Çelişkiler ağında birkaç anı''

Muhtazaf

Yardımcı Yönetici (Şair|Yazar)
Yönetici
Önceleri yuvanın kutsiyetinden, aile hayatının hayati değerinden bahsederdi. Sonrasında, iki sefil kadını, bir asil kadına gönderdi. Kocası davaya ihanet ettiği için, artık ondan boşanması gerektiğini, eğer denileni yaparsa, hem kendisinin hem de çocuklarının kurtulacağını; kendisinin ölünceye kadar maaşa bağlanacağını, çocuklarına bol miktarda burs verileceğini söylettirdi. Böyle yapıp kurtulanlardan örnekler verdirdi.

Aksi durumda, yakında kocasının başına gelecek musibetlere ortak olunacağı tehditleriyle asil kadını korkutturmak istedi. Asil kadın bütün bu teklif ve tehditleri, bir saniye dahi duraksamadan yüzlerine çaldı. Onlar düşünmek için kendisine fırsat verdiklerini, kararında acele etmemesi gerektiğini söyleyerek çekip gittiler. Bir hafta sonra, yolda asil kadına bir daha göründüler. Asil kadın yüzlerine bile bakmadan yanlarından geçip gitti.

Üçüncüde görünme rolünü bir daha denediler. Lakin asil kadını kararında granit gibi sağlam buldular. İki sefil kadın bir daha da görünmediler. Yuvasını dağıtmak isteyen sefiller, asil kadının çelik iradesi karşında bozguna uğradılar, yenik düştüler. Evet, bu vaka aynen olmuştur. Çünkü o asil kadın Nimet Erdoğan’dır, benim saygıdeğer hanımım, benim ebedi eşimdir.


K.E. onun en samimi dostuydu. Varlıklı bir insandı. Entelektüel donanımı oldukça iyiydi. Bir yönüyle onun çok yönlü önünü açan kişiydi. Gece gündüz demez, oradan oraya koşturur, onunla ilgili düğüm düğüm problemleri bir bir çözmeye çalışırdı. K.E. hepimizin sevdiği, hepimizin hürmet gösterdiği bir büyüğümüzdü. Onu, sadakatiyle, gayretiyle davamızın Ebu Bekir’i bilir, öyle değerlendirirdik. Rahatsızlandı, kısa bir süre sonra da vefat etti. Kalabalık bir cemaatle cenaze namazını kıldık, defnettik.

döndük. Arkadaşlarımız taziye için küçük gruplar halinde yanına girip çıkıyorlar. Ben de girdim. Ağlıyordu. Bir ara ağlamayı kesti. Gayet donuk ve öfkeli bir sesle, o, dedi, benim ölmemi ve benim yerime geçmeyi bekliyordu; fakat benden önce öldü. Ayağa kalktı, hızla odadan çıktı ve kendi odasına geçti. Bizlere de alık alık birbirimizin yüzüne bakmak düştü..


E.B. İzmir Ege Üniversitesi’nde okuyan idealist bir gençti.

Urfalıydı. Bediüzzaman aşıkıydı. Risaleleri çok iyi okur ve anlardı. İbadetine düşkün, takva ehliydi. Beraber kaldıkları liseli gençlerin ona olan sevgileri, güvenleri, bağlılıkları; onun yaptığı Risale derslerine talebin gün güne artmakta olduğu; hatta İzmir’in uzak semtlerinden liseli öğrencilerin onun sohbetlerine iştirak ettikleri şikayet konusu oldu. Kendi odasında, baş başa oturduk ve olanları ben kendisinden dinledim.

Anlattıklarını cemaatin bölünmek istenmesine birer delili olarak değerlendiriyor, benden konuya müdahale etmemi istiyordu.
E.B.’nin kaldığı öğrenci evine gittim. Birkaç gün misafir kaldım. Denilenler doğruydu; fakat yanlış da değildi. Yine de konunun problem olmaktan çıkması için E.B.’ye gidip kendisiyle görüşmesini söyledim. Kabul etmeyince ısrar ettim; hatta biraz da ağır konuştum. Beraberce gittik. Bizi, mevcut kurumun kütüphanesinde kabul etti. Onlar baş başa konuşurlarken, ben de bir başka bölümde kitapları karıştırıyordum. Yüksek sesle konuşulduğu için de konuşulanların hepsini duyuyorum.

Bir ara sesini daha da yükselterek E.B’yi payladı. Sen beni ne zannediyorsun, dedi, ben şu şu kitapları okumuş insanım. Saydıkları, psikoloji ve parapsikoloji ile ilgili Türkçe tercüme kitaplardı. İçimin cızladığını, elimdeki kitapla ayakta dona kaldığımı hatırlıyorum. Bizim olağan üstü ölçüde kendisinde var olduğunu sandığımız feraset ve basiretin karşılığı, demek ki söz konusu kitaplardan elde ettiği bilgilerdi..


Neyse, bu arkadaş bir gün evlenmek istedi. Talip olduğu kızın babası evliliğe olumlu bakıyordu.Hemen kızın babasına adamlar gönderdi; kızını ona vermekten vazgeçirmek için her yol denendi. Kendisine Türk bir damat teklifinde bile bulunuldu. Fakat kızın babası damat adayını çok seviyor, kararından asla geri adım atmıyordu.
Yine o günlerdeydi. Kendisini ziyarete gittim. Ben kaldığı kurumun kapısında beklerken, otomobiliyle dışarı çıkıyordu. Ön koltuktaydı. Önce gözünü, sonra yüzünü benden çevirdi. Beni görmemiş görünmüş olmak için zorlandığı belliydi. Kapıdaki görevliye, nereye gittiklerini sordum. “E.B.’nin nikahına” dedi. Donup kaldım. Geri geldiğinde mahcup olmasın diye beklemekten vazgeçip geri döndüm.

Bizim talebelik yıllarımızda, İlahiyat camiasının en önemli konusu içtihat meselesiydi. İçtihat yapılabilir, diyenler reformist kabul edilir, karşı görüşte olanlar tarafından acımasızca tenkit edilirdi. Bu tenkitlerden oldukça fazla pay alanlardan birisi de kuşkusuz Hayrettin Karaman’dı. Tenkitçilerin başında da ders halkasına oturduğumuz hocamız geliyordu. Bir gün dedi ki: “Aslında içtihat yapılmalı; fakat yapılana içtihat denilmemeli..
Latif Erdoğan
 
Üst Alt