“Cahil nefsinin düşmanıdır.”

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
“Cahil nefsinin düşmanıdır.”
“Düşmanın sözüne aldanan nefsinin en büyük düşmanıdır.”
“Siyret ve mesleği güzel olmayan adama ziynet-i came hüsn vermediği gibi günahdan sakınmayan kimsenin de nefsi tahir olmaz.”
“Gaye-i edeb insanın nefsinden utanmasıdır.”
“Nefsinden razı olma ki nefsine malik olasın eğer nefsinin muktezasına gider isen ona mağlub olursun.”
Yukarda dili biraz eski fakat hikmetli sözlerde geçen “nefis” kelimesini “kendi” sözcüğü ile değiştirelim. Hiçbir anlam kayması meydana gelmediğine göre “kendi” sözcüğünün aslı “nefis” kelimesidir.
Kendimizi sevmeye başlamadan önce şu “nefs-nefis” meselesini çözelim. Ola ki yanlış bir şeyi severiz de çoğu zaman olduğu gibi, insanı insan yapan en önemli hasletlerin başında gelen “sevgi” yetisini gelişigüzel harcamış, amacı dışında kullanmış, elimizden çıkarmış olabiliriz.
Nefs-nefis; teferruatı tasavvuf kitaplarında kayıtlı, hakikatı ariflerce malum olduğu üzere “benlik, iç benlik” şeklinde açıklanabilir. İnsanın maddi yapısının dışında, algılayan, çözümleyen, karar veren, yöneten, değerlendiren merkezini meydana getiren bütün unsurları toplayıp iç benlik diyebiliriz. Ruh, akıl, vicdan, düşünce, duygu gibi farklı mekanizmalar toplanır iç benliği oluşturular. Dolayısıyla insan “ben” derken tek bir şeyden bahseder gibi görünürken aslında o teklik çokluk içinde teklikdir.
İç benlik farklı bir çok katmandan meydana gelir. Bu katmanların sıralanışı, “letaif” başlığı altında derlenir. Erbabına malumdur. Katmanlardan meydana gelmiş olması, çoğu zaman aynı anlamların birbirinden farklı sözcüklerle ifade edilmesi sonucunu doğurur. Bu da işi iyice karmaşıklaştıran, anlaşılmazmış gibi gösteren bir diğer etkendir.
Varolabilmek için “her şeyin çift” olmak zorunda oluşu bu alanı da kapsar. İç benliğin katmanları birbirine zıt çiftlerden meydana gelmektedir. İnsanın duyguları da, duygularının sonuçları olan davranışları hep iyi-kötü, güzel-çirkin, faydalı-zararlı, sağlıklı-hastalıklı gibi müspet-menfi iki uçludur. Nefsin katmanları bu sarmal yapının içinden çıkar ve kötülük karşısında ki tavrına göre isimlendirilir. Emredici, kötülüyeci, razı olan, razı olunan gibi isimler de “ben” dediğimiz şeyin tek başına, tek bir şeyi ifade etmediğini göstermektedir.
Şimdi sev bakalım hangisini neden nasıl ne şekilde seveceksin. Varlığını devam ettirmek için gerekli olan hazlar ve tadların merkezi olan nefsi emmarenden başlayacaksın. Çünkü aktif durumda olan odur. Diğer basamaklara çıkabilmen için onu denetlemen, aklının ve iradenin kontroluna sokman gerekiyor. Kıldan ince kılıçtan keskin bir yoldan geçeceksin. Davranışlarını şöyle bir denetle, hemen hepsini onun emriyle yaptığını göreceksin. Kaldıki o sadece maddi hazların ve zevklerin merkezidir. Onunla başa çıkman imkansıza yakın derecede zor iken bir de manevi haz ve lezzetlerin sapmasıyla uğraşman gerekecek.
Sonu olmayan bir savaş, aralıksız sürecek bir mücadele içinde olman gerekiyor. Yorulacaksın. Bitkin ve bitap düşeceksin. Zaman zaman bütün savunma mekanizmalarının iflas ettiği durumlarla yüz yüze geleceksin. Çare yok, yolu tamamlaman için gerekli olan enerjiyi üretirken o enerjinin seni yoldan çıkaran akım şiddetini iraden altında tutacaksın.
Bu ahval ve şerait içinde, “kendini sevmek” ne kadar sığ ve basit kalıyor. Eğer gerçekten kendini sevse idin, gerçek bir sevgi ile, uğrunda her şeyden vaz geçebileceğin bir şiddetde seviyor olabilse idin bu mücadeleden galip çıkmak bu savaşı zaferle sonuçlandırmak şansın olurdu. Aslında “kendini beğenmek” gibi bir sapmayı, yanlış terim kullanarak ifade ediyor, “sevmek” ten bahsediyorsun. Kuru fasulyeyi sevemezsin, hoşlanırsın, tad alırsın, daha daha beğenirsin. Kendin de kuru fasulye gibi kendini nimetden sayma eğilimindedir.
O sana kendini beğendirir. İşte çürüme böyle başlar. Teslim olursun. Arkasından gurur ve kibir gelecekdir. Daha sonra davranışlarını güzel gösterme, süsleme evresi. Kendini beğenmeye başladığın andan itibaren gelişmen arınman yücelmen durmuş olacaktır. Başaşağı bir düşüşe düçar olacaksın. Hem de yüceldiğini zannetmenin acıklı çelişkisi ile.
Benlik, bencillik, açgözlülük, kendin dışındakilerin haklarını elinden alma hakkı doğuracak, herşeyin temelde senin olduğunu, ne alabilirsen o kadarını almanın kazanç olduğunu düşüneceksin.
Oysa var olmak için önce “hiç” olduğunu idrak etmen gerekiyor. Bir hiçsin. Şeyh Sadi Şirazî’nin dediği gibi; “tohum ol, toprağa düş, toprakda çürü, toprakla bütünleş, sonra filizlenir, büyürsün.”
Atilla Gagavuz
 
Üst Alt