Büyük Bir Milli Kültür Unsurumuz : Türk Musikisi

Ayyüzlüm

Yeni Üyemiz
Büyük Bir Milli Kültür Unsurumuz : Türk Musikisi
Ayhan Songar

Milletlerin kültür unsurlarının başında sesli ve sözlü ifade vasıtaları olan musiki ve konuşma gelir. Nasıl muhtelif milletlerin farklı dilleri varsa, aynı şekilde farklı musiki sistemleri de vardır. Bu bakımdan san'at ve zevk evrensel, cihanşümul, âlemşümul olabilir ama bütün insanlığa has bir "evrensel musiki'den bahsetmek mümkün değildir. Tabii, insanın fıtratında "mücerred semboller"le İfade edilen mesajları anlayıp değerlendirme kabiliyeti mevcut olduğu için bir insanın başka bir kültürün musikisini anlamasını, hatta o musikiden eserler meydana getirmesini engelliyecek bir durum yoktur. Fakat bu, o kültürün bizim olduğunun delili sayılamaz. Bugün batı musikisi sistemi ile besteler yapan bir Türk bestekârı, bu şekilde "Türk musikisi" yapıyor denemez. Onun yaptığı iş, "bir Türk bestekârının meydana getirdiği batı müziği"dir.
Bizim musikimizin Türklük kadar eski bir tarihi vardır. Orta Asya'da "pentatonik" dediğimiz, bir oktav'lık aralığı beş sese bölen ses sistemi ile besteler yapan atalarımızın hayatları bu musiki içinde geçmiştir. Böylece Asya steplerinden getirdiğimiz sesler "Büyük Göç" ile dünyanın dörtbir yanına yayılmış, Türk san'atı ve zevki bugünkü yüksek seviyesine asırlar içinde erişmiş bulunmaktadır. Bu tarihi tekâmül içinde musikimiz "beş seslilikten", "yirmidört sesliliğe" yükselmiştir. Bugünkü Avrupa musikisinde 8 ana ses bir "oktav"ı teşkil eder. 18'inci yüzyılın başlarında Werkmeister'in teklifi ve Johann Sebastian Bach'ın da kabulü ile bu sekiz seslik oktav dizisi on iki eşit parçaya bölünmüş ve böylece "tamperemanlı sistem" dediğimiz musiki sistemi meydana gelmiştir. Tamperemanlı sistemde bir oktav aralığı, tabi'i olan 53 koma yerine 54 koma'ya çıkarılmakta, 9 komalık aralıklar da tam ortadan bölünerek 1,5 koma'lık mesafelere "diyez" veya "bemol" denen yarım sesler, ârıza'lar elde edilmektedir. Netice olarak, "Do"dan "Do"ya kadar sekiz tam ses ve beş yarım sesle batı musikisinin alfabesi meydana gelir.

Görüldüğü gibi, bu alfabenin pentatonik dediğimiz beş sesli alfabeden pek farkı yoktur. Batı musikisinde ötedenberi mevcut işaret ve ses eksikliği Werkmeister ve Bach'dan sonra insan gırtlağının tabi'i karakterine de aykırı düşen bir mekanik ve matematik düzen içine sokulmuştur. Bir batı musikisi san'âtkârının, meselâ bir opera sanatçısının şarkı söylerken nasıl ıkınıp zorlandığını görmek, ne demek istediğimizi anlatmaya yeter sanırım. Bu işaret noksanı batı musikisinin içinde bulunduğu ifade kudreti eksikliğini de açıklar. İşte batı, kendi müziğinin ifade gücünü arttırabilmek için çâreyi çok—seslilik dediğimiz şeyde bulmuştur. Böylece, bir enstrümanla icra edilen melodiyi destekliyen ve ona refakat eden başka enstrümanların mevcudiyeti ile "orkestra" denen müzik topluluğu meydana gelir.

Modal (veya makami) dediğimiz sistem üzerine kurulmuş olan Türk musikisinde mesele başka yoldan halledilmiştir. Türk musikisinde sekizli oktav aralığı eşit olmayan yirmidört parçaya bölünmektedir. Böylece, ana dizi'ye eklenen küçük aralıklarla elde edilen yeni sesler musikimizin alfabesinin zenginliğini sağlamıştır. Çeşitli icra özelliklerine göre ortaya çıkan hafif ton farkları bu 24 sesi çok daha da artırabilmektedir. Batı musikisinde seslerin,işaretlerin azlığı yüzünden sadece "majör" ve "minör" tonlar elde edilebilirken Türk musikisindeki işaret zenginliği 500 den fazla makamın teşkiline imkân vermiştir. Ayrıca, batı'nın 2/4, 3/4 ve 4/4'lük usulleri yanında bizim musikimizin 2 zamanlı'dan 120 zamanlı'ya kadar yükselen usullere sahip bulunması bizdeki ritm zenginliğini de göstermektedir.

İşte, yukarda anlatılan sebeplerden "çok—seslendirme" batı musikisi için bir zaruret, bizim musikimiz için ise müziğimizin rengini ve özelliğini kaybettiren bir "yozlaşma" alâmetidir. Tabi'i burada "çok-seslendirme'den bir gereksiz batı taklitçiliğini anladığımı ilâveye gerek yok. Yoksa çok kıymetli müzisyen arkadaşımız Dr. Teoman Önaldı'nın yaptığı ve Türk musikisinin hususiyetlerinden hiçbir fedâkârlık vermeyen, san'atkârâne çok—seslendirme denemelerini bunlardan istisna etmek isterim. Orada müziğimizin zenginliğine zenginlikler katma gayreti sözkonusudur ki, bunu, tarih boyunca birçok icracıların yaptıkları "süsleme"lerde de esasen görmekteyiz.

Musikimizdeki saz eserleri mücerred, söze bağlı olmayan musikinin şaheserlerindendir. Sözlü Türk musikisi, şarkı ve beste formları da, güfte ile bestenin kaynaşması bakımından ayrı bir özellik taşımaktadır. Türk dili kendi içinde bir musikiye sahiptir. Uzun heceleri, ince sesleri ve vurguları ile Türkçe, hiç anlamıyanın bile zevkle dinleyeceği bir musiki meydana getirmektedir. Türk musikisi bestekârlarının hemen hepsinin ayni zamanda şâir oldukları ve böylece güfte İle bestenin ayni kafadan, ayni san'at zevkinden beraberce ve bir anda çıktıkları gerçeği de unutulmamalıdır. Ses sistemi bakımından Türk musikisi insan sesinin tabi'i seyrini takibettiği için dinleyende birtakım duyguları kolaylıkla uyandırabilmektedir. Bu özelliği sebebiyle Türk musikisi tarih boyunca ruh hastalıklarında bir tedâvi vasıtası olarak da kullanılmıştır.

Türk musikisi Türk ırkının 2500 yıl içinde yayıldığı geniş sahaya dağılmış ve birçok kavimleri tesiri altına almıştır. Komşu ülkelerde musikimizin derin tesirleri bugün de bütün gücü ile kendisini göstermektedir. Musikimiz Orta Asya'dan Türklerin yayılış istikametini takibederek gelmiştir. Türk musikisi böylece asırların getirdiği bir kültür hamulesini taşımaktadır. Klâsik Türk Musikisi Farâbi'den, Abdülkadir Meraği'den günümüze kadar 600 senelik bir zaman dilimine yayılmış zengin bir bestekârlar dizisi ile İntikal eden ve 24 sesli sistemle. 500'ü aşkın makam üzerine taht kurmuş bir hazinedir. Musikimiz Türk toplumunu, zamanında koskoca bir imparatorluk ahalisinin her kesimini, her ferdini içine alan bir müşterek duygu ve düşünce sistemidir. Tarihin en eski medeniyetlerinden birini kuran, ilk defa demiri işleyip atı ehlileştiren, böylece kudretle sür'atı ve san'atı meczeden Türkler, gündelik hayatı daima musiki ile birlikte götürmüşlerdir. Milâttan 3 asır önce yaşamış olan Hun—Türk Devletinde savaşa giden süvariler davula benzer enstrümanlarla icra edilen bir musiki ile teşci edilirlerdi. Milâttan sonraki ilk yüzyılda hükümran olan Göktürkler devrinde baksı şâman-ozan adı verilen din adamı - hekim - müzisyenler kopuz gibi âletlerle icra ettikleri musiki ile dini törenleri yönetir, ruh hastalıklarını tedâvi ederlerdi. Eski Türk hakanlarının ordugâhlarında "Gök" adı verilen besteler hergün bir tören düzeni içinde çalınırdı. Göktürklerin ilk askeri musiki takımını, tabir caizse askeri bando'yu kurduğunu söyleyebiliriz. O zamandan kalma askeri musiki geleneği, Osmanlı döneminde Mehter takımları ile bütün fetihlerde ordunun yanında ve önünde olmuştur.

Annemizden doğduğumuz zaman kulağımıza ismimiz "hicaz" makamından ezan ile okunur. Derdimizi, neş'emizi o musiki ile ifade eder, ibadetlerimizde de onun nağmelerini kullanırız. Duygularımız sonunda meydana gelen bu musiki, duygularımızı da var eden unsurdur. Sonunda, bu dünyadan ayrılırken okunan salamız da gene o musikinin nağmelerinden kurulur.

İşte böyle bir kültür hazinesi, uzun bir durgunluk döneminden sonra bugün konservatuarlarımız ve çok kıymetli musiki bilginlerimiz, icracılarımız sayesinde büyük bir ilerleme, gelişme içindedir. Bunu görerek memnun, müsterih oluyorum. Bir millet ancak kültür unsurlarının canlı tutulması ile yaşar ve payidar olur.
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Annemizden doğduğumuz zaman kulağımıza ismimiz "hicaz" makamından ezan ile okunur. Derdimizi, neş'emizi o musiki ile ifade eder, ibadetlerimizde de onun nağmelerini kullanırız. Duygularımız sonunda meydana gelen bu musiki, duygularımızı da var eden unsurdur. Sonunda, bu dünyadan ayrılırken okunan salamız da gene o musikinin nağmelerinden kurulur.çiçeeek
 

VuSLaT

Yönetim
Yönetici
Annemizden doğduğumuz zaman kulağımıza ismimiz "hicaz" makamından ezan ile okunur. Derdimizi, neş'emizi o musiki ile ifade eder, ibadetlerimizde de onun nağmelerini kullanırız. Duygularımız sonunda meydana gelen bu musiki, duygularımızı da var eden unsurdur. Sonunda, bu dünyadan ayrılırken okunan salamız da gene o musikinin nağmelerinden kurulur.çiçeeek
 
Üst Alt