Denge İnsanının Ruh Portresi...

_bamteli_

Aktif Üyemiz
Denge zıdların çocuğudur. İster fizik âlemde, isterse metafizik âlemde, eşya zıdlarıyla ayakta durur, zıdlarıyla korunur ve zıdlarıyla varlıklarını devam ettirirler. Bu devam ettiriş, sadece eşyânın zıddıyla bilinmesi çerçevesine hapsedilecek kadar tek yönlü değildir. “Kompleks” mânâsını bütün giriftliği ile kucaklayan bir tablo ile karşı karşıyayız. Çözümünün tamamı, bu dünyâda kimseye nasip olmayan; büyük çoğunluğu ahirete sarkan, mudil ve karmaşık bilmecenin, harf harf kavgasını verme durumundayız.. Ve denge insanı işte böyle bir kavganın kahramanıdır.

Eteklerinde her iklimin baharını, her hâl ve zamanda ve bütün mekanlan içine almak şartıyla sürükleyemeyen insan, denge insanı olamaz. Denge, izâfiliğin bozguna uğradığı arena. “Olmak ya da olmamak” imbiğinden süzülebilen esîrî vak’a. Cazibe, artı-eksi ve daha şumüllü bir ifade ile madde-anti madde ikiz kardeşlerinin emiştikleri, dolayısıyla kesiştikleri çizgi veya nokta. Çizgi, hedefe vardıran en kestirme ve en kesin yol. Nokta ummanlara sığmayan mânâları sırlı mahzenine sığdırabilen mihrak. Ancak bu mihraktan hareketle çizilen çizgidir ki, muhteva olarak “Denge” mânâsını kucaklayabilir. Çizgisiz ve noktasız denge düşünülemez.

Aklı, ihtiyatından bir konak mesafe önde yürüyen veya hissîliğini realite ile izole edemeyen hendesî kafa veya mistik ruh, denge insanının ruh portresini resmetmekten çok uzaktır. O bir akıl işi olduğu kadar gönül işidir de. Bu portrede hislerin renk cümbüşü kadar, realitenin net çizgileri de vardır. Mükemmel meyve, lüb ve kışırdan meydana gelir. Rahmâniyetin bütün cilveleri içinde ve dışında oynaşan meyve en mükemmel meyvedir ve o, denge insanıdır. “Rahmân” dedikten hemen sonra “insanı yarattı” denmesinde bu sır saklıdır ve insan kelimesinin başındaki “Lâm-ı tarif’ bir bakıma varlığın hem çekirdeği hem de en mükemmel meyvesi olan “Denge İnsanı”nı anlatmaktadır. Adem’de (a.s.) denge geçici olarak sarsılır. Çünkü o, özünde insan cinsinin kaderini billurlaştırmaktadır. Sarsılma bundandır. Yoksa her nebî aynı zamanda denge insanıdır. Aksi hâlde ictimaî dengeyi kurma ve koruması nasıl mümkün olabilir? Nebîler denge kurmak için gelen seçkinlerdir.

Sevgi dengedir. İzdüşümünde nefret vardır. Aşırılık hangi tarafa meylederse etsin dengedeki hassas ölçü bozulur ve iş aslına döner. Yerini nefrete terkeden sevgi veya aksi hep bu asla dönüştendir. “Sevdiğini bir dereceye kadar sev, belki birgün düşmanın olur. Düşmanına da bir dereceye kadar düşmanlık yap, belki birgün dostun olur” prensibindeki sarsılmaz denge, söz konusu portrede silinmez bir çizgidir.

Mayası aşkla yoğrulmuş Mevlânâ’nın şu sözü dengenin en çarpıcı misallerindendir: “Kendini öfke içinde gizleme. Sendeki bu güzellik gizlenecek güzelliklerden değildir..” İşte sevgideki denge. Bir başka adıyla “Rızâ” arşına sıçrama.. “Kahrın da hoş, lütfun da hoş” avazesi. Veya “elest bezmi”nin vicdandaki yankısı. Yakıcı ve kavurucu; ama olgunlaşmanın tek şartı. Irgalanma; fakat ırakta kalmama. Ne müthiş imtihan.. Başarabilen sadece “denge insanı”.

Kâmusta “keşke”ye yer yok. “Keşke” sarsık insanların iltica kampı. Nesepsiz ve kaypak. Cariyelerin efendilerini doğuracakları haber verilen sistem kadar karanlık ve vehamet dolu bir kelime “keşke”. Hâlledeceği ve ettiği hiçbir şey yok. Ruhunu Helene’ye kaptıran Faust’un neticesiz çırpınışı. Ve denge insanı böyle bir duruma düşmekten muallâ ve müberrâ. Çünkü onun ihtiyatı, her zaman hislerine ve aklına hâkim. İhtiyat, dengenin sabit ibresi. Yanıltmayan mihrab. Topuğuna gelmese bile, hiçbir engele yukarıdan bakmama alışkanlığı, daha doğrusu ahlâkı. Bu da denge insanının ruh portresinden ayrı bir çizgi.


“Hikmet” mânâsında düşünce, o da sözde denge. Kelimelerin mahremiyetini koruma, yani iffet. Gevezelik onun izdüşümü. Yani, iffette tefrit. Bir mânâda şehvet. Söz dünyâsında gayr-i meşrûya kaymak.. Tek sermayesi zarar. Yünus, bu dengeyi ne güzel vecizelendirir:

Az söz erin yüküdür

Çok söz hayvan yüküdür

Bilene bu söz yeter

Sende gevher var ise

“Kim Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsa ya hayır söylesin ya da sussun” ifadesinde âbideleşen denge. Portreden bir çizgi de bu.

“Kerem”, asalette denge. İzdüşümünde selim fıtrata tiksinti verecek ne kadar kelime yığını varsa hepsi.

Kerem, insanlığın özü ve yaradılışındaki ayırıcı özellik. Diğer varlıklar isteseler de kerim olamazlar. Onlar için asalet söz konusu değildir de ondan. Veya bazı hayvanlarda olduğu gibi sadece fiziki durumlarıyla alâkalı bir seçkinlik söz konusudur ve onlar hakkında asalet hakiki mânâsının dışında bir mecaz ifadesi olarak kullanılır. Ama kerîm insan, asaletin tâ kendisi demektir. Kerem ve asalet hayatını takvadan alır. Takvâ, hayat gerçeklerini en mahrem köşelerine kadar tanıma ve kavramadır. O’ndan yine O’na sığınma, takvâda doruk nokta. Denge insanı, Rahmâniyet burcunda bu noktayı yakalayan insandır.

Şahsiyet dengedir. İzdüşümünde zillet vardır. Ferdiyet, şahsiyet mertebesine sıçramalıdır ki, insan bütünüyle kendisi olsun ve düal yaşamadan kurtulsun. İzzet ve onur şahsiyetin payandalarıdır. Gurur ve kibir ise zillet fideliğidir. İnsan, izzeti kendisi gibilerin yanında aradığı müddetçe hep zillet zakkumu kemirmeye mecbur kalır. Şahsiyet meyvesi, izzeti Allah’ın yanında arayanlar tarafından devşirilir. Şahsiyet, denge insanının en mümeyyiz ve seçkin çizgilerinden biridir.

Kaderi kabul, hürriyette dengedir. Cebrî ve itizalî düşünceler onun izdüşümünü meydana getirir. Kadere imân eden tevekkül semasında pervaz eder. Tevekkül seması nâmütenahidir. Çünkü orada Ezeli ve Ebedi Zat’a teslimiyet söz konusudur. Başı Allah’a ve O’nun nizamına bağlı olan hürdür. Denge insanının her türlü istibdâda baş kaldırması bundandır. Tahakküm karşısında feveran asaletten gelir. Hürriyet onun için hayattır. Miskinlik ve anarşi ise esarettir. Biri maddî, diğeri ise mânevî sefalet getirir. Denge insanı bunların her ikisinden de çok uzaktır. Çünkü o kadere inanmaktadır. Bu imân onun gözbebeğidir. Dıştan siyah görünür. Fakat o, bütün aydınlığı oradan kucaklar ve bir ışık insanı olur.
 
Üst Alt