Hz. Muhammed (sav ) Birinci Habeşistan Hicreti

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
BİRİNCİ HABEŞİSTAN HİCRETİ

Birinci Habeşistan Hicreti
Birinci Habeşistan Hicreti
Ey inanan kullarım! Rabb’inizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellikler vardır. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere, mükafatları hesapsız verilecektir. [242]

Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri, dünyada (rahat edip, tehlikelerden uzak kalacakları bir yere) güzelce yerleştireceğiz. (Onlara vereceğimiz) ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Onlar ki sabrettiler ve Rabb’lerine (güvenip) dayanmaktadırlar. [243]

Müminlere yönelik baskı ve işkencelerin gün geçtikçe artması, her yeni günün daha da büyük zorluklarla başlaması, başta Resulüllah olmak üzere bütün müminlere oldukça ağır sıkıntılar yaşatıyordu. Mekke eşrafı sık sık Dâru’n Nedve’de toplanıp yeni kararlar alıyor, her kararla da baskı ve işkencelerini biraz daha artırıyorlardı. Anlaşıldığı kadarıyla bu kararlar bir oranda başarıya da ulaşmıştı; en azından görünen bu idi. Çünkü islâm’a katılmalarda önemli bir yavaşlama gözleniyordu. Artık, islâm’a giren yeni birisinin ismi duyulmuyordu. Ebû Zerr ve Amr b. Abese’nin bu zor günlerde davete olumlu cevap vermeleri müminlerin kalbine bir rahatlık vermişse de, bu iki kişinin katılımı, çok önemli bir gelişme değildi, işte bu zorluk günlerinde, Resulüllah müminlere yeryüzüne dağılın’ dedi. Bu, ‘hayatınız ve dininizden emin olacağınız yerlere gidebilirsiniz’ anlamına gelen bir izindi. Fakat müminler nereye gideceklerini, nerenin kendileri için güvenilir bîr yer olduğunu bilmiyorlardı. ‘Nereye gidelim?” diye sordular. Resulüllah, Habeşistan taraflarını işaret ederek, ‘işte bu tarafa, Habeş bölgesine gidin’ dedi. Niçin başka bir yere değil de, özellikle Habeşistan’a gidilmesini isteme nedenini ise şöyle açıkladı: ‘O ülkede insanlara zulmetmeyen bir kral var. Oraya gidin ve Allah, içinde bulunduğumuz bu sıkıntılardan bir kurtuluş yolu gösterinceye kadar orada kalın.[244]

Habeşistan, Mekke tüccarlarının yoğun şekilde ticarî İlişki içerisinde bulundukları bir bölgeydi. Bu nedenle bütün Arap tüccarlarının çok iyi bildikleri bir yerdi. Resulüllah’m risâlet öncesi dönemde Habeşistan’a gidip-gitmediğini bilmiyoruz. Mevcut bilgiler içerisinde Habeşistan’a gittiğine işarette bulunan herhangi bîr rivayet yok. Ancak buna rağmen Habeşistan’a gitmiş olması muhtemeldir. Çünkü Habeşistan ve oradaki yönetimin niteliği hakkında bilgilere sahipti. Eğer Habeşistan’a gitmemişse, bu bildileri oraya gidip gelen insanlardan edinmiş olmalıdır. O’nun Habeşistan’daki yönetim hakkındaki olumlu bilgileri, Habeşistan’ı hicret bölgesi olarak tercih etmesine neden oldu. Resulüllah’m verdiği izin üzere 12 erkek 4 kadın olmak üzere 16 [245] mümin, Mekke müşriklerine görünmeden, gizlice yola çıktılar. Bir kısmı yaya, bir kısmı hayvanlarına binmiş halde, zorluklarla dolu bir yolculuk sonrasında Habeşistan’a ulaştılar.

Mekke ileri gelenleri, bir grup müminin Habeşistan’a hicret ettiklerinden bir süre sonra haberdar oldular. Hicret edenleri yollarından alıkoymak için hemen harekete geçtiler. Ancak yetişemediler. Müşrikler sahile ulaşıncaya kadar, müminler gemilere binerek Habeşistan tarafına geçmişlerdi.

Müminlerin bu ilk hicreti önemli gelişmelere şahit oldu. Ancak bu gelişmelere değinmeden önce, cevabı aranması gereken bir soru vardır. Söz konusu soru, Resulüllah’m bazı müminlere Habeşistan’a hicret izni vermesinin kendi tasarrufuna mı, yoksa vahye mi dayandığına ilişkindir. Konuyla ilgili olarak Kur’an incelendiğinde bu sorunun cevabı hiç zorlanmadan verilebilmektedir. Anlaşılan o ki, Habeşistan hicreti Resulüllah’m beşerî tasarrufuna veya bir diğer ifadeyle içtihadına dayanmamıştır; hicret izni ilâhî bir iznin gereği olmuştur. Risâlet sürecinin her aşamasını kontrol eden vahiy bu sefer de sürece müdahale etmiş ve bazı müminlerin hicret edebileceği iznini vermiştir. O zorluk günlerinde vahyolunan iki ayet bu konuda delildir. Bu ayetlerden birisi Zümer sûresinin 10. ayeti olup, bu sûre müşriklerinin müminlere yönelik baskı ve işkencelerinin gün geçtikçe artarak devam ettiği günlerde vahy olunmuş tur. Diğeri de Nahl süresinin 41. ve 42. ayetleri olup, bu sûre de Zümer süresiyle aynı dönemde, fakat Zümer sûresinden sonra. vahy olunmuştur. İlgili ayetler şöyledir: ‘(Ey Muhammedi Allah şöyle buyuruyor) de: ‘Ey inanan kullarım! Rabb’inizden korkun. Bu dünya hayatında güzel davrananlara güzellikler vardır. Allah’ın arzı geniştir. Ancak sabredenlere, mükafatlan hesapsız verilecektir. [246]’Kendilerine zulmedildikten sonra Allah uğrunda göç edenleri, dünyada (rahat edip, tehlikelerden uzak kalacakları bir yere) güzelce yerleştireceğiz- (Onlara vereceğimiz) ahiret mükâfatı ise daha büyüktür. Onlar ki sabrettiler ve Rabb’lerine (güvenip) dayanmaktadırlar.[247]

Bu iki ayet dikkatli bir şekilde incelendiği zaman, Zümer süresindeki ayette, yeryüzünün geniş olduğu, gerekirse başka yerlere gidilebileceği, ancak buna kalkışmadan önce sabretmek gerektiğinin açıklandığı; Nahl süresindeki ayette ise, sabredip imanından dönmeyenlerin, yeryüzünün emin bölgelerine göç edebilecekleri, bunun ise bir kaçış sayılmayacağının açıklandığı anlaşılmaktadır. Yine ikinci ayetten anlaşılıyor ki, hicret, Allah’ın rızasını kazanmanın bir aracıdır. Her türlü olumsuz şartlara sabredip imanlarını koruyanlar hicret edebilirler; olumsuz şartlardan kurtulmak için etmelidirler. Yine bu ayette, müminler hicrete teşvik edilmelerinin yanı sıra, daha önce sabretmiş olmaları ve şimdi de hicret edecek olmaları nedeniyle takdirle anılmaktadırlar. Bu ayetlerden sonra Resulüllah’ın bir kısım mümini Habeşistan’a hicrete teşvik etmesinin nedeni daha iyi anlaşılmış olmaktadır.

Hicret edenlerin listesi incelendiğinde önemli bir durumla karşılaşılmaktadır. Hicret edenlerin listesinde, Mekke eşrafının fiilî İşkencesine uğrayan kölelerden ziyade, Kureyş’e mensup hür şahsiyetlerin bulunduğu görülmektedir. Acaba neden? Bu sorunun kesin bir şekilde doğru cevabını verme imkânına sahip değiliz. Zira konuyla ilgili bir rivayet mevcut değil. Fakat bu durum konu hakkında bazı yorumlarda bulunmaya engel değildir. Öncelikle dikkat çeken durum şudur; hicreti takiben Mekke eşrafı bir heyet oluşturup, müminleri kendilerine teslim etmesini istemek için Habeş kralma gönderdikleri zaman, heyetin müminler için sarf ettikleri iddialar, bu müminlerin köle olup olmadıkları konusuna gelip dayanmıştır. Heyet başkanı, bu kimselerin hür insanlar olduklarını söyleyince, Habeş kralının tepkisiyle karşılaşmıştır. Kral, hür insanların bir köle gibi iade edilemeyeceğini söylemiştir. Bu durumda, hicret edenler arasında Bilâl-i Habeşî, Habbab b. Eret, Ammar b. Yasir gibi köle kökenli kimselerin bulunması halinde, hicretin Mekke müşrikleri tarafından akamete uğratabileceğinin önceden düşünülmüş olduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu ihtimalin yanı sıra, üzerinde durulması gereken bir husus daha vardır.

Yüzü aşkın şahsiyetin mümin olmasına karşılık niçin sadece 16 kişi hicret etmiştir? Bu da cevabını bilemediğimiz bir başka sorudur. Fakat, Resulüllah’m bir grup mümini Habeşistan’a hicret etmeleri için teşvik ederken sarf ettiği sözler konuya biraz da olsa ışık tutar gibidir; ‘Oraya (Habeşistana) gidin ve Allah, içinde bulunduğumuz bu sıkıntılardan bir kurtuluş yolu gösterinceye kadar orada kahn Bu ifadeler, Habeşistan hicretinin öncelikle Mekke müşriklerinin baskı ve işkencelerinden kurtulmak amacıyla gerçekleştirilmediğine, Mekke’deki baskı ve işkenceler karşısında mümin topluluğunun tamamen yok olması ihtimaline karşı bir önlem olarak hicretin düşünüldüğüne işaret etmektedir.

Yani, bir kısım mümin, Mekke’de gerçekleşebilecek bir kıyım ihtimali karşısında, islâm davetini tekrar başlatmak için Habeşistan’a gönderilmiş olmalıdır. Daha Önce yaşanmış bir durum da bu konuda önemli bir delildir. Daha önce geçtiği üzere, Resulüllah, akrabaları olan Haşim oğullarına verdiği yemek daveti sırasında, kendisine yardımcı olunmasını isteyip, içlerinden kimin kendisine halef olacağını sorarken, kendisinin öldürülebileceği ve bu nedenle islâm davetini devam ettirecek kimsenin kalmayacağı kaygısıyla hareket etmişti. Ayrıca Tufeyl, Ebû Zerr ve Amr bin Abese’nin Müslüman oluşlarını takiben kendi toplumlarına gönderilmeleri ve bildikleri ilâhi hakikatleri tebliğ etmeyi ihmâl etmemelerinin istenmesi konu bağlamında dikkate alınması gereken önemli bilgilerdir.

İlk hicret hareketi dahilinde cevabı aranması gereken bir başka soru da şudur: Resulüllah neden hicret etmedi? Bu sorunun cevabını da Kur’an’da bulabiliyoruz. Şöyle ki; Zümer süresinin ilgili ayeti hicrete zemin hazırlamış, Nahl süresinin ilgili ayeti ise hicrete teşvik eder nitelikte olmasına karşılık, bir başka ayet hicret izninin Resulüllah’ı kapsamadığını ifade etmiştir. O, Mekke’de kalmalı ve her türlü olumsuz şarta rağmen îslâm davetine devam etmelidir. Söz konusu ayet Hz. Yunus’un islâm davetini anlatan ayetlerinden birisidir. Ayette, Hz. Yunus’un islâm daveti sırasındaki bir hatası açıkça belirtilerek, Resulüllah’ı benzer hataya düşmekten sakındırmıştır: ‘Sen Rabb’inin hükmüne sabret. Balık sahibi (Yunus) gibi olma..[248]

Hz. Yunus’un hatasını ve Resulûllah’m bu hataya düşmekten sakındırılma nedenini anlamak için, konuyu biraz daha ayrıntılı olarak Kur’an’dan takip etmekte yarar var: Hz. Yunus, diğer peygamberlerin büyük çoğunluğunda olduğu üzere, müşrik, dolayısıyla putçu ve bu nedenle zorba; haksızlığı, kötülüğü, zulmü, sömürüyü kendilerine yol edinmiş bir topluma peygamber olarak gönderilmişti. Gönderildiği toplum, yüz bini aşkın nüfusa sahip Ninova şehriydi.[249] Hz. Yunus uzun süre Ninova halkını şirk ve gereklerinden uzaklaştırıp, İslâm’ın adalet ve esenliğine ulaştırmak için çalıştı. Ancak uzun süre içerisinde sadece iki kişi şirkten uzaklaşıp islâm’a girdi. Bütün gayret ve çabalarına rağmen, davetini kabul eden başkalarının olmaması Hz. Yunus’u bir yanlış davranışa sevk etti. ilâhî bir talimat olmaksızın, Ninova şehrini terk etmeye karar verdi ve kararını da uyguladı. Bunu yapma nedeni ise ayette ‘kendisinin (bu yaptığı şey için) hesaba çekmeyeceğimizi zannetmişti [250] biçiminde açıklanmıştır. Bu da ifade etmektedir ki, Hz. Yunus bu yaptığı şeyin Allah katında bir yanlışlık olarak değerlendirileceğini düşünmemişti. Onun yaptığı bu hata, Allah’ın kendisine hatasını hatırlatacak bir belaya (imtihanına) vesile olur ve gemiyle ülkeyi terk ederken, bir nedenden dolayı çekilen kurada denize atılmasına karar verilir.

Hz. Yunus gemi personeli ve diğer yolcular tarafından denize atılır. Büyükçe bir balık tarafından yutulan [251] Hz. Yunus, hatasını anlamış birisi olarak Allah’a yönelip, yalvarır. Onun bu içten pişmanlığı kabul olunur ve balıktan kurtarılır. Sonra tekrar Ninova şehrine dönerek risâlet görevini sürdürür.[252] Kalem süresinin 50. ayetinde, Hz. Yunus’un Ninova’yı, kendisine bir talimat verilmeksizin terk edişi hatırlatılarak, Resulûllah’ın böyle davranmaması istenmiştir. Dolayısıyla böylesi bir özel izin verilmediği için de Resulüllah Habeşistan’a hicret etmeyi düşünmedi. Mekke’deki zorluklar ve sıkıntılarla dolu ortam içerisinde görevini sürdürmeye devam etti.
Habeşistan hicreti 617 yılının Mart ayında (risâletin 5. yılının Recep ayında) gerçekleşti. Ancak, hicret eden müminler üç ay sonra, Haziran (Şevval) ayında, Mekke’ye geri döndüler. Bu kadar kısa sürede dönmelerinin nedeni ise, Mekke’eşrafının İslâm’a girdikleriyle ilgili yanlış bir haberin kendilerine ulaşmasıydı. Yoksa, Habeşistan’da rahattılar. Bunu bizzat kendileri şöyle anlatmışlardır: ‘Habeşistan’a gittik. Habeşliler iyi komşuluk muamelesi gösterdiler. Dinimizin gereği olan ibadetlerimizi serbestçe yaptık. Allah’a kolay ve hiçbir sıkıntıyla karşılaşmadan ibadet ettik. Hiç kimseden kötü bir söz veya kötü bir davranış görmedik.[253]

Habeşistan’daki müminler Mekke’ye yaklaştıkları zaman anladılar ki, duydukları haber asılsız. Mekke’de hiçbir değişiklik olmamış, müşrikler baskı ve işkencelerine aynı şekilde devam etmekteler. Bu, Habeşistan’dan dönen müminler üzerinde büyük bir hayal kırıklığına neden oldu. Ancak Mekke’ye kadar yaklaşmışken geri dönmek istemediler. Ne yapacaklarını aralarında görüşüp konuştular: ‘Mekke’ye girelim. Kavmimizin ne durumda olduğuna bakalım. Eğer gerekirse tekrar Habeşistan’a döneriz’ kararını verdiler. Fakat Mekke’ye doğrudan girmeleri mümkün değildi. Müşriklerin zararlarından korunmak için, ancak başka bir müşrikin himayesinde Mekke’ye girebilirlerdi. Bu nedenle müminlerden her biri, müşriklerin ileri gelenlerinden olup da kendisini ailevî yakınlığı nedeniyle himayesine alabilecek olan birisiyle görüşüp, konuştu. Aldıkları destekle de Mekke’ye teker teker girdiler. Fakat ilginçtir; müminlerin himayelerine girdikleri müşriklerin isimleri önemli bir özelliği açığa çıkarmaktadır. Liste incelendiği zaman Velid b. Muğire, Ebû Uhayha, Nadr b. Haris, Umeyye b. Halef, Âs b. Vâil gibi Mekke eşrafının en önemlilerinin isimleri ile karşılaşılmaktadır. Bu müşrikler, Mekke’nin sadece eşrafından değil, aynı zamanda İslâm’a muhalif bütün tutum ve davranışların kararını alan, uygulamasını kontrol eden ve bizzat uygulamaya katılan kişilerdi. Bazı müminlerin bu kimselerin himayesine girmiş olmaları, Mekke’deki kabilecilik ruhunun ne kadar ağır bastığını göstermesi açısından oldukça önemlidir. Müşrik liderlerin her biri, himayelerine aldıkları müminleri birbirlerine karşı korumak gibi garip bir çelişkinin faili olmuşlardır.

Habeşistan’dan dönen müminler müşriklerden bazılarının himayesinde Mekke’ye rahatlıkla girebilmişlerse de rahat edemediler. Durumları bazı sıkıntıların nedeni oldu. Mekke’de kalıpta, hâlâ baskı ve işkence gören diğer müminleri gördükçe utandılar, rahatsız oldular. Bu konuda Osman b. Maz’ûn’un durumu hatırlanması gereken önemli örnekler arasında yer almaktadır. Osman b. Maz’ûn, Velid b. Muğire’nin himayesinde Mekke’ye girmişti. Onun, Velid b. Muğire gibi önemli bir hamisinin olması, diğer bütün müşriklerin kendisine bir zarar vermesini önlemiş ve rahat bir şekilde Mekke’de yaşamaya başlamıştı. Bazı müminlerin can alan işkencelere uğramalarını görmesi Osman b. Maz’ûn’u çok rahatsız etti: ‘Ben müşrik bir adamın himayesinde rahat ederken, arkadaşlarımın ve ailemin müşriklerin işkencelerine uğraması ve onların bütün bu işkencelere Allah için direnmesi benim için büyük bir eksikliktir’ demeye başladı. Müşriklerin sağladığı güvenden, iman kardeşliğinin ve Allah’ın dostluğunun sağladığı güven ortamına sığınmaya karar verdi. Karannı şu sözleriyle açıkladı: ‘Ben nasıl olur da bir müşrikin himayesinde olurum. Allah’ın himayesi daha güzel ve daha üstündür’. Bu kararını takiben Velid b. Muğire’yi aramaya çıktı. Onu Kabe yakınında buldu ve ‘Ey Abdüşşems’in babası! Sen ahdine vefa gösterdin. Akrabalık bağının gereğini yerine getirdin ve beni himayene aldın. Senin himayen süresince güvencede oldum.

Ancak ben senin himayenden çıkıyor ve Resulüllah’ın himayesine giriyorum. Resulüllah ve arkadaşları benim için yegâne örnektir. Onlar gibi olmayı arzuluyorum’ diyerek kararım bildirdi. Osman b. Maz’ûn’un bu kararı, hayatî tehlikeleri davet eden bir karardı. Velid b. Muğire bunu biliyordu. Her ne kadar bizzat kendisi müminleri işkencelere uğratan, kan akıtıp can alan birisi ise de Osman b. Maz’ûn’a karşı olan akrabalık duygusu ağır bastı; kararını tekrar gözden geçirmesini istedi: ‘Ey yeğenim! Neden himayemi terk ediyorsun? Yoksa bu süre içerisinde sana işkence yapan, zarar veren mi oldu? Ben hamiliğin gereklerini yerine getiremedim mi?’ dedi. Osman b. Maz’ûn, kararının nedenini kısa ve açık bir şekilde tekrar ifade etti: ‘Hayır! Vallahi senin himayendeyken hiç kimse bana zarar vermemiştir. Fakat ben Allah’ın himayesine girmeyi arzuluyor, Allah’tan başkasının himayesinde bulunmayı istemiyorum. Şimdi beni Kureyş’in bulunduğu yere götür ve himayenden çıktığımı ilan et’, ikisi birlikte Kabe’ye gittiler.

Müşrik ileri gelenlerinin toplu olarak bulundukları bir andı. Ünlü müşrik şair Lebid şiir okuyor ve diğerleri onu dinliyordu. Velid b. Muğire, Osman b. Maz’ûn’u göstererek, artık onun kendi himayesinde olmadığını söyledi. Bu arada Osman b. Maz’ûn’a dönerek, istediği zaman himayesine geçebileceğini de bildirdi. Osman b. Maz’ûn da kararı pekiştirmek için Velid b. Muğire’nin doğru söylediğini, artık kendisinin onun himayesinde olmadığım açıkladı. Bu sırada, Lebid kendisini kaptırmış bir halde şiirine devam ediyordu: ‘Allah’tan başka herşey bâtıldır’ . Osman bin Maz’ûn bunu duyunca ‘Doğru söyledin dedi. Lebid devam etti:

‘Her nimet mutlaka son bulacaktır’. Bu sefer Osman b. Maz’ûn muhalefet etti ve “Cennet nimeti son bulmaz’ dedi. Osman b. Maz’ûn’un bu müdahalesi toplantıda bulunan müşrikleri rahatsız etti. Bu müdahaleyi meclisin işlerine karışmak olarak düşündüler. Sözünün kesilmesine sinirlenen Lebid; ‘Ey Kureyş büyükleri! Eskiden sizin meclisinizde böyle şeyler olmazdı. Kimse müdahale edemezdi. Sizler meclisinize katılanları üzmezdiniz. Ne oluyor? Böyle, meclisinize katılan birisine müdahale edip üzmek davranışı ne zamandan beri görülür oldu?’ dedi. Meclistekiler ‘Sen üzülme, O düşüncesiz, akılsız birisidir. Kavminin dinini terk etmiş birisidir’ dediler. Abdullah b. Umeyye ise ‘O, beraber olduğu beyinsizlerden sadece birisidir. Bunlar bizim dinimizi terk ettiler. Sen kendini üzme’ dedi. Mecliste bulunanlardan birisi kalkıp Osman’ın üzerine yürüdü ve yumruk attı. Yediği yumruktan Osman’ın gözü morardı. Osman’ın morarmış gözünü bakan birisi ‘Ey Osman! Vallahi sen kuvvetli bir haminin himayesinde idin. Eğer onun himayesinde kalsaydın gözün şişmezdi deyince, eşraf gülüştü. Fakat Osman kararındaki ısrarım tekrar açıkladı: ‘Allah’ın himayesi bana yeter. Bu gözümün başına geleni öbür gözümde arzu etmektedir’. Velid b. Muğire tekrar sordu: Tekrar himayeme girecek olursan hami olmaya hazırım’. Osman bu teklifi kararlılıkla reddetti: ‘Allah’tan başkasının himayesine girmeyeceğim’. Ve islâm’ı anlatan, Kur’an’ı öven bir şiir okuyarak oradan uzaklaştı.[254]

Müşrik eşraf, Resulüllah’ı koruduğu için Ebû Talib’e kırgın ve kızgındılar. Onun, Habeşistan’dan dönenlerden Ebû Seleme’yi de himayesine alması öfkelerini iyice artırdı. Bu nedenle Mahzûm oğulları ailesinden bazıları Ebû Talib’le görüştü ve konuyla ilgili rahatsızlıklarım bildirdiler: !Ey Ebû Talib! Yeğenini himayene alıp bize karşı koruyup duruyorsun. Bizim adamımızı da bizden korumaya kalkışmanı kabul edemeyiz. Onu korumak senin görevin değildir’. Ebû Talib ise bu tepkiye, ‘Onu himayeme aldım. Çünkü o, aynı zamanda benim kız kardeşimin oğludur. Ben kız kardeşimin oğlunu koruma hakkına sahip değil miyim?’ diyerek cevap verdi. Bu arada, konuşmaları dinleyen Ebû Leheb, risâlet süresince ara sıra olduğu üzere, aile bağlarının depreşmesiyle Mahzûm oğullarına sert bir çıkış yaptı: ‘Sizler bu ihtiyara karşı fazla ileri gittiniz. Ya onunla uğraşmaktan vazgeçersiniz, ya da onun istediği her şeyin olması için kendi yanında yer almakta hiç tereddüt etmeyiz. Bunun üzerine Mahzûm oğulları işin büyüdüğünün görüp, özür dileyerek oradan ayrıldılar.

[242] Zümer sûresi, 39: 10
[243] Nahl sûresi, 16:41,42

[244] İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 1/144; Ibnü’l Esir, el-Kâmil fi’t-Târih, 11/76; Taberî, Tarihu’r-Rusül ve’l-Mülük, 11/222.
[245] Kaynaklar arasında hicret eden müminlerin sayısı konusunda farklılık vardır. Ağırlıklı görüş, bizim de tercih ettiğimiz görüştür. Habeşistan’a hicret eden mü’minler şu kimselerdi: 1- Osman b. Affan, 2- Rukayye (Osman b. Affan’ın eşi, Resulüllah’m kızı), 3- Ebû Huzeyfe b. Utbe, 4- Sehle bint-i Süheyl (Ebû Huzeyfe b. Utbe’nin eşi),5-Zübeyr b. Avvam, 6- Mus’ab b. Umeyr, 7- Abdurrahman b. Avf, 8- Ebû Seleme b. Ab-dulesed, 9- Ümmü Seleme bint-i Ebû Umeyye (Ebû Seleme b. Abdulesed’in eşi), 10-Osman b. Maz’ûn, 11- Amir b. Rebi’a, 12- Leyla bint-i Ebû Hasme (Amir b. Rebi’a’nm eşi), 13- Ebû Sebre b. Ruhm, 14- Süheyl b. Beyda, 15- Hatıb b. Amr, 16- Abdullah b. Mes’ud.

[246] Zümer, 39:10
[247] Nahl, 16:41,42
[248] Kalem, 68:48
[249] Biz onu, yüzbin kişiye ve hatta daha fazlasına peygamber olarak göndermiştik.’ (Saf-fat, 37:147)
[250] Enbiya, 21:87
[251] Saf-fat 37:142
[252] Yunus, 10:98; Saffat, 37:148
[253] Taberî, Tarihu’r-Rusûl ve’l-Mülûk, 11/221 ;Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kübra, 1/204.
[254] tbn Hişam, es-Siretû’n-Nebeviyye, 11/10; tbnü’l Esir, d-Kâmü fi’t-Târih, 11/78. 4 İbn Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, 11/10.
 
Üst Alt