buldular. Ve birbirlerine dediler: Gelin, kerpiç yapalım ve onları iyice pişirelim ve onların taş yerine kerpiçleri ve harç yerine ziftleri vardı. Ve dediler: Bütün yeryüzü üzerine dağıtmayalım diye gelin kendimize bir şehir ve başı göklere erişecek bir kule inşa edelim ve kendimize nam yapalım".

Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesle aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı Nimrot'un "Nemrut" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı dillerdeki karışıklığın simgesidir. Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Babil kelimesinin İbrani'ce kökü "Balal" olup karışıklık demektir. Eski Akkad diline göre ise Babel, Babil'i, Tanrı Kapısı, Tanrı Şehri demektir. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal kitaba göre bu küstahlığa kızan Tanrı, birlik halinde olan, tek dili konuşan ve aralarında anlaşan bu meraklı kullarının dil birliğini bozmuş,aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur. Kutsal Kitaptaki bu kulenin aslında bir Sümer Ziggurat'ı olduğu genel olarak kabul edilmiştir. Arkeolog/Sümerolog Benjamen de Tudala bu kulenin bugün Irak'ta bulunan Borsippa şehri (şimdiki adı "Hillal") yakınında bulunan BİRS NİMROT harabelerinin kendisi olduğunu söyler. Diğer bir bilgin Niccolo de Conti bu kulenin Bağdat yakınında AQUARQUF denilen bir yerde bulunan dev bir Ziggurat'ın kendisi olduğunu iddia eder. İngilizce'de BABEL ve BABBLE tabirleri phonetic yönden aşağı yukarı aynıdır, hem Babil Şehrini, Babil Kulesini, Yüksek Vina, Ana baba günü mânâsına karışıklık günü, kargaşalık mânâsına gelebileceği gibi ikinci bir mânâ da zevzeklik, boş lâf, gevezelik demektir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/hangingardens.gif

Babil Esareti ve Önemli Sonucu Bülent İşkir Babil Esareti Tarih kitaplarında meşhur Babil Esareti denilen olaya gelince. Bu olay genel olarak bilindiği gibi tek bir defaya mahsus bir sürgün olayı gibi gözükür. Aslında İsrail Oğulları bir çok kereler yapmış oldukları savaşların neticesinde yerlerinden yurtlarından olmuşlardır.
Birinci Olay Kuzey İsrail Devleti Kralı Achaz kendi krallığı içinde Semitik kavimler tarafından başlatılan bir isyanı bastırmak için Asur Kralı III. Tiglat Pileser'i yardıma çağırdı. İsyan, İsrail kısmındaki Samariye krallığına Suriye kralının bir yakını olan Reson'un getirilmesini bahane eden İsrail ve Aramaen kavimlerinin protestoları üzerine başlamıştı. Achaz, Tiglat III.Pleser'e rüşvet olarak ayrıca sarayında bulunan bir çok tarihi kıymetli eşyayı da hediye etti. TİGLAT'ın kumandanları isyanı bastırdılar, ancak Kuzey İsrael Devleti de ister istemez Asur Kralının himayesini mecburen kabullenmiş oldu. Samariye devletindeki ileri gelen aileler ve sanat ve zanaat erbabı, cengâverler M.Ö. 734'te TİGLAT tarafından bir tedbir olarak Suriye yakınlarında bulunan HAMAT, HERMON ve SIPRAİM diyarına sürgün edildiler. Daha önce de yukarıda bahsetmiş olduğum parçala ve yönet politikası gereğince
İkinci Olay TİGLAT PİLESER-3 M.Ö. 727'de öldü. Kuzey İsrael Krallığının başında bulunan OSEE, ASUR Devletinin bu iç karışıklığından istifade etmek istedi. Mısır Firavunu SABE ile gizlice anlaştı ve elinden çıkmış olan yerleri geri almak için harekete geçti. Ancak uzun süren savaşlar sonunda TÎGLAT'ın oğlu SARGON-2'ye yenildi (M.Ö. 722) kadın, çocuklar dahil olmak üzere 20,000 kadar Samariyeli İsraelli Asurun genel politikasına göre HARRAN, HABDUR ve GAZZE diyarlarına sürüldüler. Arkeolog SİNAİSCHİFFER'e göre bu yerlerde yapılan kazılarda günlük ticari yaşantıya ait kil tabletler bulunmuştur. M.Ö. 692 ile 612 yıllarına ait olan bu tabletlerde NEDABYAHU, EÜYAHOU, NERİYAHOU gibi Yahvist menşeli isimler yanında SAUL, HANINA, ABİDANHU, AHİRAM, NABOT, PEKAH, USİ, OSEE, MENAHEM, AMRAM, AHİRAM, ABİRAM gibi İbrani köklü isimlere rastlanmıştır. Bu kişiler o devirlerde kâtip, tacir, vekili harç, kuyumcu, sarraf vs. gibi gözde mesleklerin başındaymışlar.
Üçüncü Olay Güney İsrael Devleti veya JUDA KRALLIĞI Kralı ACHAZ M.Ö.720 de öldü. Yerine oğlu EZECHİAS geçti ve babasının izlediği uzlaştırıcı ve sulhçu politikanın aksine hareketle ASUR boyunduruğundan kurtulmak istedi. (Hatırlanacağı üzere JUDA Krallığı M.Ö. 734 ilâ 609'a kadar süren bir yasal devlet halinde idi.) Asur Kralı SARGON-2'nin o tarihlerde en çekindiği rakibi Kaide Prensi MERODAK BALADAN idi. Bu prens ASUR devletine karşı bir isyan tertipledi, buna Elam Kralı HAMAD ve Firavun SEBE de gönülden katıldılar. JUDA Kralı EZECHİAS da verilmiş olan sadakat yeminini bozarak bu koalisyona katıldı. SARGON teker teker isyanı bastırırken öldü yerine SENNACHERİB geçti ve isyanı bastırarak Kudüs önlerine geldi ve şehri kuşattı. Ancak ya veba hastalığı veya tarihçi Herodot'un dediğine bakılırsa fare sürülerinin Asur ordusunun ok yaylarının kirişlerini kemirmeleri üzerine ve bu arada yeni bir Mısır ordusunun güneyden kuşatma hareketinin başlaması haberinin gelmesiyle kuşatma kaldırıldı.

JUDA Kralı EZECHİAS'ın bunu Yahvenin bir yardımı olduğu düşüncesi, inancı ve sevinci çok sürmedi, SENNACHERİBİN oğlu NABUCHADNEZZAR-2 güneyden gelen Mısır ordusunu Karkamış (Kadeş)'te imha etti ve yeniden Kudüs önlerine geldiğinde JUDA Krallığı tahtında üç aylık Kral YEHOYAKİN'i buldu. Kendisi dahil, anası, karıları, çoluk çocuğu, ileri gelen asker ve mülkî erkânı, ustalar, silâhçılar ile seçkin sınıf ile birlikte Babil'e götürüldü. Bu tedbirin şimdilik yeterli olduğuna kanaat getiren NEBUKO, JUDA Krallığının başına YEHO-YAKİN'in ihtiyar amcası ZEDEKİAS'ı getirdi.

İradesi zayıf bir kişi olan bu kişi önceleri NABUKOYA sadakat vaat etmekle birlikte, Elam Krallığının yeniden Babil'e karşı ayaklanması üzerine ve başta rahiplerin teşviki ile EDOM, MOAB, AMMON, TİR ve SİDON Kralları ile birlikte yeni bir iç savaşa katıldı.

NABUKO idaresindeki ordu bu defa kararlı olarak Ocak 587'de Kudüs'ü kuşattı ve M.Ö. Temmuz 586 'da Kudüs'e girdi. Başta din adamları olmak üzere 80 kişi kadar idam edildi. ZEDEKİAS kör edilmeden önce bütün oğulları gözlerinin önünde boğazlandı, kendisi de zincire vurularak Babil'e götürüldü. Juda Krallığı işgal edildi, surları, Süleyman Mabedi, kaleleri yakılıp yıkıldı ve bir siyasî cemaat olarak tarihten silindi. Bundan böyle gerek Kuzey ve gerek Güney İsrael devletleri tarihe karışmış oldu, sadece bir cemaat, Sinagog / Klise şeklinde kaldılar.

Aslında uzun ve ayrı bir çalışmaya konu teşkil edebilecek olan bu bölümü kısaca özetlemek gerekirse şunlar söylenebilir: Babil esareti ile onu takip eden olaylar insanlık tarihinde büyük fikri aşamalara sebebiyet vermiştir. Tarihçi Wells biraz aşırıya kaçarak "Babil esaretinden evvel Yahudiler pek o kadar kültürlü ve bir kavim olarak hukuki bir beraberlik içinde değildi, pek azı okur yazardı, ilk tarihleri hakkında dokümanter kaynakları yoktu, ilk kutsal kitaptan bahis Kıral Josias'tan başlar. Babil esareti onları hem eğitti ve hem birleştirdi" der. İddia biraz katı olmakla birlikte hakikat payı da vardır, gerçekten Babil esaretinden önce Tevrat sadece Musa'nın Beş Kitabından ibaret idi (PENTATEUCH)

(TEKVİN/GENESİS), ÇIKIŞ/EXODUS), LEVİLİLER/LEVİTİCUS), SAYILAR/NOMBRES), (TESNİYE/DEUTEURENOME). Tarihler (Chronicles), Mezmurlar (Psalms), Süleyman'ın Meselleri (Proverbes) ve diğer yazılar Babil esaretinden sonra kaleme alınmıştır. İŞAYA, YERAMİAH, HEZAKİEM, DANİEL, HOŞEA, YOEL, AMOS, OBEDYA, MİKA, NAHUM, HABAKKUK, HAGGAİ, ZEKARYA, EYÜB, ESTHER EZRA vs. gibi.

Saymış olduğumuz bu kişilerin bazısı meselâ JEREMİAH, İŞAYA, HAGGAİ, DANİEL, EZRA ve MİKAH gibilerine Büyük Peygamberler / Nebiler, MALAKİ, AMOS, HOŞEA, NAHUM gibilerine Küçük Nebiler denmiştir. Daha doğrusu Eski Ahit kitabında 12 Büyük Peygamberler arasına giren ve girmeyen meselesi vardır. Bu büyük filozoflar her zaman Tanrının birer direkt habercisi olduklarını iddia ederler, kitleler karşısında söze başlarken alışılagelmişin dışında hiçbir takdime ve merasime yer vermeden "Şimdi bana Rabbin sözü vaki oldu" diye başlarlardı. Yani Tanrı ile doğrudan doğruya temas halinde olduklarını ima ederken dış kült ve ritüellerin lüzumsuzluğuna işaret ederlerdi. Bu kişiler siyasi ve sosyal reform taraftarı idiler bu sebeple bir çoğu ya idam edilmiş ya da sürgünlerde sefalet içinde ölmüştür. Müşterek konuları tek bir tanrı emri altında bütün insanlığın bir araya gelmesi" hümanizma ideali" dir. Bu büyük filozoflar insanın öncelikle insan olmak sebebiyle bir moral değer ve haysiyeti olduğunu savunmuşlardır, feyişler, batıni ve karanlık fikirlerden arınmak bu büyük adamların başlıca hedeflerindendir. Meselâ Zekeriya Peygamber İnsanoğlunu kurtaracak bir Savioo / Sauveur / Soter / Kurtarıcı fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir önceleri Kuruş, sonra Zerubabbel, sonra Simon Bar Kobba, ve Hz. İsaya kadar gelir ve sonsuza doğru gider. Peygamber EZEKİEL insanın adil olduğu nispette ikinci bir ruhsal hayata hak kazanacağına işaret eder.

MALAKİ, Tanrı ağzından şu ahlâk kaidelerini hatırlatır :

“Çalınmış olanı, topalı ve hasta olanı takdime için getiriyorsunuz ve sürüde erkek hayvanı varken adak adayıp Rabbe kusurlu olanı kurban edene lanet olsun.....diyor ve sizleri düşman kılıcına vereceğim......” gibi.

Bu peygamberler tanrının birer habercisi olduklarını söylerlerken milli Tanrı fikrinden uzaklaşmışlardır. Çünkü işgal edilip Süleyman Mabedi arkada bırakılıp Babil’de esaret hayatına başlanınca halk periyodik mabet ziyaretlerini yapamaz oldu, daha doğrusu Süleyman Mabedinde ibadet etmek imkânsız hale gelince bu duruma bir çare bulmak gerekti. Peygamberler ve bilhassa NEMENİAH Babil’lilere yazdığı mektuplarla Tanrının ritüel ve mabet ayinleriyle ilgisinin şart olmadığını bunun insanın kendi içinde teşekkül edebileceğine dair sayısız telkinlerde bulundular. Mabetlerinden ayrı düşmüş olan İsrail çocuklarının Mâbed’de kurban ve takdime vermeden de Tanrının lütfuna mazhar olabilecekleri ve gelecekte Tanrı Jahvenin İsrail Kavmi ile yeni bir ahite girişeceği ve bu günlerin çok yakın olduğu fikrini git gide yaydılar. Yukarıda söylediğim Kurtarıcı / Soter / Mesih fikrinin doğması bu devirlerde yavaş yavaş şekillenmeye başlar. Böylece bu büyük nebilerin tesiriyle insanlık tarihinde çok ilginç bir yer tutan PROFETİZM (PEYGAMBERLİK) müessesesi çok köklü bir değişikliğe uğramaktadır. Bundan böyle Nebilik Hz. DANİEL örneği bir falcılık, rüya tabirciliği, remilcilik, ekmek parası kazandıran bir uğraş olmaktan çıkıp, yalın bir felsefî ekol şekline dönüşmektedir. Bir gün AMOS'a bir fal bakmasını söylediklerinde verdiği cevap şu olur "Ben ne peygamber ne de peygamber oğluyum". Bu cevabıyla günlük yaşam derdinden uzak olarak sadece tanrısal düşüncelerle ilgili bir kişi olduğunu ima etmektedir.

Bu yeni Nebi sınıfı, düşünce ve fikirlerini semboller, alegoriler, paraboller ile izah etmişlerdir. RENAN dahil bir çok yazarlarca bir extaz, psikopatolojik bir hal olarak izah edilmek istenen bu garipsi haller, aslında bu kişilerin cahil kitlelere, sansür ve terör rejimleri zamanında en etkin şekilde hitap edebilme imkânlarını gösterir. Meselâ Nebi NEHEMİAH bir gün halk içinde dolaşırken Babil için bir beddua yazıp Fırat nehrine atar. Bunun sembolik mânâsı Babil’in yakında batacağına işarettir. İŞAYA Peygamber, sokaklarda tamamen çıplak dolaşır. Bunun mânâsı İsrael devleti eğer Mısır ve Amori Devletleri ile ASUR Devletine karşı geldiği takdirde kendisine benzeyeceğini imadır. Unutmadan ilâve edelim bütün nebilerin benzer vasıfları sulh taraftarı olmalarıdır. Bu yüzden vatan hainliği ile suçlanmışlardır.

Bu peygamberler, yaşadıkları dönemde BABİL Devletinin veya yerine göre ASUR Devletinin kendi küçük Krallıklarını eninde sonunda yok edeceklerini çok iyi biliyorlar ve bunun İsrael Tanrısı YAHVE'nin arzusu ile olacağını bildiriyorlardı. Zamanına göre bir vatan hainliği sayılabilecek bu denli pervasızca fikir yürütme aynı zamanda Milli Din inanışlarına da ters düşmekteydi.

JAHVE gibi İsrael oğullarının milli tanrısı onu yücelteceği yerde düşmanları ile bir olup onu yok etmek istesin, bu o zamanlar için akıl almaz bir durumdu.

İbrahim ve Musa Peygamberler zamanından kalma bir ahit ile var olan statükoya ters düşen bu duruma yeni Peygamber nesli şöyle bir izah tarzı bulmuşlardır : Tanrı Yahve sadece İsrael'in Tanrısı değil, evrenlerin ve bütün insanlığın tek Tanrısıdır, bütün kavimlerin hükümdarı, hakimi ve mutlak yargılayıcısıdır. NEHEMİAH (13/23), şöyle der :

"Ve eğer yüreğinde niçin bunlar başıma geldi dersen fesadının çokluğundan, eteklerinin açılmasındandır."

İŞAYA ( 45/22 ), Evrensel bir Tanrı için şöyle der:

"Ey dünya kavimleri, hepiniz bana yönelin de kurtulun. Çünkü Rab benim ve benden başkası yoktur."

AMOS (9/7 ):

"İsrail'i Mısır diyarı'ndan, kurtardığım gibi Filistinlileri Keftor'dan, Suriyelileri Kır'dan ben çıkarmadım mı?"

Babil Kulesinin mimarı ve akıbeti konumuz dışıdır. (Mimar Peleğ olup Nuh Peygamberin Shem kolundan gelen 5inci oğludur). İbrahim Peygamberin de atasıdır.

Kutsal Kitaptaki söz konusu Babil Kulesi olayını salt bir efsane saymak safdillik olur. Bizlere bir işaret verilmiş bir şeyler ima edilmiştir. GİLGAMESH efsanesinde lokal dahi olsa bir Tufan hadisesinin mevcudiyetini biliyoruz. Ayrıca Tekvin X 1.1.deki "Ve bütün dünyanın dili ve sözü birdi" cümlesi biraz şairane gibi görünür. Zira o tarihlerde Sümer, Kaide, Elam, Akkat, Mısır Kavimlerinin kendilerine has yazı ve dilleri zaten mevcut idi. Babil Kulesine dair olay URARTU, HİTİT VE NİNOVA Tabletlerinde yoktur. Olay tamamıyla İbranî kaynaklıdır. Bitüm yani katran ile harç kullanılarak tuğla ile yapılan inşaat tarzı oldukça yeni devirlere rastlar. John T. LAWRENCE, ahlâki bir hikâyeyi yansıtan bu İbranî menşeli olay ile eski Yunan / Minos Medeniyeti Mitolojideki Devlerle Olimpus Tanrılarının mücadelesi efsanesi ile bir paralellik görür.

Mitolojideki Devlerin, Olimpus Dağındaki Tanrılarla boy ölçüşmeye kalkmaları gibi, Tevrat'taki, insanoğlunun kibir ve küstahlığı neticesinde perişanlığa uğramış ve yıkılmıştır.
Sembolik İzah İddialı insanoğlu, toprağa bağlı olduğu oranda faniliği hiçbir zaman yenemeyecek, ölümsüzlüğe kavuşamayacaktır (GİLGAMESCH).

Aksi takdirde ilâhi adalet bozulacak ve karışıklıklar doğacaktır. Kutsal Kitabedeki olay tarihi ve sosyolojik gelişmenin, büyük imparatorlukların, büyük beldelerin, büyük dinlerin tedrici genişlemelerini anlatır.

Babil Kulesi efsanesinde, rasist ve şoven iddia ve cereyanların toplumu ne denli dağıttığını ve tahrip ettiğini ima eder. Bir sınıf veya zümrenin dayandığı kolektif, oligarşik baskı ve zulüm, sonunda kitleler arasında dağılmalara, bölünmelere yol açar.

Kutsal Kitaplardaki Tanrının (Yahve) yer yüzüne inip duruma göz atması ve sonra insanların dilini karıştırıp onları kargaşalığa sürüklemesi, sembolik olarak insan oğlunun, totaliter baskıya karşı uyanan adalet ve karşı koyma hissinin doğmasından, hür fikir ve düşüncelerin filizlenmesinden başka bir şey değildir.

 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/babylon_2.jpg

Babil Mitolojisi Babiller “Mezopotamya”, iki ırmak arasındaki bir bölgeyi anlatan bir coğrafya terimidir. Babil'in en eski devirleri arasında çok az şey bilinmektedir.

Şehrin kurucusu bilinmemekle beraber "Babil" isminin aslında Sümerce olması, şehri kuranların Sümerler olduğunu göstermektedir. Fakat idare merkezi olarak önem kazanması, "I. Babil Sülalesi" zamanıdır. Bu sülalenin çökmesi üzerine Babil'de Asur kralları hüküm sürmeye başlamışlardır. Asur İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Babil'de Yeni Babil denilen yeni bir sülalenin kısa, fakat parlak egemenliği başlamıştır.
Babiller, aydın ve sanatkar bir topluluktur. Babiller, kendi tanrıları olan Marduk'u ileri sürerek, yaradılış ve tufan efsanelerini bugün tanıdığımız şekilde yeniden işlemişlerdir. Babil mitosları, genelde Babilanya çıkışlı olup daha önceki Sümerli malzemenin Sami biçimlerine dönüştürülmüş durumlarını temsil etmektedir.
Babil Tanrıları - Büyük Tanrılar Marduk: Suların getirdiği bereketi temsil eden Marduk, Ea'nın oğluydu. İlk zamanlarda tarım tanrısı olup alameti Marrubel'di. Tufan efsanesinden tanrılar krallığını almıştır. Zaferinden sonra tanrılar ona elli rütbe verdiler. Her biri, ayrı bir niteliği temsil ettiği için Marduk, tam bir tanrı oldu. Büyük tanrılar, kader tabletlerine sahiptiler. Fırtına-kuş, Zu bir gün bunları çalınca Anu onları geri getirecek olana büyük bir kudreti vaat etti. Tabletleri geri almaya ancak rakibinin kafasını kıran Marduk muvaffak oldu. Bir başka defa; kötü ruhlar, ay tanrısı Sin'e kızdıklarından, Şamaş, İştar ve Adad'ı kandırarak Sin'in ışığını kapadılar. Anu ve Ea korkularından bir şey söylemedilerse de Marduk, Sin'e eski parlaklığını geri verdi. Daima kötülükle savaşan Marduk, genel olarak kılıçla bir ejderi yere yıkarak temsil edilir.
Babil'in meşhur tapınağı Esagil'de, karısı Sarpanit'le birlikte gösterilmiştir. Marduk için yapılan törenlerde çok ilgi çekicidir. Her yıl aynı tarihte, tanrının heykeli büyük bir kalabalıkla Esagil'den dışarı, kırlarda Akitu'ya götürülür ve cemaate emanet edilirdi. Sonra kutsal Fırat kıyılarından dönen tanrının Esagil'e geri gelemsiyle beraber on gün süren bu tören, tanrının, ölümünü, dirilişini ve evlenmesini temsil ederdi. Buna benzer kutlamalar Anu, İştar ve Nannar içinde yapılırdı. Marduk'un başında bulunan on tane halesi, çok parlaktı ve bu parlaklık korkunç bir görüntü arz ediyordu. - Yıldız Tanrıları Sin: Ay tanrısı olduğundan çok önemlidir. Güneş Tanrısı Şamaş ve Merih yıldızı İştar onun çocuklarıdır. Zira ışığın geceden çıktığı kabul edilirdi. Sin, Ur şehrinde Nannar adını alır ve uzun lacivert taşından sakallı bir ihtiyar olarak temsil edilirdi. Her akşam sandalına biner ve ay şeklinde insanlara gözükerek göğü kat ederdi. Bazen tam yuvarlak bir şekilde aldığından ona da tanrının tacı denirdi. Bu değişmeler Sin'i çok esrarengiz yapmıştır. Karanlıkta ışık veren Sin kötülük yapmak isteyenlere engel oluyordu. Fena ruhlar ona bu sebepten isyan hazırlamışlardır. Sin, aynı şekilde bir zaman bölücüsü olup, çok da zeki olduğundan her ay sonunda diğer tanrılar onun öğütlerini almaya gelirlerdi. Karısının adı Ningal olup, Şamaş ve İştar'dan başka bir diğer oğlu da ateş tanrısı Nusku'ydu. Şamaş: Güneş tanrısı Şamaş, M.Ö.II.binde Babil kralı Hammurabi'ye 382 maddelik meşhur kanunlar yazdırmıştır (Resim 2,3). Bazı efsanelerde Marduk ile karışan bu tanrı, doğu dağlarında oturur, orayı koruyan akrep adamlar her sabah ağır kapıları açarak, Şamaş'ı dışarı çıkarırlardı. Gökyüzünden geçen güneş arabasını Batı dağlarına yaklaştırıp, oradaki bir kapıdan içeri girer ve toprağın derinliklerine kaybolurdu. Cesaret ve kuvvet, kışı ve geceyi kaçıran bu tanrının nitelikleriydi. Aydınlığı hükmetmesi onu bilhassa adalet tanrısı yapmıştır. Şamaş'ın Babil'deki tapınağı “Dünya Hakiminin Evi” adını taşırdı. Şamaş, aynı zamanda kehanet tanrısı olduğundan ‘barru:kahin' aracılığıyla gerçeği de haber verirdi. Aya adından bir karısı ve iki soyut tanrı olan çocukları vardı. Kettu: Adalet, Meşarru: Hak. Tasvirlerde Şamaş tahtında oturan ve omuzlarından güneş ışınları çıkaran bir erkek olarak gösterilmiştir. Tacında dört çift boynuz bulunur, sağ elinde, hakimiyet ve adalet alametleri olan asa ve halkayı tutardı (Resim 4,5,6). Şamaş'a bilhassa Sippur şehrinde tapılmıştır.
Ortadoğu söylentilerine göre Babil evrenin yaratılışı: Enuma Elis Tarihsel Ardalan Babil yaratılış söyleni, gökyüzünde iken anlamına gelen başlangıç sözlüklerinden Enuma Elis olarak bilinen destandır. İngiliz Arkeologların,1845'te şimdiki Irak topraklarındaki Ninova'da başlattıkları kazılar sırasında buldukları yedi adet kil tablet üzerine çivi yazısı ile kaydedilmiştir. Bu tabletler M.Ö. 688 ile 627 yılları arasında hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir. Ninova'dan pek uzak olmayan Ashur'daki Alman kazıları 1902 de başlamış ve bunun sonucunda Babillerin ulusal tanrısı Marduk'un adinin yerine Asurluların ulusal tanrısı Ashur'un adinin bulunması dışında tamamen ayni olan Enuma Elis'in bir başka değişkesi bulunmuştur.

Böylelikle, bu destanın, Babiller için olduğu kadar, Asurlular için de önemli olduğu anlaşılmaktadır. Bu tabletlerin tahminen M.Ö. 1000 yıllarına kadar dayanmasına rağmen,içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayıtlı olan hikayenin M.Ö. 1900'ler kadar eski yıllarda var olabileceğini ortaya koyar. Babil'i M.Ö. 1728'den M.Ö. 1686 yılına dek yöneten Hammurabi'nin ünlü yasalar topluluğunun girişinde hem Enuma Elis, hem de Marduk'tan söz edilir. Giriş kısmındaki ifâde şöyledir:

"Tanrıların Kralı Enum ile göklerin ve yeryüzünün efendisi ve ülkenin kaderini belirleyen tanrı olan Enlil'in, Marduk'u tanrılar arasında üstün kıldıkları, daha sonra ona Enlil'in tüm insanlar üzerindeki krallık görevini verdikleri ve sonunda Babil'i dünya devletleri arasında üstün kıldıkları zaman Enum ve Enlil beni, dindar ve Tanrı'dan korkan Hammurabi'yi, ülkenin üzerinde adaletin bir güneş gibi parlamasını sağlayarak ve böylece kötü olan her şeyi yok ederek insanların hayatlarını zenginleştirmek için seçtikleri zaman

Babil'de her sene sonbaharın başlangıcını simgeleyen on günlük Yeni Yıl festivalinin bir parçası olarak, Enum Elis, huşu içinde ezbere okunur ve dramatize edilirdi. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulması, hayatin yenilenmesi ve gelecek yıl için tüm insanların kederlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydı. Bilim adamları, Babillerin, Enuma Elis'te anlatılan kaos güçleri ile düzen güçleri arasındaki savaşı pandomimle temsil ettiklerine inanmaktadır. Marduk mahkumiyetten kurtulana dek Babil sokaklarında düzensizlik hüküm sürecektir.

Daha sonra Marduk, Tiamat ve onun şeytânî güçlerine karşı tanrıların gücünü temsil eden bir tören alayına önderlik edecektir. Marduk'un, Tiamat'ı ve onun isyankar güçlerini alaycı bir savaştan sonra yenmesi ve evrende düzeni kurmasından sonra Babiller onun suretini; Babil sokaklarında gösterişli bir resmi törenle karşılayacaktır. Bu büyülü yöntemle insanlar, kaderlerini kontrol eden tanrıları etkilemeyi ve bereket, bolluk ve iyi talihle dolu bir yıl getirmeleri için ikna etmeyi ummuşlardır. Ayrıca Babil halkı, bu söylemin Dicle ve Fırat nehirleri üzerinde sihir gücüne sahip olduğunu da düşünmüş olabilirler. Bu nehirler her yıl kıyılarını basmış ve sik sik yaşadıkları yerlerin sert tufanlarla harap etmişlerdir. İnsanlar dramatizasyon ve büyü gücünü bu korkunç bahar tufanlarının tahribine karşı topluluklarını koruyabilmek amacıyla kullandılar. Marduk, söylen tarafından onurlandırıldığında, ayni zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çıkaran Babil'in koruyucusu tanrısı ve tanrıların yeryüzündeki evi olarak Marduk Tapınağı'nın kurulduğu Babil şehri de onurlandırılmış oluyordu. Böylece söylen, hem dinî bir görüşü hem de dünyevî ve siyasâl bir görüşü birleştirmektedir. eni Yıl Tatili sırasında insanların kaderi belirlendiği kadar; Babil'in siyasal kaderi de belirleniyordu. Böylece Enuma Elis, bir yaratılış söyleninden daha fazlasını ifade eder. Babiller Sümerlerin geleneksel yaratılış söylenini almışlar ve onu, yeni ulusal, dini ve siyasal amaçlar için kullanmak amacıyla yeniden şekillendirmişlerdir.

Evrenin yaratılışı'nın açıklaması, yıldırım tanrısı Marduk'un yüce iktidara ulaşması ve onun yeryüzündeki şehri olan Babil'in methedilmesi hikayesine dönüşmüştür.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Başlıca Babil Tanrıları
Sümer ve Babil tanrılarının karsılaştırılması: Tiamat(Babil): Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, yaşamı besleyen, Apsu'nun karisi, Anisar ve Kiasari'nin annesi, tuzlu suların efendisi. Toprak Ana
Tiamat(Sümer): Nintu(Ki)nin karşılığı
Apsu(Babil): Tiamat'ın kocası, Ansar ve Kisar'ın babası, tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.
Apsu(Sümer): Anu(An)'in karşılığı
Mummu(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu,sislerin tanrısı.
Mumnu(Sümer): karşılığı yok.
Ansar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, Kisar'ın ağabeyi ve kocası.
Ansar(Sümer) karşılığı yok
Kisar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun kızı, Ansar'ın kız kardeşi ve karisi
Kisar(Apsu): karşılığı yok.
Anu[An](Babil): Ansar ve Kisar'ın oğlu.
Anu(Sümer): Nintu'nun kocası, tüm tanrıların babası ve efendisi. Her ikisinde de Gökyüzü tanrısı.
Nintu[Ki](Babil): Erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. Burada Anu'nun karisi ve Enlil'in akrabaları yoktur.
Nintu(Sümer): Tiamat gibi Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, Anu'nun karisi, tüm tanrıların anası, ilk insani çamurdan yaratmıştır.
Enlil(Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki havanın tanrısı.
Enlil(Sümer): Anun ve Nintu'nun oğlu, Hava ve Tarım tanrısı. Anu ile beraber tanrıların efendisi olmuştur.
İştar(Babil): Nintu gibi,erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. İştar(Sümer):Önce Anu'nun sonra Sin'in kızı, Ulu tanrıça veya Ana Tanrıça, Aşk ve Savaş Tanrıçası.
Ea(Babil): Anu'nun oğlu, Damnika'nın kocası, Marduk'un babası ve Apsu'dan sonra tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.
Ea(Sümer): Ana,Nintu,yeryüzünün efendisi.Her ikisinin de de yaratıcı zekanın, aklin, tüm sanat ve zennatların tanrısı.
Damninka(Babil): Ea'nın karisi ve Marduk'un annesi.
Damninka(Sümer): karşılığı yok.
Marduk(Babil): Ea ve Damninka'nın oğlu, en akilli ve yetenekli tanrı, tüm tanrıların efendisi oldu.
Marduk(Sümer): Anu ve Enlil'in karşılığı.
Kingu(Babil): Marduk'a karşı Tiamat'ın güçlerini yönetir.
Kingu(Sümer): karşılığı yok.
Sini(Babil ve Sümer): AY tanrısı, Şamaş'ın babası.
Şamaş(Babil ve Sümer): Sin'in oğlu. güneş tanrısı, zayıfları,haksizlik yapılanları ve gezginleri korur.
Evrenin, tanrı ve İnsanların yaratılışı Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu. Ana Taimat ortaya çıktı ve tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar. Onların oğlu Mumnu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne en yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.

Daha sonra, Apsu'nun tatlı, Tiamat'ın tuzlu suların içinde Ansar ve Kisar şekillenmiş ve sulardan dışarı çıkmışlardı. Amani gelince, Ansar ve Kisar, göklerin tanrısı olan Anu'nun ana babası oldular. Buna karşılık Anu, Ea'nın babası oldu. Onlardan daha akilli, daha anlayışlı ve güçlü olduğu ve sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, Ea, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. Yeryüzü tanrısı oldu ve büyük tanrılar arasında rakibi yoktu. Genç tanrılar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar başına buyruk idiler ki, bu, Tiamat'ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi.

Zaman geçtikçe Ana Tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı, fakat onlara nasıl davranması gerektiği de bilemedi. Apsu'dan onlarla konuşmasını istedi, fakat bunu denediğinde onu dikkate almadılar. Apsu, Tiamat ve Mumnu sorunu tartışmak için biraraya geldiler. Apsu söyle konuştu: "Tanrıların davranışlarına tahammül edemiyorum ! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapıyorlar ve hiç uyuyamıyorum. Umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. Eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini yapabileceğim tek şekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım". Kocasını sözleri Tiamat'ı sinirlendirmişti, söyle cevap verdi: "Apsu, neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. Biliyorsun ben de ayni sorundan yakınmıştım. Ama yine de senin çözümün çok zalimce ! Kendi yarattığımız çocuklarımı yok edeceğiz ? Davranışları kaba ve oyunları çok can sıkıcıdır, fakat yinede anlayışlı olmayı denemeliymişiz."

Bununla beraber Mumnu,Apsu'yu destekledi ve "Tiamat'ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karşı itaatsizlik ediyorlar ve davranışları sizde huzursuzluk bırakmıyor." Mumnu'nun düşüncesini duyduğu zaman, kafasındaki şeytânî planı beğendiği için,Apsu'nun Yüzü Sevkle doldu. Apsu ve Mumnu'nun kendilerine karşı olan komplosunu tanrılar çabucak öğrendiler.

Haberi ilk duyduklarında ağladılar daha sonra kaderlerine karşı gelmenin bir yolunu bulamamanın çaresizliği ile sustular. Ancak en akılları, en zekileri ve tanrıların en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mumnu'nun planlarını bozmanın bir yolunu buldu. Önce tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturdu ve onları güvenli bir şekilde içine yerleştirdi. Sonra Apsu'nun derin sularına doğru, onu derin bir uykuya daldıracak, Mumnu'ya güçsüz bırakacak bir büyü okudu. Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlere bağladı, başındaki tacı ve ışık halkasını aldı ve kendi başına yerleştirdi.

Orada, suların derinliklerinde karşı Damninka ile huzur içinde yaşadı. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odası da talihin odası olmuştu. Nihayet Ea ve Damninka, bütün tanrıların en yeteneklisi ve akillisi olan Marduk'un ana-babası oldular. Tam bir yetişkin olarak doğmuş olsa da, tanrıçalar doğduğu günden itibaren, en bastan beri Marduk, bir önder görüntüsündeydi ve Ea oğlunu görür görmez baba yüreği memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüş ve güç bakımından diğer bütün tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı.

Marduk'un yüzünden ışıklar saçan dört adet göz, her şeyi görmesini sağlıyor ve dört adet geniş kulak her şeyi duymasına yardımcı oluyordu. Marduk dudaklarını ne zaman oynatsa ağzından ateşler saçılıyordu. Ea,"Oğlumuz göklerin güneşidir" diye bağırıyordu. Gerçekten de Marduk'un başındaki on tane tanrı hanesi öylesine parıldıyordu ki, ışımların parlaklığı korkunç bir görüntü arz ediyordu. Kendisine bakanlara dehşet kadar da huzur veriyordu.

... Anu kuzey, güney, doğu ve bati rüzgarlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgarlar Tiamat'ın sularını şiddetle karıştırdı.
Bazı tanrılar bu fırtınadan acı çekip huzur bulamayınca, kalplerinde kötülük duyguları oluştu. Kingu'nun önderliğinde annelerine söyle dediler: "Ea ve ona yardim eden tanrılar babamız Apsu'yu öldürdüğünde, sen onlara bunu yapmaları için izin verdim. Simdi de Anu, seni rahatsız eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgârları yarattı ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düştü. Hiçbir şey yapmadığına göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun ! Biraz o tanrılarımız yok ettiğini kocanı ve Mumnu'yu düşün ! Tamamen yapayalnız kaldın. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldırarak Apsu ve Mumnu'nun İntikamını almıyorsun ? Biz seni destekleyeceğiz."

Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu. "Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "Bize yardim etmeleri için canavarlara yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız." İsyankar tanrılar simdi kızgınlıklarını ifade etmek için kendilerini özgür hissetmişlerdi. Ayaklanmalarını anlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüştüler. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanlarını yarattı. Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dişlerle uzun zehir dişleri verdi. Çok korkunç ejderhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri takti. Yılanlar bir kere ayağa kalktı mi kimse onlara karşı ayakta duramazdı. Toplam 11 canavar yarattı: Engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli fırtına canavarı, kir böceği ve kentaur.

Sonra Tiamat Kingu'yu, isyankar tanrıların ve canavarların başına kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptım Kingu" dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrılara öğüt verme gücü verim. Sen simdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadaşımsın. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktır. "Bu sözlerle Tiamat Kingu'nun göğsüne Kader tabletini asti. Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamını almak için, kendi çocuklarına karşı savaşmak üzere hazırlandı. Hiçbir şeyde korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandılar ve yanında yürüdüler.. Öfkeliydiler ve savaşa hazırdılar. Tiamat "Zehriniz düşmanlarının üstesinden gelsin."diye bağırdı. Ea, Tiamat ve Kingu'nun tanrılara karşı isyan hazırlıklarını duyar duymaz büyükbabası Ansar'a gitti ve onu savaş hazırlıkları konusunda uyardı. Ansar oldukça endişelendi: "Ea, Apsu'yu öldürdün, simdi de Tiamat'ın kuvvetlerini önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin." Ea,büyükbabasını hoşnut edebilmek için elinden geleni yaptı.

Ancak Tiamat'ı ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehşetle doldu ve onları karşılayacak cesareti kendinde bulmadı. Korkaklığından utanarak geri çekildi ve Ansar'a geri döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları asla büyülerine karşılık vermeyecekler" diye bağırdı, "onlar benden çok daha güçlüler." Bunun üzerine Ansar, Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur, hem de güçlüsün. Tiamat'a karşı çık. Eminim ki Kingu'nun saldırısına karşı koyabilirsin" dedi. Anu, babasının emrine itaat etti ve Tiamat'a karşı yola çıktı. Bununla beraber onun dehşetli güçlerini görünce, ona karşı koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Ansar'a utanç içinde geri döndü. "İsteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü değilim" diye itirafta bulundu. Ansar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanrı Tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve hayatta kalamaz" diye düşündüler. En sonunda Ansar neşe içinde bağırdı, "Kahraman Marduk intikam izi alacaktır. O çok güçlü ve savaşta çok büyüktür. Ea, oğlunu getir."

Marduk onların huzuruna çıktığında, "Endişelenmeyin, ben gider kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Her şeyden önce, size karşı gelen bir erkek değil. Tiamat, tüm silahlarına rağmen, bir kadın ! Öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. Yakında Tiamat'ın boynunu ayaklar altına alabileceksin." Ansar söyle cevap verdi: "Oğlum ! Sen tanrıların en akillisisin. Tiamat'ı kutsal sözcüklerinle sakinleştirir. fırtına arabanı al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanlarını seni durduramayacaklardır. Yok et onları !" Marduk, Ansar'ın sözlerini duymaktan çok mutlu oldu." Ansar, eğer intikamımı alacak, Tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatini kurtaracaksam, bütün tanrıları meclise çağır ve üstün kaderini ilan et ! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla…Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim daima yaşasın ! " Ansar, danışmanını yanına çağırdı ve söyle dedi:

"Bütün tanrılarla Tiamat'ın bize karşı olan isyanından bahset ve onlara, Ea ve Anu'nun başarısızlığa uğradığı yerde Marduk'un nasıl basarili olacağını anlat. Onlara burada toplanmalarını söyle. İyi şarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcımız Marduk'un kaderine kara vereceğiz. "Böylece tanrılar mecliste görüştüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak başkanlık yapacağı, soylu bir taht inşa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrıların en önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrısı Anu'nun otoritesine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandığımızda senin sözlerin en üstün olacaktır. Senin kararların ebedi olacaktır. tanrılar arasında hiçbiri senin hükmüne karşı gelmeyecek. Sana tüm evrenin krallığını bağışlıyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yok etme senin elinde olacak." dediler.

Sonra tanrılar Marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve "Gücünü kanıtlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çıkar. Simdi gücünün büyüklüğünü ortaya koy" dediler. O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti: "Ortaya çık!" ve giysi tek parça halinde ortaya çıktı. tanrılar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde coşkuyla bağırdılar: "Marduk kraldır" Ona tahtını, asasını ve tören kıyafetlerini verdiler. Sonunda da düşmanlarına karşı kullanması için benzeri olmayan silahlar verdiler. "Silahlar basarisiz olmayacaktır; düşmanlarını gerçekten de yok edeceksin" dediler.

'Sana güvenenlerin hayatlarını bağışla,ama kötü olan tanrıların yaşamalarına izin verme. Simdi git ve Tiamat'ın hayatına son ver.' Rüzgarlar onun kanını gizli yerlere taşısın. Basarili ve amacına ulaşmış olarak geri dön!"
Marduk kendine bir yay yaptı, ona bir ok takti ve omzuna asti. Sağ elinde asasını tutuyordu. Sol elinde ise zehri yok eden bir bitki vardı. yanında Tiamat'ı yakaladığında içine sokmak için ağ taşıyordu. Önünde yıldırımlar vardı. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra, Tiamat'ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi. Daha sonra Marduk, kötü rüzgarı, hortumu, kasırgayı, dört katli rüzgarı, yedi katli rüzgarı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgarı getirdi ve yedisini birden tuzlu suların tanrısı olan Tiamat'ın içini karıştırmak için gönderdi. Yenilmez fırtına arabasını dört canavardan -Tahrip Edici, Acımasız, Ezici ve Uçucu-oluşan yabanil hayvanlar çekiyordu ve görenlerin yüreği dehşetle doluyordu. Marduk arabasına çıktı ve savaşta koku salan Vurucu sağında, ateşli savaşçıları defedebilecek döğüş ise sol tarafında yer aldı.

Her iki canavarın da ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı. Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi. Dudaklarına, şeytânî kuvvetlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık kudurmuş Tiamat'ı karşılamak için her şey hazırdı. Marduk'un görüntüsünü Kingu'nun kalbine dehşet saldı ve aklini karıştırdı. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlaklığına karşı gelemedi ve dehşete düştüler. Sonra Marduk, güçlü silahı tahrip ettiği yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat'a karşı kaldırdı ve "Neden böylesine kötü bir savaş başlattın? Kendi çocuklarına saldırıyorsun onları sevmiyor musun ? Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok ! Kingu'ya gerçekten hak etmediği bir rütbe bağışladın. Silahlarla donanmış ve güçlerinle sarili olsan da,seni benimle teke tek savaşmaya çağırıyorum." dedi.

Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Bacakları titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savaştılar. Marduk, Tiamat'ı etkisiz hale getirmek için ağını fırlattı. Tiamat, Marduk yakıp yok etmek için ağzını açtığında Marduk onun ağzını açık tutması için kötü rüzgarı yolladı. Diğer rüzgarlar Tiamat'ın gövdesine girdi ve onu iyice genişletip açtı. Daha sonra Marduk yayıyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yırtıp kalbini parçalayarak onu öldürdü. Marduk,Tiamat'ın cesedini yere fırlattı ve üzerine çıktı. Tiamat ölünce, onun yanında yer alan tanrılar ikendi canlarını kurtarmak için dehşet içinde kaçtılar. Ancak Marduk'un güçleri onları çembere aldı ve kaçmalarına izin vermedi. Marduk, isyancı tanrıları tutsak etti, silahlarını parçaladı ve onları ağının içine aldı. Sonra onları hücrelere kapattı. Marduk, Tiamat'ın yanında on bir canavarı zincirlerle bağladı ve vücutlarını ezdi. Kingu'yu esir aldı, gerçekte hak etmediği Kader Tabletini ondan aldı, mühürledi ve kendi göğsüne bağladı.

Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra. Tiamat'a döndü, bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi. Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgarı kanını gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgarların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. Tiamat'ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak şekilde yerleştirdi ve Dicle ile Fırat nehirlerinin Tiamat'ın gözlerinden akmasını sağladı. Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü.

Ayin, Yani Sin'in,geceleri ayin değişik günlerini işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verdi. Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya verdi. Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardim eden tanrıları babalarına karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu hatırlatacak heykeller haline getirdi.

Anu, Enlil ve Ea'ya döndüğünde, Marduk söyle dedi, "Çok lüks bir ev siz, göklerden inip meclise katılacağınıza geceyi geçirebileceğiniz bir tapınak inşa edebilecek şekilde toprağı sağlamlaştırdım. Tapınağıma "Büyük tanrıların Evi" anlamına gelen Babil adini vereceğim. Tapınağı Yetenekli isçiler inşa edecek."

Tanrılar, Marduk'a sordular, "İnşa edeceğin tapınakta kim yetki sahibi olacak? Yarattığın yeryüzünde kim senin iktidarına, sahip olacak? Babil'i sonsuza dek evimiz olacak şekilde oluşturur! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçlarımı getirmesini sağla ve biz de daha önce yaptığımız isleri yapmaya devam edelim. Her iste yetenekli olan Ea'nın Babil klanlarını hazırlamasını sağla ve bizde isçi olalım."
Marduk'un kalbi, bu cevabı duyunca neşeyle oldu. Ea'ya; "Kan toplayacağım ve kemikler yaratacağım ve onlardan bir vahşi yaratıp, ona 'insan' adını vereceğim." dedi. "Onun görevi tanrıların rahat içinde yaşamaları için onlara hizmet etmek olacak." Bilge Ea, cevap verdi:
"Tanrıları meclise çağır. Tiamat'a isyan etme fikrini veren tanrıyı bize vermelerini söyle. Bu tanrının ölmesini sağla ve onun kanından insanlar ortaya çıksın."

Marduk, tanrıları topladığında söyle dedi:
"Aranızdan kimin isyanı tasarladığını ve Tiamat'ı ayaklanmaya yönelttiğini yemin ederek açıklayın. Sorumluluğu, utancı ve cezayı üstlenmesi için onu bana teslim edin. O zaman geri kalanlarınız, bundan sonra huzur içinde yasayacak."
İsyankar tanrılar, kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin Kingu olduğunu açıkladılar. Sonra onu bağlayarak Marduk ve Ea'nın huzuruna çıkardılar. Ea, Kingu'yu öldürdü, kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanından ilk insanı yaptı. Sonra Ea, onlara; amaçlarının sadece tanrılara hizmet etmek olduğunu anlattı. Tanrılar, böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmışlardı.

Ama önce Marduk'u şereflendirmek ve ona kendilerini kurtardığı için teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurtarmak üzere iki yıl boyunca çalıştılar. tapınak tamamlanınca tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler. "Marduk, tanrılar arasında en üstün olsun ve onları yönetsin" diye bağırdılar. "yarattığı insan ırkına çobanlık etsin. Onlar için ibadet ayinleri oluştursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve hatmedilecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar,günlerin sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygı göstermeyi unutmasınlar. Tanrılarına hizmet etsinler ve beslesinler, tapınaklarına kusursuz baksınlar. Ülkelerini kalkındırsınlar, türbelerini inşa etsinler ve Ana Tanrıça'yı hatırlasınlar."

Tanrılar, kutlamalarını sonunda görkemli başarıları ve islerinden dolayı onurlandırmak için,ulu tanrı Marduk'un sahip olduğu 50 ad ve niteliği ikna ettiler. Son olarak söyle konuştular:
"Önder ve çoban, Marduk'u sevindirsinler ki, ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiç bir tanrı değiştiremez. Akli çok sevgisi zengindir. Ama emirleri. Tiamat'ı yendiği ve sonsuza kadar sürecek krallığı elde ettiği için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde her şeyden üstün olsun."
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/marduk_and_tiamat.gif

Babil Tanrıları Anşar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, Kişar'ın ağabeyi ve kocası.
Anu [An] (Babil): Anşar ve Kişar'ın oğlu.
Apsu (Babil): Tiamat'ın kocası, Anşar ve Kişar'ın babası, tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.,
Damnika (Babil): Ea'nın karısı ve Marduk'un annesi.
Ea (Babil): Anu'nun oğlu, Damnika'nın kocası, Marduk'un babası ve Apsu'dan sonra tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.
Enlil (Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki havanın tanrısı.
İster / İştar (Babil): Nintu gibi, erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır.

Kişar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun kızı, Anşar'ın kız kardeşi ve karısı.
Kingu (Babil): Marduk'a karşı Tiamat'ın güçlerini yönetir.
Marduk (Babil): Ea ve Damnika'nın oğlu, en akıllı ve yetenekli tanrı, tüm tanrıların efendisi oldu.
Mummu (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, sislerin tanrısı.

Nintu [Ki] (Babil): Erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır. Burada Anu'nun karısı ve Enlil'in akrabaları yoktur.
Sin (Babil ve Sümer): Ay tanrısı, Şamaş'ın babası.
Şamaş (Babil ve Sümer): Sin'in oğlu, Güneş tanrısı. Zayıfları, haksızlık yapılanları ve gezginleri korur
Tiamat (Babil): Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, Toprak Ana, tüm yaşamı besleyen, Apsu'nun karısı, Anşar ve Kişar'ın annesi, tuzlu suların efendisi.

 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Babil'in Asma Bahçeleri

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/hanging_gardens_of_babylon.gif

Babil'in Asma Bahçeleri M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu.

Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810 yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından yapılmıştır.

Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.

Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu.

Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeydi.

Ninova'daki Asurbanipal kitaplığında bulunan çivi yazısı tabletlere göre Babil'de 53'ü büyük, 650'si küçük olan toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal vardı. Şehir dörtgen bir plana göre kurulmuştu. Biri iç, diğeri dış olmak üzere 16,5 kilometre uzunluğunda 2 surla çevriliydi. Surların dışında bütün şehri çevreleyen su hendekleri de vardı.

İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6. yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Eski Babil'den Semavi Dinlere: Lilith

Eski Babil'den Semavi Dinlere: Lilith
İnsan yavrularına musallat olarak ölümlerine neden olan habis dişi varlıklara, dünya kültürlerinde, özellikle de Sümerlerden itibaren yaygın bir şekilde rastlanmaktadır. Sümer mitolojisinden ciddi anlamda etkilenen İbrani mitolojisindeki Hz. Âdem’le birlikte ona es olması için balçıktan yaratıldığına, Hz. Âdem’e boyun eğmediği için Cennet’ten çıkarıldığına, Cennet’ten çıkarıldıktan sonra Seytan’la evlenerek ondan yüzlerce çocuk dünyaya getirdiğine, Tanrı’nın Cennet’e geri dönme teklifini kabul etmediği için çocuklarının öldürüldüğüne, öldürülen çocuklarının intikamını almak için yeni doğanları öldürdüğüne inanılan Lilith, yeni doğan çocuklara musallat olan bu habis dişi varlıkların en bilinenidir.

Milattan Önce 2000’li yıllarda yazıldığı tahmin edilen bir Babil amforası, kanatlı ve baykuş ayaklarına sahip, güzel ve çıplak bir tanrıça olduğunu belirtmektedir. Lilith, 2 aslanın huzurunda ve baykuşların gözetiminde durmaktadır. Ortaçağ Yahudi mitleri ve haham açıklamaları, Lilith’i Aden Bahçesi’ndeki iyiyi ve kötüyü bilme ağacındaki yılan olarak betimlemektedirler. Yılan ve Lilith arasında kurulan bu sembolik bağlam Lilith’in ayartıcı kadın olarak istiaresine neden olmuştur. Lilith, yaşamına yalnız uyuyan erkeklerin rüyasına girerek, onları seksüel açıdan uyararak devam etmiştir. Hahamların kadınlara vaazları, Lilith gibi davranmamalarına yönelik uyarılar şeklindedir. Hahamlar ve mitler, bağımsız ve şeytânî kadın davranışlarının kökeni Lilith’e dayandırmaktadır.

Sümer kabartmalarında betimlenen Lilith, bu uygarlığın cinsellik, bereket ve savaş tanrıçası İnanna betimlemeleriyle benzerlik taşır. Sümer metinlerinde erkekleri yoldan çıkartmak için İnanna tarafından gönderildiği ifade edilen (Asur ve Babil anlatılarında da İnanna’nın eşdeğeri İştar’ın hizmetçileri olan) Lilitu’lar, aynen İnanna gibi, ellerinde bereket ve bolluğu temsil eden saz kamışları, 2 aslanın sırtında durur ve aynı başlığı takar halde betimlenmiştir. İnanna’nın sahip olduğu “mes”, yani uygarlığın doğmasını ve gelişmesini sağlayan bilgi de Lilitu betimlemelerinde 2 baykuş olarak sembolize edilmiştir.

Yahudi kutsal metinlerinde iyi ve kötü tüm varlıklar Tanrı’nın kontrolünde kabul edilir. Bununla beraber halk inanışlarının kutsal kitabı etkilemesine örnek olarak görülebilecek “sedim” (kötü ruhlar) ya da “lilith” gibi deyimler de Yahudi kutsal metinlerinde yer almaktadır. Aslında bunlar değişik putperest milletlerde tapınılan ilahlardı. Bunlardan sedim putperestlerin tanrıları “Seirim”, Lilith ise Mezopotamyalıların “Lilitus”uyla bir tutulmaktadır. Bu putperest tanrıları, satir (yarı insan, yarı keçi) ve tüylü olarak tasvir edilmekteydi. Putperestlerin bu tanrıları, Yahudilerce harabelerde mevcut olduğuna inanılan cinler hâline dönüştürülmüştür.

İnanışa göre kötü bir ifrit haline gelen Lilith gece hava karanlıktan sonra yeni doğum yapmış evlere girerek loğusa kadınların bebeklerini boğmaktadır. Bu yüzden de günümüzde kimi Museviler arasında bir adet olarak, Loğusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilir.

Lilith'in geçmişinin tektanrılı dinlerden çok daha önceye, eski Mezopotamya uygarlıklarına kadar uzandığını söylemiştik. Genellikle Sümer ve Babil mitolojisindeki rüzgar tanrıçası Lilituyla ilişkilendiriliyor. Lil, fırtına ya da rüzgar anlamına geliyor. Bir Babil metninde ise, büyük tanrıça İştar'ın tapınak fahişesidir. İştar, eski doğu dinlerinde şehvetli aşkın, tutkunun ve baştan çıkarıcılığın tanrıçası kabul ediliyordu. Bu özellikleri nedeniyle, fahişelerin, özellikle de kült olan tapınak fahişelerinin koruyucu tanrıçasıydı.

Tapınak fahişeliği meşru bir işti. Herodot'un bize ulaşan yazılarında, Babil'de her genç kızın bir kez yabancı bir erkekle cinsel ilişkiye girmek zorunda olduğu biliniyor. Fakat, bu tapınak fahişeliği kesinlikle küçük düşürücü bir iş değildi. Babillilerin yabancı erkekleri tanrı olarak gördüğü sanılıyor. Kendilerini onlara teslim eden genç kızlar, simgesel olarak tanrıların eşi haline geliyor ve kutsallaşıyorlardı.

Lilith'e kimi özellikler Babil'in kötü tanrıçası (belki de dişi şeytanı demek gerek) Lamatsu'da da görülüyor. Lamatsu halk arasında albastı ya da loğusa hastalığı olarak bilinen rahatsızlığın ortaya çıkmasını sağlıyor, hamilelere zarar verip yeni doğan bebekleri öldürmeye çalışıyordu. Antik Mezopotamya’da, bugünün Lilith temasının kökeni olan dişi şeytanlar; salgınlar, zor hastalıklar ve ölüm ile ilişkilendirilmiştir.

Yunan mitolojisindeki Lamia da yine çocuk ve annelere kötülükler yapan Lamia şeytanlarını yönetiyordu. Efsaneye göre, Lamia’nın, Zeus ile ilişkisi olduğunu öğrenen Hera, onu sürekli ölü çocuk dünyaya getirmekle cezalandırmış ve ölü çocuklarını görmekten kaçamaması için de gözlerini kapatma yeteneğini almıştı. Duyduğu acıysa Lamia’yı bir canavara dönüştürmüş ve onun, yeni doğan çocukları kaçırıp yemeye yönelmesine neden olmuştu.

Lilith’in özellikleri, Arap anlatılarındaki Karina’da da ortaya çıkar. Bu anlatılarda, kadının “gölgesi” olan Karina, hamilelik döneminde kadının yerini almaya ve düşüğe neden olmaya çalışır. Anne, çocuğunu doğurmayı başarırsa da bu sefer benzer yolları çocuk üstünde deneyerek onun büyümeden ölmesine uğraşır. Karina, bunlara ek olarak, karı-koca arasında sürekli uyumsuzlukları körükleyen bir varlık olarak da kabul edilmiştir. Burada, evlilik bağını zayıflatma özelliğiyle Yahudi inanışlarındaki Lilith ile benzerlik taşır.

Lilith, Musevilik ve Hıristiyanlık inançlarında Âdem'in ilk eşidir. Tevrat'ın ilk bölümü olan Yaradılış bölümünün 1. Bab'ında Âdem ile beraber bir dişi yaratıldığı, 2. Bölümdeyse Âdem'in kaburga kemiğinden bir dişi yaratıldığı yazılıdır. Tevrat'ta açıkça yer almamasına rağmen; birçok Yahudi dinî kaynağı 2. Bölümde sözü geçen dişinin Âdem'in 2. karısı olduğu, 1. bölümdekinin ise ilk karısı olan Lilith olduğuna inanırlar.

Lilith, Yahudi inanışında Havva'dan önce gelen ilk kadındır ve kötülüğü, erkeklerin üstünde egemenliği ve erkeğe başkaldırmayı canlandırır. Adem gibi aynı topraktan yaratıldığı için, Adem ile cinsel ilişkiyi reddetmesinden kaynaklanan bu anlaşmazlık, Lilith'in Cennet'ten ayrılmasıyla son bulur. Lilith'in yerine Tanrı Adem'in kaburga kemiğinden Havva'yı yaratır.

Efsaneye göre Adem’in Havva’dan önce başka bir karısı vardı. Adı Lilith’ti. Yine efsaneye göre Lilith çok gururlu bir kadındı ve Adem ile eşit olduğunu iddia ediyordu. Bu iddiası yüzünden Adem ile bitmez tükenmez kavgalara giriştiler. Ve sonra Lilith cenneti ve Adem’i terk etti.

Adem karısını aslında o kadar çok seviyordu ki bu ayrılığa dayanamadı. Her dakika döktüğü gözyaşlarını da Tanrı’nın yüreği kaldırmadı. Tanrı Lilith’ten geri dönmesini istedi fakat o geri dönmeyi reddetti. Böyle olunca sevgili kulu Adem için fizik olarak Lilith’in birebir aynısı olan fakat Lilith’ten daha itaatkar, daha uyumlu bir kadını yani Havva’yı yarattı. Lilith ise rivayete göre ondan sonra intikam almak için yaşadı; kadınların ve çocukların korkulu rüyası oldu. Diğer bir anlatıma göreyse Âdem ile Havva ilk günahı işleyip Cennet’ten kovulduktan sonra çocukları oldu ve Lilith bunu kıskanır ve bundan sonra adem oğullarından doğacak her bebeği öldürmeye yemin etti. Bu yüzden de günümüzde bile kimi Museviler arasında bir adet olarak, Loğusa kadın akşamları evde yalnız bırakılmaz ve akşamları çamaşır ipinde çocuk bezi bırakılmaz, çünkü bunları gören Lilith'in o evde çocuk olduğunu anlamasından endişe edilirmiş.

Lilith'in efsanede geçen Kızıldeniz'e gitmek için söylediği "yasak kelime" ya da "sihirli kelimeler", efsanenin farklı memorantlarda Tanrı'nın yasak adı (İsm-i Azam'dır). Adem'in Tanrı'ya Lilith'in kaçtığını söylemesi üzerine tanrı Lilith'le görüşür. Tanrı bu görüşmede Lilith'den o kadar etkilenir ki ona gizli adını söyler. Tanrı’nın gizli adını bilmek önemli bir güçtür ve Lilith Tanrı’dan ona kanat vermesini ister. Tanrı ona kanat verir. Bu bakımdan bu 2 semavi dindeki Lilith motifinin kanatlı ve baykuş ayaklı olarak betimlenen Sümer anlatılarından alınmış olduğu görüşünü kuvvetlendirir.

Lilith’in iblis olarak Isaiah 34:14’te bahsedildiği üzere baykuşlar, kuzgunlar, çakallar, vaşaklar, sırtlanlar ve keçi iblislerle yaşadığı söylenmektedir. Fakat Lilith’in şeytânî kökeni Eski Sümer Mitolojisi’ndeki 4 vampir iblisten biri olduğuna dayandırılmaktadır.

Lilith, Adem’den sonra, düşmüş meleklerden Samael’in 4 eşinden ilki olur. Tanrı, Samael ve Lilith’in çocukları olan lilin’lerin dünyayı doldurmasını engellemek için Samael’i hadım ettikten sonra, Lilith, Samael’i de terk ederek şehvetle ilişkilendirilen, Yahudi inanışlarında Tüm İfritlerin Kralı Asmodeus’un eşi olur ve geceleri dünyadaki erkelerin rüyalarına girerek onları baştan çıkarmaya koyulur. Kimi ifritbilimciler Asmodeus, Samael ve İslam’daki Şeytan’ı bir olarak görmekte ve Lilith’in tüm diğer ifritlerin anası olduğunu ileri sürmektedirler.

Farklı bir anlatıma göreyse tüm Demonların ve diğer canavarların anası Adem’in ilk karısı Lilith’tir. Kibir yüzünden cennet bahçesinden kovulan Lilith, meleklerin başı olan Işık getiren Lucifer’i baştan çıkarır ve onu Tanrı'ya karşı ayaklanmaya ikna eder. Bunun üzerine Tanrı her ikisini de lanetler ve cehenneme sürer. Burada Lilith ve Lucifer’in birleşmesiyle Lilith tüm Demonlara ve canavarlara hayat verir.

Lilith öyküsü, sadece Tevrat ve İncil’de geçer. Kurân’da yoktur. İnsan kızının hikayesi son kutsal dinde Lilith’ten değil Havva’dan başlatılır. Aslında efsanedeki Lilith kadının anaerkil dönemdeki halini sembolize eder. Havvaysa kadının iktidarını ve özgürlüğünü kaybettiği ataerkil dönemi. Özgürlük ve eşitlikten yana olan Lilith sonraki dönemlerde karalanmış, bir şeytan olarak görülmüş; yılan ya da baykuş olarak betimlenmiştir. Anaerkil dönemde olumlanan bütün özellikleri kötülenmiş ve Lilith giderek dinler tarihinden çıkarılarak unutulmaya terk edilmiştir.

Her 2 inanç geleneğine göre, Lilith’i kötü, karanlık, başına buyruk kadın; Havva’yı itaatkâr fakat her daim çalmak gibi bir suç işleyebilecek, bilinemez bir kadın olarak düşünürüz. Toplumsal cinsiyet rejimine dayalı sömürünün ikiliklere göre düşünme yoluyla meşrulaştığını vurgulayan Helene Cixious, Medusa’nın Kahkahası’nda, cinsiyetlerin birbirlerinden aşırıldığını anlatır. Bu aşırılma hikâyesinde, erkek kadın olmayandır. O zaman erkek, daimi olarak kendini kadın aynasından görmeye mahkûmdur.

Başka bir deyişle, erkekliğin öyküsü kadınlıktan çalınmıştır. Hegemonik söylem, ikiliklerini inşâ ederken, aşırma eylemini yok eder ve unutturur. Kimlikler o kadar büyük bir kaostur ki; aşırılmış hikâyeleri yeniden aşırmak için kadınlığı ya da erkekliği yeniden keşfe çıkarsak, erkek ve kadın kimlikleri aşırma eyleminden doğan yokluğu tariflemeye yetmez. Cinsiyet yokluğu bir uçurum kadar derin ve karmaşıktır… O zaman, beyaz kadının hikâyesi, zenci kadından çalınmıştır- çünkü beyaz siyah olmayışından dolayı beyazdır; beyaz efendi.

Modern Luciferyenizm’de Lucifer’ın yandaşı olarak kabul edilen Lilith, Crowley’in, Thelema (Kanun) sistemi içerisinde ortaya çıkardığı; dişil cinsel dürtüleri ve özgürleşen kadını temsil eden; en doğurgan halinde Toprak Anayla özdeşleşen; Kızıl Kadın, Büyük Ana ya da Menfur Olanların Anası olarak adlandırdığı Babalon adındaki tanrıça şeklinde tasvir edilir. Geceleri erkeklerin rüyalarına girerek onları baştan çıkaran dişi şeytan olan Sukkubus’ların kraliçesidir. “Luciferyen Üçleme” olarak bilinen üçlemenin, Samael ve Kabil’in yanındaki dişil parçasıdır. Samael ve Lilith bir araya geldiğinde, Baphomet ya da Mendes Keçisi olarak bilinen çift cinsiyetli varlığı meydana getirirler.

Neo-Pagan kültlerindeki Lilith inanışıysa bu sembole çok daha olumlu yaklaşmaktadır. Neo-Pagan inanışı odur ki; Lilith, antik Sümer, Babil ve İsrail inanışlarında doğumun, çocukların, annelerin ve cinselliğin tanrıçası olmasına rağmen, ataerkil toplumların ve inançların doğuşunun ardından zaman içerisinde ifritlik kademesine indirilmiştir.

Kimi diğer modern görüşler de, Lilith’in, esasında annelik ve doğum ile ilişkili bir tanrıçayken, Semitik dinlerin doğuşunun ardından bir şeytana dönüştürüldüğünü savunurlar. Günümüzdeki Lilith, bu yeni haliyle, ismini feminist dergilerine vermekten modern fantastik hikayelere ve korku romanlarına konu olmaya, felsefi yaratıcı sembolizmden dişil özelliklerle bağdaştırılan kavramların olumsuz, aşırıya kaçan yönlerini ifade etmeye kadar birçok işlev görür olmuştur.

Lilith ve Havva

Yahudi inancına göre yaratılan ilk kadın Havva değil Âdem gibi topraktan yaratılan Lilith’tir. Fakat Lilith’in yaratıldığı toprak tozlu ve pistir. Lilith Âdem gibi kendisi de topraktan yaratıldığı için sevgi ilişkilerinde kesin eşitlik ister ve Âdem’e de karşı gelir. İsteklerini kabul ettiremeyince de onu terk edip şeytanlarla bir yaşam sürmeye başlar. Lilith’in geri dönmesi için Tanrı tarafından gönderilen meleği Lilith aşağılayarak geri gönderince; Tanrı, erkek karşısında itaatin sembolü olan Havva’yı yaratır. Havva, topraktan yaratılmadığı için Âdem’le eşit değildir.

Lilith’e göre daha sadık ve itaatkar bir mizaca sahip olan Havvaysa yasak elmayı Âdem’e yedirdiği için Âdem’in ve dolayısıyla tüm insanlığın ölümsüzlüğüne son vermiş, hayata ölümü eklemiştir. Yine yaptığı bu hatadan dolayı kadınlar ağrı ve sancılar içinde çocuk doğurmayla cezalandırılmıştır. Yahudi erkekleri kadını sinagogun yani cemaatin dışına itmişlerdir. Yine Yahudi erkekleri hâlâ sabah duasına Tanrı’ya kendilerini kadın olarak yaratmadığı için şükürle başlarlar.

Hıristiyan inancındaysa –özellikle ortaçağda- 2 tür kadın vardır; ilki erkeği hataya sürükleyen ve dikkat edilmesi gereken Havva’yla simgelenen kadın, ikincisiyse kutsal ve erişilmez olan, Meryem’le simgelenen kadındır. Kadın, bu dinde ya ulaşılamayacak bir varlıktır ya da erkeği hataya sürükleyen ve Hıristiyan tarihinde uzun zaman insan olduğundan şüpheye düşülen bir varlıktır.

Yahudi Mitolojisinde Lilith ve Erkek Sünneti Geleneği

Altıncı günde Tanrı kendi imgesinden erkek ve kadını yaratır. Adem’i saf tozdan yaratırken, Lilith’in yaratılması sırasında kir, pislik ve çamurları da ekler. Adem ve Lilith beraber huzuru hiçbir zaman bulamazlar. Adem Lilith ile yatmak istediğinde Lilith “Neden senin altına yatmak zorundayım, ben de senin gibi tozdan yapıldım, yani sana eşitim.” der. Adem’in boyun eğmeye zorlaması sonucundaysa Tanrı’nın sihirli ismini söyleyerek rüzgar haline dönüşür ve Kızıldeniz’e kaçar.

Adem’in şikayeti üzerine Tanrı, Senoy, Sansenoy ve Semangelof isimli meleklerini Lilith’i geri getirmek üzere gönderir. Bu sırada Lilith şeytanlarla beraber olup, ıslak rüyalar gören ya da mastürbasyon yapan erkeklerin spermleriyle her gün yüzlerce lilim denilen şeytan yavruları doğurmaktadır. “Adem’e geri dön yoksa seni boğarak öldürürüz.” Meleklerin bu çağrısı karşısında Lilith, “Kızıldeniz’deki yaşadıklarımdan sonra nasıl dürüst bir ev kadını olabilirim?” der. Cezasının ölüm olacağı söylendiğindeyse “Nasıl ölebilirim ki, Tanrı bana 8. güne kadar tüm erkek çocukların, 20. güne kadar da tüm kız çocukların bakım sorumluluğunu verdi. Yine de sizlerin isimlerini bir muskada görürsem, söz veririm o bebeği rahat bırakacağım.” Bu tılsım sözü üzerine melekler anlaşır ve geri dönerler. Fakat Tanrı, Lilith’i her gün 100 tane çocuğunun ölmesiyle cezalandırır. Böylece insan yavrusuna zarar veremediği durumlarda Lilith, kendi yavrusuna dönecek ve kendisinden kaybedecektir.

Buna rağmen Lilith, Adem’i rahat bırakmaz. Kabil’in işlediği ilk cinayetten sonra Havva’dan ayrılan ve dünya üzerine günahı getirdiği için 130 yıl boyunca oruç tutmaya yönelen Adem, geceleri, rüyalarında, sık sık Lilith’in saldırılarına ve baştan çıkarmalarına maruz kalır. Lilith’in Adem’den olan-Norveç halk anlatılarındaki Huldrefolk ile özdeşleştirilen-çocukları da “insanlığın hastalık ve belaları” olarak yeryüzüne yayılırlar. Kimi anlatılardaysa Kabil, zaten Adem’in Lilith’ten olan oğullarındandır.

Yahudi Mitolojisinde anlatılan, Babil-Asur’ca Lilitu’dan gelen Lilith, kabul edilen en eski kayıtlı hikâye olan Sümer tabletlerinde (Gılgamış destanı) Lillake olarak görünür. Daha birçok eski hikâyede ortak nokta Lilith’in çağlar boyu kadınlara atfedilebilecek bütün olumsuz sıfatların taşıyıcısı olmasıdır: Baştan çıkarıcı, fahişe, cadı, vampir, cinlerin başı, gece canavarı 'unvan'larından bazılarıdır. Hatta illet kelimesinin de kökeni olduğu düşünülmektedir. Birçok Yahudi toplumunda yukarıdaki hikaye ve Lilith ile melekler arasındaki diyaloglar ritüellerde kendilerine karşılık bulmaktadır. Doğum odasında kapı üzerine kömür ile bir daire çizilmekte ve içerisine “Adem ve Havva. Lilith dışarı” yazılmakta, yine kapı üzerine 3 meleğin isimleri yazılmaktadır.

Lilith sünnetli erkeklere yaklaşmamaktadır. Erkek bebekler sekizinci günlerinde sünnet edilerek korunmaktadır. Ayrıca sünnetin mastürbasyonu da engellediğine inanılmakta, bu sayede şeytan yavrularının da doğmasının engellendiği düşünülmektedir. Mastürbasyonun sünneti engelleyeceği görüşü birçok bilimsel tıbbi makalede de kendisine yer bulmuştur. Lilith’in bir şekilde bebeklerin yanına yaklaştığının göstergesinin uyuyan bebeğin yüzünde gülümseme olması olduğu düşünülür. Bu durumda bebeğin dudağına hafifçe vurularak Lilith’in kaybolması sağlanır.

Sanat ve Edebiyat'ta Lilith

Lilith yalnızca erkekleri değil eşit olduğu düşüncesine sevk ettiği için kadınları baştan çıkarma konusunda Şeytan’ın en büyük yardımcısıydı. Artık, kötü amaçlı kullandığı güzelliği ve baştan çıkarıcılığı ön plana çıkıyordu. İnsanlar bir yandan büyü ve tılsımlarla ondan korunmaya çalışırken, diğer yandan kendilerini onun büyüsünden kurtaramıyorlardı. Böylece 19uncu yüzyıla geldiğimizde Lilith artık dinî kimliğinden sıyrılarak ressamlar ve edebiyatçılar için sevilen bir motif, sıradışı bir malzeme oldu. İngiliz ressam Dante Gabriel Rossetti’nin yaptığı “Lady Lilith” tablosunda bu cadı, Victoria Dönemi’nin güzellik anlayışına uygun olarak tasarlanmış ve gösterişli dekoltesiyle uzun kızıl saçlı, biraz dolgun, etli dudaklarla resmetmişti.

Edebiyat dünyasına da girince, şeytan kadın kimliği tamamen kayboldu. Artık ona korku ve nefretle bakılmıyor, hatta sempatik bile bulunuyordu. Aydın fikirliler kötü kalpli şeytan kadın tiplemesini rafa kaldırmışlardı. Kabul gören aslında bu şehvetli güzellik değildi. Lilith’in Adem’in ilk eşi olduğunu anlatan efsane'ydi. Çünkü bu öykü, insanlık tarihinin başlangıcından bugüne uzanan bir tartışmayı başlatmıştı.

Feminizm ve Lilith

Antik Mezopotamya uygarlıklarından beri yaratılış efsanelerinin bir parçası olan Lilith, her zaman için bir “dişil gurur” ve “feminizm” sembolü olagelmiştir. Çoğunlukla şeytânî özelliklerle ilişkilendirilen Lilith, zaman içerisinde sembolizm olarak kimi değişimler geçirmişse de “kötücül” doğasını hemen hiç kaybetmemiştir.

Modern Yahudi feministler Lilith’in erkek otoritesini reddetmesine ilgi duymaktadırlar ve yine onlara göre Lilith, Yahudi kadınları için pozitif bir sembol oluşturmaktadır. Midraş’ın ataerkil doğasını reddetmek amacıyla kadınların kız kardeşlik ideasını ve Lilith ile Havva arasındaki dostluğu içeren bir hikayeyi yeniden ele almışlardır. Havva da kadınların ıslahına ihtiyaç duymaktadır çünkü Aden Bahçesi’ndeki değişimi başlatan kendisidir. İyiyi ve kötüyü bilme ağacından meyve yemenin yasak olması, itaatkarlığın sembolize edilmiş halidir. Havva da tıpkı Lilith gibi erkek otoritesini reddetmiş ve bilginin arayıcısı, limitlerin test edicisi olmuştur. Havva, hikayedeki bilinçli aktördür ve kanısına Adem’e danışmadan varabilmektedir. Yahudi geleneklerinin içerisine katılmış olan Aden Bahçesi hakkındaki kimi olası yorumlar da bulunmaktadır. Hıristiyanlığın tamamladığı üzere, Havva’nın otoriteye karşı gelmesini Yahudiliğin tam olarak açıklayamadığı görülmektedir. Havva’nın yani kadının var oluşuyla gelen “İlk günah” ithamının tıpkı Aziz Augustine’inki gibi sonraki yorumlarda bulunmayışı dikkat çekmektedir. Tanrı’nın kendisine karşı gelen ve emirlerine itaat etmeyen yılanı, Havva’yı ve Adem’i cezalandırma şekilleri ayrı ayrıdır. Yılanı en lanetli hayvan kılarken (Yaratılış 3:14), Havva’ya da doğum sırasında büyük acılar çekme ve kocasına karşı istekli olup O’nun yönetimine girmesi cezalarını uygun görmüştür (Yaratılış 3:16). Tanrı’nın Adem’e biçtiği cezaysa toprağı işlemeden, emek vermeden yiyecek bulamaması oldu ve bu 3 lanetlenene baktığımızda Havva’ya verilen cezanın “doğum” kelimesinin ilk geçtiği yer olduğunu da görmekteyiz.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/the_code_of_hammurabi.jpg

Hammurabi Kanunları Hammurabi Yasaları, Hammurabi's Code, The Code of Hammurabi Hammurabi yasaları, milattan önce 1760 yılı civarında Mezopotamya'da yaratılan, tarihin en eski ve en iyi korunmuş yazılı kanunlarından biridir. Bu dönemden önce toplanan yasa koleksiyonları arasında; Ur kralı Ur-Nammu'nun kanun kitabı (milattan önce 2050), Eşnunna kanun kitabı (M.Ö. 1930), ve İsin'li Lipit-İştar'ın kanun kitabı (M.Ö. 1870) yer alır.

Babil kralı Hammurabi'nin (M.Ö. 1728 - M.Ö. 1686) çeşitli meselelerde verdiği kararlar, "Babil'in koruyucu tanrısı Marduk" adına yapılan Esagila Tapınağı'na dikilen bir taş üzerine Akatça dilinde yazılmıştı. Hammurabi, kendisine bu kanunları yazdıranın "Güneş Tanrısı Şamaş" olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla kanunlar da tanrı sözü sayılıyordu.
Arkeolog Jean Vincent Scheil'in 1901'de Susa, Elam'da bulduğu (bugünkü Huzistan, İran) ve Fransa'ya taşıdığı Hammurabi Kanunları'nın yazılı olduğu stel, Louvre Müzesi'nde sergilenmektedir. Yaklaşık iki metrelik silindirik bir taşın üstüne çivi yazısı ile yazılmış olan kanunlar, tam 282 maddedir, ancak bu maddelerin 30'u (madde 66-99) şu anda okunamayacak durumdadır. 13 sayısı uğursuz sayıldığı için 13. madde yazılmamıştır.[SUP][1][/SUP]
Kapsamlı yasalar sistemi içeren Hammurabi Yasaları M.Ö 2000 yılı civarında kaleme alınmıştır.Bu kitap,içerdiği yapı inşası ilkelerinden ötürü, inşaatçılık üzerine ilk yazılı kanun olarak kabul edilir. Hammurabi Yasaları, o dönemin inşaatçılarına aşağıdaki ilginç kuralları şart koşuyordu:
- İnşaat işiyle uğraşan kişi, birisi için ev yaptığında işini sağlam ve yeterince eksiksiz yapmazsa ; inşa edilen ev, bu nedenle bir gün yıkılıp ev sahibinin ölümüne yol açarsa, evi yapan kişi ölüm cezasına çarptırılacaktır.
- Evin yıkılması ev sahibinin oğlunun ölümüne yol açarsa bu sefer de evi yapan kişinin oğlu ölüm cezasına çarptırılacaktır.
- Ev sahibinin kölesi ölürse, evi yapan kişi ev sahibine köle vermekle yükümlüdür.
- Ev sahibinin herhangi bir eşyası hasara uğrarsa, evi yapan kişi bunu ödeyecek, ayrıca işine özen göstermediğinden ve evi yeterince sağlam inşa etmediğinden ötürü evin yıkılmasına yol açtığı için kendi imkanlarıyla yeni bir ev inşa edecektir.[SUP][2][/SUP]
Günümüzde Irak sınırları içinde kalan bölgede, Fırat Nehri kıyısında kurulu Babil Kent Devleti'nin 6. kralı olan Hammurabi, M.Ö. 1792-1750 yılları arasında ülkeyi yönetti. Komşu kent devletlerini egemenliği altına alarak Babil'i güçlü bir krallık hâline getirdi. Yaklaşık M.Ö. 1770'te Babil uygarlığının sınırları, Dicle ve Fırat nehirleri arasında kuzeyde Ninova'ya kadar yayıldı.

İleri görüşlü ve başarılı bir yönetici olan Hammurabi, ülkesine düzen ve adalet getirdi. Kuvvetli bir merkezî hükümet kurdu ve 282 davayla ilgili olarak kendisinin verdiği yargısal kararlardan oluşan bir yasa derlemesi hazırlattı. Hammurabi Yasaları olarak bilinen bu metni, büyük bir taş sütunun üzerine kazıttı. Hammurabi Yasalarıyla kişi ve toplum ayrımı getirilmiş, ilk kez borçlar hukukuna ait yasalar oluşturulmuş ve kısasa kısas ilkesi uygulanmıştır.

Hammurabi Yasaları bu yönüyle, oldukça katı maddeler içerir. Örneğin; bugün kullandığımız “Göze göz, dişe diş.” deyimi Hammurabi Yasalarından gelmektedir. Hammurabi Yasalarının 196. maddesinde bu yasa şöyle açıklanmaktadır: “Bir başkasının gözünü çıkaran bir kişinin gözü çıkarılır, bir başkasının dişini kıran bir kişinin dişi kırılır.” Sümer hukukuna dayanan yasaların, Akad diliyle ve çivi yazısıyla yazıldığı sütun, 1901'de Fransız arkeologlar tarafından bulunmuştur. Hammurabi Yasaları, Babil uygarlığında uygulanan adalet sisteminin temelini oluşturdu. Hammurabi'nin ölümünden sonra, sağladığı düzen ve adalet kısa bir süre içinde bozuldu; hazırlattığı yasaların incelenmesi binlerce yıl sürdü ve örnek alınmaya devam edildi.[SUP][3][/SUP]
Hammurabi'nin dikme taşı ve küçük erkek başı bugün Paris'te, Louvre'dedir. Aslında bunu Hammurabi'den yaklaşık altı yüzyıl sonra yaşamış olan bir adama borçluyuz. Çünkü M.Ö. 1150 civarında Babilonya'ya yönelik çok sayıdaki Elam yağmasından biri sırasında Hammurabi'nin dikme taşını Sus'a sürükleyip götüren büyük olasılıkla Elam Kralı Şutruk-Nahunte'ydi. Kuşkusuz bu hareket dikme taşa duyulan ilgiden değil, aynı zamanda düşmanı büyüsel bir biçimde zayıflatma umuduyla yapılmıştı: Dikme taşla birlikte, Babil'in Hammurabi döneminde yaşamış olduğu gönenç ve egemenlik de Elam'a getirilecekti. Ve kuşkusuz Elam kralı bu yolla saygınlığını pekiştirmek istiyordu, üç bin yıl sonra başkentinde yeniden bulunan başka Babil anıtları da onun başarılarını ilan edeceklerdi: Akad kralları Maniştuşu ve Naram-Sin'in iki anıtı, yine 1188'den 1174'e dek Babil'de krallık etmiş olan Meşipak'ın anıtı. Üç anıttaki her bir yazıt, hakkedilmiş metinlerle donatılmıştır; Elam kralı buralara kendi zaferiyle yazıtını yerleştirilmiştir. Bundan Şutruk-Nahunte'nin bu anıtları Kuzey Babilonya kenti Sippar'dan Sus'a getirdiği anlaşılmaktadır. Hammurabi'nin dikme taşında da böyle bir “kazınmış” yer bulunmaktadır, ancak sonra, bilemediğimiz nedenlerden dolayı Elam kralının bir yazıtı işlenmemiştir. Bu durumda dikme taşı bu kralın getirdiği tümüyle kesin değildir ve zamanında nereye dikilmiş olduğu da karanlıkta kalmaktadır. Ancak bu dikme taşın, Hammurabi'nin oldukça bağlı olduğu ve son yıllarında yerleşim yeri olarak tercih ettiği Sippar'da olması mümkündür.[SUP][4][/SUP]
Hammurabi Yasaları'nın içeriğine ilişkin en önemli kaynak Fransız Doğubilimci Jean Vincent Scheil tarafından 1901'de Susa'da bulunan ve günümüzde Louvre Müzesi'nde korunan steldir.[SUP][5]

http://img.webme.com/pic/g/gizliilimler/hammurabi.jpg

[/SUP]Hammurabi Kimdir? Hammurabi (M.Ö. 1810 - M.Ö. 1750) Amori'lerin (Amurru, Babil) ilk hânedanı ve altıncı kralıydı. Eskiden insanlık tarihinin ilk yasa derlemesi olduğuna inanılan Hammurabi Yasalan'yla anımsanır. Hammurabi, Sümer ve Akkadları fethederek, Babil İmparatorluğu'nun ilk kralı olmuştur. Böylece Babillilerin Mezopotamya üzerinde hegemonyasını kurmuştur.[SUP][6 ve 5][/SUP]

Babası ve büyükbabası dışında kendi hanedanından bütün hükümdarlar gibi Hammurabi'nin adı da Amori kabilelerinden Amnanum'a özgüdür. Ailesine ilişkin bilgiler en yakın akrabalarının adlarıyla sınırlıdır: Babası Sinmuballit, kız kardeşi İltani, ilk oğlu ve ardılı ise Samsuiluna'dır.

Hammurabi'nin milattan önce 1792'de oldukça genç yaşta Sinmuballit'in yerine geçmesinden önce, dönemin Mezopotamya saraylarındaki gelenekler uyarınca bazı yönetim görevleri büyük olasılıkla zaten ona verilmişti. Aynı yıl, Babil'in güneyini yöneten Larsalı RimSin, Babil ile Larsa arasında bir tampon bölge olan İsin'i ele geçirdi. Daha sonra da Hammurabi'nin başlıca rakibi oldu.[SUP][5][/SUP]
Günümüzün Irak sınırlarında bulunan bölgede, Fırat ırmağının kıyısında kurulu Babil'in o dönemdeki kent devletinin altıncı kralı olan Hammurabi, ülkesini M.Ö. 1792 ila M.Ö. 1750 yılları arasında yönetti. M.Ö. 1770 yılında kurduğu Babil İmparatorluğu Fırat ve Dicle ırmaklarının arasında kuzeyde de Ninova'ya kadar ulaştı.
Komşuları Larsa, Mari, ve Asur ile 30 yıl boyunca savaştı ve İran körfezinden Diyarbakır'a ve Zagros'tan Batı çöllerine kadar uzanan bir imparatorluk yarattı. Hakimiyetindeki toprakları merkezi bir sistemle yönetti. Resmi yazışma düzenini kurdu. Ayrıca ilki İran'da kurulan posta teşkilatını ülkesine getirtmiş, polis teşkilatını ve ilk belediye sistemini kendi iktidarında oluşturmuştur. Polis teşkilatı şehrin iç güvenliğini sağlıyordu, eğer bir ayaklanma yada suç olduğunda derhal müdahale edip suçluları yakalıyorlardı. Yakalanan bu suçlular oluşturulmuş mahkemelerde kendi yazdığı 282 maddelik kanunlara göre cezalandırılıyordu, ama genelde bu cezalar çok ağır olmaktaydı. Belediye reisini Hammurabi kendisi atıyordu. Kurduğu belediye sistemi günümüzdekilere benziyordu, şehrin düzenlenmesi, onarılması ve temizlik işlerine belediye bakıyordu. Kurduğu Posta teşkilatı sayesinde şehri, mahalle mahalle sokak sokak ve ev numaralarına göre ayırtmıştı. Böylece bir posta istenilen doğru adrese bu şekilde ulaşıyordu. Bu sistemin yapılan arkeolojik buluntular sayesinde ilk kez Hammurabi zamanında yapıldığı kesinleşmiştir. Hammurabi bilime ve sanata çok önem vermekteydi özellikle de mimari konulara. Bunun da en büyük ispatı ünlü Babil Kulesi ve Babil Asma Bahçeleridir. İktidarı süresince kendisini tanrılaştırdı ve "kralların tanrısı" olarak ilan etti. Erkeklerin varis olabileceği mutlak monarşi kurdu, ve bu dönemde Babil ülkesinin tanrısı Marduk Sümer-Akkad topluluklarının yüksek tanrılarından biri oldu.

Yürürlükteki yasaları sisteme bağlamasıyla Hammurabi Kanunları Dünya tarihinin yasalarını temsil etti. 282 madde halinde taş sütunlara yazılan bu yazıtlar, Osmanlı İmparatorluğu'nun çökme dönemine girmesiyle 1901-1902 yıllarında Fransız araştırmacılar tarafından keşfedilmiş ve Louvre müzesine taşınmıştır. Bu kanunlara göre; köleler ve hür insanlar arasındaki farklılıklar belirtilmiş, hür insan olmayanlara kısas kanunu (hırsızlık yaparsa elinin kesilmesi vb.) da başta olmak üzere evlilik gibi konularda günümüzde hala bazı toplumlarda uygulanan kanunlar bu dönemde ortaya çıkmıştır.[SUP][6]
[/SUP]
 
Üst Alt