Babil

MURATS44

Özel Üye
BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ

Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup MÖ. 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugünkü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır.

Kurulduğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine AKKAT ve Güney memleketlerine Sümer adı veriliyordu.

TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRÜ

Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür ERİDU kültürü olup (MÖ. 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini UBAİD kültürüne (MÖ. 3900-3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar.

UBAİD kültüründen sonra URUK veya ERECH kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa ZİGGURAT denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (MÖ. 3000-2700)



İLK SÜLÂLE DEVRİ (MÖ. 2700-2350)

İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:

İLK DEVİR - Sümer Devri

Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak ANU veya sonradan MARDUK, doğuş ve yaradılış tanrısı ARURU, Güneş Tanrısı SHAMASH (Arapların ŞEMS), toprak tanrıçası AN, su tanrıçası ENLİL, yeşillik tanrısı TAMMUZ, İSTHAR, ERİDU vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu ERECH Site/Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi GILGAMESH ilk devirde yazılmıştır.

İKİNCİ DEVİR

Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.

ÜÇÜNCÜ VE SON DEVİR

ENSİ’nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru LAGASH Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen LUGAL yani kral adını almıştır. Meselâ, URUK sülâlesinden üçüncü kral LUGALBANDA hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur GILGAMESH'in hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan ANGAL ZAGES OFUMA (MÖ. 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup LAGASH şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.



AKKAD SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2350-2150)

İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak KİSH ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. KİSH şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar GUTİ'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.



GUTİ SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2150-2100)

Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı GUDEA'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.



ÜÇÜNCÜ UR SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2100-1960)

Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de UUR MAMMU adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. ERECH/UR Sülâlesi kurulmuştur. (MÖ. 1060)



ISINLARSA SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1960-1830)

Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.



İLK BABİL SÜLÂLESİ (MÖ. 1830-1530)

Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.

En meşhur kralı HAMMURABİ (MÖ. 1728-1686) zamanında bu şehrin Yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.



KASSİT SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1530-1150)

HAMMURABİ'nin haleflerinden SAMSUİLUNA (MÖ.1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa KASSİTler baş kaldırır ve MÖ. 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı MÜRSİL 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.



İKİNCİ ISIN SÜLÂLESİ DEVRİ (M..Ö. 1150 - 1050)

Son Kassit Kralı TİKULTİ - NİNURA bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General NEBUCHADNEZZARI (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.



ASUR HAKİMİYETİ (M.Ö. 1050 - 626)

Asur Kralı ASHUR NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı MARDUK'u Asur Kralı SHALMANAZER - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki KALDE ve AREMEAN devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı TİGLATH PİLESER-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden NABONASSAR'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca TİGLAT PİLESER-3 tekrar ordunun başına geçerek Babili zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). TİGLAT bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. TİGLAT öldüğünde Asur Kralı SENNACHERİP (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı TİGLAT gibi yeniden Babile girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

SENNACHERİB'in ölümü üzerine halefi ESARHADDON, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu ASHUR BANİPAL'a (kendisine Grekler SARDANAPALUS) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu SHAMASHSHUM-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve SHAMASSHUM-UKİN ağabeyi ASHURBANİPAL'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir.

Üç sene kadar süren iç harp neticesinde ASHURBANIPAL Babili ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) SHAMASSHUM-UKİN kendisini öldürür.



YENİ BABİL İMPARATORLUĞU (M.Ö. 626 - 539)

ASHURBANİPAL'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden NAPOPOLAS-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için MED ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve NİNOVA'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te CARCHE-EEMISH (Karkamış) mevkiinde NABOPOLASSARIN oğlu NEBUCHADNEZZAR-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan NABUCHADNEZZAR-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrael oğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.

Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (CYRUS) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539)

Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Arablar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.
 

MURATS44

Özel Üye
Babil kulesi:

Babil kulesi:

BABİL İMPARATORLUĞU İLK DEVLETLER ve İLK VE SON BABİL DEVLETİ


Eski Orta Doğu Mezopotamya imparatorluğu olup MÖ. 4000 ilâ 500 yıllarına kadar sürmüş olan, merkezi bugünkü Irak’ın Bağdat şehrinin güneyine düşen bir yerde kurulmuş muhteşem ve efsanevî bir Krallığın adıdır.

Kurulduğu devirlerde bu krallık iki kısımdan ibaretti: Kuzey memleketlerine AKKAT ve Güney memleketlerine Sümer adı veriliyordu.

TARİH ÖNCESİ KÜLTÜRÜ

Tarih öncesi kültürü itibarıyla ilk kültür ERİDU kültürü olup (MÖ. 4000), sulama ve ziraat ile iştigal eden bu kültür sonraları yerini UBAİD kültürüne (MÖ. 3900-3500) bırakmış olup, Kutsal Kitaplardaki Tufan hadisesi lokal olmakla birlikte bu devire rastlar.

UBAİD kültüründen sonra URUK veya ERECH kültürü ortaya çıkmış ve bu devirde mozaik kaplı sütunlu mabetler ve bilhassa ZİGGURAT denilen tipik Sümer mabetleri inşa edilmiştir. Yine bu devirde çivi yazısı icat edilmiştir. (MÖ. 3000-2700)



İLK SÜLÂLE DEVRİ (MÖ. 2700-2350)

İlk sülâle devrini üç kısma ayırabiliriz:

İLK DEVİR - Sümer Devri

Tarihçi ve yazar H. G. Wells'e göre her Sümer sitesi kendine has tanrısı ve rahipleri ile kardeş sitelerden ayrı bir site/devlet görünümündeydi. Baş tanrı olarak ANU veya sonradan MARDUK, doğuş ve yaradılış tanrısı ARURU, Güneş Tanrısı SHAMASH (Arapların ŞEMS), toprak tanrıçası AN, su tanrıçası ENLİL, yeşillik tanrısı TAMMUZ, İSTHAR, ERİDU vs. vs. Zamanla bir site diğerleri üzerinde bir hegemonya tesis etti. İlk Sümer İmparatorluğu ERECH Site/Devletinin genişlemesiyle ortaya çıktı. Meşhur Sümer efsanesi GILGAMESH ilk devirde yazılmıştır.

İKİNCİ DEVİR

Bu devrede ENSİ isimli efsanevî bir vali Site/Devlet şekline yeni bir yön verdi. Şehirdeki tüm emlâk ve emtiayı tanrıların mülkü ilân ederek kendisini de bu toplanan Tanrı mallarının nazırı, veziri bekçisi ilân ediyor. Tarihte ilk açıkgöz azınlık sınıfı ortaya çıkıyordu.

ÜÇÜNCÜ VE SON DEVİR

ENSİ’nin bu hareketini model olarak ele alan diğer site/devletlerdeki açıkgözler bu defa bu rahat ve kolay idare işini sülâle, hanedanlık şekline dönüştürerek kendi nesillerini garanti altına almışlardır. Bu açıkgöz sülâleden en meşhuru LAGASH Sülâlesidir. Bu sülâle yedi idareci / yönetici arka arkaya hükümran etmiştir.Ancak zamanla bu istismarcı zümreye karşı baş kaldırmalar başlamış halkta bilinçlenme meydana gelmiştir. İsyanlar sonucu üstün çıkan idareci kendi hükümranlığını ilân etmiş ve Sümer dilinde Büyük Adam manasına gelen LUGAL yani kral adını almıştır. Meselâ, URUK sülâlesinden üçüncü kral LUGALBANDA hem tanrı vasfını haiz ve hem aynı zamanda çoban, meşhur GILGAMESH'in hamisi olan kraldır. Ayrıca en meşhur olan krallardan ANGAL ZAGES OFUMA (MÖ. 2375-2351) oldukça despot bir kişi olup LAGASH şehir / devletini işgal ederek ilk sülâleyi kuranlar arasındadır.



AKKAD SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2350-2150)

İlk sülâle devrinin sonlarına doğru SÜMER krallığı içine muhtelif Semitik kavimler sızmış ve kendi kültürlerini yayarak KİSH ve MARİ şehirlerini kurmuşlardır. KİSH şehir / devletinin valisi S ARGON1 tarafından kurulan bu despot sülâle zaferlerin getirdiği sıkıntı ve enflâsyon nedenleriyle ancak iki asır sürebilmiş ve sonunda dağlı kavimlerden Barbar GUTİ'ler tarafından ortadan kaldırılmıştır.



GUTİ SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2150-2100)

Bu devir bilhassa kan dökücülüğü ile tarihe geçmiştir, en meşhur kralı GUDEA'dır. Sümer ve Akkad İmparatorluğu bu devrede en geniş siyasi hudutlarına erişmiştir. Ancak her temelsiz ve adaletsiz müesseseler gibi bu krallık da elli yıl içinde çökmüştür.



ÜÇÜNCÜ UR SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 2100-1960)

Erek şehrinden bir kumandan son Guti kralını tahtından indirerek bu sülâleyi kurmuş ise de kendisi de UUR MAMMU adlı bir vali tarafından iş başından uzaklaştırılmış ve 3. ERECH/UR Sülâlesi kurulmuştur. (MÖ. 1060)



ISINLARSA SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1960-1830)

Yine karışıklıklar yüzünden bir vali ISINLARSA hükümet darbesi yaparak üçüncü UR sülâlesini ortadan kaldırmıştır.



İLK BABİL SÜLÂLESİ (MÖ. 1830-1530)

Batılı Samit kavimlerden Amoriler durumlarını kuvvetlendirirler ve MARİ şehrini kurarlar bunu yukarıda görmüştük. Tarih bu MARİ şehir/devletinin büyük bir diplomasi üstadı olduğunu kaydeder.

En meşhur kralı HAMMURABİ (MÖ. 1728-1686) zamanında bu şehrin Yıldızı parlamaya başlar. Hammurabi, Babil şehrini inşa eder. Babil şehrinde kültürel, teknik, hukuki sahalarda büyük atılımlar, aşamalar görülür.



KASSİT SÜLÂLESİ DEVRİ (MÖ. 1530-1150)

HAMMURABİ'nin haleflerinden SAMSUİLUNA (MÖ.1685-1648) döneminde durum karışır. Bazı batılı kavimler bilhassa KASSİTler baş kaldırır ve MÖ. 1531'de Babil'i işgal ve talan ederler ve yerleşip hanedan kurarlar ise de bu arada HİTİT kralı MÜRSİL 'in akınlarına maruz kalırlar, bu sefer Hititler Babil'i işgal edip talan eder ve çekip giderler. Durum son derece vahim bir haldedir.



İKİNCİ ISIN SÜLÂLESİ DEVRİ (M..Ö. 1150 - 1050)

Son Kassit Kralı TİKULTİ - NİNURA bir suikast neticesinde hayatını kaybeder, ortaya çıkan karışıklık üzerine General NEBUCHADNEZZARI (M.Ö. 1128 - 1050) duruma hakim olur. Kassit sülâlesini ortadan kaldırıp kendi sülâlesini kurar.



ASUR HAKİMİYETİ (M.Ö. 1050 - 626)

Asur Kralı ASHUR NASIRPAL11 (M.Ö. 884 -859) Babil ile çatışmaya başlar. Asur Devleti daha sonraları bir fırsatını bularak Babil Kralı MARDUK'u Asur Kralı SHALMANAZER - 3 (M.Ö. 959 - 824) zamanında Asur boyunduruğu altına sokar ve vassal devlet haline getirir. Asur devleti M.Ö. (782-746) yılları arasında en zayıf devrini yaşamıştır. Bu arada Babil İmparatorluğu (bir vassal krallık şeklindedir) içindeki KALDE ve AREMEAN devletleri bağımsızlıkları için mücadeleye başlarlar. Ancak bu devrede Asur'un ünlü kralı TİGLATH PİLESER-3 (M.Ö. 745 - 727) büyük bir enerji ile Babil İmparatorluğunda sükûneti sağlamış ve bu yere mahalli valilerden NABONASSAR'ı getirmiştir.

Bu dönemde işler biraz yoluna girer gibi olmuşsa da ölümü üzerine işler bir daha karışınca TİGLAT PİLESER-3 tekrar ordunun başına geçerek Babili zaptetmiş ve tahta kendisi geçmiştir. (M.Ö. 729). TİGLAT bundan böyle rahat etmek için Kaide ve Aremean kavimlerini İmparatorluğun muhtelif yerlerine sürmüş adeta kavimler arasında bir amalgam meydana getirerek tarihte ilk defa "parçala ve idare et" sistemini kurmuştur. TİGLAT öldüğünde Asur Kralı SENNACHERİP (M.Ö. 706 - 681), Babil tahtına yine bir mahalli vali getirmiş ise de çıkan karışıklıklar yüzünden tıpkı TİGLAT gibi yeniden Babile girmiş fakat bu defa şehri Asur krallığına katmış ve kendini aynı zamanda Babil kralı olarak ilân etmiştir. (M.Ö. 698)

SENNACHERİB'in ölümü üzerine halefi ESARHADDON, (M.Ö. 680 - 669) sağlığında imparatorluğu iki oğlu arasında pay etmek ister ve oğlu ASHUR BANİPAL'a (kendisine Grekler SARDANAPALUS) derler. (M.Ö. 669 - 626) ASUR Krallığını ve diğer oğlu SHAMASHSHUM-UKİN'e (M.Ö. 668 -648) Babil krallığını verir. Babalarının ölümünden sonra bir müddet iyi geçinen kardeşler nihayet bozuşurlar ve SHAMASSHUM-UKİN ağabeyi ASHURBANİPAL'a baş kaldırır, ordularını harekete geçirir.

Üç sene kadar süren iç harp neticesinde ASHURBANIPAL Babili ele geçirir (kuşatma zaten üç yıl sürmüştür.) (M.Ö. 648) SHAMASSHUM-UKİN kendisini öldürür.



YENİ BABİL İMPARATORLUĞU (M.Ö. 626 - 539)

ASHURBANİPAL'ın ölümü üzerine (M.Ö. 626) merkezi idare bozulmaya yüz tuttu. Kaide valilerinden NAPOPOLAS-SAR İmparatorluğu ele geçirmek için MED ve İSKİTLER ile anlaştı. M.Ö. 612'de Asur Devletine saldırdı ve NİNOVA'yı ele geçirerek Asur Devletini tarihten sildi.

Asur'un yardımına koşan Mısır ordusu M.Ö. 605'te CARCHE-EEMISH (Karkamış) mevkiinde NABOPOLASSARIN oğlu NEBUCHADNEZZAR-2 tarafından imha edildi. Böylece, Suriye ve Filistin Yeni Babil İmparatorluğuna katılmış oldu. Bilâhare Babil İmparatoru olan NABUCHADNEZZAR-2 zaferlerine devam ederek M.Ö. 597 ve 586 tarihlerinde iki kez Kudüs'ü zapt etmiştir. İsrael oğullarını Kudüs'ten alıp, Babil'e esarete götüren bu kişidir.

Yeni Babil İmparatorluğu döneminde Babil en parlak devrini yaşamıştır. Büyük imar hareketlerine başlanmıştır. Uzun süren saltanat, israf, eğlence, zevk ve sefahat ve iğrenç yaşantı sonunda bu son imparatorluk PERS KRALI KURUŞ (CYRUS) tarafından M.Ö. 547 yılında başlayan savaşların neticesinde nihayet düşmüş ve Pers İmparatorluğuna katılmıştır. (M.Ö. 539)

Bundan sonra bir Pers Satraplığı şeklinde idare edilen Babil, sonradan sırasıyla Büyük İskender, Selekitler, Partlar, Arablar, Türklerin eline geçti. Son olarak 1918 tarihinden sonra Irak devleti hudutları içinde kaldı.
 

MURATS44

Özel Üye
Babil Mitolojisi

“Mezopotamya” iki ırmak arasındaki bir bölgeyi anlatan bir coğrafya terimidir. Babil’in en eski devirleri arasında çok az şey bilinmektedir.
Şehrin kurucusu bilinmemekle beraber Babil isminin aslında Sümerce olması şehri kuranların Sümerler olduğunu göstermektedir. Fakat idare merkezi olarak önem kazanması I.Babil sülalesi zamanıdır. Bu sülalenin çökmesi üzerine Babil’de Asur kralları hüküm sürmeye başlamışlardır. Asur İmparatorluğunun yıkılmasından sonra Babil’de Yeni Babil denilen yeni bir sülalenin kısa, fakat parlak egemenliği başlamıştır. Babiller aydın ve sanatkar bir topluluktur. Babiller kendi tanrıları olan Marduk’u ileri sürerek, yaradılış ve tufan efsanelerini bugün tanıdığımız şekilde yeniden işlemişlerdir. Babil mitosları genelde Babilanya çıkışlı olup, daha önceki Sümerli malzemenin sami biçimlerine dönüştürülmüş durumlarını temsil etmektedir. 1.1. Babil Tanrıları - Büyük Tanrılar Marduk: Suların getirdiği bereketi temsil eden Marduk, Ea’nın oğluydu. İlk zamanlarda tarım tanrısı olup alameti Marru:bel, idi. Tufan efsanesinden tanrılar krallığını almıştır. Zaferinden sonra tanrılar ona elli rütbe verdiler. Her biri ayrı bir niteliği temsil ettiği için Marduk tam bir tanrı oldu. Büyük tanrılar kader tabletlerine sahiptiler. Fırtına-kuş, Zu bir gün bunları çalınca Anu onları geri getirecek olana büyük bir kudreti vaad etti. Tabletleri geri almaya ancak rakibinin kafasını kıran Marduk muvaffak oldu. Bir başka defa; kötü ruhlar, ay tanrısı Sin’e kızdıklarından, Şamaş, İştar ve Adad’ı kandırarak Sin’in ışığını kapadılar. Anu ve Ea korkularından bir şey söylemedilerse de Marduk, Sin’e eski parlaklığını geri verdi. Daima kötülükle savaşan Marduk, genel olarak kılıçla bir ejderi yere yıkarak temsil edilir (Resim 1). Babil’in meşhur tapınağı Esagil’de, karısı Sarpanitle birlikte gösterilmiştir. Marduk için yapılan törenlerde çok ilgi çekicidir. Her yıl aynı tarihte, tanrının heykeli büyük bir kalabalıkla Esagil’den dışarı, kırlarda Akitu’ya götürülür ve cemaate emanet edilirdi. Sonra kutsal Fırat kıyılarından dönen tanrının Esagil’e geri gelemsiyle beraber on gün süren bu tören, tanrının, ölümünü, dirilişini ve evlenmesini temsil ederdi. Buna benzer kutlamalar Anu, İştar ve Nannar içinde yapılırdı. Marduk’un başında bulunan on tane halesi, çok parlaktı ve bu parlaklık korkunç bir görüntü arzediyordu. - Yıldız Tanrıları Sin: Ay tanrısı olduğundan çok önemlidir. Güneş Tanrısı Şamaş ve Merih Yıldızı İştar onun çocuklarıdır. Zira ışığın geceden çıktığı kabul edilirdi. Sin, Ur şehrinde Nannar adını alır ve uzun lacivert taşından sakallı bir ihtiyar olarak temsil edilirdi. Her akşam sandalına biner ve ay şeklinde insanlara gözükerek göğü katederdi. Bazen tam yuvarlak bir şekilde aldığından ona da tanrının tacı denirdi. Bu değişmeler Sin’i çok esrarengiz yapmıştır. Karanlıkta ışık veren Sin kötülük yapmak isteyenlere engel oluyordu. Fena ruhlar ona bu sebepten isyan hazırlamışlardır. Sin, aynı şekilde bir zaman bölücüsü olup, çok da zeki olduğundan her ay sonunda diğer tanrılar onun öğütlerini almaya gelirlerdi. Karısının adı Ningal olup, Şamaş ve İştar’dan başka bir diğer oğlu da ateş tanrısı Nusku’ydu. Şamaş: Güneş tanrısı Şamaş, M.Ö.II.binde Babil kralı Hammurabi’ye 382 maddelik meşhur kanunlar yazdırmıştır (Resim 2,3). Bazı efsanelerde Marduk ile karışan bu tanrı, doğu dağlarında oturur, orayı koruyan akrep adamlar her sabah ağır kapıları açarak, Şamaş’ı dışarı çıkarırlardı. Gökyüzünden geçen güneş arabasını Batı dağlarına yaklaştırıp, oradaki bir kapıdan içeri girer ve toprağın derinliklerine kaybolurdu. Cesaret ve kuvvet, kışı ve geceyi kaçıran bu tanrının nitelikleriydi. Aydınlığı hükmetmesi onu bilhassa adalet tanrısı yapmıştır. Şamaş’ın Babil’deki tapınağı “Dünya Hakiminin Evi” adını taşırdı. Şamaşi aynı zamanda kehanet tanrısı olduğundan ‘barru:kahin’ aracılığıyla gerçeğide haber verirdi. Aya adından bir karısı ve iki soyut tanrı olan çocukları vardı. Kettu: Adalet, Meşarru: Hak. Tasvirlerde Şamaş tahtında oturan ve omuzlarından güneş ışınları çıkaran bir erkek olarak gösterilmiştir. Tacında dört çift boynuz bulunur, sağ elinde, hakimiyet ve adalet alametleri olan asa ve halkayı tutardı (Resim 4,5,6). Şamaş’a bilhassa Sippur şehrinde tapılmıştır. İştar: Göğün kraliçesi adıyla tanı

Babil Mitolojisi

Ortadogu söylentilerine göre Babil evrenin yaratilisi: Enuma Elis
Tarihsel Ardalan Babil yaratilis söyleni, gökyüzünde iken anlamina gelen baslangiç sözlüklerinden Enuma Elis olarak bilinen destandir. Ingiliz Arkeologlarin,1845'te simdiki Irak topraklarindaki Ninova'da baslattiklari kazilar sirasinda bulduklari yedi adet kil tablet üzerine çivi yazisi ile kaydedilmistir. Bu tabletler IÖ 688 ile 627 yillari arasinda hüküm süren Kral Asurbanipal'in kütüphanesine aittir. Ninova'dan pek uzak olmayan Ashur'daki Alman kazilari 1902 de baslamis ve bunun sonucunda Babillerin ulusal tanrisi Marduk'un adinin yerine Asurlularin ulusal tanrisi Ashur'un adinin bulunmasi disinda tamamen ayni olan Enuma Elis'in bir baska degiskesi bulunmustur.
Böylelikle, bu destanin, Babiller için oldugu kadar, Asurlular için de önemli oldugu anlasilmaktadir. Bu tabletlerin tahminen IÖ 1000 yillarina kadar dayanmasina ragmen,içerikleri ve biçimleri, üzerlerine kayitli olan hikayenin IÖ 1900'ler kadar eski yillarda var olabilecegini ortaya koyar. Babil'i IÖ 1728'den IÖ 1686 yilina dek yöneten Hammurabi'nin ünlü yasalar toplulugunun girisinde hem Enuma Elis, hem de Marduk'tan söz edilir. Giris kismindaki Ifade söyledir: "Tanrilarin Krali Enum ile göklerin ve yeryüzünün efendisi ve ülkenin kaderini belirleyen tanri olan Enlil'in, Marduk'u tanrilar arasinda üstün kildiklari, daha sonra ona Enlil'in tüm insanlar üzerindeki krallk görevini verdikleri ve sonunda Babil'i dünya devletleri arasinda üstün kildiklari zaman Enum ve Enlil beni, dindar ve tanridan korkan Hammurabi'yi, ülkenin üzerinde adaletin bir günes gibi parlamasini saglayarak ve böylece kötü olan herseyi yok ederek insanlarin hayatlarini zenginlestirmek için seçtikleri zaman Babil'de hersene sonbaharin baslangicini simgleyen on günlük Yeni Yil festivalinin bir parçasi olarak, Enum Elis, husu içinde ezbere okunur ve dramatize edilirdi. Tatil, evrendeki düzenin yeniden kurulmasi, hayatin yenilenmesi ve gelecek yil için tüm insanlarin kederlerinin belirlenmesini vurgulayan ciddi bir olaydi. Bilim adamlari, Babillerin, Enuma Elis'te anlatilan kaos güçleri ile düzen güçleri arasindaki savasi pandomimle temsil ettiklerine inanmaktadir. Marduk mahkumiyetten kurtulana dek Babil sokaklarinda düzensizlik hüküm sürecektir. Daha sonra Marduk, Tiamat ve onun seytani güçlerine karsi tanrilarin gücünü temsil eden bir tören alayina önderlik edecektir. Marduk'un, Tiamat'i ve onun isyankar güçlerini alayci bir savastan sonra yenmesi ve evrende düzeni kurmasindan sonra Babiller onun suretini; babil sokaklarinda gösterisli bir resmi törenle karsilayacaktir. Bu büyülü yöntemle insanlar, kaderlerini kontrol eden tanrilari etkilemeyi ve bereket, bolluk ve iyi talihle dolu bir yil getirmeleri için ikna etmeyi ummuslardir. Ayrica Babil halki, bu söylemin Dicle ve Firat nehirleri üzerinde sihir gücüne sahip oldugunu da düsünmüs olabilirler. Bu nehirler her yil kiyilarini basmis ve sik sik yasadiklari yerlerin sert tufanlarla harap etmislerdir. Insanlar dramatizasyon ve büyü gücünü bu korkunç bahar tufanlarinin tahribine karsi topluluklarini koruyabilmek amaciyla kullanadilar. Marduk, söylen tarafindan onurlandirildiginda, ayni zamanda evreni yaratan ve kaostan bir düzen çikaran Babil'in koruyucusu tanrisi ve tanrilarin yeryüzündeki evi olarak Marduk Tapinagi'nin kuruldugu Bail sehri de onurlandirilmis oluyordu. Böylece söylen, hem dini bir görüsü hemde dünyevi ve siyasal bir görüsü birlestirmektedir. eni Yil Tatili sirasinda insanlarin kaderi belirlendigi kadar; Babil'in siyasal kaderide belirleniyordu. Böylece Enuma Elis, bir yaratilis söyleninden daha fazlasini ifade eder. Babiller Sümerlerin geleneksel yaratilis söylenini almislar ve onu, yeni ulusal, dini ve siyasal amaçlar için kullanmak amaciyla yeniden sekillendirmiserdir. Evrenin yaratilisi'nin açiklamasi, yildirim tanrisi Marduk'un yüce iktidara ulasmasi ve onun yeryüzündeki sehri olan Babil'in methedilmesi hikayesine dönüsmüstür. Baslica Tanrilar Sümer ve Babil tanrilarinin karsilastirilmasi:
Tiamat(Babil): Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, yasami besleyen, Apsu'nun karisi, Anisar ve Kiasari'in annesi, tuzlu sularin efendisi. Toprak Ana
Tiamat(Sümer): Nintu(Ki)nin karsiligi
Apsu(Babil): Tiamat'in kocasi, Ansar ve Kisar'in babasi, tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi.
Apsu(Sümer): Anu(An)'in karsiligi
Mummu(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu,sislerin tanrisi.
Mumnu(Sümer): Karsiligi yok.
Ansar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun oglu, Kisar'in agabeyi ve kocasi.
Ansar(Sümer) Karsiligi yok
Kisar(Babil): Tiamat ve Apsu'nun kizi, Ansar'in kizkardesi ve karisi
Kisar(Apsu): Karsiligi yok.
Anu[An](Babil): Ansar ve Kisar'in oglu.
Anu(Sümer): Nintu'nun kocasi, tüm tanrilarin babasi ve efendisi. Her ikisinde de Gökyüzü tanrisi.
Nintu[Ki](Babil): Erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Burada Anu'nun karisi ve Enlil'in akrabalari yoktur.
Nintu(Sümer): Tiamat gibi Ulu Tanriça veya Ana Tanriça, Anu'nun karisi, tüm tanrilarin anasi, ilk insani çamurdan yaratmistir.
Enlil(Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasindaki havanin tanrisi.
Enlil(Sümer): Anun ve Nintu'nun oglu, Hava ve Tarim tanrisi. Anu ile beraber tanrilarin efendisi olmustur.
Istar(Babil): Nintu gibi,erkek egemenligindeki yaratilis söyleninde yer almamistir. Istar(Sümer):Önce Anu'nun sonra Sin'in kizi, Ulu tanriça veya Ana Tanriça, Ask ve Savas Tanriçasi.
Ea(Babil): Anu'nun oglu, Damnika'nin kocasi, Marduk'un babasi ve Apsu'dan sonra tüm tanrilarin ve tatli sularin efendisi.
Ea(Sümer): Ana,Nintu,yeryüzünün efendisi.Her ikisininde de yaratici zekanin, aklin, tüm sanat ve zennatlarin tanrisi.
Damninka(Babil): Ea'nin karisi ve Marduk'un annesi.
Damninka(Sümer): Karsiligi yok.
Marduk(Babil): Ea ve Damninka'nin oglu, en akilli ve yetenekli tanri, tüm tanrilarin efendisi oldu.
Marduk(Sümer): Anu ve Enlil'in karsiligi.
Kingu(Babil): Marduk'a karsi Tiamat'in güçlerini yönetir.
Kingu(Sümer): Karsiligi yok.
Sini(Babil ve Sümer): AY Tanrisi, Samas'in Babasi.
Samas(Babil ve Sümer): Sin'in oglu. Günes tanrisi, zayiflari,haksizlik yapilanlari ve gezginleri korur. Evrenin, Tanri ve Insanlarin yaratilisi Baslangiçta sadece su ve onun üzerinde salinip duran sis mevcuttu. Baba apsu ortaya çikti ve tatli sularin efendisi oldu. Ana Taimat ortaya çikti ve tutlu sulari yönetti ve her iki su birlikte aktilar. Onlarin oglu Mumnu, sulari kaplayan sislerin içindeydi. Ne en yukaridaki gökler ne de yeryüzü heniz ortaya çikmamisti. Sularin üstünde henüz ne bataklik ne de otlak araziler vardi. Ve henüz kamislardan örülmüs barinaklar yapilmamisti. Daha sonra, Apsu'nun tatli, Tiamat'in tuzlu sularin içinde Ansar ve Kisar sekillenmis ve sulardan disari çikmislardi. Amani gelince, Ansar ve Kisar, göklerin tanrisi olan Anu'nun ana babasi oldular. Buna karsilik Anu, Ea'nin babasi oldu. Onlardan daha akilli, daha anlayisli ve güçlü oldugu ve sihir kullanamada çok yetenekli oldugundan, Ea, hem babasini hemde büyükbabasini geçti. Yeryüzü tanrisi oldu ve büyük tanrilar arasinda rakibi yoktu. Genç tanrilar biraraya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar basina buyruk idiler ki, bu, Tiamat'i rahatsiz etti ve taskinliklari onu gücendirdi. Zaman geçtikçe Ana Tanriça onlarin davranislarindan nefret etmeye basladi, fakat onlara nasil davranmasi gerektigi de bilemedi. Apsu'dan onlarla konusmasini istedi, fakat bunu denediginde onu dikkate almadilar. Apsu, Tiamat ve Mumnu sorunu tartismak için biraraya geldiler. Apsu söyle konustu: "Tanrilarin davranislarina tahammül edemiyorum ! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapiyolar ve hiç uyuyamiyorum. Umutsuzca huzura ve sessizlige ihtiyacim var. Eger benim ricalarimi dinlemezlerse, gürültülerini yapabilecegim tek sekilde, yani onlari yok ederek durdurmak zorunda kalacagim". Kocasini sözleri Tiamat'i sinirlendirmisti, söyle cevap verdi: "Apsu, neler hissettigini çok iyi anliyorum. Biliyorsun ben de ayni sorundan yakinmistim. Ama yine de senin çözümün çok zalimce ! Kendi yarattigimiz çocuklarimi yok edecegiz ? Davranislari kaba ve oyunlari çok can sıkıcıdır, fakat yinede anlayisli olmayi denemeliymisiz." Bununla beraber Mumnu,Apsu'yu destekledi ve "Tiamat'in bu konudaki fikirlerini dikkate almamanizi öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planinizi uygulayin ve otorotinize karsi geldikleri için tanrilari yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karsi itaatsizlik ediyorlar ve davranislari sizde huzurzuluk birakmiyor." Mumnu'nun düsüncesini duydugu zaman, kafasindaki seytani plani begendigi için,Apsi'nun Yüzü Sevkle doldu. Apsu ve Mumnu'nun kendilerine karsi olan komplosunu tanrilar çabucak ögrendier. Haberi ilk duyduklarinda agladilar daha sonra kaderlerine karsi gelmenin bir yolunu bulamamanin çaresizligi ile sustular. Ancak en akilllari, en zekileri ve tanrilarin en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mumnu'nun planlarini bozmanin bir yolunu buldu. Önce tanrilari koruyacak büyülü bir daire olusturdu ve onlari güvenli bir sekilde içine yerlestirdi. Sonra Apsu'nun derin sularina dogru, onu derin bir uykuya daldiracak, Mumnu'ya güçsüz birakacak bir büyü okudu. Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlere bagladi, basindaki taci ve isik halkasini aldi ve kendi basina yerlestirdi. Orada, sularin derinliklerinde karsi Damninka ile huzur içinde yasadi. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odasida talihin odasi olmustu. Nihayet Ea ve Damninka, bütün tanrilarin en yeteneklisi ve akillisi olan marduk'un anababasi oldular. Tam bir yetiskin olarak dogmus olsa da, tanriçalar dogdugu günden itibaren, en bastan beri Marduk, bir önder görüntüsündeydi ve Ea oglunu görür görmez baba yüregi memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüs ve güç bakimindan deger bütün tanrilardan üstün olacak sekilde çifte tanri yapti. Marduk'un yüzünden isiklar saçan dört adet göz, herseyi görmesini sagliyor ve dört adet genis kulak herseyi duymasina yardimci oluyordu. Marduk dudaklarini ne zaman oynatsa agzindan atesler saçiliyordu. Ea,"Oglumuz göklerin günesidir"diye bagiriyordu. Gerçekten de Marduk'un basindaki on tane tanri hanesi öylesine parildiyordu ki, isimlarin parlakligi korkunç bir görüntü arzediyordu. Kendisine bakanlara dehset kadar da huzur veriyordu. ... Anu kuzey, güney, dogu ve bati rüzgarlarini yaratti ve bu siddetli rüzgarlar Tiamat'in sularini siddetle karistirdi.
Bazi tanrilar bu firtinadan aci çekip huzur bulamayinca, kalplerinde kötülük duygulari olustu. Kingu'nun önderliginde annelerine söyle dediler: "Ea ve ona yardim eden tanrilar babamiz Apsu'yu öldürdügünde, sen onlara bunu yapmalari için izin verdim. Simdi de Anu, seni rahatsiz eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgarlari yaratti ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düstü. Hiçbirsey yapmadigina göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun ! Biraz o tanrilarimiz yok ettigini kocani ve Mumnu'yu düsün ! Tamamen yapayanliz kaldin. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldirarak Apsu ve Mumnu'nun Intikamini almiyorsun ? Biz seni destekleyecegiz." Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmustu. "Siz bana iyi bir tavsiyede bulundunuz" diye cevap verdi. "Bize yardim etmeleri için canavarlara yaratacagim ve o tanrilara karsi savasacagiz." Isyankar tanrilar simdi kizginliklarini ifade etmek için kendilerini özgür hissetmislerdi. Ayaklanmalarini anlamak için gece gündüz biraraya gelerek görüstüler. Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yilanlarini yaratti. Gövdeleri kan yerine zehirle doldurdu ve onlarca keskin dislerle uzun zehir disleri verdi. Çok korkunç ejdarhalar yaratti ve bakanlarin dehsetten ölmeleri için, tipki tanrilar gibi onlarin da basina isik haleleri takti. Yilanlar bir kere ayaga kalti mi kimse onlara karsi ayakta duramazdi. Toplam 11 canavar yaratti: Engerek yilani, ejderha, fenks, büyük aslan, çilgin köpek, akrep-adam, üç tane kuvvetli firtina canavari, kir böcegi ve kentaur. Sonra Tiamat Kingu'yu, isyankar tanrilarin ve canavarlarin basina kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptim Kingu"dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrilara ögüt verme gücü verim. Sen simdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadasimsin. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktir. "Bu sözlerle Tiamat Kingu'nun gögsüne Kader tabletini asti. Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamini almak için, kendi çocuklarina karsi savasmak üzere hazirlandi. Hiçbir seyde korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandilar ve yaninda yürüdüler.. Öfkeliydiler ve savasa hazirdilar. Tiamat "Zehiriniz düsmanalarinin üstesinden gelsin."diye bagirdi. Ea, Tiamat ve Kingu'nun Tanrilara karsi isyan hazirliklarini duyar duymaz büyükbabasi Ansar'a gitti ve onu savas hazirliklari konusunda uyardi. Ansar oldukça endiselendi: "Ea, Apsu'yu öldürdün, simdi de Tiamat'in kuvvetlerini önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin." Ea,büyükbabasini hosnut edebilmek için elinden geleni yapti. Ancak Tiamat'i ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehsetle doldu ve onlari karsilayacak cesareti kendinde bulmadi. Korkakligindan utanarak geri çekildi ve Ansar'a geri döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'in canavar yilanalari asla büyülerine karsilik vermeyecekler" diye bagirdi, "onlar benden çok daha güçlüler." Bunun üzerine Ansar, Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur, hemde güçlüsün. Tiamat'a karsi çik. Eminim ki Kingu'nun saldirisina karsi koyabilirsin"dedi. Anu, babasinin emrine itaat etti ve Tiamat'a karsi yola çikti. Bununla beraber onun dehsetli güçlerini görünce, ona karsi koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Ansar'a utanç içinde geri dödü. "Isteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü degilim" diye itirafta bulundu. Ansar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanri Tiamat ve kuvetlerine karsi savasamaz ve hayatta kalamaz" diye düsündüler. En sonunda Ansar nese içinde bagirdi, "Kahraman Marduk intikamizi alacaktir. O çok güçlü ve savasta çok büyüktür. Ea, oglunu getir." Marduk onlarin huzuruna çiktiginda, "Endiselenmeyin, ben gider kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Herseyden önce, size karsi gelen bir erkek degil. Tiamat, tüm silahlarina ragmen, bir kadin ! Öyleyse tanrilarin babasi, neselen ve mutlu ol. Yakinda Tiamat'in boynunu ayaklar altina alabileceksin." Ansar söyle cevap verdi: "Oglum ! Sen tanrilarin en akillisisin. Tiamat'i kutsal sözcüklerinle sakinlestirir. Firtina arabani al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'in canavar yilanlarini seni durduramayacaklardir. Yok et onlari !" Marduk, Ansar'in sözlerini duymaktan çok mutlu oldu." Ansar, eger intikamimi alacak, Tiamat'i yenecek ve tanrilarin hayatini kurtaracaksam, bütün tanrilari meclise çagir ve üstün kaderini ilan et ! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattigim herseyin daim olmasini sagla…Emirlerim ebedi kalsin ve sözlerim daima yasasin ! " Ansar, danismanini yanina çagirdi ve söyle dedi: "Bütün tanrilarla Tiamat'in bize karsi olan isyanindan bahset ve onlara, Ea ve Anu'nun basarisizliga ugradigi yerde Marduk'un nasil basarili olacagini anlat. Onlara burada toplanmalarini söyle. Iyi sarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcimiz Marduk'un kaderine kara vercegiz. "Böylece tanrilar mecliste görüstüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak baskanlik yapacagi, soylu bir taht insa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrilarin en önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrisi Anu'nun otorotisine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandigimizda senin sözlerin en üstün olacaktir. Senin kararlarin ebedi olacaktir. Tanrilar arasinda hiçbiri senin hükmüne karsi gelmeyecek. Sana tüm evrenin kralligini bagisliyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yoketme senin elinde olacak"dediler. Sonra tanrilar Marduk'un önüne bir giysi getirdiler ve "Gücünü kanitlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çikar. Simdi gücünün büyüklügünü ortaya koy"dediler. O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti:"Orataya çik!" ve giysi tek parça halinde ortaya çikti. Tanrilar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde çoskuyla bagirdilar: "Marduk kraldir" Ona tahtini, asasini ve tören kiyafetlerini verdiler. Sonunda da düsmanlarina karsi kullanmasi için benzeri olmayan silahlar verdiler. "Silahlar basarisiz olmayacaktir; düsmanlarini gerçekten de yok edeceksin" dediler. 'Sana güvenenlerin hayatlarini bagisla,ama kötü olan tanrilarin yasamalarina izin verme. Simdi git ve Tiamat'in hayatina son ver.'
Rüzgarlar onun kanini gizli yerlere tasisin. Basarili ve amacina ulasmis olarak geri dön!" Marduk kendine bir yay yapti, ona bir ok takti ve omuzuna asti. Sag elinde asasini tutuyordu. Sol elinde ise zehiri yok eden bir bitki vardi. Yaninda Tiamat'i yakaladiginda içine sokmak için ag tasyordu. Önünde yildirimlar vardi. Gövdesini yakici ateslerle doldurdu. Sonra, Tiamat'in kaçamamasi için, çevresine dört farkli yöndeki rüzgarlari yerlestirdi. Daha sonra Marduk, kötü rüzgari, hortumu, kasirgayi, dört katli rüzgari, yedi katli rüzgari, siklonu ve benzeri olmayan rüzgari getirdi ve yedisini birden tuzlu sularin tanrisi olan Tiamat'in içini karistirmak için gönderdi. Yenilmez firtina arabasini dört canavardan -Tahrip Edici, Acimasiz, Ezici ve Uçucu-olusan yabanil hayvanlar çekiyordu ve görenlerin yüregi dehsetle doluyordu. Marduk arfabasina çikti ve savasta koku salan Vurucu saginda, atesli savasçilari defedebilecek dögüs ise sol tarafinda yer aldi. Her iki canavarin da ucundan zehir damlayan keskin disleri ve dilleri vardi. Sonunda Marduk dehsetli bir zirha büründü ve kafasina korkunç isik halelerini yerlestirdi. Dudaklarina, seytani kuvvetlere karsi büyülü bir koruma saglayan kirmizi bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahi olan tahrip edici yagmur firtinasini çagirdi. Artik kudurmus Tiamat'i karsilamak için hersey hazirdi. Marduk'un görüntüsünü Kingu'nun kalbine dehset saldi ve aklini karistirdi. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlakligina karsi gelemedi ve dehsete düstüler. Sonra Marduk, güçlü silahi tahrip edigi yagmur firtinasini, kizginliktan kuduran Tiamat'a karsi kaldirdi ve "Neden böylesine kötü bir savas baslattin ? Kendi çocuklarina saldiriyosun Onlari sevmiyor musun ? Ogullar babalarina karsi savasiyolar ve onlardan nefret etmek için bir sebebin yok ! Kingu'ya gerçekten haketmedigi bir rütbe bagisladin. Silahlarla donanmis ve güçlerinle sarili olsan da,seni benimle teke tek savasmaya çagiriyorum." Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Basaklari titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bagirdi. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savastilar. Marduk, Tiamat'i etkisiz hale getirmek için agini firlatti. Tiamat, Marduk yakip yoketmek için agzini açtiginda Marduk onun agzini açik tutmasi için kötü rüzgari yolladi. Diger rüzgarlar Tiamat'in gövdesine girdi ve onu iyice genisletip açti. Daha sonra Marduk yayiyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yirtip kalbini parçalayarak onu öldürdü. Marduk,Tiamat'in cesedini yere firlatti ve üzerine çikti. Tiamat ölünce, onun yaninda yer alan tanrilar ikendi canlarini kurtarmak için dehset içinde kaçtilar. Ancak Marduk'un güçleri onlari çembere aldi ve kaçmalarina izin vermedi. Marduk, isyanci tanrilari tutsak etti, silahlarini parçaladi ve onlari aginin içine aldi. Sonra onlari hücrelere kapatti. Marduk, Tiamat'in yaninda on bir canavari zincirlerle bagladi ve vücutlarini ezdi. Kingu'yu esir aldi, gerçekte haketmedigi Kader Tabletini ondan aldi, mühürledi ve kendi gögsüne bagladi. Marduk tüm düsmanlarina boyun egdirdikten sonra. Tiamat'a döndü, bacaklarina basti ve asasiyla kafatasini ezdi. Kan damarlarini parçaladiktan sonra, kuzey rüzgari kanini gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'in cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayirdi. Tiamat'in yarisiyla gökyüzünü kurdu, diger parçasiylada yeryüzünü olusturdu. Tiamat'in yarisiyla gökyüzünü kurdu, diger parçasiylada yeryüzünü olusturdu. Tiamat'in tükürügüyle bulutlari yaratti ve onlari suyla doldurdu, ancak rüzgarlarin, yagmurlarin ve sogugun sorumlulugunu kendisi aldi. Tiamat'in basini yeryüzündeki daglari olusturacak sekilde yerlestirdi ve Dicle ile Firat nehirlerinin Tiamat'in gözlerinden akmasini sagladi. Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasindaki havayi yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yili, aylara ve günlere böldü. Ayin, Yani Sin'in,geceleri ayin degisik günlerini isaret edecek sekilde parlamasini sagladi. Geceleri Sin'e vedigi gibi, günesi yaratarak gündüzleri de Samas'a verdi. Evrende düzeni sagladiktan sonra Marduk, yarattigi emanetleri Ea'ya verdi. Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardim eden tanrilari babalarina karsi ayaklanmanin bosuna oldupunu hatirlatacak heykeller haline getirdi. Anu, Evlil ve Ea'ya döndügünde, Marduk söyle dedi, "Çok lüks bir ev siz, göklerden inip meclise katilacaginizda geeyi geçirebileceginiz bir tapinak insa edebilecek sekilde topragi saglamlastirdim. Tapinagima "Büyük tanrilarin Evi" anlamina gelen Babil adini verecegim. Tapinagi Yetenekli isçiler insa edecek." Tanrilar Marduk'a sordular, "Insa edecegin tapinakta kim yetki sahibi olacak ? Yarattigin yeryüzünde kim senin iktidarina, sahip olacak ? Babil'I sonsuza dek evimiz olacak sekilde olusturur ! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçalimi getirmesini sagla ve biz de daha önce yaptigimiz isleri yapmaya devam edelim. Her iste yetenekli olan Ea'nin Babil klanlarini hazirlamasini sagla ve bizde isçi olalim." Marduk'un kalbi, bu cevabi duyunca neseyle oldu. Ea'ya "Kan toplayacagim ve kemikler yaratacagim ve onlardan bir vahsi yaratip, ona 'insan' adini verecegim" dedi. "Onun görevi tanrilarin rahat içinde yasamalari için onlara hizmet etmek olacak." Bilge Ea cevap verdi:"Tanrilari meclise çagir. Tiamat'a isyan etme fikrini veren tanriyi bize vermelerini söyle. Bu tanrinin ölmesini sagla ve onun kanindan insanlar ortaya çiksin." Marduk,tanrilari topladiginda söyle dedi:"Aranizdan kimin isyani tasarladigini ve Tiamat'i ayaklanmaya yönelttigini yemin ederek açiklayin.Sorumlulugu,utanci ve cezayi üstlenmesi için onu bana teslim edin.O zaman geri kalanlariniz bundan sonra huzur içinde yasayacak." Isyankar tanrilar kendilerini ayaklanmaya tesvik edenin Kingu oldugunu açikladilar.Sonra onu baglayarak Marduk ve Ea'nin huzuruna çikardilar. Ea,Kingu'yu öldürdü,kan damarlarini parçalara ayirdi ve onun kanindan ilk insani yapti.Sonra Ea onlara,amaçlarinin sadece tanrilara hizmet etmek oldugunu anlatti. Tanrilar ,böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmislardi. Ama önce Marduk'u sereflendirmek ve ona kendilerini kurtardigi için tesekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurtarmak üzere iki yil boyunca çalistilar. Tapinak tamamlaninca tanrilar duvarlarin arasinda toplanip olayi kutladilar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler. "Marduk, tanrilar arasinda en üstün olsun ve onlari yönetsin"diye bagirdilar. "Yarattigi insan irkina çobanlik etsin. Onlar için ibadet ayinleri olustursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve hatmedilecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar,günlein sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygi göstermeyi unutmasinlar. Tanrilarina hizmet etsinler ve beslesinler, tapinaklarina kusursuz baksinlar. Ülkelerini kalkindirsinlar, türbelerini insa etsinler ve Ana Tanriça'yi hatirlasinlar." Tanrilar,kutlamalarini sonunda görkeli basarilari ve islerinden dolayi onurlandirmak için,ulu tanri Marduk'un sahip oldugu 50 ad ve niteligi ikna ettiler. Son olarak söyle konustular:"önder ve çoban, Marduk'u sevindirsnler ki, ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiç bir tanri degistiremez. Akli çok sevgisi zengindir. Ama emirleri. Tiamat'i yendigi ve sonsuza kadar sürecek kralligi elde ettigi için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde herseyden üstün olsun."
 

MURATS44

Özel Üye
Sözde Babil tanrıları

Tiamat (Babil): Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça, Toprak Ana, tüm yaşamı besleyen, Apsu'nun karısı, Anşar ve Kişar'ın annesi, tuzlu suların efendisi.

Apsu (Babil): Tiamat'ın kocası, Anşar ve Kişar'ın babası, tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.

Mummu (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, sislerin tanrısı.

Anşar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun oğlu, Kişar'ın ağabeyi ve kocası.

Kişar (Babil): Tiamat ve Apsu'nun kızı, Anşar'ın kızkaresi ve karısı.

Anu [An] (Babil): Anşar ve Kişar'ın oğlu.

Nintu [Ki] (Babil): Erkek egemenliğindeki yaratılış söylenin-ıle yer almamıştır. Burada Anu'nun karısı ve Enlil'in akrabaları yoktur.

Enlil (Babil): Yeryüzü ve gökyüzü arasındaki havanın tanrısı.

İster (Babil): Nintu gibi, erkek egemenliğindeki yaratılış söyleninde yer almamıştır.

Ea (Babil): Anu'nun oğlu, Damnika'nın kocası, Marduk'un babası ve Apsu'dan sonra tüm tanrıların ve tatlı suların efendisi.

Damnika (Babil): Ea'nın karısı ve Marduk'un annesi.

Marduk (Babil): Ea ve Damnika'nın oğlu, en akıllı ve yetenekli tanrı, tüm tanrıların efendisi oldu.

Kingu (Babil): Marduk'a karşı Tiamat'ın güçlerini yönetir.

Sin (Babil ve Sümer): Ay tanrısı, Şamaş'ın babası.

Şamaş (Babil ve Sümer): Sin'in oğlu, Güneş tanrısı. Zayıfları, haksızlık yapılanları ve gezginleri korur
 

MURATS44

Özel Üye
Babilin asma bahçeleri

http://www.faculty.fairfield.edu/jmac/rs/7hanging.gif



M.Ö. 450'li yıllarda tarihçi Herodot "Babil, yeryüzünde bilinen bütün diğer şehirlerin ihtişamını aşar." demiştir. Herodot, şehrin dış duvarlarının 80 kilometre uzunlukta, 25 metre kalınlıkta ve 97 metre yükseklikte olduğunu ve 4 atlı bir arabanın gezinmesine uygun olduğunu belirtmiştir. İç duvarlar, dış duvar kadar kalın değildi. Duvarların içinde som altından yapılmış büyük heykeller bulunan kaleler ve tapınaklar vardı. Şehrin içinde ünlü Babil Kulesi vardı. Bu kule, Tanrı Marduk'a yapılan bir tapınaktı ve cennete ulaşmak için göğe doğru yükseliyordu.

Babil, M.Ö. 605'den itibaren 43 yıl hüküm süren kral Nebuchadnezzar tarafından yapılmıştır. Daha zayıf bir rivayete göre ise M.Ö. 810 yılından itibaren 5 yıl hüküm süren Asur kraliçesi Semiramis tarafından yapılmıştır.

Bahçeler Nebuchadnezzar'ın sıla hasreti çeken karısı Amyitis'i neşelendirmek için yapılmıştı.Amytis, Medes kralının kızıydı ve iki ülkenin müttefik olması amacıyla Nebuchadnezzar ile evlendirilmişti. Onun geldiği ülke yeşil, engebeli ve dağlıktı. Mezopotamya'nın bu dümdüz ve sıcak ortamı onu depresyona itmişti. Kral, karısının sıla hasretini gidermek için onun memleketinin bir benzerini yapmaya karar verdi. Yapay dağlar ve suların akacağı büyük teraslar yaptırdı.

Yunanlı coğrafyacı Strabo'nun M.Ö. birinci yüzyıldaki tanımlamasına göre, bahçeler birbiri üzerinde yükselen kübik direklerden oluşuyordu. Bunların içleri çukurdu ve büyük bitkilerin ve ağaçların yetişebilmesi için toprakla doldurulmuştu. Kubbeler, sütunlar ve taraçalar pişmiş tuğla ve asfalttan yapılmıştı. Yüksekteki bahçeleri sulamak için Fırat nehrinden zincir pompalarla su yukarılara çıkarılıyordu. Zincir pompa, biri yukarıda, diğeriyse su kaynağında bulunan iki büyük volana gerili, üzerinde kovalar bulunan bir sistemdi. Nehirden dolan kova yukarıya çıkıyor içindeki suyu havuza boşaltıp tekrar nehre dönüyordu. Bu şekilde üst seviyelere taşınan su, bahçeleri sulayarak teraslardan aşağıya doğru akıyordu.

Yunanlı tarihçi Diodorus'a göre bahçeler yaklaşık 120 metre genişlikte ve 120 metre uzunluğunda ve 25 metre yüksekliğindeydi.

Ninova'daki Asurbanipal kitaplığında bulunan çivi yazısı tabletlere göre Babil'de 53'ü büyük, 650'si küçük olan toplam 703 tapınak, 360 sunak, 2 ayin yolu, 24 büyük cadde ve 3 kanal vardı. Şehir dörtgen bir plana göre kurulmuştu. Biri iç, diğeri dış olmak üzere 16,5 kilometre uzunluğunda 2 surla çevriliydi. Surların dışında bütün şehri çevreleyen su hendekleri de vardı.

İstilalar yüzünden sönmeye başlayan şehir, özellikle Pers Kralı Keyhüsrev'in Babil'i fethetmesinden sonra sönmeye başlamış, M.S. 5 ve 6. yüzyıllarda kumlara gömülmüş ve bir kum dağı haline gelmiştir. Bu şehrin, içindeki tapınakların ve asma bahçelerin kalıntıları ancak 20. yüzyılda yapılan kazılarla meydana çıkarılabilmiştir.
 

MURATS44

Özel Üye
Babil'in Şaşırtıcı Pili ve Gümüş Kaplama Çömlekleri

1938 Yılında Avusturyalı Arkeolog Dr. Wilhelm Konig bir müze oluşturmaya çalışıyor ve durmaksızın kazı yapıyordu . Kazı sırasında , 15 cm yüksekliğinde parlak sarı renkte kilden yapılmış ikibin yıllık bir çömlek buldu ; çömleğin içinde bakır levhadan yapılmış 3.81 cm. çapında 5 cm. yüksekliğinde bir silindir vardı .

Silindirin kenarları 60/40 oranında kurşun/kalay alaşımıyla kaplanmıştı ve bu oran günümüzde kullanılan en iyi orandı . Tepesinde şapka gibi duran katlanmış ve bakırın içine gömülmüş mühre benzer zift ya da asfalt bir parça veya katman görülüyordu . Bu katmanın içinden çıkan bir demir çubuk , bakır silindirin içine doğru asılı duruyordu , bakar bakmaz demir çubuğun paslanmış olduğu yani asitlendiği anlaşılıyordu . Bir mekanik uzmanı olmayan Dr. Konig bu garip cisme önce uzun uzun baktı ama fazla düşünmesine ve uzman olmasına hiç gerek yoktu çünkü kil çömlek antik pilden başka birşey olamazdı .

Bu pil şu anda Bağdat Müzesindedir ve resmi tarihlemesi ise m.ö. 248 ile m.s. 226 arasındaki Part/Pers işgalidir yani o dönemden kaldığı bilimsel olarak kabul edilmiştir . Dr. Konig bu garip çömleğin dışında yine şu anda aynı müzede bulunan gümüş kaplı başka bakır çömlekler de bulmuştu ; tüm çömleklerin bulunduğu yer Güney Irak'taki Sümer kazılarıydı ve bu alanın arkeolojik tarihi m.ö. 2500 olarak belirlenmişti ama tutucu müzeciler inatla kendi bildikleri tarihi çömleklerin yanına yazmaktan geri kalmadılar .

Bugün özellikle gümüş kaplı çömleklere baktığınızda , yüzeydeki parlak mavimsi rengi görebilirsiniz ; bu renk gümüşün elektro kaplama yöntemiyle bakıra kaplanması halinde ortaya çıkan karakteristik renktir . Bir an için müzecilerin haklı olduklarını kabul edelim ; öyleyse Persler , bildiğimiz en eski uygarlık olan Ortadoğu uygarlığının dışında ve ötesindeydiler çünkü pil kullanıyorlar ve elektro kaplama yapabiliyorlardı . Ya da Sümerler bunu yapıyordu ; yapan veya sahibi kim olursa olsun ; sormamız gerekmiyormu?

Biz neden pil yapmayı ve elektrolizi 4000 yıl sonra hatırladık? Ya diğer unuttuklarımız?

DENDERA'DAKİ ELEKTRON TÜPLERİ

Mısır'da Dendera'da bulunan geç ptolemik dönemden kalma Hathor tapınağı'nın farklı yerlerinde Eski Mısır uzmanlarının bir türlü geleneksel dinsel-mit terimiyle açıklayamadıkları garip duvar resimleri vardır ama elektrik mühendisleri için bu resimleri hemen tanımlamak çok kolaydır .

17 no'lu geçitteki üst panelde , Mısırlı rahiplerin ellerinde boyu eninden fazla olan tüpler görülmektedir , rahipler ne olduğu anlaşılamayan bir uğraş içindedirler ve her tüpün içinde , tüp uzunluğunda bir yılan bulunmaktadır .

İsvaçli mühendis Henry Kjellson , " Forvunen Teknik/Kayıp Teknoloji " adlı kitabında hiyerogliflerin bu yılanları parlayan ve ışık saçan olarak tanımladıklarını yazarken , tanımın bir tür elektrik akınını kasdettiğine inanmaktadır .

Yine aynı sahnede , sağda üst köşede bir Mısır Tanrısı olan Atum-Ra oturmaktadır ve ellerinde enerji kaynağına benzer bir kutu tutmaktadır . Kutunun saç örgüsüne benzer bir uzantıya veya kabloya bağlı olmasını elektromanyetik mühendisi Alfred D. Bielek , bir mühendislik çiziminin kopya edilmesi olarak yorumlanmakta ve bugünün elektrik kablolarının yönlendirilmesi bu şekilde gösterildiğini söylemektedir . Kablo kutudan çıkıp , resmin tabanına kadar uzanmakta ve uçları tüp cismin dibinde kaybolmaktadır .

Resimlerdeki cisimlerin herbiri bir sütun üzerinde durmaktadır ve Biielek'e göre bu sütunlar birer yüksek voltaj kaynağıdır . Tüp cisimler TV resim tüplerine de benziyorlar , elektronik teknisyeni N. Zecharius , cisimleri Crookes veya elektron tüplerine benzetmiştir ama bunlar modern TV tüplerinin çok ötesindedirler .

Ne yazıkki , daha üst geçit'te bulunan resimler harap olmuştur ama içerde Kutsal Bölmede bulunan bir papirüs çok iyi durumda bulunmuştur ama buna bakıldığında garip tüplerin gizemi daha da artmaktadır . Yazmada sadece çalışır durumda olan tüpler değil , amaçlarıda görülmektedir . Birçok örnekte , kadınların ve adamların tüplerin yanına oturmuş oldukları ve uzatmış oldukları ellerini veya avuçlarını doldurdukları resmedilmiştir yani bir şey almamaktadırlar .

Nedir o bir şey ve o insanlar ne tür bir enerjiden yararlanmaktadırlar? Dendera resimleri eşsizdir ve kesin olarak geçerli bilimsel mantıkla açıklanamaktadır . Ve eğer bu bir teknoloji ise , bizim teknolojimizin çok ötesindedir.

ASHOKA SÜTUNU BİLMECESİ

Antik bir ****lürji harikası arıyorsak , Hindistan'a Delhi'ye gitmemiz yeterlidir . Çünkü Ashoka Sütunu oradadır ; boyu 23 m. çapı 40 cm. , ağırlığı 6 tondur . İşlenmiş demir şaft olan sütunun , kaynakla birleştirilmiş disklerden yapıldığı belirlenmiştir .

Bir iddiaya göre , m.s. 413'te ölen Kral II. Chandra Grupta'nın mezar taşıdır . Böyle olsa dahi , sütunun 1500 yıldan beri aynen kaldığı ve hiç bozulmadığı gerçeği değişmeyecektir . Sütunun yüzeyi yumuşak ve prinçle kaplı izlenimini vermektedir , hava koşullarından etkilendiğini gösteren birkaç iz bu kaplama yüzeyde görülebilir . 1600yıllık süreç içerisinde , Hint yağmur ormanlarına , muson ikliminde , sert rüzgarların ve yüksek nemli ısının altında eşdeğer bir demir kütlesinin paslanıp , çürümemesini düşünmek ancak bir hayaldir .


Demir yapımı ve paslanmauya karşı korunma teknikleri bilindiği kadarıyla ancak 5. yüzyıldan sonra geliştirilmeye başlanmıştır ama bu bilgi Ashoka Sütunun'da geçerli değildir .

Bu garip sütunu yapan gizemli ****lürjistler kimlerdir ve onların uygarlıklarına ne oldu ?

Ve neden onlardan kalan başka bir ize ulaşamıyoruz ?

Yoksa , geçmişin tarihini yazarken , atalarımızı ilkel insanlar sanıyor ve saçmalıyormuyuz.

ANTİKYTHERA'da BULUNAN YILDIZ HESAP MAKİNESİ


1900 Yılında Paskalya'dan birkaç gün önce , Yunanlı bir grup sünger avcısı , Antikyhera adlı küçük bir adanın yakınında su altına dalış yaparken , antik bir geminin kalıntılarına rastladılar .

Kalıntıların arasında m.ö. 50 yılından kalma bronz ve mermer heykeller vardı , dalgıçlar bunları çıkarmaya çalışırken şekilsiz garip bir cisme rastladılar , bu cisim sonradan incelenmek üzere Atina Müzesine yollandı . Sonrası malum , cisim temizlendi ve çürümüş bronz ve tahta kalıntılarının arasında modern bir saatin dişli çarklarına benzeyen dişliler bulundu .

1958'de Dr. Derek J. de Solla Price , uzun bir çelışma sonucunda cismin bir taslağını yaptı , bu bir makinaydı . Dişlilerin çalışması sonucunda Ay'ın ve Güneş'in hareketleri hesaplanabiliyordu .

Bir saat değildi ama bir tür hesap makinesiydi ama en önemlisi yıldızların geçmişteki ve gelecekteki konumlarını gösteriyordu . Büyük olasılıkla Antikyhera aygıtı , Eski Yuna'ın çok öncesinde yapılmıştı ; gizem hala çözülmüş değil ; aygıt müzede duruyor ve bir benzerine hala rastlanmadı .

Göksel Hesap Makinesini yapanların kimliğini şu ana kadar öğrenmiş değiliz. Kimdi onlar?

ESKİ MISIR'da HAVACILIK

1898 Yılında , Mısır'da Kuzey Sakkara'da , m.ö. 200'den kalan Pa- di-Imen'in mezar kazılarında garip kanatları olan bir cisim bulundu . O yıllarda , daha henüz uçak ve uçuculuk kavramı gelişmemişti , olsa olsa bir kuş olabilirdi .

Cisim , Kahire Müzesine yollandı ve katologlara alındıktan sonra diğer açıklanamayan eşyaların arasında yerini alarak tozlanmaya terk edildi . 70 yıl sonra Mısırılog ve arkeolog Dr. Halil Messiha , müzedeki kuş figürleri üzerinde çalışırken , Sakkara cismi ile karşılaştı , daha ilk bakışta cismin kuş olmadığına karar verdi , önünde modern bir uçak dizaynı duruyordu .

İşin ilginç yanı Dr. Messiha'nın , bir model uçak meraklısı olmasıydı , kısa bir çabadan sonra Mısır Kültür Bakanlığını bir araştırma yapılması için ikna etmeyi başardı . Cismin son derece hafif bir maddeden yapılmıştı , ağırlığı 14 gr.'dı ,kanat açıklığı 17.78 cm.'di ve aerodinamiği mükemmeldi . Kanatlar modern bir makette olduğu gibi , özel olarak açılmış bir deliğe monte edilmişti ve arka kuyruğu tam anlamıyla modern bir uçağa benziyordu .

Yapılan tasarım sonucunda ortaya çıkan uçak modeli düşük hızlı bir yük uçağına benziyordu , hızı ancak saatte 45-65 mil olabilirdi ama tabiki güç kaynağının ne olduğu bilinmiyordu .

Mükemmel bir planör olarakda düşünülebilirdi ama bu cisim 2000 yıllıktı ve planör olarak uçabilmesi için , bir jet uçağının çekişine ihtiyacı vardı . Messiha , Eski Mısırlılar'ın günlük yaşamlarında her şeyin modelini yapmaya bayıldıklarını biliyordu ; mezarların tapınakların gemilerin arbaların hizmetçilerin hayvanların ve hemen her şeyin küçük modellerini yapmışlardı .

Sonuç olarak bir uçak modeli bulunmuştu ; Dr. Messiha şimdi çok daha öte bir hayal kuruyor ; acaba çöllerin kumlarının altında daha neler gizli? Ve Eski Mısırlılar uçuyor muydular?

İNKALARIN JET UÇAĞI

1954 Yılında , Colombia Hükümeti , antik altın eserlerden oluşan bir koleksiyonu , ABD'ye sergilemeye gönderdi .

Amerika'nın önde gelen mücevher uzmanlarından Emmanuel Staubs , siperiş üzerine cisimlerin altı tanesinin röprodüksüyonlarını yapacaktı .

15 yıl sonra bunların bir tanesi analiz için biyolog-zoolog Ivan T. Sanderson'a verildi . Sanderson kısa bir çalışmadan sonra , bir grup danışmanı toplayarak vardığı sonucu açıkladı ; bu model en azından bin yıllıktı ve yüksek hızda uçabilen bir uçak modelinden hatta bir jet başka birşey değildi . Modelin uzunluğu 5cm.'di ve bir zincirin ucuna takılıp , kolye olarak kullanılmıştı .

Tahminen m.s 500-800 arasında , Sinu Bölgesi'ndeki İnka öncesi dönemden kalmaydı . Sanderson ve New York Aeronotik Enstitüsü'nden Dr. Arthur Poyslee , bu tür bir kanatlı hayvanın olmadığı sonucunda birleştiler , cisim biyolojik olmaktan öte mekanikti .

Örneğin ön kanatları delta şeklindeydi , kenarları çok belirgindi ve bir hayvana hiç benzemiyordu arama daha da ilginci bir dümen vardı . Bütün bunların ötesinde , cismin üzerinde Aramaik yani eski İbrani alfebesindeki " B " harfinin bulunması inanılmazdı yani cismin kökeni Colombia değil , Ortadoğu olmalıydı ama orada ne arıyordu?

Gerçekten bu bir uçak modeli mi ?

Harfin şekli bir rastlantımı?

Yoksa eski Ortadoğulular uçmanın sırrına sahipmiydiler?

ATLANTİS'TEN GELEN KRİSTAL KAFATASI

Kuşkusuz ki , en ünlü en gizemli kristal parçası 1927 yılında F.A. Mitchell Hedges tarafından eski İngiliz Honduras'ı şimdiki Belize'deki antik Maya kenti Lubaantum'da bulunan kafatasıdır . Kafatası tek parça berrak kuartzdır ; yüksekliği 12.7 cm. , eni 32 cm. , genişliği 12.7 cm.'dir yani küçük bir insan kafatası büyüklüğündedir ve ayrıntıları mükemmeldir .

1970 yılında Frank Dorland tarafından Hewlett-Packard Laboratuvarlarında yapılan testlerde kafatasının normalötesi bircisim olduğu sonucuna varılmıştır . Kafatasının normal ya da doğal kristal olduğu ve karakteristik olarak moleküler yapısına dokunulmadığı anlaşılmıştır ve bu oluşum modern kristalografide henüz denenmemiş ve bilinmemektedir .

Hiç bir meetal kullanılmamıştır , Dorland herhangi bir ize rastlayamamıştır , üzerinde görülen bazı çizgiler kazı sırasında ve sonrasında oluşmuştur ve yine Dorland'a göre büyük olasılıkla kafatası elmas kesici kullanılarak şekillendirilmiş ve mükemmel bir perdahlama ve parlatma işlemi yapılmıştır .

Bir diğer ilginç saptama kafatasındaki su ve silikon - kristal kum izlerinin bulunmuş olmasıdır ve bu oluşum için gereken süre 300 yıldır . Sonuç olarak bütün bunlar bize inanılmaz bir başarıyı veya bilinmeyen bir tür kayıp teknolojinin kullanıldığını göstermektedir .

Modern bilim , kristal kafatasına uygun bir açıklama getiremiyor , insanoğlu Ay'daki dağlara tırmanabiliyor ama bu cisimi açıklayamıyor .


Hewlet - Packard'dan bir kristalografın dediği gibi , bu kristal varolmamalıdır . Yüzlerde yıl öncesinin kuartz kristal ustaları acaba kimdi? Yoksa kafatasını , başka birilerimi düşürdü?

2000 YIL ÖNCEKİ KALP VE BEYİN NAKLİ

Yine Peru'dayız ; Ica'da ; burada 20.000 taş tablet ve bezbol topuna benzer kaya parçası bulunmuştur , hepsi resimlerle süsülenmiştir tüm kayaların sahibi amatör bir arkeolog ve jeolog olan Dr. Javier Cabrera Darquea'dır .

Kayalar gri andesit ve yarı kristalize sert granit'tir yani kazılmaları çok güçtür ama Dr. Cabrera'nın belirlediğine göre bu kayalar oyulmuş olarak çok uzun zamandan beri buradadırlar . İlk kez , 1525'te kaşif ve katil Pizarro'nun yanında bulunan Rahip Simon adlı Jesuit misyoner tarafından görülmüş ve katdedilmişlerdi .

1562'de bazı örnekler Avrupa'ya taşınmıştı . Taş portreleri yapanlar anatomiyi iyi biliyorlardı , hatta günümüzdeki anlayışın daha ötesindeydiler .

Bazı yerlerde , böbrekler ve akciğerlerdeki kan akışkanlığı ve akapunktur iğnelerinin anestezik olarak kullanaılacağı noktalar gösterilmiştir , bu teknik Avrupa'da ancak 1970'ten sonra kullanılmaya başlanmış ve kanserojen tümörler üzerinde denenmiştir .

Daha ayrıntılı resimlerde açık kalp ve açık beyin ameliyatları görülmektedir , hatta bir yerde adım adım bir kalp nakli resmedilmiştir . Bu huzur kaçırıcı keşif , sanki günümüzün teknolojisi ile rekabet etmektedir .

Dr. Cabrera resimlerde bir beyin naklinin dahi görüldüğü düşüncesindedir .

Tarih , öncesi cerrahi düşüncesinin , modern cerrahinin daha ötesinde olması çok etkileyici ve çarpıcı bir kuramdır . Kısacası , tarih öncesi cerrahlar kimlerdir? Ve bu denli bilgiye nasıl ulaşmışlardır?

MİLYARLARCA YIL ÖNCE ÜRETİLEN DEMİR KÜRELER

30 Yıl önce güney Afrike'da Batı Transvaal'da bulunan Wonderstone Gümüş Madeninde çalışan madenciler , kuyu açma çalışmaları sırasında ****l kürelere rastladılar .


Kürelerin sayısı 200'ü aşıyordu , 1979'da kürelerin birkaçı Johannesburg , Witwaterstand Üniversitesi'nden Jeoloji uzmanı Prof. J.R. Mclver ve Potsshefstroom Üniversitesi'den Prof. Andries Bisschoff tarafından incelendi , ****lik küreler biraz basıktılar ve çapları 1 ile 10 cm. arasındaydı .

Dış yüzeyleri genelde çelik mavisiydi , dışarıya vuran kızıl yansımalar görülüyordu ve ****le gömülü minik benekler vardı , benekler beyaz fiberden yapılmış izlenimini veriyorlardı . Alaşımın nikel/çelik olması doğal değildi çünkü bu kompozisyon kurallarının dışındaydı , ancak metorik bir köken böyle olabilirdi .

Bazılarında bir veya iki cm.lik ince bir kabuk belirlendi ve küreler kırılarak açıldığında içlerinin garip süngerimsi bir madde ile dolu olduğu anlaşıldı ama kısa bir zaman sonra hava ile temas eden bu maddenin küle dönüştüğü gözlemlendi .

Kürelerin analitik yapısı , kayaların özgün yapısı ile hiç ilgili değildi , radyo-izotop teknikleriyle yapılan tarih belirlemelerinde kürelerin en azından 2.8 veya 3 milyar yıllık oldukları belirlenince herkes şok oldu . Güney Afrika Klerksdrop Müzesin'den Roel Marx , bu garip ve gizemli olaya bir gizem daha kattı ; küreler kendi eksekleri etrafında döndürüldüklerinde dışarıya serbest bir tür enerji yayıyorlar ve durdurulduktan sonra çok uzun bir süre aynı enerjiyi yaymaya devam ediyorlardı .

Kürelerin yaydığı enejinin türü belirlenemedi , neden yapıldıkları anlaşılamadı , amaçları bilinmiyor ve de kimlerin yaptığı tahmin dahi edilemiyor .

Kimibilir belki de Transvaal Küreleri'ni de , model uçakları , kristal kafatasını , çömlekteki pili ve Yıldız hesap makinesini kullananlar düşürmüşlerdi; kimbilir belkide bütün bunlar akıl ötesi bir zekanın çocuklarının oyuncaklarıydılar; belki de Neandertal insan avına bi laser silahıyla çıkan , beyin naklini başarabilen babaları , odalarını (dünyayı) kirlettikleri için onlara kızıyorlardı...

NEANDERTAL ADAMI KİM TÜFEKLE VURDU?

Eğer yolunuz Londradaki Doğal tarih Müzesi'ne düşecek olursa , arada Paleolitik Dönemden kalma 38.000 yıllık bir kafatası daha göreceksiniz "Kristal kafatası da oradadır" Bu kafatası 1921 yılında , şimdiki Zambia'da bulunmuştur ve sol tarafında yaklaşık iki santimlik bir delik bulunmaktadır .

Yapılan inceleme sonucunda , deliğin bir ok veya mızrak tarafından açılmadığı anlaşılmıştır çünkü deliğin kenarlarında mikroskobik düzeyde dahi en küçük bir çatlak yoktur yani delik sesten daha hızlı bir cisim tarafından açılmıştır .

Deliğin karşı yanı yani çıkış noktası parçalanmış veya kırıktır , buda kafatasının içerden dışarıya doğru patladığını göstermektedir yani özetle bu tür bir delik izi ancak bir tüfek atışı sonucunda açılabilir .

Ateşli silah uzmanlarına göre , bu tarih öncesi kurban , kasıtlı bir atışla yani çok yüksek hızlı bir silahın kurşunuyla öldürülmüştür ama bu silahı onbinlerce yıl öncesinde kullanan kimdi ? İki varsayım var ; kafatası sanıldığı kadar eski değildir yani ortada ciddi bir bilimsel yanılgı vardır ya da deliğin nedeni başkadır .

Ama bu Paleotik kafatası 1.820 m. derinlikte kaya blokları içinde bulunmuştur yani çok eskidir . Peki ama 38.000 yıl önce kim barut kullanıyordu ?

Elbetteki Taş Devri insanı değildi , öyleyse bir başka ırk vardı . Ya da başka bir dünydan gelen birileri vardı ama uzayı aşan bir zeka , barutlu tüfekmi kullanıyordu ? Acaba deliğin bir lazer ışını olabilirmi * yoksa aramızda veya geleceğimizde , Neadertal insan avcılığına meraklı zaman yolcularımı var? Sonuçta soru şudur ; o tüfeği kim taşıyordu ?
 

MURATS44

Özel Üye
Sümer, Sami, Akad, Babil Putperestliği

Kısaca Babil dini diyeceğimiz, Sümer-Akad-Babil dinin kökleri, Nuh tufanı öncesine ve sonrasına dayanır. Sümer ve Sami dini, geleneksel bir karışım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu Mezopotamya toplumları yerine, kısaca alışılmış "Babil" deyimini kullanacağız.

SÜMER DİNİ ÇOK TANRILI

Özellikle Babil dininin, temel dayanaklarından birisi olan Sümer dini, 'çok tanrılı' bir dindir. Sümer toplumunun geçmişinde yer almış; ataları olan peygamberler-dini önderler, melekler, bir kısım cinler ve şeytanlar zamanla tanrılaştırılmıştır. Olağan veya olağanüstü tabiat olaylarına; yer, yeraltı, gök, yıldızlar, gezegenler, Güneş, Ay, hava, su, rüzgâr, yağmur v.s. hepsine birer tanrı atfetmişler ve daha da ileri giderek şahsi tanrılar ihdas etmişlerdir.
Özellikle Akad döneminde, Sami putperestliğinin etkisiyle bazı dini-simgesel dönüşümler ortaya çıkmıştır. Bir taraftan, şahsi-ailevi putlar önem kazanırken, diğer yandan 'Ay tanrısı' gibi bir kısım tanrı kültü daha da önem kazanmıştır.

TANRILAR "İNSAN GİBİ"


Babil tanrıları, insan görünümünde ve insanüstü güçleri olan sözde ölümsüz varlıklardır. İnsanlar gibi onlarında çocukları, eşleri, aileleri vardır. İnsanlar gibi üzülür, sevinir, kıskanır ve kavga ederler. Bu tanrıların bazısını da "baş tanrıları" addetmişlerdir.

Sümerli öğretmen Ludingirra, tanrılarını, şöyle tanımlar:
"Öykülerimizin çoğu, tanrılarımızla ilgilidir. Bize göre tanrılarımız, insanlardan üstün ve ölümsüzdür. İstediklerini yapabilirler. Ancak yinede, insanlar gibi sever, sevilir, üzülür, acı çeker, yaralanır, hastalanır, kızar, öç alır hatta kendileri tarafından iyi sayılmayan suçları işlerler."

ŞEHİR TANRILARI

Sümerlerde, her şehrin bir koruyucu "şehir tanrısı"vardır. Hatta Sümerli Ludingirra'ya göre, ataları, Mezopotamya'ya göç ederken, bu tanrılar öncülük etmişler ve hazırladıkları şehirlere, onları yerleştirmişlerdir.
Sümer tanrıları, ne isterlerse yaparlar. Adeta şöyle ifade edebiliriz: "Onlar tanrıdır, ne isterlerse yaparlar yeridir." Onlar ne istediklerini söylemez, ancak insanlar onlara, ne arzu ettiklerini sorarak, öğrenirler.

TANRILARLA İLETİŞİM

Bu iletişimin, birkaç yolu vardır. Tanrılık maskesi takmış varlıklar, ya elçileri olan rahiplere-medyumlara, doğrudan fısıldayarak yahut rüya yoluyla istek ve emirlerini bildirirler. Yahut da, "fal ve büyü aracılığı" ile bu işi yaparlar.
Tanrılara kurban edilen hayvanların karaciğerleri, bu iş için kullanılır. Bu tanrılarıyla iletişimi sağlayan bir araçdır. Karaciğerlerdeki bir takım "işaretler"in neyi anlattığını açıklayan, katalog tabletler mevcuttur. Bunlar, sadece "rahip-medyumların" anladığı şifreli bir konuşmadır. Bu varlıklar, ruhbanları-medyumları aracı olarak kullanarak, istediklerini yaptırırlar.

RAHİPLER-TANRILAR İLİŞKİSİ: "CİĞER-SU-YILDIZ FALI"


Gerçek vahiy aşamasından kayarak, "şirk-putperestlik periyodu"na dönüşmüş toplumlarda bilgi kaynağı, sayısız "tanrı maskeli varlıklara" dayanmaktadır. Bu konuda Sümerli Ludingirra, şunları aktarmaktadır:
"Bizde fala çok inanılır. Bu falların başında hayvan ciğerine bakıp onu yorumlamak gelir. Krallarımız, savaşa çıkacakları zaman, uygun olup olmadığını ciğer falıyla saptarlar. Ayrıca suya ve yıldızlara bakılarak gelecek hakkında bilgi alınır. Tapınaklarımızda falcılık görevi yapan rahiplerimiz vardır."

Dikkat edilecek olursa, "cin-şeytanlar", insanları yönlendirmek için benzer yöntem ve araçları bugünde yaygın bir şekilde kullanmaktadırlar. Bu konu üzerinde, yazının son bölümünde duracağız.
Anadolu'daki kavimler ve Hititler de, geçmişten aldıkları bu putçu mirası, akla-hayale gelmez putperestlik ve büyücülük olarak devam ettirmişlerdir.

ŞAHSİ-AİLEVİ TANRILAR VE TANRI TİCARETİ

Böylece kendilerinin yaptıkları listelerde; 1000-1500'leri bulan tanrılar, Akad-Harran dininde, şahsi-ailevi tanrılarla, on binleri bulmaktadırlar. Öyle ki, put kırıcı İbrahim'in, babası, tanrı ustalığı yaparken; İbrahim bile, çocukluğunda, istemeyerekte de olsa, bu tanrıların satıcılığını yapmıştır. Bu bize, Akad-Harran toplumundaki, put ticaretinin boyutlarını göstermektedir.

Cambridge Üniversitesinden Dr. Joan Oates, Babil dinini, şöyle özetliyor:

"Resmi Babil dininin merkezi unsuru, tanrı imgesiydi. Tanrının heykelde vücut bulduğuna inanılıyordu. Tanrı imgesinin bireysel tapınmada da önemli olduğu, ucuz kil kopyaların her yerde bulunmasından anlaşılmaktadır. Ayrıca oğula, babasının "tanrılarının" miras kalabileceği, kayıtlarda vardır. Tapınaklardaki tanrı heykellerinin çoğu, değerli ahşap türlerinden yapılır, altın işlemeli kumaşlarla giydirilir, göğsü ve boynu takılarla bezenir ve başına taç giydirilirdi. Özel atölyelerde imal edilip onarılır, çok ayrıntılı ve çok gizli kutsama ayinleriyle yaşam kazandırılırdı."

İNSANLAR GİBİ YİYEN-İÇEN TANRILAR

Dr. Oates, tanrıların nasıl yedirilip-giydirildiğini, şöyle anlatıyor:
" Mezopotamya'da dinsel etkinliklerin merkezinde, insanın, tanrılara hizmet etmek amacıyla yaratıldığı inancı vardı. Harfiyen uygulanan bu görüşe göre, tıpkı maiyetinin krala hizmet etmesi gibi, tanrıya, tapınak görevlileri tarafından bakılır, yemek verilir, giydirilirdi. Tanrı heykeli müzik eşliğinde törenle beslenir; tapınak arazilerinin ve sürülerinin ürünleri ve adak yiyecekleri sunulurdu. Tanrı 'yerken' insanların, hatta rahiplerin 'gözlerinden saklanır'; heykel ve masasının çevresi, keten perdelerle gizlenirdi. Yemek bittiğinde perdeler açılır, ama tanrının elini yıkaması için tekrar kapatılırdı."

"Tanrı, yemeği yedikten sonra, yemekler, krala gönderilirdi. Asıl tanrının, eşinin, çocuklarının ve hizmetkâr tanrıların sofralarına gitmeyen yemeklerse, tapınak yöneticileri ve zanaatçılara dağıtılırdı. Söz konusu yemeklerin miktarı ise çok fazlaydı."

HİNT TANRILARINA NE KADAR DA BENZİYOR?

Bu tanrılaştırılan varlıklar, bugünkü Hint tanrı heykellerine ne kadar da çok benziyor! Onlara da sözde akşamdan süt döküyorlar, sabahleyin sütün içildiğini görerek, "bakınız tanrılarımız süt içmiş!" diyebiliyorlar.

Bunlar bütün eski putperest dinlerde benzeri oynanmış, varlık(cin-şeytan) oyunlarından başkası değildir. Aynı zamanda, aracı ruhban sınıfı(rahipler, keşişler) bu din ticaretiyle; bir taraftan insanları uyuşturmakta, diğer yandan büyük nüfuz sağlayarak, yönetimi elde tutmaktadır. Krallar da ya başrahiptir ya da rahiplerin oyuncağıdır.

TANRICILIK VE BÜYÜCÜLÜK OYUNU

Bu tanrılar, "iyi ruhlar"dır. İyinin karşısında, "kötü ruhlara-şeytanlara" ihtiyaç vardır. Böylece bu kötülük yapan varlıklara karşı, bu tanrı varlıklardan yardım istenirdi. Bu nedenle de "muskalara-büyülere" ihtiyaç olacaktır. Dr. Oates, bu konuda da şu bilgiyi veriyor:

"Mezopotamya tanrıları, insan görüntüsünde tasarlanırlardı. Daha aşağı varlıkların kusur ve davranış bozukluklarından, yoksun değillerdi. Her Babilli'nin dua ettiği ve adaklar sunduğu kendi kişisel tanrı veya tanrıçası vardı. Bu tanrının görevi, kişiyle diğer tanrıların arasını bulmak ve evrende bolca bulunduğuna, inanılan iblislere ve kötü ruhlara karşı, kişiyi korumaktı. Koruyucu muskalar takılırdı. Görevleri, büyü sözlerini söylemek ve kötü güçleri savacak ayinler yapmak olan "rahipler"(aşipu, maşmaşu) vardı."

KÖTÜ RUHLAR-ŞEYTANLAR DA "TANRI ÇOCUKLARIDIR"

"(Kâhinlik- medyumluk), Babil yaşamının en temel öğelerinden biri olarak ele alınmalıdır. Bu işle uğraşanlar, toplumun en saygın en etkili kişileriydi. Hem bireyler, hem de devlet görevlileri, bütün önemli olaylarda, onlara başvururlardı. Orduya, daima bir bilici(kâhin) eşlik ederdi. Eski Babil döneminde bunların, aynı zaman da bir general oldukları anlaşılıyor."

"Birçok kötü ruhun, iki büyük tanrı Anu ve Enlil'in çocukları olduğuna inanılırdı. Kehanet temelde, tek tek ve toplum olarak bütün insanlığın kaderini belirleyen tanrılarla, bir iletişim tekniğiydi."

Bu "kötü tanrılar-ruhlar" ise aslında aynı "cin-şeytan varlıkları"nın kötü rol üstlenmiş olanlarıydı. Bu insanlık tarihinin başından beri kurgulanan ve sahneye konan bir oyundu. Oyunun başkahramanı ve figüranları da belliydi.

Maalesef üzerine oyun sergilenenler, insanoğlu ve insan topluluklarıydı! Dr. Halil Bayraktar
Kaynaklar:
1) Kur'an-ı Kerim
2) Joan Oates, Babil, çev. Fatma Çizmeli, Arkadaş Yy, Ankara,2004.
3) Egon Friedell, Mısır Ve Antik Yakın Doğunun Kültür Tarihi, Çev. Ersel Kayaoğlu, Dost Yy, Ankara, 2006.
4) Muazzez İlmiye Çığ, Sümerli Ludingra, Kaynak Yy, İstanbul, 1996.
5) Muazzez İlmiye Çığ, İbrahim peygamber, Kaynak Yy, İstanbul, 1997.
6) Yahudi Ansiklopedisi, "Harran üzerine bir makale", C. 6, s. 231(Arap coğrafyacısı Yakut'tan alıntı yapmış.)
7) Barnabas İncili, İng.den Çev. Mehmet Yıldız, Milenyum Yy, İstanbul, 2005.
 
Üst Alt