C.D > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi (Alfabetik)

ceylannur

Yeni Üyemiz
DOLAR FARKI VE FAİZ Dört yıl öncesine kadar Libya'da Çalışan kardeşim, çalıştığı firmadan alacağı olan 5500 doları, uzun mahkemeler sonucu, doların o zamanki fiyatı üzerinden (600TL) Türk Lirası olarak, ,şu anda %30 faiziyle birlikte alıyor Faiziyle beraber Dolar 900 TLna gelmiş oluyor Halbuki şu anda Dolar yaklaşık 1600 TL Aldığıbu fark faiz olur mu?
Anlaşılan kardeşiniz Dolar karşılığı çalışmış, firma da kendisine dolar borçlamıştır Öyleyse alacağı da dolardır Firma eğer mevcut sistemlerin açığından yararlanıp bunu borçlandığı zaman itibariyle Türk Lirasi olarak ödemeye kalkışıyorsa haksızlık ediyor ve borcunun bir kısmını vermiyor demektir O zamanki hesapla mahkemece terettüp ettirilen faiz aslında pozitif (gerçek) bir fazlalık olmadığından faiz sayılmaz, alabilirsiniz Hatta herhangi bir yolla kalan farkı da alabilirsiniz Böyle konularda Hanefi Mezhebindeki fetva Ebu Yusuf'un görüşüne göredir Ona göre borçlu borcunu öderken, borçlandığı (yani borcun zimmetine yüklendigi) gündeki değeri öder(Ibn Abidin, Tenbîhu'r-Rukûd, N/60, 61)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DOMUZ TİCARETİNİN, AVLAYIP SATMANIN HÜKMÜ NEDİR? Domuz eti ve şarap gibi, bize göre mal olmayan, fakat hiristiyanlara göre mal olan şeyleri para karşılığında değil de, mal karşılığında onlara satmak, bâtıl değil, fâsittir Yani haram olan bir davranışta bulunmuş olmakla beraber, karşılığında alınan mala sahip olunur Para karşılığında satmakta, değer verilen taraf para değil, eşya olduğundan, halbuki, bu tür şeylere Islâm değer vermemizi emrettiğinden, parayla satışları bâtıldır, hiçbir sonuç doğurmaz Yani alınan paraya mâlik olunmaz ( Merginânî, Hidaye NI/42; Dürrü'I-Müntekâ N/54; el-Inâye alelHidâye VI/405-406; Zeyla'î, Tebyîn ve Hâsiyesi; Selebî IV/44) Fakat fâsiti câizle karıştırmamak gerekir Yani bir müslümânın, eliyle boğazlamış olsa bile domuz etini satması câiz değildir Halbuki" domuz dışındaki vahşî ve eti yenmeyen hayvanları inek boğazlar gibi boğazlarsa etlerini satabilir( Hindiyye N/115)
_______________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÖRT MEZHEB'DEN BAŞKA BİR MEZHEBİ TAKLİD ETMEK CAİZ DEĞİLDİR Aslında Kur'an ve sünnetin terbiyesi altında; bildiğimiz dört müctehid'den başka; Sa'id bin al-Muşeyeb, Ata, Sufyanal-Sevri, Sufyan bin Uyayne, Evza'i ve Davud gibi birçok müctehid yetişmiştir Ama bunların mezhebleri zamanında tedvin edilmediği için yayılma isti'dadı göstermediler Ancak Zeyd bin Ali ile Ca'fer al-Sadık'ın mezhebleri, zamanında tedvin edilmediği halde onların mezhebinde bulunduklarını iddi'a eden Zeydiye ve Ca'feriye fırkaları vardır İbn Salah dört mezheb'den Başka mezhepleri taklid etmenin caiz olmadığına dair icma'ı nakletmiştir
Bu hakk mezheplerden birisini taklid eden kimse hayatı boyunca o mezhebde kalması gerekmez İstediği zaman tamamen veya kısmen başka bir mezhebi taklid edebilir
İbn Hacer şöyle diyor: Bir kimse bir mes'elede tabi olduğu mezhebden başka bir mezhebi taklid ederse o mes'eleye bağlı olan şeylerde de taklıd etmesi gerekir Mesela namazda Hanefi mezhebini taklıd ederse abdest ve gusulde de taklid etmesi lazımdır
İbn Ziyad ise diyor ki: Namaz ayrı, abdest ayrıdır Namazda Hanefi mezhebini taklid eden kimse abdestte de onu taklid etmesi gerekmez Yani abdesti Şafii'ye göre alır, namazı Hanefi'ye göre kılarsa beis yoktur
Ulema'nın çoğu bu dört mezheb'den birisini taklid etmenin lazım olduğunu söylüyor
Bazıları da mu'ayyen bir mezhebe bağlı olmak gerekmez diyor
Herhangi bir mezhebi nazar-ı i'tibara almadan bilen kimseye, bilinmeyen mes'ele sorulabilir Al-'izz bin 'Abdüsselam ve al-Şeref el-Barizi böyle fetva vermişler Gazali de bu kana'attedir Binaenaleyh bir kimse bir mezhebe bağlı kalmadan Allah'a kulluk ederse dinsiz değildir Ancak mu'ayyen bir mezhebe bağlı kalarak Allah'a te'abbud etmek daha iyidir Gerektiği zaman başka mezhebi taklid etmek de caizdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÖVİZE ENDEKSLİ TAHVİL Örnek: Dövize Endeksli PTT Tahvilleri
a) 104 milyon DM ve 56 milyon dolar tutarında tahvil ihraç edilmiştir
b) Tahvil sahipleri, Batı Alman Markı'na endeksli tahviller için yıllik %5, ABD, Doları'na endeksli tahviller için yıllik % 8 faiz alacaklardır Ayrıca Dolar ve Mark'ın kur değişmeleri de tahvil gelirlerine aynen yansıyacaktır
c) Tahvil satışları, satış gününde Dolar ve Mark'ın TC Merkez Bankası'nca uygulanan "Efektif Alış Kuru" üzerinden Türk Lirası olarak yapılacaktır
d) Tahviller 6 yıl vadeli olup faiz ödemeleri 6 ayda bir yapılacaktır
e) Anapara ödemesi ise, son yıla ait 12 faiz kupon ödemesi ile birlikte ve 6 yıllık vadenin son gününde TC Merkez Bankası'nca uygulanan "Efektif Alış Kuru" üzerinden "TL"e yapılacaktır
Faizli bir muamelenin Islâm'ca onaylanmayacağı açık Ancak bir müessesenin faizle iş yapıyor olması, onunla kurulacak meşru bir şirkete ortak olunamaz anlamına da gelmez Elverir ki, kurulacak şirket faiz esasına dayalı olmasın ya da daha başka haram unsurlar ihtiva etmesin Herhangi bir şirkete hisse senediyle ortak olma söz konusu olunca Islâm hukuku açısından "Şirket-i Inan" karşımıza çıkar Ya da mürekkep bir şirket çesidiyle karşılaşırız Bunun gerek kurucularında, gerekse işleyişinde aranan şartlar fıkıh kitaplarında detaylıca anlatılır Sizin sorunuz açısından önemli olabilecek şartını belirtmemiz cevap için yeterli olur sanıyorum Bundan sonraki araştırmamızda da daha geniş cevap arayacağız: Ortaklardan birine belirli bir kâr garanti edilmesi caiz değildir Çünkü ticarette kazanmama, hatta kaybetme ihtimalı de vardır Böyle bir şartın bulunması, şirketi batıl ve hükümsüz kılar Kaybetme, kârdan olabileceği gibi sermayeden de olabilir Öyleyse sermayenin garanti edilmesi de akdin batıl olması için yeterlidir Binanaleyh asgari bu şartlara riayet etmeyen bir müessesenin ihraç ettiği tahviller Islâm hukuku açısından su götürür
Sözü edilen PTT tahvillerindeki muamelenin gayr-i Islâmiligi oldukça açıktır sanıyorum Öncelikle ortada ortak olunan hiçbir şey yoktur Bize gösterilen tahvil örneğine göre konuşacak olursak: PTT herhangi bir isletmesini tahvil sahiplerine satıyor değildir Yapılan şey; su anda kâr getiren bir KIT olarak PTT'nin sözü edilmek suretiyle istikraza teşvik ve garanti sağlamadan ibarettir Ayrıca bir taraftan %5 ya da %8 faizden açıkça söz edilmekte, diğer taraftan da tahviller dövize endekslenerek bu faizin pozitif ya da reel bir faiz olduğu vurgulanmakta, zimnen de ana para garanti edilmektedir Eğer dövize ya da bir başka şeye endeksleme söz konusu olmasaydı enflasyon yüzdesi gözönünde bulundurularak bir "negatif faiz" den söz edilir ve hiç olmazsa Ebu Yusuf'un görüşüne istinaden bunun Islâm'a göre faiz olmayacağı söylenebilirdi O takdirde böyle bir ortaklığın anlamsızlığı da ayrı bir konudur Bana öyle geliyor ki, köprü ya da baraj satışlarındaki durumun PTT tahvillerindekinden farkı, sadece onlardaki faizin sabit oranlı olmaması ve köprü ya da barajın kârına endeksli olmasından ibarettir Yine ortada satılan ya da gerçek anlamda ortak olunan bir şey yoktur Bilebildiğim kadarıyla yine ana para -ma belki endekslemeden- garanti edilmektedir Yani olay, orada da burada da bir iç istikrar olayıdır, faiz olayıdır
Ne var ki, kanaatime göre bu tahviller ya da hisse senetlerinin cevazı söz konusu olduğunda bazı alimlerimizi müsbet doğrultuda düşünmeye götüren şey, alternatif teklif bulma zorluğudur Öyle ya, müslüman bu ortamda parasını oraya vermesin, buraya vermesin hatta son zamanlarda bazı ciddi itirazların doğurduğu şüphelerden ötürü faizsiz finans kurumlarına yatırmasın, peki ne yapsın? Enflasyon canavarına mı kaptırsın ve böylece ekonomik hayattan mı silinsin Işte -eğer varsa- cevaza götüren saik bu olmaktadır Öyleyse bu probleme başka çözüm yolları aranmalı ve müslümanlar, en azından şüpheli bir muameleye bulaşmaktan kurtarılmalı deriz Çünkü caizdir, deyivermek bu arayışın da kapısını kapamak anlama gelebilir Yine de biz meselenin hisse senedi yönünü bir sonraki soruya vereceğimiz cevapta biraz daha kurcalayacağız Çünkü tahvil meselesi açıktır ve bir faiz muamelesidir
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÖVME

İnsan vücudunun muhtelif yerlerine yüze, kola, ele, göğse, derinin iğne vBulletin sivri âletlerle şekle uygun olarak delinip, üzerine mürekkep, çivit vs dökülmek sûretiyle yapılan nişan ve resim hakkında kullanılan bir tabir

Dövme süs olarak yapılırdı Câhiliye Arapları arasında yaygın bir âdetti Bilhassa Arap kadınları dövme hususunda çok ileri gitmişler, vücutlarının birçok kısımlarını nakışlarla doldurmuşlardı Hattâ bazıları vücutlarına, tapındıkları put şekillerini kazımışlardı
Eski Trakyalılarda dövme asalet nişanesi, eski Yunanlılarda da ahlâksızlık damgası sayılırdı Hristiyanlar'da da vücutlarına dövme usulüyle haç resmi kazıtanlar vardı Kudüs'e hacca giden hristiyanlar, kol ve ellerine dövme yaptırırlardı Osmanlılar'da yeniçeriler arasında dövme çok yaygındı (Tecrid-i Sarih Terr, 351, 381)
Eski çağlardan türlü şekillere bürünerek zamanımıza kadar gelen dövme geleneği bugün bile garip şekillerde sürmektedir Cahiliye devirlerine ait ilkel bir süs halinde kalması yirminci yüzyıl mantığına daha çok yakışacak dövme; Mısırlılar'ın mumyası, Asurlular'ın örgü sakalı gibi, tarih yapraklarında birer hatıra gibi kalmamış, garip bir ilgi ile günümüze kadar gelmiştir Dövmecilikte Japonlar oldukça ileridirler Onlar bu işi güzel sanatların bir dalı olarak kabul etmişlerdir
Dövme, domuz yahut balık ödü, is karası, susam yağı gibi ilaçlarla yapılır İşlem sırasında kişi büyük bir ızdırap duyar Büyük boyda dikiş iğneleri yanyana dizilerek bir deste halinde bağlanır Beğenilen resim ve şekil çizilir, sonra bu iğne destesi o şekil üzerine bastırılarak zımbalanır Bu cılk yaranın üstüne renk verici madde sürülüp bezle sarılır Renk maddesi yukarıda saydıklarımızın dışında normal boya veya kara barut olabilir Genellikle barut ve çin mürekkebi kullanılır Dövme iğnelerinin acısı bittikten sonra yaranın acısı başlar İğnelenen yer şişer, iltihap yapar, tıpkı normal bir yara gibi işler ve kabuklanır Bir de cilt altına yabancı bir cisim gömerek yapılan dövme vardır ki, buna en fazla Eskimolar'da, Çukçiler'de Gurdenlandlılar'da ve İtalya'nın bazı bölgelerinde rastlanır
Veşm; hem eziyet, hem de Allah'ın yarattığı güzel sûreti değiştirip bozmak olduğu için çirkin bir harekettir İnsanları bu kötü işe teşvik eden şeytandır Cenâb-ı Hak bu durumu şöyle özetliyor: "Şeytan dedi ki: Elbette senin kullarından belli birtakımı alıp onları saptıracağım Onlara kuruntu kurduracağım, develerin kulaklarını yarmalarını emredeceğim, Allah'ın yarattığını değiştirmelerini emredeceğim " (en-Nisâ, 4/119) Hz Muhammed (sas) "Allah'u Teâlâ dövme yapan ve yaptırana kaşlarını incelten ve güzellik için dişlerini törpüleyip Allah'ın yarattığı şekli değiştiren kadınlara lânet etmiştir " (İbn Hacer el-Heytemî, ez-Zevacir, Mısır 1970, I, 141) demiştir
Bazı âlimler dövme yaptırmayı büyük günahlardan saymışlardır Lânet edilen bir hareketin ne derece kötü olduğu ortadadır Hadis-i şerifte sadece kadınların zikredilmesi, bu hareketin bilhassa kadınlar arasında yaygın olmasından dolayıdır Kadınlar için yasak olunca erkekler için de yasak olacağı tabiidir Yasağın bu derece şiddetli olması özellikle Allah'ın yarattığı tabii güzelliği beğenmeyip bozmaya kalkışmaktan dolayıdır İslâmiyet insan tabiatına en uygun din olduğu için insanların her hal ve hareketlerinden daima tabii olmalarını, sun'i ve sahte hareket ve fiillerden sakınmalarını istemektedir İnsanın şekli fıtrîdir Allah'ın bahşettiği bu tabiî şekil ve güzelliğin üstünde bir güzellik var mıdır? Şayet daha güzel bir şekil olsaydı meselâ Allah dudaklarımızı, kırmızı yaratırdı (Tecrid-i Sarih Trc V, 351-352)
Dövme günümüzde birçok ülkelerde bilhassa Afrika'da yaygın haldedir İnsanın tabii halini bozup zaman zaman çok gülünç ve iğrenç hallere girmesi günümüzde çokça görülmektedir Ruh ve ahlâk güzelliğinin değerini kavrayamayanlar, kendilerini iman, ilim ve edeple süsleyecekleri yerde, çürüyüp toprak olacak fâni vücutlarını süslemekle meşguldürler
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DUA, ZİKİR,NAFİLE TESBİHİ SESLİ OKUMA
Bugün camilerimizde "tesbihat" namazdan sonra ve müezzinin önderliginde topluca yapılmaktadır Bu, sünnete uygun mudur? Peygamberimiz devrinde nasıl yapılırdı? Yine bugün camilerimizde namazdan önce ihlasların okunması sünnete uygun mudur? Bir de müezzinin görevleri hakkında bilgi verir misiniz?
Bütün hadis ve fıkıh kitaplarımızın "Salat" yani namaz bölümlerinde "Namazın arkasından Dua" bahsine bakıldığında şu anda yapılmakta olan duaların hemen hemen hepsinin aslının bulunduğu görülür "Istiğfar" (üç kere), "Allahümme entesselam", "Ayetülkürsî", tesbih, tahmîd, tekbîr, tehlil, elleri kaldırmak ve dua bunların en meşhur olanlarıdır Bizim sözünü ettiğimiz kitaplardan gördüğümüz kadarıyla Resûlüllah Efendimiz namazların arasında cemaate dönmüş ve duada bulunmuşlardır Ancak "tesbihât" müezzin ya da bir başkasının öncülüğünde yapılmamıştır Efendimizin, "Kim namazdan sonra şu kadar tesbih söylerse" şeklindeki hadislerinden şu olmalıdır Bunları herkesin kendi başına, düşünerek ve hatta en iyisi gizlice söylemesi istenmiştir Sonraları Kur'ân diliyle dua vs okumayı beceremeyen yabancıların müslüman olmasıyla alimlerimiz, cemaate öğretme gayesiyle imamın bu tesbihati seslice söylemesinde beis olmadığını söylemişlerdir Ancak bu dua ve tesbihatin her birilerini herkesin söylemesi müstehap olduğundan, günümüzde uygulanan biçimiyle cemaatin sadece tesbihleri okuyup diğerlerini müezzinin söylemesi sünnete uygun değildir Herkes, söyleyebiliyorsa müezzine uymayı gerekli görmeden, söyleyemiyorsa müezzinle beraber ve de düşünerek bu duaları okumalıdır Müezzinin yaptığı sırf bir hatırlatmadır ve bunu aslında imamın yapması daha uygundur Müezzinlerin tesbihattan önce ilave ettikleri "bi kemâli zâtihi" vBulletin sözlerse sünnette aslı olmayan lüzûmsuz ve bid'at sözlerdir Özellikle Ramazan'da bazı Istanbul camilerinde yapıldığı gibi müezzinlerin bir sürü gazel okuyup "ses şovları" yapmaları ve tesbihati koro halinde okumaları, ihlâsı ve duanın ruhunu öldürücü tezahürlerdir Bunda en büyük etken; mevlütçülüge pazar arama sevdası olmalıdır Namazdan önce "ihlas" okumaya gelince: Ihlâs suresi Kur'ân'dan bir parça olmakla pis olmayan her yerde okunabilir Namazdan öncesi de bu yerlerdendir Ancak sanki namazı ikmâl eden ve namazın gereklerinden olarak görülüp, kabul edilirse; yani günümüzde olduğu gibi; okunması sünnete aykırıdır, bid'attır Üstelik bunda sünnet kılanları teşvik kerahati de vardır Ancak "'namazın bir parçası gibi görülmesi" meselesine çok dikkat etmek gerekir Yoksa dediğimiz gibi "ihlâs" okumakta haddi zatında bir beis yoktur Ihlas gibi olan şeyleri de buna kıyas etmek gerekir Bu yüzden Ibn Abidîn: "Herhangi bir mübahın yapılması, cahil halk tarafından sünnet ya da vacipgibi görülecekse onu yapmak mekruh (haram) olur" (Ibn Abidin el-Ukudü'd-dürriyye, N/304) demiştir Bende canlı bir misalini kendi hayatımdan vereyim Erzurum'da ezanların ardından, ezanın bir devamı imiş gibi "Salat-ü selâm" okunur Bendeniz bir defasında muhterem hocamın ders okuttugu Gez camiinde ezan okumak zorunda kalmış ve beceremeyeceğim için de "salât-ü selâm" ı bırakmıştım Namazdan sonra bir zat beni cemaatin içerisinde "Sen bizim dinimizi yıkamazsın! Salât-ü selâmı niçin terk ediyorsun?!" diye azarlamıştı Bu, bu uygulamanın o yörede gerekli görüldüğünün bir delilidir ve Ibn Abidin'e göre terk edilmesi gerekmektedir Müezzinin vazifesine gelince, isminden de anlaşılacağı gibi ezan okumaktan ibarettir Sahih örfün yüklediği görevler de şer'an görev sayılır Mevcut kanunların yüklediği görevleri ise DIB mevzuatindan öğrenmek gerekir (Namazlardan sonraki dua adabı konusunda söylediklerimiz ve daha başka bilgiler için bk Nevevi, el-Ezkar, 57 vd; Tahtavî, 252-260; Fetavây-i Bezzazıyye, VI/378; Heysemî, E1-Fetave'1-hadîsiyye, 53,80,82, 109,115; Fetavây-i Kâdihan, NI/424; En-Namenkânî, E1-Fethnr-Rahmanî I/204 vd; Halebi Kebir, 340 vd; Halebisağir, 236 vd; Vehbe ez-Zuhaylî, el-Fıkhu'1-Islâmî, I/800 vd)
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜĞÜN ÖNCESİ NİKÂH Zaman zaman olacak buluşmalarda haram bir davranışta bulunmuş olmamak için nişanla beraber dinî nikâh da yaptırmak istiyoruz Bunun hükmü nedir? Ya da tavsiye olunur mu?
Bilindiği gibi Islâm'da nikâh; "evlendim", "kabul et-‚ tim", gibi icab ve kabul ile kolayca oluşan bir akiddir Akid oluştuktan sonra da her türlü hukukî sonucu sabit olur Düğün öncesi nikâha bu açıdan baktığımızda şunları söyleyebiliriz: Öncelikle bu, İslamın ne tavsiye ettiği ne de saf dönemlerinde uyguladığı bir tatbikattır
Böyle bir uygulamaya götüren sebeplerin ekonomik, sosyolojik ve psikolojik yönleri vardır Söz ya da nişanın yapıldığında kızın emsali kadar çeyiz dizememiş olması ile, bunu tamamlamak için süre kazanmak istemesi ekonomik, çeyizi az olanları çevrenin kınamasından çok, çok olanları takdir etmesi sosyal, kızın çeyizde huzur arayıp emsalinden az çeyizle evlenmesi halide aşağılık duyması da psikolojik etkendir
Bu tür bir uygulamanın peşinden getirecegi sonuçlara gelince: Kadın şer'an erkeğin tam anlamıyla karısıdır ve daha önce de söylediğimiz gibi karşılıklı olarak, nikâh akdinden doğacak her türlü hakka sahip ve vazife ile mükelleftirler Erkeğin, yatağına davet etmesi halinde kadının bunu, ebeveyninin izin vermemesi bahânesiyle terketmesi mümkün değildir Aksi halde kocalık hukukuna saygısızlık (nüsûz) etmiş olacaktır Çünkü ebeveyninin bunu artık reddetme yetkisi yoktur Bu akitle birlikte kadının nafakası (yeme-içme, giyme ve mesken) erkeğin omuzlarındadır ve kadının bunu istemek hakkıdır Vermese erkek, hukuku çiğnemiş, verse bir yarara (istimta'a) sahip olmadan vermiş olur Buluşmaları ve çok uzak olmayan ihtimalle zevciyyet ilişkisinde bulunmaları halinde sonuç, çok daha kötü olabilir Kadın şer'an erkeğin nikâhlısıdır Bu durumda azımsanmayacak oranlarda vuku bulan ayrılma ihtimalinde, ayrılma isteği ya da sebebi erkekten ise, bugünkü kanunlara göre kadın hiçbir hak iddia edemeyecek ve bu durum onun, hayatı boyunca sürecek bir maduriyetine sebep olacaktır Islâmî müeyyidelerin bulunmamasından yararlanan (!) erkek ise, bir yönden hukuku çiğnemiş ve büyük bir günah işlemiş olacak, diğer yönden, yaptığı yanına kâr kalacaktır Ayrıca "duhulle" kanunî bir hak halini alan mihrini de, zorlayıcı bir kanun bulunmadığından, kadına vermemekle, onu ikinci bir maduriyete uğratacaktır Aslında imanı tam bir erkek, bu şartlar altında da bunları yapamaz, ancak dinî gayreti bu konulardâ kendisine engel olabilecek erkek henüz çok azdır Ayrılma isteği ya da sebebi kadından gelmişse ve erkek de bunu istemiyorsa, bu defa da yürürlükteki kanunlardan yararlanma yoluna kadın gidecek ve henüz resmen nikâhsız olduklarından, erkekle hayatlarını birleştirmeyi kabul etmeyebilecek ve bir yönüyle bu defa da erkek gadre ugrayacak; diğer yönüyle de kadın cezalandırma yoluna gidecek, onu boşamayacak ve kadın buna rağmen başkası ile evlenmesi halinde, şer'an ömür boyu zina hayatı yaşamış olacaktır Konunun bir başka yönü: Bu uygulama ile; belirli gayelere hizmet eden yayın organları ve çevreler tarafından ısrarla propagandası yapılıp teşvik edilen, evlilik öncesi flörte, şer'î bir kılıf uydurulmuş olacaktır
Peki ne yapmak gerekir? Önce bu uygulamanın sebeplerine inilmeli ve bunların Islâmî olmadığı görülmelidir Rasûlullah Efendimiz tarafından "En hayırlı evlilik" diye nitelendirilen, külfeti en az evlilik gündeme getirilmeli ve özellikle doğuda ve hasseten de Erzurum ve çevresinde uygulanan ve damadın artık ömür boyu belini doğrultamamasına sebep olan ağırlıklı düğünlerin gayr-i Islâmî ve ilkel olduğu vurgulanarak anlatılmalıdır Bu, meselenin ekonomik sebebinin çaresidir Bu şekilde, külfetli düğün yapan aileler kınanmak ve kızları için de, damatları için de, veliler için de hayırlı bir iş yapmadıkları takbîh ile kendilerine duyurulmalıdır Bu da sosyolojik sebebin çarelerindendir Müslümanca yaşamak isteyen aileler kızlarını Islâmi kültürle yetiştirmeli ve tam bir şahsiyet kazandırarak onları çeyizi ve mobilyası çok olan hemcinslerine karşı aşağılık duyacak seviyeden kurtarmalı, tığla atılan milyonlarca ilmek ve buna dökülen göz nuru yerine, bu yolda harcanan yüzbinlerce parayla yapabilecekleri ve bu ilmeklere verilen zamanın onda biri ile iki dünyalarına yetecek kadar kültür elde edebilecekleri, yani kitap okuyabilecekleri, kalan zamanlarını da daha hayırlı işlerde kullanabilecekleri kendilerine anlatılmalıdır Oğlan velileri böyle kızlâr aramalı, kız velileri de bu şuur düzeyinde oğlanlar bulmalıdırlar Bu ise, meselenin psikolojik sebebinin çaresidir Ancak çevre faktörünün bunda tesirli olduğu ve köylerde ya da muhafazakâr çevrelerde bu uygulamanın sonuçlarının, böyle olmayan yerlerde ve şehirlerdeki kadar menfi olmayacağı da kabul edilmelidir Her şeye rağmen böyle bir uygulamaya gidiliyorsa, şer'î nîkahla beraber resmî nîkâhın yaptırılması da tavsiye edilebilir Böylece şer'î müeyyidelerin bulunmadığı bir ortamda, şer'î olmayan yollarla da olsa kuvvet dengesi sağlanmış olacaktır Bu marazı belirti için kısmı tesir gösterecek bir çareden daha söz edilebilir Eskiden olduğu gibi evlenemeyecek çiftlere maddi yardım sağlayan vakıflar kurmalı ve evlilik için çeyiz gibi bir problemin kafalarda artık problem olmaktan çıkmasını sağlamâ yoluna gidilmelidir, gidilebilir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜĞÜNDE AŞIRIYA KAÇMADAN OYUN OYNAMAK CÂİZ MİDİR? Rasûlullah Efendimiz, nikâhın duyurulması için def çalınmasını öğütlemiştir(Tirmzî, nikâh 6) Sahabeden: "Allah Rasûlü bize düğünde oyuna izin verdi" dedikleri nakledilmiştir(Nasâî, nikâh 80) Muhammed b Hâtip el-Cumahî : Allah Rasûlü (Dügünde) helâlla haramın arasm ayıran şey, def çalmak ve ses çıkarmak (agit dökmek)tir" buyurdu (Tirmizî, nikâh 6; Nesaî, nikâh 72; Ibn Mâdce, nikâh 20; Müsned NI/418) diye rivayet etmiştir Allah Rasûlü düğününde Rubayyi'nin evine gitmiş ve def çalıp türkü söyleyen câriyelere, buna devam etmelerini söylemiştir (Buhârî, nikâh 48) Bir bayram günü Hz Aişe'nin yanında def çalıp türkü söyleyen iki cariyeye"Bırakın, bugün bayramdır" diye müsaade etmiştir
(Müslim, îdeyn 16; Müsned VI/33, 84, 99, 359, 360) Bütün bunları göz önünde bulunduran fıkıhcılar düğünlerde ve bayramlarda, kadınların kendi aralarında, erkeklerin de kendi aralarında, haram sözler söylemeden ve haram şeyler yapmadan def çalıp, türkü söyleyip; oynaya bileceklerini ve eglenebileceklerini söylemişlerdir(195 Bk Aynî XX/135-136; Ibn Âbidîn, Fetâvâ N/298-99; Sevkânî, Neyl VI/210-213 DihIevî, Huccetullah N/192) Ancak; sağ olan bir kadın tasvir, içki ve meyhaneleri övme, müslümanı yerme anlamını taşıyan türküler, yanık nazımlar, (Davudoğlu V/26-36) kadınların da erkekleri tasvir etmesi, kadın kadına, erkek erkeğe de olsa, cinsel duyguları tahrik eden, haramları güzel gösteren sözler ve hareketler, hemcinsine karşı da olsa mahremlik kurallarına riayetsizlik, dans ve oryantal gibi hemcinsine karşı ilgi uyandıran davranışlar haramdır Fakat Rasûlüllah Efendimiz'in şu sözlerini de bu bağlamda göz önünde bulundurmak gerekir: "Üçü hariç, müslümanın her türlü eglencesi haramdır: Hanımıyla oynaşması, atnı eğitmesi ve atış yapması" (197 ibn Âbidîn VI/395; krs Tirmizî, fedailü'I-cihad 11; ibn Mace, cihad 19; Dârimî cihad 14; Müsned IV/144,148) "Melekler atıcılıktan başka hiçbir eğlencede hazır bulunmazlar" (198 ibn Âbidîn, VI/404) "Allah'a tâattan alıkoyan her eğlence batıldır" (199 Buhârî, Isti'zân 52) Bunlar elbette daha önce verdiğimiz hadîslerin geçersiz olduğunu anlatmaz Bunlar genel durumu, diğerleri ise düğün ve bayramlara ait özel durumu anlatırlar
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜĞÜNLERDE ERKEKLERİN VE KADINLARIN AYRI AYRI KENDİ ARALARINDA ŞARKILI VE TÜRKÜLÜ OLARAK OYNAMALARI CAİZ MİDİR?
İslam dininde düğün gibi şenlikler için erkeklerin ve kadınların ayrı ayrı olmak şartıyla kendi aralarında İslam'ın yasaklamadığı şarkı, türkü ve şiir söyleyip oynamalarında bir sakınca yoktur Hazreti Aişe (ra) şöyle anlatıyor:
"Benim yanımda iki cariye şarkı söylerken Ebu Bekir (ra) eve girdi "Resulüllah'ın evinde şeytan çalgısı olur mu?" diyerek kızdı Bunun üzerine Allah'ın Resulü buyurdu ki: "Onları bırak, bu günler bayramdır"
Peygamber (sav) bir hadiste de şöyle buyurur:
"Nikahı ilan edip onun için def çalınız"
Başka bir hadiste şöyle buyuruyor:
"Şiir normal söz gibidir İyisi iyi, çirkini çirkindir" (el-Mühezzeb)
Şarkı tanbur ve du gibi çalgılarla beraber veya fahiş ve gayr-i ahlaki olursa haramdır
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
DÜGÜNÜN YAPILMASI İÇİN DİNİMİZCE TEŞVİK EDİLEN BELİRLİ BİR AY YA DA GÜN VAR MIDIR, YOKSA BÜTÜN GÜNLER DÜGÜN İÇİN EŞİT MİDİR? Her konuda olduğu gibi bu konuda da müslümanların "en güzel örneği" (üs ve hasene) olan Rasûlüllah'ın (sas) evliliklerine baktığımız zaman, evlenme, ya da düğün veya zifâf(binâ) için bir gün ya da ay gözetilmediğini, işin son derece tabiî seyrine ve şartların elvermesine bırakıldığını, şu gün ya da filân ay yapın, diye bir tavsiyenin bulunmadığını görürüz Meselâ Rasûlüllah Efendimiz (sas); Ümmü'I-Mü'minîn Meymûne vâlidemizle Hicretin yedinci yılında kazâ umresini bitirdiği Zilkâde ayında(Zehebi, siyer N/239) evlendiler Ümmü Seleme vâlidemizle Şevval ayında nikâhlandı ve Şevval ayında zifâfa girdiler(Ibn Mâce, nikâh 53; Ibn Sâd VNI/86-87) Zeyneb bt Huzeyme ile Hicretten otuzbir ay sonra evlendiği, onunla sekizay kadar beraber yaşayıp, evlendikten sekizay sonra ve Rabîul-âhir'in sonunda vefat ettiği rivâyetine(Kaynaklar için bk Ebu'nnur, Menhec 253) bakılırsa" Ramazan'ın başları, ya da daha büyük bir ihtimalle Şaban'ın sonlarında evlenmiş olmaları gerekir Sevde bt Zem'a ile Sevvâl'de evlendikleri rivâyeti vardır(Ebunnûr, age 102) Âise validemizle evliliklerini ondan gelen sahîh rivâyetle bilmekteyiz O diyor ki: "Rasulüllah (sas) benimle Sevval'de nikâhlandı ve yine Sevvâl'de zifafa girdi Artık Rasûlüllah'ın hanımlarından hangisi onun katında benden daha bahtlı olabilir?"(Müslim, nikâh 73; Tirmizî, nikâh l0; Nesâî, nikâh l8, 77; Ibn Mâce, Nikâh 53; Dârimî, nikâh 28; Müsned VI/ 54, 206) Bu ifâdede nikâhın Şevvâl ayında olması faziletli gösteriliyor gibidirHattâ Urve der ki: Âişe, akrabası olan kadınları Şevvâl'de zifâfa girdirmeyi severdi( agy) Ama bu, bunun vâcip, hattâ sünnet olduğunu göstermez Çünkü, görüldüğü üzere, Rasulüllah'ın (sas) başka uygulamaları da vardır O da bunu sırf Rasûlüllah'ın (sas) kendisiyle olan evliliğine uyulmuş olacağı için hoş görüyordu Yoksa -Allahu a'lem- Şevvâlde evlenmek eşler arasında sevgi ve muhabbet doğurur gibi bir inanca sahip olduğundan ötürü değil (Ahmet el-Bennâ, el-Fethurrabbânî XVI/214 ) Bunun bir sebebi de câhiliyyet âdetlerini yıkmış olmak olabilir "Fil-vâkî câhiliyet devrinde Araplar Şevvâl ayında evlenmeyi kerih görürlerdi Bu gün dahî bazı câhiller, iki bayram arasında nikâh olmaz, diyerek bu âdeti yaşatmak isterler Aksine bu hadîs-i şerîf, Şevvâl'de evlenmenin ve Şevvâl'de zifâfa girmenin müstehâp olduğuna delildir"(Davudoğlu, VN/269) Düğün günü ve ziyâfet süresi konusu da aynen böyledir Yani Rasulüllah'tan (sas) filân gün, ya da şu kadar süre düğün yapın, ziyâfet (velîme) verin diye bir şey bilmemekteyiz Kendi evliliklerine baktığımızda da, bu gün münasip değil, filân günü bekleyelim, dediği, ya da evliliği söz konusu olduğunda, bu gün günlerden nedir, diye sorduğu bilinmemektedir Aksine bu bir ihtiyaçsa, ihtiyaçların günlerle ya da aylarla ilgisi yoktur Varolmaları ve varoldukları an önemlidir: Efendimiz'in, Zeynep bt Cahş'la evlendiklerinde bir gün ve bir defa(bk Müslim, nikâh 15 bab) Safiyye bt Huyey ile evlendiklerinde ise üç gün "velîme" verdiği(Buhâri VN/388) rivâyetleri sahihtir Buhârî Rasûlüllah'ın "velîme" için bir, ya da iki gün diye bir şey belirtmediğini söyler( BuhârîIX/198; Ancak zayıf bir hadîste: "Velime birinci gün bir hak ikinci gün bir marûf (iyi bir davranış), üçüncü gün ise gösteriş ve riyâdır' buyurulmuştnr (Ahmed, Ebû Dâvud ve Nesâî'den, Suyûtî el-Câmius-sağîr, Feyz ile, VI/378)) Buna göre dügün süresi de şartlara ve örfe göre değişebilecek bir durumdur
 
Üst Alt