Sevket OKYAY Çoban ve Elma ağacı

Okyay

ÖZEL ÜYE

ÇOBAN VE ELMA AĞACI


Yaşlı çoban sürüyle yaylaya çıktığında,
Tepeye yakın yerde, bir ağacın altında,
Kendisi dinlenirdi, sürüsüyse otlardı,
Altında oturduğu bir elmâ ağacıydı.
Ve eğer mevsimiyse, ağaçla konuşurdu,
“ Hadi bu ihtiyarın elmasını ver” derdi.
Ve bir elmâ düşerdi, güzel hem olgunundan,
Tabi çok memnun kalır, mutlu olurdu bundan.
Sedef saplı çakıyı çıkardımı cebinden,
Elması dilimlere ayrılırdı elinden.
Küçük bir tas yoğurtla, ekmeğine katıklar,
Karnını doyururdu, sonrasında duâlar.
Ve bunun arkasından zikire koyulurdu,
Babasından yâdikar Kur’ânı’nı okurdu.
Çoban, bu ağacını yirmi yıl kadar önce,
Heves edip dikmişti, sevgi dolu gönlünce.
Onu sık sık sulardı, bunun için büyükçe,
Güğüme doldurduğu, abdest suyu arttıkça,
Bu ağacın dibine ayırır, kullanırdı,
Büyümesini ister, dâima da sulardı.
Elma ağacı belki, bu yüzden palazımış,
Sularla kuvvet bulmuş, serpilip ve uzamış.
Baya bir ağaç olmuş, dallanmaya ulaşmış,
Artık meyve vermeye, ikramına başlamış.
Çoban da o zaman, henüz genç sayıldığından,
Şöyle bir uzandımı koparırdı dalından.
Beğendiği elmâyı kolycacık alırdı,
Ağaçtan, elmasından gâyet mutlu olurdu.
Fakat aradan geçen, bunca yıllar içinde,
Belceğizi bükülmüş, boyu kmısalmış bir de.
Ağacınkiyse büyük, çınar’ca yükselmişti,
Elmayı koparmaktan artık âciz kalmıştı.
Ama boy ne kadar yüksek olursa olsun,
Ağaç yine yavrusu değil mi idi onun.?
Bir evlât sevgisiyle, onu okşadığında,
“Ver yavrum hadi derdi, gönder artık yaşlına,
Bu günkü kısmetini, buracıkta sızmadan.
Ve bir elmâ düşerdi, hiç mi hiç nazlanmadan.
Bu yıllar devam etti, hiçbir gün aksamadan.
Köylüler uzağında, bunu seyrederlerdi,
Kendi aralarında, bu zat veli derlerdi.
Yaşlı adam ki bir gün, gölgede dinlenmişti,
Bu ağacın altında namazını kılmıştı.
Ağaca yine dönüp elmâsın istemişti,
Fakat dallar elmâyla dolu olduğu halde,
Bekledi umdu ama, hiç düşmedi bir tane.
Sonra gene bir daha-bir daha tekrarladı,
Elmâsını istedi , sanırsın ki yalvardı.
Velâkin beklediği elması düşmüyordu,
Çoban, üzüntüsünden içini hüzün sardı.
Kuzu tüğü misâli o beyaz sakalına,
Göz yaşları süzüldü âdeta damla damla.
Cübbesinin yeniyle silerekten yaşını,
Ağacının altından, bitkince uzaklaştı.
Neden böyle olmuştu, bilememişti bunu,
Koyunların arasına atı verdi kendini.
Yavrusu meyve verip dallanmadan bu yana,
İlk kez reddediyordu, sanki dargındı ona.
Yaşlı çobanın beli biraz daha bükülmüş,
Güçsüz bacaklarına sanırsın nüzul inmiş.
O yorgun vücudunu taşıyamaz olmuştu,
Merâkı hikmetinde, acep bu nasıl işti.
Hayvanları usulca toplayıp köye doğru,
Yöneldiğinde birden, ezan sesini duydu.
Aşağıki câminin her zamankinden nurlu,
Şanlı minâresinden, sedâ yankılıyordu.
Ezan sesiyle birden irkildi, durdu çoban,
Yeniden doğdu sanki, hatırlamıştı o an,
Çocuk gibi sevindi, koştu ağaca vardı,
“Canım” dedi, şefkatle, hıçkırarak sarıldı,
Boşandı ağlayarak, “benim güzel evlâdım,
Mis kokulum, yârenim, a benim sadık canım!
Şu unutkan yaşlıyı, üzmeden önce neden,
Niçin suskun durdun da, müjdeyle söylemedin,
Ramazan’ın ilk günü, olduğunu demedin.”

Şevket OKYAY

KAYNAK
Ramazan, dini hikayeler.
 
Moderatör tarafında düzenlendi:

TaHKaR

Aktif Üyemiz
Paylaşmış olduğunuz Hikayeleri severek okuyorum.Devamını bekliyorum.selam ve saygılarımı Sunarım....
 

MURATS44

Özel Üye
Hikayeleri ne güzel işliyorsunuz Şeket Hocam. Okurken yaşatıyorsunuz adeta. Emeğinize sağlık. Eyvallah.
 

MURATS44

Özel Üye
Yaşlı çoban sürüsünü otlatmak için yaylaya çıktığında, tepeye yakın bir elma ağacının altında dinlenir ve eğer mevsimiyse, onunla konuşarak; "Hadi bakalım evlâdım, bu ihtiyarın elmasını ver artık!" der ve en güzelinden, en olgunundan, Allahü teâlânın izniyle bir elma düşerdi. Yaşlı adam onu küçük bir tas yoğurtla birlikte ekmeğine katık ettikten sonra, babasından kalan Kurân-ı kerîmini okumaya koyulurdu. Çoban, bu ağacı 20 yıl kadar önce diktiğinde sık sık sular, bunun için de abdest suyundan geriye kalanı kullanırdı. Elma ağacı kısa zamanda serpilip, meyve vermeye başlamıştı. O zamanlar genç olduğundan uzandı mı, elmayı şıp diye koparırdı. Fakat aradan geçen bunca yıl içinde, beli bükülüp boyu kısalmış, ağacınki ise büyüyüp yükselmişti.


Yaşlı adam, ağacın altında dinlenip namazını kıldığı bir gün, yemek yapmak için yine elmasını istedi. Ancak nedense birşey düşmemişti. Sonra bir daha, bir daha tekrarladı isteğini. Bir türlü gelmiyordu. Gözyaşları, beyaz sakalını ıslatırken, yavrusu ilk defa reddediyordu kendisini. Çobanın güçsüz bacakları da, vücudunu taşıyamaz olmuştu artık. Hayvanlarını usulca toplayıp yayla evine doğru yöneldiğinde, gökteki hilâli farketti. Çocuklar gibi sevinerek, geri dönüp ağacın yanına koştu ve ona şefkatle sarılırken, hıçkıra hıçkıra ağlayıp şöyle diyordu:

"Yâ Rabbi! Şu unutkan ihtiyarı af et! Bu günün Ramazan'ın ilk günü olduğunu, gafletimden anlayamadım?"
 
Üst Alt