Hz. Muhammed (sav ) Baskı ve işkence

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
BASKI VE İŞKENCE

Kabe
Kabe
Onlar, bizim huzurumuza çıkacakları gün (başlarına gelecek olanları) ne iyi duyar ve görürler (bir bilsen)! Fakat o zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler. [204]

Haksızlık edenler, hangi akıbete uğratılacaklarını yakında bilecekler. [205] Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden Öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler. [206]

Mekke eşrafı yıllardır muhatabı oldukları, ancak ilk zamanlar önemsemediklerinden, sonraları ise Mekke’deki aileler arasında bir problem çıkmasına fırsat vermek istemediklerinden kayıtsız kaldıkları islâm davetini durdurabilmenin yeni çarelerini aradılar. Ebû Talib’le heyetler halinde görüşmeleri veya bireysel girişimleri bir işe yaramamıştı. Yeni bir şeyler yapmalı ve İslâm davetini durdurmalıydılar. Bunun için ellerini çabuk tutmalıydılar. Çünkü, İslâm daveti her geçen gün mevcut inançlar, bu inançların meşruiyet sağladığı uygulamalar açısından büyük bir tehlikeye dönüşüyordu. Mekke liderleri, hep yapageldikleri üzere, Dâru’n Nedve’de tekrar toplandılar. Bu neredeyse bütün aile temsilcilerinin katıldığı bir toplantıydı. Her şeyi ayrıntılı bir şekilde konuşup tartıştılar. O zamana kadar gerçekleştirdikleri ve başarısız kaldıkları girişimlerini gözden geçirdiler. Yeni bir yöntemin bulunması gerektiği açıktı. Acaba ne? Toplantının gerçekleşmesini sağlayanlar düşüncelerini açıkladılar: Artık Muhammed ve adamlarına yumuşak davranma dönemi geride kalmalı ve fiilî müdahalede bulunmalıydılar. Fiilî müdahalede bulunmak kaçınılmaz olmuştu. Önlerinde duran tek yol ise şiddetti. Şiddete başvurmaktan başka çareleri kalmadığım ısrarla belirtenler oldu. Bunu ise her aile kendine mensup mümine uygulamalıydı. Böylelikle hem aileler arasında husumet ortaya çıkmaz ve hem de problem çözülmüş olurdu. Bazı aile temsilcileri duydukları karşısında şaşırdılar, ama karşıt bir görüş de ileri süremediler; itiraz edemediler Çünkü Mekke’nin en büyük ailelerinin temsilcileri bir karara varmışlardı ve onlara itiraz edemezlerdi. Artık kendilerine düşen, verilen karara uymak veya uygulanmasına razı olmaktı. Böylelikle islâm daveti yeni bir aşamaya girmiş oldu. Yeni dönem baskılar ve işkenceler dönemiydi.

Resulüllah’a Yönelik Baskı ve Zorbalıklar

Müşrikler açısından tepkilerin birinci dereceden hedefi Resulüllah’tı. Esasen İslâm’ın yaygınlık kazanmasını önlemek için Resulüllah’ı öldürmek bütün problemlerini temelden çözerdi. Mekke liderlerinin bu çözümü düşündüklerinde şüphe yoktur. Fakat bunu yapamadılar. Yapamayacakları için de Resulüllah’ı öldürmek gibi bir çözümü aralarında tartışma konusu dahi yapmadılar. Zira kavmiyetçiliğin bir hayat biçimi, ideoloji haline geldiği Mekke Arap toplumunda, Resulûllah’a yönelik bir saldırı, tüm Haşim boyuna yönelik bir saldırı olarak değerlendirilecekti. Bu ise Mekke’nin diğer aileleri için kabul edilir bir durum değildi. Zira böylesi bir durumda tüm Mekke ve hatta çevresi kana bulanırdı. Ayrıca çok büyük boyutlu olmayan çatışmalar dahi, Mekke’nin en önemli ekonomik kaynağı konumundaki hac ve panayır faaliyetlerine büyük oranda zarar verirdi. Bunlar, gerçekleşmesi kesinlikle istenmeyen şeylerdi. Dolayısıyla problemi görüşmelerle çözme yolunu zorunlu olarak tercih ettiler. Haşim boyunun reisi konumundaki Ebû Talib’le görüşmeleri de hep bu nedenle oldu. Fakat görüşmelerden bir sonuç elde edemediler. Ebû Talib yeğenine olan desteğini hiç esirgemedi. Ebû Talib’in Resulüllah’a olan desteğinin ise Haşim boyunun desteği anlamına geldiği açıktı.

Müşrikler diğer müminlere her türlü şiddeti uygulamalarına rağmen, Ebû Talib nedeniyle Resulüllah’a yönelik açıktan fiilî bir müdahaleye cesaret edemediler. Fakat Resulüllah’a yönelik sessiz de olmadılar. Fırsatını buldukça Resulüllah’ı incitmek veya eziyet etmekten geri kalmadılar. Ancak şurası da kesindir ki, müşriklerin hepsi Resulüllah’a veya diğer müminlere karşı aynı tavırlar içerisinde değildi, islâm’ın asıl ve şiddetli düşmanları daha çok diğer büyük boyların temsilcileri olan Mekke liderleriydi. Bunun tek istisnası Ebû Leheb’di. O, amcası olmasına rağmen diğer müşrik liderlerle birlikte hareket etmekten ve yeğenine sıkıntı vermekten geri durmuyordu. Resulüllah’a yönelik tepkilerin failleri genellikle şu kimselerdi: Ebû Cehil, Ebû Leheb, Velid b. Muğire, Şeybe b. Rebia, Ebû Süfyan b. Harb, Ebû Süfyan b. Haris, Haris b. Kays, Âs b. Vâil, Esved b. Abd-i Yeğus, Umey-ye b. Halef, Ebû Kays b. Fakih, Nadr b. el-Haris, Münebbih b. el-Haccac, Said b. Seyfî, Zübeyr b. Ebî Umeyye, Esved b. Abd’ul Esed, Âs b. Said, Ukbe b. Ebû Mu-ayt, Hakem b. Ebi’l As. Resulüllah’a yönelik olumsuz davranışların en bilinenleri şunlar oldu: Resulüllah, Peygamber olmadan önceki bir zamanda, kızlarından Ümm-ü Gülsüm’ü amcası Ebû Leheb’in oğullarından Uteybe ile, Rukayye’yi ise Ebû Leheb’in diğer oğlu Utbe ile evlendirmişti.

Resulüllah, peygamberlik göreviyle sorumlu kılınıp, İslâm’ı tebliğ etmeye başlayınca gördüğü tepkiler arasında en yıpratıcılardan ilki amcası Ebû Leheb’den geldi. Bilhassa Leheb sûresinin vahyolunmasmı takiben, Ebû Leheb iki oğluna da baskı yaparak, Resulüllah’ın kızlarını boşattırdı. Hatta özellikle Uteybe, Resulüllah’ın kızı olan karısını sadece boşamakla kalmayıp; hep iviligini gördüğü kayınpederi ve amca oğlu Resulüllah’a hakaret edip, mübarek vüzüne tükürme terbiyesizliğini de işledi. Onun bu tavrı Resulüllah’ın Ta Rabb. köpeklerinden birisini buna musallat et [207] bedduasına neden oldu. Uteybe, Şam seferlerinden birisinde bir yırtıcı hayvanın saldırısına uğradı; parçalanarak öldü.

Ebû Leheb’in yeğenine yönelik baskılarından cesaret alan diğer müşrikler de benzer davranışlara girerek, Resulüllah’ın diğer kızı Zeyneb’i boşaması için Ebû’l Âs b. Rabia’ya baskı yaptılar. Ebû’l As, aynı zamanda Hatice’nin yeğeniydi. Hatice bu yeğenini çok sevdiği için, ona İslâm’ı özellikle anlatmış, ancak o İslâm’a girmemişti. Fakat Ebû’l As’m Resulüllah’a veya diğer müminlere karşı herhangi bir olumsuz davranışı olmadı. Hatta, karısını boşamasına yönelik baskılara karşı koyup, istenileni yapmamakta direndi. Müşriklerin, Zeyneb’i boşaması karşısında istediği kızla evlendirecekleri vaadi de bir işe yaramadı. Daha sonraları, Ebû’l Âs Müslüman olmadığı için, Zeyneb, kocasını terk ederek Medine’ye hicret etti. Ebû’l Âs ise ancak H. 6. yılda islâm’a girdi ve Medine’ye hicret edip Zeyneb’e kavuştu.

Resulüllah’ın diğer kızı Fâtıma da kin ve husumetlerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Henüz çocuk yaştaki Fâtıma’ya saldıran bir müşrik onu başından yaralayarak, acı çekmesine neden oldu.

Ebû Leheb bir defasında rezaletini iyice büyüttü. Resulüllah’ın başına pislik dökmeye karar verdi. Resulüllah’ı Kabe yakınında namaz kılarken görünce ilerleyip pislik dolu kapı başına boşaltacağı sırada, kardeşi Hamza b. Abdülmuttalib durumu fark etti. Hamza, Ebû Leheb’in elindeki pislik dolu kabı alıp, onun başına boşaltı. Ebû Leheb yaptığı işte taraftar bulacağını umarken, böylesi bir durumla karşılaşınca şaşırdı; kardeşine ‘ahmak’ diye bağırıp, hakaret etti.

Resulüllah baskı ve zorbalığı en çok amcasından görmesine karşılık, Ebû Leheb’in karısı Arvâ veya daha çok bilmen künyesiyle Ümm-ü Cemil de kocasından geri kalmadı. Ebû Süfyan’m kardeşi olan bu kadın, her fırsatta Resulüllah’ı rahatsız etmekten büyük zevk aldı. Komşuları olan Resulüllah’ın evinin önüne pislikler attı, ayaklarına zarar versin diye geçeceği yerlere dikenler döktü.

Ebû Cehil, Resulüllah’ın şahsına yönelik baskı ve zulümde ileri gidenlerden bir diğeriydi. Daha önce geçtiği üzere, Resulüllah’ın Kabe’de namaz kılmasını engellemek için büyük gayret sarf etti. Yine bir başka seferinde, Kabe de namaz kılan Resulüllah’ı görünce öfkeye kapıldı. Birisine bir deve işkembesi buldurarak, namaz kılmakta olan Resulüllah’ın omuzlarına koydurdu. Babasını omuzlarındaki işkembe ile gören Fâtıma koşarak gelip, işkembeyi babasının üzerinden alarak atti. Bu sırada müşrik liderler büyük bir neşe içerisinde olup biteni takip ediyorlardı. Resulûllah ‘Ey Allahım.’ Kureyş’i sana havale ediyorum. Ey Allahım! Kureyş’i sana haVale ediyorum. Ey Allahım! Kureyş’i sana havale ediyorum. Ey Allahım! Amr b, Hişam’ı (Ebû Cehil), Utbe b. Rebia’yı, Seybe b. Rebia’yı, Velid b, Utbe’yi, Umeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebû Muayt’ı, Umâre b. Velid’i sana havale diyorum [208] dedi. Müşrik liderler bu sözler üzerine korkup, dağıldılar. Başlarına bir bela gelmesinden çekindiler. Bir başka seferinde, Ebû Cehil daha da cüretkar davranarak, Resulüllah’ı öldürmeye karar verdi. Niyetini de güvendiği bazı dostlarına açıkladı. Bu girişimini Resulûllah namaz kılarken gerçekleştirecekti. Bir gün aradığı fırsatı buldu ve eline geçirdiği büyük bir kayayla, başını ezmek arzusuyla Resulüllah’a yaklaştı. Fakat birden geri çekildi. Muhtemeldir ki, aklı başına gelmiş ve Haşim boyundan göreceği tepkiden korkmuştu.

Ubeyy b. Halef, Resulüllah’a karşı öfkesini açıkça dile getiren müşriklerden birisiydi. Mekke halkının sohbetlerine konu olan güzel bir atı vardı. Resulüllah’ı her gördüğünde ‘Bir at aldım ve seninle savaşıp, seni öldüreceğim gün için besliyorum’ diyerek tehdit ederek, korku vermeye çalışırdı. Resulûllah ise, ‘înşaallah o gün ben seni öldüreceğim’ derdi. Dediği gibi de oldu. Ubeyy b. Halefi o atının üzerindeyken Bedir’de öldürdü.

Müşriklerin Resulüllah’a yönelik tepkilerinin en yaygın biçimi alay etmeleriydi. Müşrik ileri gelenler, alay etmek niyetiyle Resulüllah’a yönelik sataşmalarını, laf atmalarını hiç eksik etmediler. Resulüllah’ı gördükleri zaman en çok yaptıkları sataşma ise ‘Yeryüzünün kralı yanımızdan geçiyor’ demeleriydi. Bir defasında, sırf alay edip eğlenmek için Resulüllah’ı bir ziyafete davet ettiler. Resulûllah, Müslüman olmadıkları sürece davetlerine icabet etmeyeceğini söyleyince, davetin sahibi olan Ukbe b. Ebî Muayt İslâm’a girmeye hazır olduğunu söyledi. Resulûllah davete icabet ederek Ukbe’nin evine gitti. Fakat herşeyin bir yalandan ibaret olduğunu, Ukbe’nin yalan söylediğini anladı. Üzüntü içerisinde oradan ayrıldı. O üzüntü içerisinde geri dönüp, uzaklaşırken, müşrikler arkasından gülüp, alay ettiler.

Kaynaklarda, ismi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmayan müşriklerden birisi, bir seferinde, Resulüllah’a gelerek, insanları neye davet ettiğini sordu. Resulûllah onun bu sorusunu ciddiye alıp cevaplayınca, o rezil adam elbisesini toplayarak kıçını açıp Resulüllah’a arkasını döndü ve alay etti.

Hür ve Zengin Müslümanlara Yönelik Baskı ve İşkenceler


Resulüllah’ın davetine olumlu cevap verip, müminlerin ilklerinden olan Sâ’d b. Ebî Vakkas, annesinin son derece sert tepkisiyle karşılaştı. Henüz genç birisi olan Sâ’d, annesinin ekonomik ve psikolojik şiddetine maruz kaldı. Ancak bunlara rağmen durumunu hiçbir şekilde değiştirmedi; imanında sebat etti. îmanında bir oevşeme veya tereddüt oluşmadı. Kadın baskı ve şiddetle oğlunu kendi safına çekemeyecegini anlayınca, muhtemeldir ki bizzat oğlundan duyduğu ve İslâm’ın gereği olan insanlara ve özellikle anne-babaya yönelik güzel davranışta bulunma emrini kendisine dayanak kılarak, oğlunu bu noktadan sıkıştırmayı denedi. Oğluna ‘Allah, anne ve babaya iyi davranmayı emretmedi mi? Allah’a yemin ederim ki, sen ölünceye ya da Muhammed’i inkâr edinceye kadar bir şey yemeyeceğim ve içmeyecegim’ dedi. Bu konudaki kararlılığının ifadesi olarak da inandırıcı bir yemin etti. Kadın verdiği kararı uygulamaya koydu. Günler bu hâl üzere geçmeye başladı. Bu durum Sâ’d için büyük bir ıstıraptı. Ne yapacağını bilemedi. Fakat Sâ’d için önemli olan annesinin göreceği tehlike değildi. O, Allah’ın anne ve babaya iyilik emrine asi olarak günaha girmekten korkuyordu. Annesinin kendisi nedeniyfe sıkıntı çekiyor olmasına razı olamadı. İslâm’ı terk etmeyi ise hiçbir şekilde düşünmedi. Annesinin açlık grevinin üçüncü gününde Resulüllah’a giderek durumu bildirdi. Ne yapması gerektiğini sordu. Bu arada vahyolunan bir ayet durumu açıklığa kavuşturdu. Kur’an bir kez daha müminlerin sıkıntılarını giderecek çözümü gösterdi: ‘Biz insana, ana ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Eğer onlar seni (doğruluğu) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa (bu konuda) onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm.[209] Artık Sâ’d için problem bitmişti. Doğruca annesinin yanma gitti ve kararını bildirdi: ‘Ey anneciğim! Dilediğini yap, Allah’a yemin ederim ki, yüz canın olsa ve her birini birer birer versen, ben dinimi yine terk etmeyeceğim. Annesi, uygulamaya koyduğu şeyin kendisini amacına ulaştırmayacağını anladı ve ölüm orucunu sona erdirdi.[210]

Mus’ab b. Umeyr da ağır sıkıntı ve şiddetli baskılarla karşılaştı. O, Mekke’nin en zengin ailelerinden birisine mensuptu. İslâm’a girmeden önce, güzel ve pahalı giysilere düşkünlüğü nedeniyle, Mekke’nin en yakışıklı ve süslü genci olarak tanınıyordu. Fakat İslâm’a girince önce ekonomik imkânlarım kaybetti. Anne ve babasının ekonomik desteklerini çekmesiyle şiddetli bir yoksulluk yaşamaya başladı. Günlerce aç kaldığı oluyordu. Üstünde doğru dürüst bir giysisi yoktu. Açlıktan zayıfladı, güneşten yanıp, kavruldu. Anne ve babası ekonomik desteklerini Çekmekle kendisinin İslâm’ı terk edeceğini zannetmişlerdi. Ama düşündükleri olmadı; Mus’ab gidişatını hiçbir şekilde değiştirmedi. Hatta İslâm’a daha da bir içtenlikle sarıldı.

Müslümanlarm gençlerinden Zübeyr b. Avvam, amcasının baskılarıyla karşılaştı. İslâm’ı terk etmesi yönündeki bütün teklifleri geri çevirince ve ağır tehditlere boyun eğmeyince işkenceye maruz kaldı. Amcası onu bir hasıra sararak hareketsiz duruma getiriyor ve bu durumdayken hasırın açık tarafından duman vererek boğmaya çalışıyordu. Zübeyr, bu işkenceye birçok kez maruz kaldı.

Osman b. Maz’ûn, amcası ve aynı zamanda Dâru’n Nedve’nin önemli üyelerinden olan Umeyye b. Halefin işkencelerine maruz kaldı. Diğer amcası Hakem de onu hapsederek, İslâm’ı terk edinceye kadar serbest bırakmamakla tehdit etti; günlerce bir binada açsusuz mahkûm kaldı.

Halid b. Said, ağır işkenceler gören müminlerden bir diğeriydi. O bilhassa babasının şiddetine maruz kaldı. Birçok defa babasından çok şiddetli dayak yedi. Hatta bunların bazıları o kadar şiddetliydi ki, üzerinde sopalar kırıldı. Fakat babasının İslâm’ı terk ederek atalarının dini olan Mekke dinine girmesi yönündeki tekliflerine, islâm’ı terk etmeyeceği yönünde cevaplar vererek imanında ısrarcı oldu. Daha sonra bir fırsatını bularak kaçıp, Resulüllah’ın yanma geldi. Dâru’l Er-kam’da Resulüllah’ın yanında kalmaya başladı. Ancak Resulüllahın Mekke dışında namaz kıldığı bir sırada babası tarafından bulunup, yine çok ağır bir dayakla cezalandırıldı. Bu durum Habeşistan’a hicret etmesine kadar devam etti.

Ekonomik durumu gayet iyi olduğu için babasından ayrı bir evde yaşayan Ebû Bekir ise, babasının teklifleri karşısında sıkıntı çektiyse de, babasının tekliflerine aldırmadı. Zayıf ve kendilerim savunacak kabilesi olmayan, bilhassa da köle olan ve işkenceye uğratılan müminleri satın alarak serbest bıraktı. Bu şekilde mal varlığının önemli bir kısmını harcayıp bitirdi. Onun bu durumu babasının hiç hoşuna gitmedi. Birçok defa babasının ‘Görüyorum ki, hep zayıf kimseleri azat ediyorsun. Biraz da güçlü kuvvetli birilerini azad edip yanına al. Hiç değilse seni korurlar’ teklifiyle karşılaştı. Ebü Bekir, kendisine taraftar bulmak amacında olmadığını, satın alıp kurtardığı kişilerin güçlü veya zayıf olmasının önemli olmadığını söyledi; ‘Ben yaptıklarımı kudretli ve yüce olan Allah için yapıyorum [211] dedi.

Ebû Cehil, güçsüz ve zayıf müminlere yönelik baskı ve işkencelerden hiç geri kalmadığı gibi, bilhassa ticaretle uğraşan müminleri tehdit ederek amacına ulaşmaya çalıştı. Ticaretle uğraşan müminleri çoğu zaman: ‘Senin ticaretini baltalayacağız, malım yok edeceğiz [212] diyerek tehdit ediyordu. Ticaretle uğraşan müminlerin ticarî faaliyetlerine çok değişik yöntemlerle engel olmaya çalışıyordu. Onları ticaret kervanlarına dahil etmiyor, mallarını kötûlüyor, müşterilerine engel oluyordu.

Köle Ve Güçsüzlere Yapılan İşkenceler

Bir köle olan Bilâl, sahibi Umeyye b. Halefin ağır işkencelerine maruz kaldı. Umeyye b. Halef onu günün en sıcak vaktinde, güneş ışınlarının ateş yağmurları gibi yeryüzüne çarptığı saatlerde kızgın kumlara yatırıyordu. Büyük bir kaya parçasını da üstüne koydurarak “Ölünceye ya Sa Muhammed’i inkâr edip Lât ve Uzzâ’ya ibadet edinceye kadar bu kaya bu şekilde kalacak’ diyordu. Onun bu sözlerine karşılık Bilâl’ın cevabı sadece ‘Allah birdir, Allah birdtf oluyordu. Ibn Mâce’nin [213] konuyla ilgili bir rivayeti şöyledir: ‘Müslüman olduğunu açıkça ilan edenlerin ilki Resulüllah, Ebû Bekir, Ammar, Ammar’ın annesi Sümeyye, Süheyb, Bilâl ve Mikdad olmak üzere yedi kişiydi. Allah Resulüllah’ı müşriklerin zulmünden amcası Ebû Talib vasıtasıyla korudu. Ebû Bekir’e gelince Allah onu da kavminin nüfuzu ile korudu. Fakat diğerlerine gelince müşrikler onları yakaladılar ve demir zırhlar giydirip kızgın kumlara yatırdılar. Bunlardan her biri bu işkenceler karşısında müşriklerin istedikleri sözleri söylediler. Ancak Bilâl müstesna. Bilâl, Allah uğrunda canını feda etmeyi gerçekten küçümsedi. Müşriklerin isteklerini yerine getirmedi. Müşrikler ise onu öldürmeyi gerekli bulmadılar ve çocukların ellerine vererek Mekke sokaklarında gezdirdiler. Bilâl, bu sırada ‘ehad’, ‘ehad’ (Allah birdir, Allah birdir) diyordu’. Hz. Bilâl, sördüğü bu ağır işkencelerden Ebû Bekir’in kendisini satın alıp azat etmesiyle kurtulabildi.

Yasir, Yemenli olup, Mekke’ye Ebû Huzeyfe b. Muğire’nin himayesinde yerleşmişti. Ebû Huzeyfe, Yasir’i hizmetçisi Sümeyye ile evlendirerek bir aile kurmasına yardım etmişti. Bu evlilikten Ammar ve Abdullah isimli çocukları olmuştu. Yasir ailesi, Resulüllah’m peygamber olarak gönderilişine kadar fena sayılmayacak şartlarda hayatlarını devam ettirdiler. Fakat ne zaman ki Resulüllah’ın peygamberliğini tasdik edip, İslâm’a girdiler, işte o zaman zulmün, baskının, işkencenin her türlüsüne muhatap oldular. Kureyşliler Mekke’de hiç akrabası ve taraftarı olmayan bu aileye yapmadıklarım bırakmadılar. Kızgın kumlar üzerinde günlerce yatırıp, yine günlerce aç-susuz bıraktılar. Vücutlarını korlarla dağlayıp, sopalarla dövdüler. Bu işkenceler Ammar’ın vücudunda kalıcı izler bıraktı. Ammar yıllar sonra bile sırtındaki elbisesini çıkardığı zaman, yanında bulunanlar onun sırtındaki yara izlerini gördüler. Yasir ailesine işkenceler yapılırken, onların gördüğü işkenceye engel olacak gücü bulunmayan Resulüllah çok üzülüyordu. Onları teskin edip, sabırlar dilemekten başka bir şey yapamıyordu. Bir defasında Yasir ailesini işkenceler içerisinde görünce; “Müjdeler olsun ey Yasir ailesi! Sizin kavuşacağınız yer cennettir [214] müjdesini verdi. Onlar öylesine sağlam bir imana sahiptiler ki, en zor anlarında, işkenceler altındayken verilen bu müjdeye inanmakta hiç tereddüt etmediler; dirençleri bir kat daha arttı.

Yasir ailesine yapılan işkenceler zamanla daha da arttı. Bu işkence seanslarından birisinde, dininden dönmemekte ısrar eden Sümeyye, Ebû Cehil’in öfkesini kabartı. Ebû Cehil eline geçirdiği bir mızrakla Sümeyye’yi öldürdü. Sümeyye’nin şehadetiyle müminler ilk şehitlerini vermiş oldular. Kısa bir müddet sonra da Yasir aynı şekilde işkenceler sırasında şehit oldu. Ammar ise bu işkenceler sırasında kendisine yapılan teklifi kabul ediyor görünerek hayatını kurtardı. Yapılan teklif, Resulüllah’a küfretmesi ve Mekke müşriklerinin ilâhlarına saygı ifade eden sözler söylemesiydi. İstenileni yapıp, canının kurtaran Ammar büyük bir üzüntü ve sıkıntı içerisinde doğruca Resulüllah’m yanına giderek, olup biteni anlattı. Durumunun ne olduğunu sordu; yaptığı iş nedeniyle müşrik olmaktan korkuyordu.

Resulûllah, ‘Kalbini nasıl buluyorsun!’ diye sordu. Bununla kastettiği şey, söylediği şeyler konusunda içinde ne gibi duygu ve düşüncelere sahip olduğuydu. Ammar’ın cevabı ‘imanla dopdolu’ olunca, Resulûllah; ‘Eğer onlar yine aynı şeyleri yaparlarsa, sende onların dediğim yap [215] dedi. Bu sırada vahyolunan bir ayet Ammar’ın durumunu açıklığa kavuşturdu: ‘Kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlananlar istisna, iman ettikten sonra kim kalbini küfre açarsa o kimselere Allah’tan büyük bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.[216] Bu ayet nedeniyle Resulûllah, Ammar’ı, ‘Ammar iliklerine kadar imanla doludur’ biçiminde tanımladı. Çünkü onun imanına Allah şahitlik etmişti.

Habbab b. Eret, aslen Iraklı olup, köle olarak değişik yerlere satılarak, sonunda Mekke’ye getirilmişti. Mekke’ye satıldıktan bir süre sonra azat edilmiş olmalı ki, Mekke’de kendi adına demircilik yapmaya başlamıştı. Kılıç, bıçak gibi şeyler yapıp satarak geçimini sağlıyordu. İslâm’a girince, çevresindeki insanların tepkisiyle karşılaştı. Önce ticarî hayatına yönelik saldırılar gerçekleşti. Habbab’a borçlu olanlar, borçlarım ödemeyerek onu zor durumda bıraktılar. Bunların içerisinde en önemlisi Âs b. Vâil idi. Âs b. Vâil borçlarını ödemeye yanaşmadığı gibi, alacağını istemek için gelen Habbab’a ‘Bağlandığın şahıs Cennette birçok altın, gömüş, ipek vaat ediyor. Ne yapacaksın parayı’ veya ‘Tekrar dirilirsem, mal sahibi olursam sana olan borcumu öderim [217] diyerek Habbab’ı ve islâm’ı alaya almaktan geri kalmadı. Habbab, fiziki işkenceye uğramaktan da kurtulamadı. Çıplak bir halde dikenlerin veya korların üzerine yatırıldı. Sonraki yıllarda sırtındaki yara izlerini görenler, bunların sebebini sordukları zaman, Mekke müşrikleri tarafından ateş dolu çukura atıldığını ve bu haldeyken bir müşrikin sırtına çıkarak vücudunu dağladığını söyledi.

Kaynaklar, köle veya yoksul müminlere yapılan işkencelerden bahsederken, bazılarının işkencelerin ağırlığından şuurlarını kaybettiklerini, hatta ‘Lât ve Uzza senin ilâhın mı?’ sorusuna ‘Evet benim ilahım’ dediklerini, müşrikler yanlarından geçen bir pislik böceği görüp ‘Bu da senin, ilâhın mı?’ diye sorduklarında da ‘Evet’ dediklerini naklederler.[218] İşte böylesi işkenceye uğrayanlardan birisi Suheyb el-Rumî idi. Abdullah b. Cüdan’m azatlısı olan Süheyb, her defasında bayıhncaya kadar dövülüyordu. Çok değişik işkencelere maruz kaldı. Saf Van b. Umeyye’nin kölesi olan Ebû Fuheyre ise aynı şekilde işkencelere uğratılanlardandı. Kızgın kumlara yatırılıyordu. Bir defasında dili tamamen dışarıya çıkıncaya kadar göğsüne taşlar yığıldı. Lubeyne de sahibi Ömer b. Hattab tarafından çok ağır şiddet ve işkenceye uğratıldı, Ömer’in sürekli denecek sıklıkta dayağına maruz kaldı. Zuneyre (Zi’n-Nire) ise Ömer b. Hattab’ın cariyesi olan bir diğer mümin kadındı. O da aynen Lubeyne gibi Ömer b. Hattab’ın çok ağır işkencelerine maruz kaldı ve hatta Ebû Cehil, Ömer b. Hattab’ın işkencelerine ilave olarak bu kadının bir gözünü çıkardı.

Müminlerin zenginlerinden olan Ebû Bekir, müşrikler tarafından işkenceye uğratılan köle müminleri, oldukça büyük miktarlara varan bedellerle satın alarak azat etti ve işkencelerden bir oranda da olsa kurtulmalarını sağladı. Ebû Bekir’in kölelikten ve işkencelerden kurtardığı müminlerin ikisi erkek, beşi kadın olmak üzere toplam yedi kişiydi. Bunlar; Bilâl, Amir b. Fuheyre, Ummü’l Ubeys, Zuney-re Lubeyne, Nehdiye ve Nehdiyye’nin kızıdır. Ebû Bekir, diğer bazı mümin köleleri de satın alıp azat etmek istediyse de, sahipleri bu teklife yanaşmadılar.

Baskı Ve İşkencelerin Kazandırdıkları

Dâru’n Nedve’de birbirini takip eden toplantıların hepsinde de, Resulüllah’m liderliğinde yürütülen İslâm davetini durdurabilmek için farklı yöntemlerin, tedbirlerin kararları alındı. Risâletin bu döneminde alman kararların hepsi de müminlere yönelik baskı ve işkencelerle ilgiliydi. Baskı ve işkencelerle müminleri dinlerinden döndürmek veya hiç değilse bu yeni dinin yayılmasını önlemek arzusu taşıyorlardı. Ancak gelişmeler istedikleri gibi olmadı. Can alan, sakat bırakan işkenceler, müminleri imanlarından vazgeçiremediği gibi, imanlarmdaki karar ve azimlerini daha da artırdı. Üstelik onların herhangi bir ahlâksızlık veya genel kabul görmüş bir kötülükten dolayı değil de, sırf inançlarından dolayı böylesi baskı ve işkencelere uğramaları ve bütün bunlara sabretmeleri, birçok insanın kalbini İslâm’a meylettirdi. Birçok kişi, bu can alan işkencelere sabreden şahsiyetlerin, herhangi bir menfaat için İslâm’a mensup olmadıklarını, bu sebat ve kararlarının ancak dinlerinin doğruluğuna olan güvenleriyle açıklanabileceğini anladılar. Böylelikle müminlerin gördükleri işkenceler, birçok kişi için davet niteliğinde; islâm’ın haklılığının ilanı niteliğinde oldu.

[205] Şuara sûresi, 26:227
[206] Rûm sûresi, 30:9
[207] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/131; Heysemî, Mecma’ü’z Zevâid,VI/19.
[208] Buharı, Salât 109; Müslim, Cihad ve Siyer 107; Zehebî, Tarihül islâm, 11/137.
[209] Ankebût, 29:8
[210] Ahmed, Müsned, 1/181; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, XlI/328; Koksal, islâm Tarihi-Mekke Devn,IV/122, 123.
[211] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/341; Hakim, Müstedrek, 11/525; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, XX/82, 83.
[212] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/342; İbnü’l Esir, d-Kâmüfi’t-Târih, 11/70.
[213] İbn Mâce, Mukaddime 150
[214] Hakim, Müstedrek, 111/382; İbn Hişam, es-Siretti’n-Nebeviyye, 1/342; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 111/249.
[215] Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Tejsîri’l-Kur’ân, X1V/182; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, X/180; Zemahşerî, d-Keşşâf, 11/430; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 111/249; Belâzürî, En-sâbü’l Eşraf, 1/160
[216] Nahl, 16:106
[217] Buharı, Tefsir 10; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/324.
[218] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/196,197
 

Nur Hanım

Aktif Üyemiz
BASKI VE İŞKENCE

Kabe
Kabe
Onlar, bizim huzurumuza çıkacakları gün (başlarına gelecek olanları) ne iyi duyar ve görürler (bir bilsen)! Fakat o zalimler bugün açık bir sapıklık içindedirler. [204]

Haksızlık edenler, hangi akıbete uğratılacaklarını yakında bilecekler. [205] Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden Öncekilerin akıbetlerinin nice olduğuna bakmadılar mı? Ki onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Peygamberleri, onlara da nice açık deliller getirmişlerdi. Zaten Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmetmekteydiler. [206]

Mekke eşrafı yıllardır muhatabı oldukları, ancak ilk zamanlar önemsemediklerinden, sonraları ise Mekke’deki aileler arasında bir problem çıkmasına fırsat vermek istemediklerinden kayıtsız kaldıkları islâm davetini durdurabilmenin yeni çarelerini aradılar. Ebû Talib’le heyetler halinde görüşmeleri veya bireysel girişimleri bir işe yaramamıştı. Yeni bir şeyler yapmalı ve İslâm davetini durdurmalıydılar. Bunun için ellerini çabuk tutmalıydılar. Çünkü, İslâm daveti her geçen gün mevcut inançlar, bu inançların meşruiyet sağladığı uygulamalar açısından büyük bir tehlikeye dönüşüyordu. Mekke liderleri, hep yapageldikleri üzere, Dâru’n Nedve’de tekrar toplandılar. Bu neredeyse bütün aile temsilcilerinin katıldığı bir toplantıydı. Her şeyi ayrıntılı bir şekilde konuşup tartıştılar. O zamana kadar gerçekleştirdikleri ve başarısız kaldıkları girişimlerini gözden geçirdiler. Yeni bir yöntemin bulunması gerektiği açıktı. Acaba ne? Toplantının gerçekleşmesini sağlayanlar düşüncelerini açıkladılar: Artık Muhammed ve adamlarına yumuşak davranma dönemi geride kalmalı ve fiilî müdahalede bulunmalıydılar. Fiilî müdahalede bulunmak kaçınılmaz olmuştu. Önlerinde duran tek yol ise şiddetti. Şiddete başvurmaktan başka çareleri kalmadığım ısrarla belirtenler oldu. Bunu ise her aile kendine mensup mümine uygulamalıydı. Böylelikle hem aileler arasında husumet ortaya çıkmaz ve hem de problem çözülmüş olurdu. Bazı aile temsilcileri duydukları karşısında şaşırdılar, ama karşıt bir görüş de ileri süremediler; itiraz edemediler Çünkü Mekke’nin en büyük ailelerinin temsilcileri bir karara varmışlardı ve onlara itiraz edemezlerdi. Artık kendilerine düşen, verilen karara uymak veya uygulanmasına razı olmaktı. Böylelikle islâm daveti yeni bir aşamaya girmiş oldu. Yeni dönem baskılar ve işkenceler dönemiydi.

Resulüllah’a Yönelik Baskı ve Zorbalıklar

Müşrikler açısından tepkilerin birinci dereceden hedefi Resulüllah’tı. Esasen İslâm’ın yaygınlık kazanmasını önlemek için Resulüllah’ı öldürmek bütün problemlerini temelden çözerdi. Mekke liderlerinin bu çözümü düşündüklerinde şüphe yoktur. Fakat bunu yapamadılar. Yapamayacakları için de Resulüllah’ı öldürmek gibi bir çözümü aralarında tartışma konusu dahi yapmadılar. Zira kavmiyetçiliğin bir hayat biçimi, ideoloji haline geldiği Mekke Arap toplumunda, Resulûllah’a yönelik bir saldırı, tüm Haşim boyuna yönelik bir saldırı olarak değerlendirilecekti. Bu ise Mekke’nin diğer aileleri için kabul edilir bir durum değildi. Zira böylesi bir durumda tüm Mekke ve hatta çevresi kana bulanırdı. Ayrıca çok büyük boyutlu olmayan çatışmalar dahi, Mekke’nin en önemli ekonomik kaynağı konumundaki hac ve panayır faaliyetlerine büyük oranda zarar verirdi. Bunlar, gerçekleşmesi kesinlikle istenmeyen şeylerdi. Dolayısıyla problemi görüşmelerle çözme yolunu zorunlu olarak tercih ettiler. Haşim boyunun reisi konumundaki Ebû Talib’le görüşmeleri de hep bu nedenle oldu. Fakat görüşmelerden bir sonuç elde edemediler. Ebû Talib yeğenine olan desteğini hiç esirgemedi. Ebû Talib’in Resulüllah’a olan desteğinin ise Haşim boyunun desteği anlamına geldiği açıktı.

Müşrikler diğer müminlere her türlü şiddeti uygulamalarına rağmen, Ebû Talib nedeniyle Resulüllah’a yönelik açıktan fiilî bir müdahaleye cesaret edemediler. Fakat Resulüllah’a yönelik sessiz de olmadılar. Fırsatını buldukça Resulüllah’ı incitmek veya eziyet etmekten geri kalmadılar. Ancak şurası da kesindir ki, müşriklerin hepsi Resulüllah’a veya diğer müminlere karşı aynı tavırlar içerisinde değildi, islâm’ın asıl ve şiddetli düşmanları daha çok diğer büyük boyların temsilcileri olan Mekke liderleriydi. Bunun tek istisnası Ebû Leheb’di. O, amcası olmasına rağmen diğer müşrik liderlerle birlikte hareket etmekten ve yeğenine sıkıntı vermekten geri durmuyordu. Resulüllah’a yönelik tepkilerin failleri genellikle şu kimselerdi: Ebû Cehil, Ebû Leheb, Velid b. Muğire, Şeybe b. Rebia, Ebû Süfyan b. Harb, Ebû Süfyan b. Haris, Haris b. Kays, Âs b. Vâil, Esved b. Abd-i Yeğus, Umey-ye b. Halef, Ebû Kays b. Fakih, Nadr b. el-Haris, Münebbih b. el-Haccac, Said b. Seyfî, Zübeyr b. Ebî Umeyye, Esved b. Abd’ul Esed, Âs b. Said, Ukbe b. Ebû Mu-ayt, Hakem b. Ebi’l As. Resulüllah’a yönelik olumsuz davranışların en bilinenleri şunlar oldu: Resulüllah, Peygamber olmadan önceki bir zamanda, kızlarından Ümm-ü Gülsüm’ü amcası Ebû Leheb’in oğullarından Uteybe ile, Rukayye’yi ise Ebû Leheb’in diğer oğlu Utbe ile evlendirmişti.

Resulüllah, peygamberlik göreviyle sorumlu kılınıp, İslâm’ı tebliğ etmeye başlayınca gördüğü tepkiler arasında en yıpratıcılardan ilki amcası Ebû Leheb’den geldi. Bilhassa Leheb sûresinin vahyolunmasmı takiben, Ebû Leheb iki oğluna da baskı yaparak, Resulüllah’ın kızlarını boşattırdı. Hatta özellikle Uteybe, Resulüllah’ın kızı olan karısını sadece boşamakla kalmayıp; hep iviligini gördüğü kayınpederi ve amca oğlu Resulüllah’a hakaret edip, mübarek vüzüne tükürme terbiyesizliğini de işledi. Onun bu tavrı Resulüllah’ın Ta Rabb. köpeklerinden birisini buna musallat et [207] bedduasına neden oldu. Uteybe, Şam seferlerinden birisinde bir yırtıcı hayvanın saldırısına uğradı; parçalanarak öldü.

Ebû Leheb’in yeğenine yönelik baskılarından cesaret alan diğer müşrikler de benzer davranışlara girerek, Resulüllah’ın diğer kızı Zeyneb’i boşaması için Ebû’l Âs b. Rabia’ya baskı yaptılar. Ebû’l As, aynı zamanda Hatice’nin yeğeniydi. Hatice bu yeğenini çok sevdiği için, ona İslâm’ı özellikle anlatmış, ancak o İslâm’a girmemişti. Fakat Ebû’l As’m Resulüllah’a veya diğer müminlere karşı herhangi bir olumsuz davranışı olmadı. Hatta, karısını boşamasına yönelik baskılara karşı koyup, istenileni yapmamakta direndi. Müşriklerin, Zeyneb’i boşaması karşısında istediği kızla evlendirecekleri vaadi de bir işe yaramadı. Daha sonraları, Ebû’l Âs Müslüman olmadığı için, Zeyneb, kocasını terk ederek Medine’ye hicret etti. Ebû’l Âs ise ancak H. 6. yılda islâm’a girdi ve Medine’ye hicret edip Zeyneb’e kavuştu.

Resulüllah’ın diğer kızı Fâtıma da kin ve husumetlerin hedefi olmaktan kurtulamadı. Henüz çocuk yaştaki Fâtıma’ya saldıran bir müşrik onu başından yaralayarak, acı çekmesine neden oldu.

Ebû Leheb bir defasında rezaletini iyice büyüttü. Resulüllah’ın başına pislik dökmeye karar verdi. Resulüllah’ı Kabe yakınında namaz kılarken görünce ilerleyip pislik dolu kapı başına boşaltacağı sırada, kardeşi Hamza b. Abdülmuttalib durumu fark etti. Hamza, Ebû Leheb’in elindeki pislik dolu kabı alıp, onun başına boşaltı. Ebû Leheb yaptığı işte taraftar bulacağını umarken, böylesi bir durumla karşılaşınca şaşırdı; kardeşine ‘ahmak’ diye bağırıp, hakaret etti.

Resulüllah baskı ve zorbalığı en çok amcasından görmesine karşılık, Ebû Leheb’in karısı Arvâ veya daha çok bilmen künyesiyle Ümm-ü Cemil de kocasından geri kalmadı. Ebû Süfyan’m kardeşi olan bu kadın, her fırsatta Resulüllah’ı rahatsız etmekten büyük zevk aldı. Komşuları olan Resulüllah’ın evinin önüne pislikler attı, ayaklarına zarar versin diye geçeceği yerlere dikenler döktü.

Ebû Cehil, Resulüllah’ın şahsına yönelik baskı ve zulümde ileri gidenlerden bir diğeriydi. Daha önce geçtiği üzere, Resulüllah’ın Kabe’de namaz kılmasını engellemek için büyük gayret sarf etti. Yine bir başka seferinde, Kabe de namaz kılan Resulüllah’ı görünce öfkeye kapıldı. Birisine bir deve işkembesi buldurarak, namaz kılmakta olan Resulüllah’ın omuzlarına koydurdu. Babasını omuzlarındaki işkembe ile gören Fâtıma koşarak gelip, işkembeyi babasının üzerinden alarak atti. Bu sırada müşrik liderler büyük bir neşe içerisinde olup biteni takip ediyorlardı. Resulûllah ‘Ey Allahım.’ Kureyş’i sana havale ediyorum. Ey Allahım! Kureyş’i sana haVale ediyorum. Ey Allahım! Kureyş’i sana havale ediyorum. Ey Allahım! Amr b, Hişam’ı (Ebû Cehil), Utbe b. Rebia’yı, Seybe b. Rebia’yı, Velid b, Utbe’yi, Umeyye b. Halefi, Ukbe b. Ebû Muayt’ı, Umâre b. Velid’i sana havale diyorum [208] dedi. Müşrik liderler bu sözler üzerine korkup, dağıldılar. Başlarına bir bela gelmesinden çekindiler. Bir başka seferinde, Ebû Cehil daha da cüretkar davranarak, Resulüllah’ı öldürmeye karar verdi. Niyetini de güvendiği bazı dostlarına açıkladı. Bu girişimini Resulûllah namaz kılarken gerçekleştirecekti. Bir gün aradığı fırsatı buldu ve eline geçirdiği büyük bir kayayla, başını ezmek arzusuyla Resulüllah’a yaklaştı. Fakat birden geri çekildi. Muhtemeldir ki, aklı başına gelmiş ve Haşim boyundan göreceği tepkiden korkmuştu.

Ubeyy b. Halef, Resulüllah’a karşı öfkesini açıkça dile getiren müşriklerden birisiydi. Mekke halkının sohbetlerine konu olan güzel bir atı vardı. Resulüllah’ı her gördüğünde ‘Bir at aldım ve seninle savaşıp, seni öldüreceğim gün için besliyorum’ diyerek tehdit ederek, korku vermeye çalışırdı. Resulûllah ise, ‘înşaallah o gün ben seni öldüreceğim’ derdi. Dediği gibi de oldu. Ubeyy b. Halefi o atının üzerindeyken Bedir’de öldürdü.

Müşriklerin Resulüllah’a yönelik tepkilerinin en yaygın biçimi alay etmeleriydi. Müşrik ileri gelenler, alay etmek niyetiyle Resulüllah’a yönelik sataşmalarını, laf atmalarını hiç eksik etmediler. Resulüllah’ı gördükleri zaman en çok yaptıkları sataşma ise ‘Yeryüzünün kralı yanımızdan geçiyor’ demeleriydi. Bir defasında, sırf alay edip eğlenmek için Resulüllah’ı bir ziyafete davet ettiler. Resulûllah, Müslüman olmadıkları sürece davetlerine icabet etmeyeceğini söyleyince, davetin sahibi olan Ukbe b. Ebî Muayt İslâm’a girmeye hazır olduğunu söyledi. Resulûllah davete icabet ederek Ukbe’nin evine gitti. Fakat herşeyin bir yalandan ibaret olduğunu, Ukbe’nin yalan söylediğini anladı. Üzüntü içerisinde oradan ayrıldı. O üzüntü içerisinde geri dönüp, uzaklaşırken, müşrikler arkasından gülüp, alay ettiler.

Kaynaklarda, ismi hakkında herhangi bir bilgiye rastlanmayan müşriklerden birisi, bir seferinde, Resulüllah’a gelerek, insanları neye davet ettiğini sordu. Resulûllah onun bu sorusunu ciddiye alıp cevaplayınca, o rezil adam elbisesini toplayarak kıçını açıp Resulüllah’a arkasını döndü ve alay etti.

Hür ve Zengin Müslümanlara Yönelik Baskı ve İşkenceler

Resulüllah’ın davetine olumlu cevap verip, müminlerin ilklerinden olan Sâ’d b. Ebî Vakkas, annesinin son derece sert tepkisiyle karşılaştı. Henüz genç birisi olan Sâ’d, annesinin ekonomik ve psikolojik şiddetine maruz kaldı. Ancak bunlara rağmen durumunu hiçbir şekilde değiştirmedi; imanında sebat etti. îmanında bir oevşeme veya tereddüt oluşmadı. Kadın baskı ve şiddetle oğlunu kendi safına çekemeyecegini anlayınca, muhtemeldir ki bizzat oğlundan duyduğu ve İslâm’ın gereği olan insanlara ve özellikle anne-babaya yönelik güzel davranışta bulunma emrini kendisine dayanak kılarak, oğlunu bu noktadan sıkıştırmayı denedi. Oğluna ‘Allah, anne ve babaya iyi davranmayı emretmedi mi? Allah’a yemin ederim ki, sen ölünceye ya da Muhammed’i inkâr edinceye kadar bir şey yemeyeceğim ve içmeyecegim’ dedi. Bu konudaki kararlılığının ifadesi olarak da inandırıcı bir yemin etti. Kadın verdiği kararı uygulamaya koydu. Günler bu hâl üzere geçmeye başladı. Bu durum Sâ’d için büyük bir ıstıraptı. Ne yapacağını bilemedi. Fakat Sâ’d için önemli olan annesinin göreceği tehlike değildi. O, Allah’ın anne ve babaya iyilik emrine asi olarak günaha girmekten korkuyordu. Annesinin kendisi nedeniyfe sıkıntı çekiyor olmasına razı olamadı. İslâm’ı terk etmeyi ise hiçbir şekilde düşünmedi. Annesinin açlık grevinin üçüncü gününde Resulüllah’a giderek durumu bildirdi. Ne yapması gerektiğini sordu. Bu arada vahyolunan bir ayet durumu açıklığa kavuşturdu. Kur’an bir kez daha müminlerin sıkıntılarını giderecek çözümü gösterdi: ‘Biz insana, ana ve babasına iyilik yapmasını tavsiye ettik. Eğer onlar seni (doğruluğu) hakkında hiçbir bilgin olmayan bir şeyi bana ortak koşman için zorlarlarsa (bu konuda) onlara itaat etme. Dönüşünüz banadır. O zaman size yaptıklarınızı haber veririm.[209] Artık Sâ’d için problem bitmişti. Doğruca annesinin yanma gitti ve kararını bildirdi: ‘Ey anneciğim! Dilediğini yap, Allah’a yemin ederim ki, yüz canın olsa ve her birini birer birer versen, ben dinimi yine terk etmeyeceğim. Annesi, uygulamaya koyduğu şeyin kendisini amacına ulaştırmayacağını anladı ve ölüm orucunu sona erdirdi.[210]

Mus’ab b. Umeyr da ağır sıkıntı ve şiddetli baskılarla karşılaştı. O, Mekke’nin en zengin ailelerinden birisine mensuptu. İslâm’a girmeden önce, güzel ve pahalı giysilere düşkünlüğü nedeniyle, Mekke’nin en yakışıklı ve süslü genci olarak tanınıyordu. Fakat İslâm’a girince önce ekonomik imkânlarım kaybetti. Anne ve babasının ekonomik desteklerini çekmesiyle şiddetli bir yoksulluk yaşamaya başladı. Günlerce aç kaldığı oluyordu. Üstünde doğru dürüst bir giysisi yoktu. Açlıktan zayıfladı, güneşten yanıp, kavruldu. Anne ve babası ekonomik desteklerini Çekmekle kendisinin İslâm’ı terk edeceğini zannetmişlerdi. Ama düşündükleri olmadı; Mus’ab gidişatını hiçbir şekilde değiştirmedi. Hatta İslâm’a daha da bir içtenlikle sarıldı.

Müslümanlarm gençlerinden Zübeyr b. Avvam, amcasının baskılarıyla karşılaştı. İslâm’ı terk etmesi yönündeki bütün teklifleri geri çevirince ve ağır tehditlere boyun eğmeyince işkenceye maruz kaldı. Amcası onu bir hasıra sararak hareketsiz duruma getiriyor ve bu durumdayken hasırın açık tarafından duman vererek boğmaya çalışıyordu. Zübeyr, bu işkenceye birçok kez maruz kaldı.

Osman b. Maz’ûn, amcası ve aynı zamanda Dâru’n Nedve’nin önemli üyelerinden olan Umeyye b. Halefin işkencelerine maruz kaldı. Diğer amcası Hakem de onu hapsederek, İslâm’ı terk edinceye kadar serbest bırakmamakla tehdit etti; günlerce bir binada açsusuz mahkûm kaldı.

Halid b. Said, ağır işkenceler gören müminlerden bir diğeriydi. O bilhassa babasının şiddetine maruz kaldı. Birçok defa babasından çok şiddetli dayak yedi. Hatta bunların bazıları o kadar şiddetliydi ki, üzerinde sopalar kırıldı. Fakat babasının İslâm’ı terk ederek atalarının dini olan Mekke dinine girmesi yönündeki tekliflerine, islâm’ı terk etmeyeceği yönünde cevaplar vererek imanında ısrarcı oldu. Daha sonra bir fırsatını bularak kaçıp, Resulüllah’ın yanma geldi. Dâru’l Er-kam’da Resulüllah’ın yanında kalmaya başladı. Ancak Resulüllahın Mekke dışında namaz kıldığı bir sırada babası tarafından bulunup, yine çok ağır bir dayakla cezalandırıldı. Bu durum Habeşistan’a hicret etmesine kadar devam etti.

Ekonomik durumu gayet iyi olduğu için babasından ayrı bir evde yaşayan Ebû Bekir ise, babasının teklifleri karşısında sıkıntı çektiyse de, babasının tekliflerine aldırmadı. Zayıf ve kendilerim savunacak kabilesi olmayan, bilhassa da köle olan ve işkenceye uğratılan müminleri satın alarak serbest bıraktı. Bu şekilde mal varlığının önemli bir kısmını harcayıp bitirdi. Onun bu durumu babasının hiç hoşuna gitmedi. Birçok defa babasının ‘Görüyorum ki, hep zayıf kimseleri azat ediyorsun. Biraz da güçlü kuvvetli birilerini azad edip yanına al. Hiç değilse seni korurlar’ teklifiyle karşılaştı. Ebü Bekir, kendisine taraftar bulmak amacında olmadığını, satın alıp kurtardığı kişilerin güçlü veya zayıf olmasının önemli olmadığını söyledi; ‘Ben yaptıklarımı kudretli ve yüce olan Allah için yapıyorum [211] dedi.

Ebû Cehil, güçsüz ve zayıf müminlere yönelik baskı ve işkencelerden hiç geri kalmadığı gibi, bilhassa ticaretle uğraşan müminleri tehdit ederek amacına ulaşmaya çalıştı. Ticaretle uğraşan müminleri çoğu zaman: ‘Senin ticaretini baltalayacağız, malım yok edeceğiz [212] diyerek tehdit ediyordu. Ticaretle uğraşan müminlerin ticarî faaliyetlerine çok değişik yöntemlerle engel olmaya çalışıyordu. Onları ticaret kervanlarına dahil etmiyor, mallarını kötûlüyor, müşterilerine engel oluyordu.

Köle Ve Güçsüzlere Yapılan İşkenceler

Bir köle olan Bilâl, sahibi Umeyye b. Halefin ağır işkencelerine maruz kaldı. Umeyye b. Halef onu günün en sıcak vaktinde, güneş ışınlarının ateş yağmurları gibi yeryüzüne çarptığı saatlerde kızgın kumlara yatırıyordu. Büyük bir kaya parçasını da üstüne koydurarak “Ölünceye ya Sa Muhammed’i inkâr edip Lât ve Uzzâ’ya ibadet edinceye kadar bu kaya bu şekilde kalacak’ diyordu. Onun bu sözlerine karşılık Bilâl’ın cevabı sadece ‘Allah birdir, Allah birdtf oluyordu. Ibn Mâce’nin [213] konuyla ilgili bir rivayeti şöyledir: ‘Müslüman olduğunu açıkça ilan edenlerin ilki Resulüllah, Ebû Bekir, Ammar, Ammar’ın annesi Sümeyye, Süheyb, Bilâl ve Mikdad olmak üzere yedi kişiydi. Allah Resulüllah’ı müşriklerin zulmünden amcası Ebû Talib vasıtasıyla korudu. Ebû Bekir’e gelince Allah onu da kavminin nüfuzu ile korudu. Fakat diğerlerine gelince müşrikler onları yakaladılar ve demir zırhlar giydirip kızgın kumlara yatırdılar. Bunlardan her biri bu işkenceler karşısında müşriklerin istedikleri sözleri söylediler. Ancak Bilâl müstesna. Bilâl, Allah uğrunda canını feda etmeyi gerçekten küçümsedi. Müşriklerin isteklerini yerine getirmedi. Müşrikler ise onu öldürmeyi gerekli bulmadılar ve çocukların ellerine vererek Mekke sokaklarında gezdirdiler. Bilâl, bu sırada ‘ehad’, ‘ehad’ (Allah birdir, Allah birdir) diyordu’. Hz. Bilâl, sördüğü bu ağır işkencelerden Ebû Bekir’in kendisini satın alıp azat etmesiyle kurtulabildi.

Yasir, Yemenli olup, Mekke’ye Ebû Huzeyfe b. Muğire’nin himayesinde yerleşmişti. Ebû Huzeyfe, Yasir’i hizmetçisi Sümeyye ile evlendirerek bir aile kurmasına yardım etmişti. Bu evlilikten Ammar ve Abdullah isimli çocukları olmuştu. Yasir ailesi, Resulüllah’m peygamber olarak gönderilişine kadar fena sayılmayacak şartlarda hayatlarını devam ettirdiler. Fakat ne zaman ki Resulüllah’ın peygamberliğini tasdik edip, İslâm’a girdiler, işte o zaman zulmün, baskının, işkencenin her türlüsüne muhatap oldular. Kureyşliler Mekke’de hiç akrabası ve taraftarı olmayan bu aileye yapmadıklarım bırakmadılar. Kızgın kumlar üzerinde günlerce yatırıp, yine günlerce aç-susuz bıraktılar. Vücutlarını korlarla dağlayıp, sopalarla dövdüler. Bu işkenceler Ammar’ın vücudunda kalıcı izler bıraktı. Ammar yıllar sonra bile sırtındaki elbisesini çıkardığı zaman, yanında bulunanlar onun sırtındaki yara izlerini gördüler. Yasir ailesine işkenceler yapılırken, onların gördüğü işkenceye engel olacak gücü bulunmayan Resulüllah çok üzülüyordu. Onları teskin edip, sabırlar dilemekten başka bir şey yapamıyordu. Bir defasında Yasir ailesini işkenceler içerisinde görünce; “Müjdeler olsun ey Yasir ailesi! Sizin kavuşacağınız yer cennettir [214] müjdesini verdi. Onlar öylesine sağlam bir imana sahiptiler ki, en zor anlarında, işkenceler altındayken verilen bu müjdeye inanmakta hiç tereddüt etmediler; dirençleri bir kat daha arttı.

Yasir ailesine yapılan işkenceler zamanla daha da arttı. Bu işkence seanslarından birisinde, dininden dönmemekte ısrar eden Sümeyye, Ebû Cehil’in öfkesini kabartı. Ebû Cehil eline geçirdiği bir mızrakla Sümeyye’yi öldürdü. Sümeyye’nin şehadetiyle müminler ilk şehitlerini vermiş oldular. Kısa bir müddet sonra da Yasir aynı şekilde işkenceler sırasında şehit oldu. Ammar ise bu işkenceler sırasında kendisine yapılan teklifi kabul ediyor görünerek hayatını kurtardı. Yapılan teklif, Resulüllah’a küfretmesi ve Mekke müşriklerinin ilâhlarına saygı ifade eden sözler söylemesiydi. İstenileni yapıp, canının kurtaran Ammar büyük bir üzüntü ve sıkıntı içerisinde doğruca Resulüllah’m yanına giderek, olup biteni anlattı. Durumunun ne olduğunu sordu; yaptığı iş nedeniyle müşrik olmaktan korkuyordu.

Resulûllah, ‘Kalbini nasıl buluyorsun!’ diye sordu. Bununla kastettiği şey, söylediği şeyler konusunda içinde ne gibi duygu ve düşüncelere sahip olduğuydu. Ammar’ın cevabı ‘imanla dopdolu’ olunca, Resulûllah; ‘Eğer onlar yine aynı şeyleri yaparlarsa, sende onların dediğim yap [215] dedi. Bu sırada vahyolunan bir ayet Ammar’ın durumunu açıklığa kavuşturdu: ‘Kalbi iman ile dolu olduğu halde (inkâra) zorlananlar istisna, iman ettikten sonra kim kalbini küfre açarsa o kimselere Allah’tan büyük bir gazap iner ve onlar için büyük bir azap vardır.[216] Bu ayet nedeniyle Resulûllah, Ammar’ı, ‘Ammar iliklerine kadar imanla doludur’ biçiminde tanımladı. Çünkü onun imanına Allah şahitlik etmişti.

Habbab b. Eret, aslen Iraklı olup, köle olarak değişik yerlere satılarak, sonunda Mekke’ye getirilmişti. Mekke’ye satıldıktan bir süre sonra azat edilmiş olmalı ki, Mekke’de kendi adına demircilik yapmaya başlamıştı. Kılıç, bıçak gibi şeyler yapıp satarak geçimini sağlıyordu. İslâm’a girince, çevresindeki insanların tepkisiyle karşılaştı. Önce ticarî hayatına yönelik saldırılar gerçekleşti. Habbab’a borçlu olanlar, borçlarım ödemeyerek onu zor durumda bıraktılar. Bunların içerisinde en önemlisi Âs b. Vâil idi. Âs b. Vâil borçlarını ödemeye yanaşmadığı gibi, alacağını istemek için gelen Habbab’a ‘Bağlandığın şahıs Cennette birçok altın, gömüş, ipek vaat ediyor. Ne yapacaksın parayı’ veya ‘Tekrar dirilirsem, mal sahibi olursam sana olan borcumu öderim [217] diyerek Habbab’ı ve islâm’ı alaya almaktan geri kalmadı. Habbab, fiziki işkenceye uğramaktan da kurtulamadı. Çıplak bir halde dikenlerin veya korların üzerine yatırıldı. Sonraki yıllarda sırtındaki yara izlerini görenler, bunların sebebini sordukları zaman, Mekke müşrikleri tarafından ateş dolu çukura atıldığını ve bu haldeyken bir müşrikin sırtına çıkarak vücudunu dağladığını söyledi.

Kaynaklar, köle veya yoksul müminlere yapılan işkencelerden bahsederken, bazılarının işkencelerin ağırlığından şuurlarını kaybettiklerini, hatta ‘Lât ve Uzza senin ilâhın mı?’ sorusuna ‘Evet benim ilahım’ dediklerini, müşrikler yanlarından geçen bir pislik böceği görüp ‘Bu da senin, ilâhın mı?’ diye sorduklarında da ‘Evet’ dediklerini naklederler.[218] İşte böylesi işkenceye uğrayanlardan birisi Suheyb el-Rumî idi. Abdullah b. Cüdan’m azatlısı olan Süheyb, her defasında bayıhncaya kadar dövülüyordu. Çok değişik işkencelere maruz kaldı. Saf Van b. Umeyye’nin kölesi olan Ebû Fuheyre ise aynı şekilde işkencelere uğratılanlardandı. Kızgın kumlara yatırılıyordu. Bir defasında dili tamamen dışarıya çıkıncaya kadar göğsüne taşlar yığıldı. Lubeyne de sahibi Ömer b. Hattab tarafından çok ağır şiddet ve işkenceye uğratıldı, Ömer’in sürekli denecek sıklıkta dayağına maruz kaldı. Zuneyre (Zi’n-Nire) ise Ömer b. Hattab’ın cariyesi olan bir diğer mümin kadındı. O da aynen Lubeyne gibi Ömer b. Hattab’ın çok ağır işkencelerine maruz kaldı ve hatta Ebû Cehil, Ömer b. Hattab’ın işkencelerine ilave olarak bu kadının bir gözünü çıkardı.

Müminlerin zenginlerinden olan Ebû Bekir, müşrikler tarafından işkenceye uğratılan köle müminleri, oldukça büyük miktarlara varan bedellerle satın alarak azat etti ve işkencelerden bir oranda da olsa kurtulmalarını sağladı. Ebû Bekir’in kölelikten ve işkencelerden kurtardığı müminlerin ikisi erkek, beşi kadın olmak üzere toplam yedi kişiydi. Bunlar; Bilâl, Amir b. Fuheyre, Ummü’l Ubeys, Zuney-re Lubeyne, Nehdiye ve Nehdiyye’nin kızıdır. Ebû Bekir, diğer bazı mümin köleleri de satın alıp azat etmek istediyse de, sahipleri bu teklife yanaşmadılar.

Baskı Ve İşkencelerin Kazandırdıkları

Dâru’n Nedve’de birbirini takip eden toplantıların hepsinde de, Resulüllah’m liderliğinde yürütülen İslâm davetini durdurabilmek için farklı yöntemlerin, tedbirlerin kararları alındı. Risâletin bu döneminde alman kararların hepsi de müminlere yönelik baskı ve işkencelerle ilgiliydi. Baskı ve işkencelerle müminleri dinlerinden döndürmek veya hiç değilse bu yeni dinin yayılmasını önlemek arzusu taşıyorlardı. Ancak gelişmeler istedikleri gibi olmadı. Can alan, sakat bırakan işkenceler, müminleri imanlarından vazgeçiremediği gibi, imanlarmdaki karar ve azimlerini daha da artırdı. Üstelik onların herhangi bir ahlâksızlık veya genel kabul görmüş bir kötülükten dolayı değil de, sırf inançlarından dolayı böylesi baskı ve işkencelere uğramaları ve bütün bunlara sabretmeleri, birçok insanın kalbini İslâm’a meylettirdi. Birçok kişi, bu can alan işkencelere sabreden şahsiyetlerin, herhangi bir menfaat için İslâm’a mensup olmadıklarını, bu sebat ve kararlarının ancak dinlerinin doğruluğuna olan güvenleriyle açıklanabileceğini anladılar. Böylelikle müminlerin gördükleri işkenceler, birçok kişi için davet niteliğinde; islâm’ın haklılığının ilanı niteliğinde oldu.

[205] Şuara sûresi, 26:227
[206] Rûm sûresi, 30:9
[207] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/131; Heysemî, Mecma’ü’z Zevâid,VI/19.
[208] Buharı, Salât 109; Müslim, Cihad ve Siyer 107; Zehebî, Tarihül islâm, 11/137.
[209] Ankebût, 29:8
[210] Ahmed, Müsned, 1/181; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, XlI/328; Koksal, islâm Tarihi-Mekke Devn,IV/122, 123.
[211] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/341; Hakim, Müstedrek, 11/525; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, XX/82, 83.
[212] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/342; İbnü’l Esir, d-Kâmüfi’t-Târih, 11/70.
[213] İbn Mâce, Mukaddime 150
[214] Hakim, Müstedrek, 111/382; İbn Hişam, es-Siretti’n-Nebeviyye, 1/342; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 111/249.
[215] Taberî, Câmiu’l-Beyân fî Tejsîri’l-Kur’ân, X1V/182; Kurtubî, d-Cami’u li Âhkâmi’l Kur’an, X/180; Zemahşerî, d-Keşşâf, 11/430; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 111/249; Belâzürî, En-sâbü’l Eşraf, 1/160
[216] Nahl, 16:106
[217] Buharı, Tefsir 10; İbn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 11/324.
[218] Belâzürî, Ensâbü’l Eşraf, 1/196,197
Eline emeğine sağlık bu bilgileri paylaşım için teşekkürler
 
Üst Alt