Dünyadaki Cennet Nimeti Aile Huzurudur (Vaaz)

lübabe

Aktif Üyemiz
İslam Dininin temel amaçlarından biride sağlam bir toplum yapısı meydana getirmektir. Bu hususta birçok emirler ve yasaklar getirilmiştir. Toplum yapısını oluşturan en temel unsuru ise ailedir. Aile; akrabalık ilişkisiyle birbirine bağlanan fertlerin bir araya getirdiği topluluğa denmektedir. Bu birliktelik, karı koca ve çocuklardan oluşan küçük bir topluluk olabileceği gibi bir aile reisi başkanlığında eş, çocuk, torun, gelin, damat gibi büyük bir topluluktan da meydana gelebilmektedir. İster küçük olsun ister geniş olsun, Aile yuvasının mutlu ve huzurlu olması topulumun da huzurlu olmasına sebep vermektedir. Bu sebeple huzurlu bir hayat yaşamak istiyorsak, toplumsal mutluluğumuzu devam ettirmek istiyorsak aile hayatımıza önem vermek mecburiyetindeyiz.
Ailenin en temel iki üyesi kadın ve erkektir. Erkek ve kadın yalnızlığın giderilmesi, beraberliğin sağlanması, dünya hayatının mutlu bir şekilde geçirilmesi ve daha birçok hikmetler gereği birbirini tamamlayan iki ana unsur olarak yaratılmıştır. Kur’an-ı Kerim’de bu husus bizlere şöyle aktarılmaktadır.
وَمِنْ آيَاتِهِ أَنْ خَلَقَ لَكُم مِّنْ أَنفُسِكُمْ أَزْوَاجاً لِّتَسْكُنُوا إِلَيْهَا وَجَعَلَ بَيْنَكُم مَّوَدَّةً وَرَحْمَةً إِنَّ فِي ذَلِكَ لَآيَاتٍ لِّقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet var etmesi de onun (varlığının ve kudretinin) delillerindendir. Şüphesiz bunda düşünen bir toplum için elbette ibretler vardır.”[1] Eşlerin birbirine ihtiyaçları hem maddi alanda hem de manevi alanda olmaktadır. Bu manada birbirine sevgi ve merhametle bağlanan eşler, birbirlerinden huzur bulmuş en bahtiyar insanlar demektir.
Hayatımızın en önemli zaman dilimi içerisinde olan, dünyamızı ve ahiret hayatımızı saadet bahçesi haline getirebilme imkanını bize sağlayan aile hayatımızı mutlu bir birliktelik haline dönüştürebilmenin ise bir takım şartları vardır.
İslam Dinide insanları evliliğe teşvik etmiştir. Sevgili Peygamberimiz hadislerinde bizleri evliliğe teşvik etmiştir. “Sizden kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek gözü (haramdan) en çok men eder, iffet ve namusu muhafaza eder”[2] Diğer bir hadiste ise Efendimiz şöyle buyurmaktadır. “Evlenmek benim sünnetim (girdiğim yolum) dur. Kim benim bu yolum ile amel etmez (bundan yüz çevirir) ise, benden değildir. Ve evleniniz. Çünkü ben (kıyamet günü diğer) ümmetlere karşı çokluğunuzla iftihar ediciyim. Kimin evlenme harçlığı var ise evlensin. Kim (bu masrafı) bulamazsa (nafile) oruç tutmalıdır. Çünkü şüphesiz oruç, sahibi için şehvet kırıcıdır."[3] Kur’an-ı Kerim’de evliliğe teşvik edilmiş, hatta bu hususta sadece maddi durumu iyi olanların evlenmesi değil, maddi durumu elverişli olmayanlarında evlendirilmesi istenmiştir. Bir ayette bu hususa şöyle işaret edilmektedir.
وَأَنكِحُوا الْأَيَامَى مِنكُمْ وَالصَّالِحِينَ مِنْ عِبَادِكُمْ وَإِمَائِكُمْ إِن يَكُونُوا فُقَرَاء يُغْنِهِمُ اللَّهُ مِن فَضْلِهِ وَاللَّهُ وَاسِعٌ عَلِيمٌ
“Sizden bekar olanları, kölelerinizden ve cariyelerinizden durumu uygun olanları evlendirin. Eğer bunlar yoksul iseler, Allah onları lütfuyla zenginleştirir. Allah lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.”[4] Ayette de bildirildiği üzere, akrabalarımızdan, toplum hayatında beraber yaşadığımız insanlardan maddi olumsuzluklar sonucu aile yuvası kuramayan kardeşlerimize de yardımcı olmak ve onları huzurlu bir aile yuvasına kavuşturmakta Yüce Rabbimizin bizlerden isteğidir.
Huzurlu bir aile birlikteliği arıyorsak öncelikle aile yuvamızı meşru yollardan kurmanın çabası içerisinde olmalıyız. İnsan neslinin devamı, nesebin muhafazası, toplumu meydana getiren ve toplumun temel taşı olan aile müessesesinin kurulması meşru bir evlilikle mümkün olur. Evliliğin ilk temel şartı ise nikahtır. Ailenin temeli, nikâh dediğimiz kutsal bir bağla birbirine bağlanan ayrı cinsten iki insanın bir araya gelmesiyle atılır. Nikâh akdi, toplumun çekirdeği sayılan aile yuvasının meşrû olarak kurulmasının ilk şartıdır. Unutmayalım ki, bir nikah olmadan gayri meşru yollardan kurulmuş birlikteliğe aile dememiz mümkün değildir.
Meşrû olmayan sebeplerle bir araya gelen insanların oluşturduğu topluluklar aile sayılmaz. Çünkü bu birlikteliğin temelinde nikâh değil, iffetsizlik vardır. Bu sebeple İslam dini, iffetsizlik sayılan zina, fuhuş ve her türlü gayri meşru ilişkiyi haram saymış ve şiddetle yasaklamıştır. Kur’an-ı Kerim’de bir ayette,
وَلاَ تَقْرَبُواْ الزِّنَى إِنَّهُ كَانَ فَاحِشَةً وَسَاء سَبِيلاً
“Zina’ya yaklaşmayın. Çünkü o, son derece çirkin bir iştir ve çok kötü bir yoldur.”[5] buyrulmak suretiyle insanların dünya ve ahiret sıkıntılarını artıracağından dolayı zinanın yapılması değil zinaya yaklaşılmaması istenmektedir. Yani zina yapmak ne kadar tehlikeli ise, zinaya götürecek işlerle meşgul olmakta o kadar tehlikeli ve yasaktır.
Mutlu bir evliliğin ve huzurla geçecek bir aile yuvasının kurulmasının bir başka şartı ise evliliğin kurulmasının zorlaştırılmadan kolaylaştırılmasıdır. Lükse kaçan, aşırı bir şekilde israf boyutlarını aşan ve sadece insanların beğenisini kazanmak için gerçekleştirilmek istenen evlilikler ise kişilere ağır külfetler getirmektedir. İslam Dini her hususta olduğu gibi aile kurulması esnasında da mutedil olmayı, insanları maddi ve manevi sıkıntıya sokucu davranışları sergilememeyi bizlerden istemektedir. Çünkü zor ve külfetli evlilikler hayır ve mutluluk getirmemekte ve çoğu zaman da süreklilik arz etmemektedir. Zaten külfet ve masraf mutluluk veren şeyler değildir.
Günümüzde özellikle erkek ve kız taraflarının evlendirmek istedikleri çocuklarının hep mutluluğunu istediklerini ileri sürerek ön plana çıkarmış oldukları isteklerin, aile yuvası kurulduktan sonra eşler arasında problemlere yol açtığını üzülerek görmekteyiz. “Kızım ben senin mutluluğunu isterim”, “Ben çektim sen çekme”, “Şimdiden ne aldırırsan kârdır” ve daha nice yanlış düşüncelerle karşı tarafın altından kalkamayacağı külfet getiren şeyler istenmekle taraflar arasındaki mutluluğa sekte vurulmaktadır. Elbetteki her insan çocuğunun mutlu bir yuva kurmasını arzu eder. Ama mutluluğu sağlamak adı altında tarafları sıkıntıya sokan ve makul olmayan istekler önceleri hoş gözükse de evlilik sonrası çektirilen şeylerin hesabı sıkıntı olarak yansıtılmaktadır. Oysaki hayatımızın her safhasında örnek aldığımız Sevgili Peygamberimizin hem kendisinin hem de kızlarının düğünleri hep mütevazi olmuştur. Hz.Ali Efendimiz sevgili Peygamberimizden kızı Fatıma’yı eş olarak istemiş o da “Mehir ne vereceksin ? diye sormuş hiçbir şeyinin olmadığını öğrenince de zırhı mukabilinde onları evlendirmişti.[6]
Her hususta olduğu gibi aile hayatının mutlu bir şekilde devam ettirilmenin bir başka şartı ise, aile bireylerinin birbirlerinin hak ve hukukuna riayet etmeleridir. Eşlerin birbirleri üzerinde hakları olduğu gibi ana-babanın çocukları üzerinde, çocuklarında ana-baba üzerinde hakları vardır. Bu haklara tam anlamıyla riayet edildiği müddetçe aile içinde geçimsizlik baş göstermeyecek ve neticede aile yuvası hayatını mutlu bir şekilde devam ettirecektir. Vaazımızın bu kısmında mutluluğun anahtarı olan aile içinde riayet edilmesi gereken haklara değineceğiz.
Bir aile birlikteliği oluşturan erkek ve kadının riayet etmesi gereken ortak haklar vardır. Bunlardan ilki namus’tur. Namus sadece tek tarafa özelliklede kadın tarafına yüklenmesi gereken bir husus değildir. Erkek ve kadın birbirleri üzerine örtü olmuş bireylerdir ve birbirlerinin namusunu koruma ve gözetmede ortaktırlar. Kadının yapması halinde namus zedeleneceği, erkeğin yapması halinde “erkek adam yapar” diyerek işin içinden çıkılacağı anlamına gelmemelidir. Her iki taraf da birbirlerini aldattıkları zaman namuslarını zedelemiş demektir. Kur’an-ı Kerim’de bu husus şöyle ifade edilmektedir. “Mü’min erkeklere söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. Bu davranış onlar için daha nezihtir. Şüphe yok ki, Allah onların yaptıklarından hakkıyla haberdardır. Mü’min kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar, ırzlarını korusunlar. (Yüz ve el gibi) görünen kısımlar müstesna, zînet (yer)lerini göstermesinler.”[7]
Bir başka ortak hak ise, çocukların maddi ve manevi ihtiyaçların giderilmesidir. Çocukların terbiye edilmesinde ana-baba üzerlerine düşen vazifeleri yerine getirmelidir. Sevgili Peygamberimiz bir hadislerinde “Hiçbir anne-baba çocuğuna edep ve terbiyeden daha iyi ikramda bulunmamıştır.”[8] Buyurarak sorumluluğun ana-babaya ait olduğunu ve ahlaki terbiye verilmesi noktasında eşlerin önemine dikkat çekilmektedir. Çocukların maddi ihtiyaçları karşılanması gerektiği gibi manevi ihtiyaçları da erke kız ayrımı gözetilmeden karşılanmalıdır. Ailede, ister erkek ister kız olsun ayrım yapılmadan her bir çocuğun, düzgün bir yaşam, eğitim ve öğretim, işkenceye maruz kalmama, kötü ortamlarda bulundurulmama, küçük yaşlarda ve zor şartlarda çalıştırılmama, sıcak bir aile ortamında hayat sürme ve erkek kız ayrımı gözetilmeksizin kendilerine karşı adaletli davranılma gibi hakkı vardır. Bu hakların uygulanmasında kadın ve koca aynı sorumluluğa tabidirler.
Bir başka ortak hak ise ana-baba hakkıdır. Bu manada evlenen erkek ve kadın kendi ana-babalarına karşı sorumludurlar. Yani hiçbir eş diğerinin ana-baba hakkına riayet etmesine engel olmamalıdır. Bu manada evlenen insan evlendiği eşininde ana-baba hakkını kabul etmiş demektir. Yüce Allah hem erkeğe hem de kadına ana-babasına karşı saygılı olmasını istemiştir. Nitekim Kur’an-ı Kerim’de bu hususa şöyle işaret edilmektedir. “Rabbin sadece kendisine ibadet etmenizi, anne-babanıza da iyi davranmanızı kesin bir şekilde emretti. Onlardan biri veya her ikisi sizin yanınızda yaşlanırsa kendilerine “öf” bile deme; onları azarlama ikisine de güzel söz söyle. Onları esirgeyerek alçakgönüllülükle üzerlerine kanat ger ve. '”Rabbim, küçüklüğümde onlar beni nasıl yetiştirmişlerse, şimdi de sen onlara (öyle) rahmet et” diyerek dua et”[9] Bizlerde kendi annemiz ve babamızla beraber evlilik bağıyla bağlanmış olduğumuz eşlerimizin de anne ve babasının rızasını kazanmaya özen göstermeli, eşlerimizin kendi ailelerine karşı sorumluluklarını yerine getirmelerine, ayrıca Allah’ın emrettiği şeylere riayet etmelerine yardımcı ve destek olmalıyız. Bizler ana-babalarımıza saygıda kusur etmemeliyiz ki, bizim çocuklarımız da inşallah bizlere saygıda kusur etmezler. Çünkü merhamet etmeyene merhamet edilmemektedir.
Bir başka ortak hak ise, eşler birbirine kaba davranmamalı, birbirini incitecek söz ve yanlışlıklardan kaçınmalıdırlar. Ayrıca sırlar açığa çıkarılmamalı, aile mahremiyeti ortaya atılmamalı, insanların önünde aile meseleleri tartışılmamalıdır. Kaba davranışlar arada bulunan sevginin erken zamanda bitmesine sebep olmakta, mutlu bir aile yuvası ise, sevgisiz kurulamamaktadır. Allah-u Teala’da Sevgili Peygamberimize, O’nun aracılığı ile bizlere şöyle buyurmaktadır. “Allah’ın rahmeti sayesinde sen onlara karşı yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, onlar senin etrafından dağılıp giderlerdi. Artık sen onları affet. Onlar için Allah’tan bağışlama dile. İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.”[10] Toplumsal yapının korunması için en önemli ilkeler içeren bu ayet toplum birlikteliğinin en temel yapısı olan Aile hayatının mutluluğunun da temel yapısını belirlemektedir. Aile hayatımızın mutlu olması için yumuşak davranmak, affedici olabilmek ve birlikte müşavere etmek en güzel ahlaki prensiplerdendir. Unutmayalım ki, insanları etrafımızdan kaçıran kabalık, aile huzurunu en temelden sarsan unsurlardan biridir. Bu sebeple erkek olsun kadın olsun nezaket bizlerin elimizde sımsıkı tutmaya çalışacağımız ahlaki ilkelerden olmalı, “Kadın aklı bunları kesmez” diyerek eşlerimizin fikirlerine saygısızlık etmemeli, onlarında görüşlerine değer vermeliyiz.
İslam Dini kocaya evlenmiş olduğu kadının geçimliliğini (nafakasını) yüklemiştir. Bu sebeple erkek eşinin meşru isteklerine gücü nispetinde cevap vermeli, o’nun yeme-içme, giyinme ve barınma ihtiyaçlarını karşılamalıdır. Bir gün ashaptan Muaviye el-kuşeyri Peygamber Efendimize “Ya Rasûlullah, bizim birimizin üzerinde, zevcesinin hakkı ne­dir?" diye sormuş, Efendimizde, “Yediğin zaman ona da yedirmen, elbise aldığın zaman ona da almandır. (Sakın) yüze vurma, (onu) kötüleme evin dışında (onu) terk etme.” diye cevap vermiştir.[11] Kadın ise, kocasının evine getirdiği şeyleri küçümsememeli, başa kakmak yerine latif bir tavır sergilemeli, israf etmemeli, kocasından maddi gücünü zorlayıcı ve kendisini harama sevk edici şeyler istememelidir.
Aile hayatında yapmış olduğumuz hayırlı şeylerin faydasını, hataların ve inatlaşmaların zararını görmekteyiz. Bu sebeple mutlu bir dünya hayatı ve huzurlu bir ahiret hayatı istiyorsak aile hayatımızda her daim Yüce Rabbimizin emrettiği, Sevgili Peygamberimizin hayatına aktardığı en güzel davranış modellerini bizlerde hayatımıza aktarmalıyız.
Hayatımızın her safhasında elimize geçmeyecek şeylerin hayalini kurup onların peşinden sürüklenip gitmektense elimizde bulunan imkanları en güzel şekilde değerlendirmeliyiz. Olmayacak şeyleri temenni etmek haset ve kin duygularını beslemektedir. Eşimiz bizim hayat arkadaşımız, aynı yastığı paylaştığımız, dert ortağımız olan bir insandır. Hayatı beraberce huzurlu geçirmek için aile hayatımızda olmayacak şeyleri temenni edip huzurumuzu kaçırmak ve bu sebeple birbirlerimizin hatalarını ön plana çıkartmak yerine, birbirimize hayrı ve güzelliği tavsiye etmemiz gerekir. Yüce Rabbimizde bizlerden bunu istemektedir. Bir ayette şöyle buyrulmaktadır. “Mü’min erkekler ve mü’min kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. İyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve Resûlüne itaat ederler. İşte bunlara Allah merhamet edecektir. Şüphesiz Allah mutlak güç sahibidir, hüküm ve hikmet sahibidir.”[12]
Erkek ve kadın farklı yaratılışa sahiptirler. Yaratılış farklılıklarımızı da iyi kavramak kendisinden memnun olacağımız bir aile yuvasının anahtarı olacaktır. Eşimizin kendimiz gibi düşünmesini istemek ve onu buna mecbur etmek yerine, doğru olan şeyi müzakere etmek suretiyle bulma yoluna gitmek elbette kendi yararımıza olacaktır. Çünkü değer verildiği kadar değer, saygı gösterdiğimiz kadar saygı, muhabbet duyduğumuz kadar muhabbet ve sevdiğimiz kadar sevgi görmekteyiz.
Aile hayatında erkeklerin hakkı olduğu kadar kadınlarında hakları vardır. Hak ihlalleri ise kul hakkını doğurmaktadır. “Benim eşim istediğimi yaparım” demek doğru değildir. Çünkü eşimizde olsa insan Allah’ın kuludur ve kim Allah’ın yaratmış olduğu kula vermiş olduğu halkaları ihlal ederse bunun sıkıntısını dünyada çekmese bile ahirette elbette çekecektir. Hak ihlallerinin gerçekleştirilmediği aile hayatı bize dünya cennetini yaşatacak bir hal alacaktır.
Yüce Rabbimiz bir ayette şöyle buyurmaktadır. “...Onlar (kadınlarınız) sizin için birer elbise, siz de onlar (erkekleriniz) için birer elbisesiniz...”[13] Bu ayette çok veciz bir ifade kullanılmakta ve bizlere çok önemli bir teşbih yapılmaktadır. Nasıl ki,elbise ve örtü insanı soğuktan ve sıcaktan korursa, kusurlarını örterse, aile yuvasında bulunan eşler de birbirlerini kusurlarını örten ve birbirlerini gözeten bir yaşam sergilemelidir.
Hayatımızın en önemli zaman dilimi olan, gelecek nesillerin yetiştiği ortam olan aile dünya cennetini bizlere yaşatacak ortamların başında gelmektedir. Bu birlikteliği sevgi ve saygı çerçevesinde, anlayışla, hak ve hukuka riayet ederek devam ettirirsek, her günümüz bir öncesinden daha güzel olacaktır. Hüzünler, sıkıntılar, dertler, hayatın zorlukları sağlam bir aile birlikteliğimizde en aza inecek, sevinçlerimiz, neşelerimiz, mutluluklarımız ve huzurumuz aynı zamanda en ulvi noktalara çıkacaktır.
Yüce Rabbim birbirini seven, birbirine anlayışla yaklaşan aile hayatı kurmayı gençlerimize nasip etsin. Allah-u Teala aile hayatı kurmuş olanlara da ayrılık göstermesin. Hayırlı, toplumumuza devletimize faydalı evlatlar yetiştirmeyi bizlere nasip etsin.
 
S

Sultan_Farukî

Guest
Allah Râzi Olsun .. Aile Toplumun Temelidir. Aile'deki huzur ve sükûnda; toplumdaki huzun ve sükûnun temelidir.
 
Üst Alt