E.F > İsLami Fıkıh AnsikLopedisi...

ceylannur

Yeni Üyemiz
FIKIH AÇISINDAN AVRET VE GİYİNME Avret Kavramı ve Dayandığı Esaslar
"Avret" sözlükte gedik ve benzerindeki aralık ve kendisinden zarar ve fesat beklenen şey demektir Ayette geçen "Evlerimiz avrettir" (el-Ahzâb 33/13) ifadesi; "Boştur ve orada fesat ve kötülükten endişe edilir" anlamındadır Kadın ise, görülmesi ya da sesinin duyulmasıyla fesat vaki olabileceği için avrettirYoksa -bazılarının dediği gibi- "Avret"; "çirkinlik" anlâmındaki "Aver"den gelme değildir Çünkü, "Avret" aslında, güzel olan ve canların arzuladığı kadınlarda da vardır Ancak buradaki çirkinlik -yaratılış gereği meyl olsa bile- şer'î çirkinliktir de denebilir (el-Harasî, Âlâ Muhtaşar-i Seydî Halil, I, 244)
Insanın avret sayılan kısımlarının örtülmesi konusunda, fıkıhçılar arasında ihtilâf yoktur Çünkü bu konuda vucûb ifâde eden açık naslar mevcuttur
Allah Teâlâ, Kur'an-ı Kerim'inde HzPeygamber'in kadınlarına hitaben; "Evlerinizde (vekar ile) oturun Evvelki cahilliyyet devri kadınlarının kırıla döküle, süslerini göstere göstere yürüyüşü gibi yürümeyin" (el-Ahzâb 33/33) buyuruyor(Bu emirlerin sadeceAllah Reslü'nün zevcelerine ait olması düşünülemez Zira onlar bütün müminlerin anneleri oldukları halde (el-Ahzâb 33/6) böyle olmaları istenirse bu, diğer kadınlaradan öncelikle istenir Sûre'nin sonundaki "Cilbab" ayeti de bunu gösterir Bu emrin onlardan başlaması, onların örnek olmalarından ve bir şeye davet edenin, o şeye öncelikle uyması gerektiğindendir (alûsî; Rûhu'l-Me'ânî, Mısır (Tarihsiz), XXll, 6;Muhammed Ali es-Sabûni, Ravi'u'l-Beyan Darû'l-Kur'an'il Kerîm, 1972 (l391 ) NI, 378)
Diğer bir ayette de yine HzPeygamber'in kadınları ile ilgili olarak inananlara hitaben: "O'nun (Hz Peygamber'in) zevcelerinden lüzûmlu bir şey istediğiniz vakit perde arkasından isteyin" (el-Ahzâb 33/53) buyuruyor
Bu emirleri biraz daha izah eder şekilde:
"Ey peygamber! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına, "Cilbablarını" üstlerine örtmelerini söyle" (el-Ahzâb 33/59) Yine:
"Mü'min kadınlara da söyle, gözlerini (harama bakmaktan) sakınsınlar, ırzlarını korusunlar, zinnetlerini açmasınlar Bunlardan görünen kısmı müstesna, başörtülerini yakalarının üstünü (kapayacak şekilde) koysunlar" (en-Nûr 24/31) buyuruyor Ayrıca:
"Ey Adem oğulları, her mescide gidişte zînetlerinizi takının" (el-A'râf 7/31) âyetinin namazda avreti örtmenin farz olduğuna delâlet ettiğinde cumhur müttefiktir (Kurtubî, el-Câmî Li-Ahkâmi'l-Kur'ân, Kahire,1967 (1387) VN/190) Mutlak olarak avreti örtmenin vücûbuna delâlet ettiğini söyleyenler de vardır (Aynî, Umdetu'l-Kârî, Mısır (Tarihsiz), IV/54)Yine en-Nûr Sûresi, 58 59 ve 60 ayetler de bu konu ile ilgilidir
Hz Peygamber de:Meselâ HzAli'ye hitaben, tasarlamaksızın olan birinci bakıştan sonra vuk'u bulacak kasıtlı bakışı yasaklıyor (Ebû Dâvûd, Nikâh 43; Tirmizî, Edep 28; Dârimî, Rikâk 3; Ahmed, V/35l ,357) Cerîr b Abdullah ansızın bakışın hükmünü sorduğunda gözünü çevirmesini emrediyor, (Müslim, Edeb, 45; Ebû Dâvûd, Nikâh, 43; Tirmizî, Edeb, 28: Dârimî, Isti'zan; Ahmet, IV, 358, 361) şehvetle bakışı gözün zînası sayıyor, (Buhârî, Isti'zan,12; Kader, 9; Müslim, Kader, 20, 21; Ebû Dâvûd, Nikâh;Ahmet, N/276) bir kadının güzelliklerine şehvetle bakanın gözüne kurşun eritilip döküleceğini bildiriyor, (Serahsî, Mebsût, XI/153) mutlaka yollarda bulunulması gerekli haller de gözü kapamayı yolun hakkı olarak gösteriyor, (Buhârî, Mezâlim, 22; Ebû Dâvûd, edep,12; Ahmed, NI/ 36, 47) öbür yönüyle de bakmamayı, ecre ve imanın tadını duymaya vesile sayıyor (Ahmed, V/264) İşte bu ve benzeri naslar Islam âlimlerinin, avreti örtmenin farz olduğu konusunda ittifaklarına sebeptir Ebû Velîd b Rüşd, bu konuda ulemanın ittifak ettiklerini söylüyor (Ibn Rüsd; Bidâyetü'l-Müctehid ve Nihâyetü'l-Muktesid 5I/89; Aynı, age IV/53) Böylece bu, fiilî icma haline de gelmiş demektir Ancak "avret" in sınırı nedir, kadınlara "zînet"leri ve örtmeleri emrinden istisna edilen "zâhir zînnetleri" neresidir, ilk câhiliyyet süsü sayılan ve yasaklanan "teberrüc" nedir? Ve nihayet kadının örtünmesi konusunda "Örtünsünler" emriyle yetinilmeyip "Üstlerine atmaları" emredilen "cilbabları" nin keyfiyeti nedir? Bu noktaların açıklanması gerekir Bu ve benzeri konular için cilbab maddelerine bakınız
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FIKIH VE FETVA "FIKIH" Arapça "fe-ku-he" maddesinden gelir Sözlük anlamı ile "bir şeyi iyi kavramak, anlayışlı olmak, bilmek" demektir Bu açıdan "ilim"den biraz farklıdır "Ilim" nasıl olursa olsun bilmek, "fıkıh" ise, işin esprisini kavramak, inceden inceye bilmek, demektir "Fıkıh" sonradan şeriat ilimlerini (Kitap ve Sünneti) bilmeye ad olmuştur Daha sonra da hüküm isteyen furû mes'elelerine ve onları bilmeye denmiştir Rasûlullah (sav) döneminde "fıkıh", bugünkü tahsîsî (spesifik) anlamında değildi Meselâ o: "Allah kime hâyir dilerse onu dinde fakîh kılar", "Insanlar madenler gibidirler Cahiliyette seçkin olanları, fıkhettikleri takdirde Islâm'da da seçkin olanlardır" Ibn Abbas için: "Allah'ım, onu dinde "fakîh" kıl ve ona Kur'ân'ın te'vilini öğret" buyururlarken "fıkhı", hep bu genel anlamda, yani iyice anlama ve kavrama anlamında kullanmıştır Fıkıh, tabiin dönemine kadar bu anlamda kullanılmış olacak ki, Imam-i Azam onu: "Kişinin lehine ve aleyhine olan şeyleri bilmesidir" diye tarif etmiş ve itikad esaslarından bahseden eserine "el-Fıkhu'l-Ekber" yanî, iyi anlaşılması gereken en önemli mes'eleler adını vermiştir Daha sonra, ilimlerin çok detaylı ihtisas dallarına ayrılmasıyla da fıkıh, "şer'î ve amelî mes'eleleri bilmektir" diye tanımlanmıştır
Her ne olursa olsun, fıkıhla ilgisi olmayan bir müslüman düşünülemez İşte bu mulahaza ile bizler "fıkıh" penceresini biraz aralayacak ve onun genellikle tahsîsî anlamıyla, günübirlik mes'elelerimize çare arayacağız Şimdilik yapacağımız sadece nakil anlamında fıkıhtır Yani bizler şu anda, fıkıhla meşgul olduğumuz için mecazî manâda fakihiz Halimize, şu ana kadar aldığımız yola, yapılması gerekenlere göre yaptıklarımıza baktığımızda hakiki anlamda fakîh, yani müctehid olamayacağımızdan korkuyoruz Ama Allah'ın lütfûnu, bize: "Ya Rab, bizi muttakilere imam kıl" diye dua öğretmesini ve O'nun sonsuz hazinesini düşündükçe yani olana değil, oldurana baktıkça da bunun zor olmadığını görüyoruz ve istiyoruz
Işin diğer yönüne gelince:
"Fetvaya en cüretkâr olanınız ateşe de en cüretkâr olanınızdır" hadîs-i şerifini biliyoruz Bu cüretkârlığı göze alamayız Onun için yazacaklarımız terim anlamıyla "fetva" olmayacaktır Çünkü gerçek anlamı ile "fetva" "müftî"nin işidir Müftî ise müctehid olmalıdır Biz şimdilik müctehid olmadığımıza göre yapacağımız işe de "fetva" vermek değil, fıkıhtan verilmiş fetvalardan aktarmalarla güncel meselelerimize çareler teklif etmek olacaktır Şimdilik müctehid değiliz, dememiz iddiali olarak karşılanmamalıdır Çünkü biz bunu söylerken kendimizi değil, işaret ettiğimiz gibi verecek olanı düşünerek söylüyoruz O'nun vergisine sınır getirme hakkına sahip değiliz
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FISK, FÂSIK

İsyan, Allah'ın emrini terk, hak yoldan çıkma, günah işleme tohumun kabuğunu delip çıkması Fısk'ın çoğulu fesekâ ve füssâk'tır Istılahi anlamı ise, büyük günahları işlemek veya küçük günahlarda devam etmek suretiyle Allah'a itaat etmekten çıkmak (Muhammed Hamdı Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, I, 282) Ayette "Rabbinin emrinden, O'na itaattan dışarı çıktı" (el-Kehf, 18/50) denilmiştir Emrini tanımayan, sapkın, günah işleyen, fesatçı, kötülük eden, amel etmediği halde kelime-i şehâdet getiren ve inanan kimse anlamlarında kullanılır (İbnü'l-Manzûr, Lisânü'l-Arab, X, 308; el-Cürcânî, et-Ta'rifât, fâsık mad)
Fıskın; Günahı çirkin kabul etmekle beraber, zaman zaman işlemek, devamlı olarak günah işlemek ve günahın çirkinliğini inkâr ederek işlemek (Kâdı Beydâvı, I, 58) şeklinde üç mertebesi vardır Üçüncü mertebe, küfür mertebesidir Yani günahın çirkinliğini ve kötülüğünü kabul etmeyerek haram olduğuna inanmayarak işleyen kimse dinden çıkmış olur
Fıskın sahibine Fâsık denir Fâsıkın üçüncü mertebesinde olmayan fâsık, günahkâr mümindir Ehl-i Sünnet'e göre mümin ünvanı kendisinden ahrımaz Mutezileye göre; Büyük günahişleyen fâsık, mümin değildir İnkâr etmiyorsa kâfir de değildir Küfürle İman arasında kalır Mutezile buna "El-menziletu beyne'l-menzileteyn"* der Yani küfürle iman arasında üçüncü bir mertebe Haricilire göre; Fıskın hangi mertebesinde olursa olsun fâsık kâfirdir (Abdusselam İbn İbrahim, Şerhû Cevheretu 't- Tevhıd, s 244-245)
Fısk ve fâsık terimleri ile çoğulları Kur'an da elli kadar ayette, kullanılmıştır
Ayetlerde görülen değişik anlamlara birer örnek vereceğiz: Zalim anlamında; ''Fakat zalimler kendilerine söylenen sözü değiştirip başka sekle koydular Biz de fâsık olmaları yüzünden, üzerlerine gökten azap indirdik" (el-Bakara, 2/59)
Hak yoldan çıkma anlamında: "Ayetlerimizi yalanlayanlara ise, doğru yoldan çıkmaları sebebiyle azap dokunacaktır" (el-En'âm, 6/49) Yalancı anlamında: "Ey iman edenler, eğer fâsık bir kimse size bir haber getirirse, onun doğruluk derecesini araştırın" (el-Hucurât, 49/6) Mücâhid ve Katâde'den nakledildiğine göre, Hz Peygamber Müstalik Oğullarına, Velid b Ukbe'yi toplanan zekâtları teslim almak üzere gönderdi Ancak Velîd, oraya gitmekten korkarak yoldan geri döndü ve Hz Peygamber'in huzuruna çıkarak müstakil oğullarının dinden döndüklerini ve Medine'ye saldın için toplandıklarını, öldürülmekten korktuğu için aralarına girmediğini söyledi Bunun üzerine Allah elçisi, Hâlid b Velîd'i araştırma için müstalik oğullarına gönderdi Hâlid, oraya gece vardı ve casuslarını önden gönderdi Ezan okunduğunu ve namaz kılındığını görünce haberin yalan olduğu ortaya çıktı Bu olay üzerine yukarıdaki ayet nâzil oldu ve bu şekilde yalan uyduran Velîd b Ukbe ve benzerleri için "fâsık" terimi kullanıldı (İbn Kesir, Muhl İhtisaa ve tahkik, Muhammed Alı es-Sâbûnî, Beyrut 1402/1981, III, 360, 361)
Yine Kur'an'da iffetli bir kadına zina iftirası atan kimseye fâsık denilmiştir "İffetli kadınlara zina isnâd edip de, sonra bu iddialarını doğrulayacak dört şahit getirmeyenlere seksen değnek vurun Onların şahitliklerini de ebediyen kabul etmeyin İşte"onlar fâsıkların ta kendileridir Ancak, bundan sonra tövbe edip islah olanlar bu hükmün dışındadır" (en-Nûr, 23/4, 5)
Ebû Hanife (ö 150/767)'ye göre, zina iftirası ezası uygulanan kimse sonradan tövbe ederse, Fâsıklıktan kurtulur, fakat ölünceye kadar şâhitliğine güvenilmez Çünkü ayetteki "tövbe ederlerse" istisnası, yalnız cümlenin son kısmına aittir Diğer çoğunluk hukukçulara göre ise, istisna ayetin bütününe aittir Tövbe edince hem fâsıklıktan kurtulurlar ve hem de şahitlikleri geçerlidir (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu'l-İslâmî ve Edilletuhû, VI, 173, 174)
Hz Peygamber fâsık âlimden uzak durulmasını (Dârimî, Mukaddime, 29), karga eti yiyenin fâsık olduğunu (İbn Mâce, Sayd 19), Fâsıkların cehennem ehli olduklarını (Ahmed b Hanbel, III, 428, 444) ve bir müslümanın diğerini fâsıklıkla itham etmemesini (Tecrid-i Sarih Tercümesi XII, 137, Hadis No: 1988) bildirmiştir Ayrıca pek çok rivâyeti bulunan bir hadiste beş hayvan için fâsık terimi kullanılmıştır Hz Âişe'den gelen rivâyet şöyledir: "Beş fâsık hayvan vardır ki, bunlar haremde de harem dışında da öldürülebilir Yılan, Akrep, Fare, Kuduz Köpek ve Karga" (Müslim, Hacc, 67, 68, 69; Nesaî, Menâsik, 113, 114,118, 119, İbn Mâce, Menâsik, 91) Burada fâsık terimi; zararlı haşarat, söz dinlemeyen, kötülük yapan anlamındadır
Ayet ve Hadislerden anlaşıldığına göre fâsık tabiri kâfir ve münâfığı içine alan geniş anlamda kullanıldığı gibi, ehl-i Sünnet âlimlerine göre daha çok büyük günah işleyenler için kullanılmıştır Ehl-i Sünnete göre inkâra düşmeksizin büyük günah işleyen ne kâfir ne de münâfık olur İmandan da çıkmaz Tövbe etmeksizin ölürse, Allah'ın onu ya bir şefâatçının şefâati veya fazl ve keremi ile affetmesi, ya da suçuna göre onu cezalandırması mümkündür Sonra onu cennete sokar Çünkü Allahû Teâlâ "Ey iman edenler, Allah'a nasûh (kesin) tövbe ile tövbe ediniz" (et-Tahrim, 66/8) ayetinde, günah işleyene iman sıfatiyle hitabetmiştir Bunun gibi daha pek çok ayet vardır (bk el-Bakara, 2/178; el-Hucurât, 49/9; el-Mâide 5/106; Ebû Mansur Mâtûridî, Kitabü't Tevhid, İstanbul 1979, s354) Ayrıca İslâm ümmeti Hz peygamber asrından günümüze ehl-i kıble için büyük günah işleyip işlemediğini dikkate almaksızın salât, dua ve Allah'tan mağfiret dileyegelmiştir Yine müminlerin namazlarda ana-baba, hısımlar ve tanıdıkları için bir ayırım yapmaksızın istiğfâr etmesi meşhur olmuştur Halbuki onlar kâfir için istiğfârın caiz olmadığına inanırlar
Ayet ve Hadislerde günahlar büyük ve küçük olmak üzere ikiye ayrılır Kur'an'da; "Eğer yasaklandığımız büyük günahlardan sakınırsanız, sizin öbür küçük günahlarınızı örteriz ve sizi şerefli bir makama koyarız" (en-Nisâ, 4/31), "O, iyi amellerde bulunanlar; küçük kusurları hariç, büyük günahlardan ve hayasızlıklardan kaçmışlar" (en-Necm, 53/32) buyurulur
Büyük günah (kebire) şöyle tarif edilebilir; ayet ve Hadislerde büyük günah olarak belirtilen, hakkında nassı ile bir ceza konulan veya bir tehdîd unsuru bulunan fiiller ile, nass'larda belirtilmediği halde kötülüğü bunlar seviyesinde bulunan fiillerdir İmam Mâtûridî (ö 333/944) büyük günahları itikat ve amelle ilgili olmak üzere ikiye ayırmaktadır Birincisi küfür ve şirk türünden olup, amelle ilgili olanı kişiyi küfre götürmez (Maturidî, 187 age, s338)
Hadislerde bazı büyük günahlar sayılmıştır; Allah'a şirk koşmak, ana-babaya itaatsizlik etmek, yalancı şahitlik, sihir, haksız yere adam öldürmek, yetim malı yemek, faiz yemek, cihâd alanından kaçmak, iffetli mümin bir kadına zina iftirasında bulunmak, zina yapmak, Mescid-i Haram'da günah işlemek bunlar arasındadır (Bıharı» Edeb, 6; Müslim, İman, 38; Tirmizî, Tefsır, 5; Şehadatı 3; Birr, 4; Ebû Davûd, Vesaya, I0; Nesâî, Tahrım, 3; Ahmed b Hanbel, III, 131, V, 36, 38; Dârimî, Diyât, 9) Hz Ali (ö 40/661) buna hırsızlık ve şarap içmeyi de ilave etmiştir (Teftâzânî, Şerhu'l-Akaid, Istanbul 1326/1908, s140 vd)
Ancak işleyeni fısk derecesine düşüren bu günahlar, Hadislerde örnek kabılinden ve hadisin vârid olduğu sıradaki şartlara göre söylenmiş olmalıdır Çünkü ez-Zehebî (ö 784/1 347) ' nin yazdığı "Kitabü'l-Kebairı de büyük günahların sayısı yetmişe ulaşırken, el-Heytemî (ö 974/1566)'nin "ez-Zevacir an İktirafeıl-Kebairı adh eserinde bu sayı 467'ye kadar çıkar
Hanefilere göre büyük günah işleyen fâsık, hâkimlik görevine tayin edilmişse, vereceği hüküm ihtiyaç sebebiyle geçerli olur Fakat hâkimin, fâsığın şahitliğini kabul etmemesinde olduğu gibi kendisininde bu göreve atanmaması gerekir Ancak iffetli kadına zina iftirası suçundan hüküm giyen kimse hakimliği ve şâhitliği geçerli değildir (Vehbe ez-Zühaylî age, VI, 745)
Fâsık kendisi ve çocukları üzerinde velâyet hakkına sahiptir O, malını saçıp savurmaması şartıyle sırf fıskı yüzünden hacredilmez Çünkü tasarruf ehliyetini kısıtlama (hacr) israf ve saçıp savurmayı önlemek için meşrû kılındı Ayrıca ilk müslümanlar büyük günah işleyenlerin ehliyetlerinde kısıtlama yapmadılar (İbn Âbidîn, Reddu'l-Muhtar, V, 102)
Fâsık, yahudi, hristiyan veya mecusiye zimmî yahut harbî olsun sadaka vererek maddi yardım yapmak mümkün ve caizdir Ayette: ''Onlar yemeğe ihtiyaç ve istekleri olduğu halde, onu, yoksula, yetime ve esire yedirirler" (el-İnsan, 76/8) buyrulur Burada "Esir" harbî durumunda sayılır Yine Hz Peygamber, susuz köpeği sulayan kimse hakkında "Her canlı hayvan için ecir vardır" (Buharı Mezalim 23 Edeb, 37, Müsakat, 9, Müslim, Selam 153) buyurmuştur "Senin yemeğini, Allah'tan sakınan kimseden başkası yemesin" (Tirmizi, Zühd, 56; Ebû Dâvud, Edeb, 16; Ahmed b Hanbel, III, 38) hadisi ise, yardım konusunda tercih önceliğini bildirir (ez-Zühaylî, age, II, 920)
Fıskın zıddı adl; fâsık'ın zıddı adil'dir Adâlet; dini istikamet üzere bulunmak, dini görevleri yerine getirmek, zina, şarap içmek, ana-babaya asi olmak ve benzeri durumlardan kaçınmak, küçük günahlarda ısrardan sakınmaktır Şâfiîler, bir aile reisinin çocukları üzerinde velâyet hakkına sahip olması için onun adâlet sahibi olmasını şart koşmaktadırlar Delilleri Hz Peygamber'in şu hadisidir: "İki adâletli şahid ve rüşde ermiş veli bulunmadıkça nikâh olmaz" (Ebû Dâvûd, Nikâh, 19; Dârimî, Nikâh, II; es-Serahsı, el-Mebsût, V, 31) Çünkü nikâh velâyeti görüş ve takdir hakkını kullanmayı gerektirir Fâsık ise, mal velâyetinde olduğu gibi, bu konuda da isabetli karar veremez
Hanefi ve Mâlikilere göre velâyetin sabit olması için adâlet şart değildir Veli, adil olsun, olmasın kendi kızını veya erkek kardeşinin kızını evlendirebilir Çünkü onun fâsıklığı yanında bulunan kimselere karşı şefkat göstermesine ve hısımlarının maslahatını gözetmesine engel olmaz
Velâyet hakkı geneldir Ne Hz Peygamber devrinde ve ne de ondan sonra hiçbir velinin fıskı sebebiyle çocuklarına velâyetten menedildiği nakledilmemiştir Tercihe şayan olan görüş budur Yukarıda zikredilen hadisi hanefiler zayıf görmüştür
Hanefilere göre fâsık, velâyete ehil olduğu gibi şahitliğe de ehildir Adâletli veya adâletsiz şahitliğe de ehildir Adâletli veya adâletsiz şahitlerin önünde yapılacak akitler geçerli olur Şia da aynı görüştedir Onlara göre şâhitlik akdin sıhhati için gerekli bir şart olmayıp, mendûbtur (ez-Zühaylî, age, VII, 75, 197)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FİTNE

Fitne kelimesi küfür, azgınlık, sapıklık, günah, rüsvalık, ayrılık, birisini azdırmak, delilik, iç ihtilaf ve kargaşa, kavga, kalbin bir şeyi fazlaca beğenip, ona meyletmesi, hoşuna gitmesi, bela, azap, musîbet gibi anlamları vardır (Abdü'r-Raûf el-Mısrî, Mu'cemü'l-Kur'an, Beyrut, 1367 /1948, II, 71; İbnü'l-Manzûr, Lisanü'l Arab, Beyrut 1698 XIII 317 vd) Aynı zamanda insanlar arasında vukua gelen ihtilaf, ihtilâl, eşkiyalık ve kavgaya da denir Bazı hadis ve ayetlerde söz konusu kelime daha ziyade bu manadadır (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII, 290)
Fitne ve bu kelimenin değişik türevleri Kur'an-ı Kerim'de muhtelif sure ve ayetlerde 60 yerde 12 manaya gelir:
1- Azap: "Azabınızı tadın! İşte acele isteyip durduğunuz şey budur" (ez-Zâriyât, 51/14);
2- Şirk (Allah'a ortak koşmak): "Fitne (şirk) adam öldürmekten daha büyük günahtır" (el-Bakara, 2/217),
3- Küfür: "O gün (kıyamet günü) münafık erkeklerle, münafık kadınlar iman edenlere der!er ki, "bizi gözetip bekleyin, nurunuzdan biraz edinelim " Onlara "geriye dönün de nur arayın!" denilir Sonra da aralarına kapısı bulunan sur çekilir İç tarafında rahmet, dış tarafında o cihetten azap vardır münafıklar, müminlere "biz sizinle beraber değil miydik?" diye seslenirler Onlar da "evet, beraberdik, ama siz kendinizi fitneye düşürdünüz (iman etmediniz, küfrettiniz) şüpheye düştünüz" (el-Hadîd" 57/13-14),
4- Günah: " Artık Peygamber'in emrine muhalefet edenler, kendilerine bir fitnenin (günahın) dokunmasından veya kendilerine elem verici bir azabın erişmesinden çekinsinler" (en-Nûr, 24/63), "Onlardan (Tebük seferine çıkmamak için bahane arayanlardan) bir kısmı "bana izin ver de, beni fitneye (günaha) düşürme" diyordu Haberiniz olsun ki, kendileri fitneye düşmüşlerdir Her halde cehennem kâfirleri çepeçevre kuşatacaktır" (et-Tevbe, 9/49),
5- İşkence, eziyet: "Sonra işkence ve azaba uğratılan, ardından hicret eden, sonra da Allah yolunda savaşan ve sabredenleri, Rabbin mutlaka bağışlayan ve çok merhamet edendir" (en-Nahl, 16/110),
6- Belâ ve imtihan: "Andolsun ki, onlardan öncekileri de çetin imtihan ettik" (el-Ankebût, 29/3),
7- Ta'zîb ve Gönül incitme: "O kimseler ki, mümin erkeklere ve mümin kadınlara işkencede bulundular, sonra da tövbe etmediler İşte onlar için cehennem azabı vardır (el-Bürûc, 85/10),
8- Öldürme ve Helâk: "Yeryüzünde yolculuğa çıktığınızda, kâfirlerin sizi fitneye düşürüp (öldürüp) kötülük edeceklerinden endişe ederseniz, namazı kısaltmanızda bir vebal yoktur" (en-Nisâ, 4/101),
9-Sırat-ı müstekîm'den saptırma: ''Neredeyse onlar, sana vahyettiğimizden başkasını bize karşı uydurman için seni bile fitneye düşürecekler (doğru yoldan saptıracaklardı), ve ancak o takdirde seni samimi bir dost edineceklerdi" (el-İsra, 17/73),
10-Dalâlet ve tereddüde düşürme: "Çünkü siz ve taptıklarınız, cehenneme girecek olanlar dışında hiç kimseyi dalâlete düşürecek (azdıracak), baştan çıkaracak değilsiniz" (es-Saffât, 37/161-163),
11- "Özür ve illet: "Sonra onların, sadece "Rabbimiz Allah'a yemin ederiz ki, biz müşrik değildik" sözleridir: başka özürleri (fitneleri) olmayacak" (el-En'âm, 6/23),
12- Delilik ve Gaflet: "Yakında kimlerin deli olduğunu sen de göreceksin, onlar da görecek" (el-Kalem, 68/5-6)
Fitne Allah (cc) ve kuldan sadır fiiller cümlesindendir Mesela, belâ, musîbet, öldürme veya işkence gibi hoşlanılmayan fiiller, her ne zaman Allah Teâlâ'dan sadır olursa, ancak bir hikmete binaen olur; buna mukabıl her ne zaman, Allah'ın emri dışında, kul tarafından bu fiiller yapılırsa, bunun zıddı olur (Fîrûzâbâdî, Besâiru Zevi't- Temyîz fî Letâifi'l-Kitabi'l-Azîz, Mekke (ty), IV 166-169)
Kur'an-ı Kerim'de geçen "fitne" ve türevi olan ikilemeleri bu şekilde oniki maddede toplamak mümkün olsa da, buna karşılık aynı kelimelerin Hadislerdeki manalarında aynı çokluğu görmemiz mümkün değildir Hadislerde bu kelimeler daha çok "ictimaî bozukluk, düzensizlik, anarşi vBulletin manalar" kullanılmıştır: "Fitne, deniz dalgaları gibi dalgalanır" ('Buhâri, fiten, 17; Müslim, iman, 231) Bilhassa Hz Peygamber "Deccâl'dan" bahsederken, fitne kelimesini kullanmış, ümmetini bu fitneye karşı dikkatli olmaları için uyarmıştır (Buhârî, fiten, 26, i'tisâm, 2; Müslim, küsûf, 8, 1 1, 12, 22; Ebu Davud, fiten, 24, 149) Yine O, bir çok dualarında da mutlak olarak fitneden, Allah'a sığınmış (Buharı, daavât, 35; Müslim, fezâil, 137) ve dünyanın, malın, fakirliğin, kabrin, ölü ve dirilerin, kadınların ve cehennemin fitnesi konusunda da ümmetine çeşitli tavsiyelerde bulunmuştur ki, mezkur konularda söz konusu olan fitne, insanı dinini yaşamaktan alıkoyan, Allah'a ulaşmadan engel olan veya insanı cehenneme sürükleyen âmil, sebeb vBulletin manalara gelir (Bu manalar için bkz İbnü'l-Esir, en-Nihâye fi darıbi'l-Hadis, Beyrut, ty III 410-411)
Hadis Kitaplarında "Kitabü'l-Fiten" diye bölümler vardır Buradaki "fiten" kelimesi de fitne kelimesinin çoğulu olup, söz konusu bölüm Hz Peygamber'in, kendi vefatından sonra meydana gelecek fitnelerle ilgili hadislerinin yanında, kıyamet ve ahiretle ilgili hadisleri ihtiva eder
Allah Teâlâ şu ayet-i kerimede zararı herkese olan, musibeti, günahkâr olan ve olmayana kadar herkese ulaşan, anlaşmazlık, kavga kısacası anarşiden kaçınılmasını emrettiği belirtilmektedir: "Ey müminler! Öyle bir fitneden sakınınız ki, o, hiç de sizden yalnız zulmedenlere dokunmakla kalmaz (onun dehşeti günahsızları bile kuşatır), (el-Enfâl, 8/25) Çeşitli hadislere göre -Buhârî bu ayeti başlık yaparak bu hadisleri altında sıralamıştır-" en büyük fitne ümmetin birliğini bozan ve İslâm toplumunun sosyal hayatını ihlal eden, bağı hareketler gelir İkinci planda da İslâm devletinin müdafasından kaçmak, bütün ümmetin gözü önünde alem küfür ve dinden irtidat etmek, zâlim yöneticilere hayır ve doğru olan şeyleri öğütlemeyip, onlara dalkavukluk yapmak veya yağ çekmek gibi kötü şeyler gelir ki, bunlar da bir ümmetin bütün fertlerinin maruz kalmalarına sebeb olan fitne ve belalar cümlesindendir" (Tecrid-i Sarih Tercemesi, XII 291)
İslâm tarihinin ilk dönümlerinde siyâsi sebeblerle zuhur eden dahilî ihtilaflar âlimlerimizce fitne olarak nitelendirilmiştir Mesela; Cemel ve Sıffîn vakaları, Hz Osman ve Hz Ali'nin şehid edilmeleri, Hz Muaviye'nin oğlu Yezid'i kendine halef ve veliahd tayin etmesi gibi İslâm devleti bünyesinde ortaya çıkan fitnelerdir Bu tür fitneler sonucu bir çok müslüman hayatını kaybetmiş yeni yeni batıl mezheplerin ortaya çıkmasına sebeb olmuştur Açılan bu tür yaraların kanları zamanımıza kadar akmaya devam etmiştir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FLÖRT Kadın-erkek arasındaki duygusal ilişki Flört etmek, kadın ve erkeğin duygusal ilişki kurması Batı toplumlarında flört, gençlerin duygusal açıdan olgunlaşmalarını, çeşitli komplekslerinden kurtulmalarını, cinsellik konusunda bilgilenmelerini, eşlerin evlilik öncesinde birbirlerini tanıyarak bilinçli bir beraberlik oluşturmalarını sağlayacak bir tecrübe ve eğitim biçimi olarak kabul edilmiş ve hoş görülmüştü Fakat duygusal ilişkiler, kendisine ilişkin bütün düşünce ve varsayımların iflasını ilan edercesine büyük bir hızla fiziksel ilişkiye dönüşerek gündemden düştü Batılı toplumlar günümüzde bir yandan bir süre önce son derece masumane ilişkiler olarak baktığı flört olayının önüne yığdığı toplumsal sorunlarla boğuşurken, bir yandan da artık duygusal ilişkinin yerini alan cinsel özgürlük gibi kavram ve olguları tartışmaya başladı
Kadın-erkek arasında serbestçe kurulan ilişkilerin farklı bir sonuca varması mümkün değildir Çağımızın önde gelen ruhbilimcilerinden Erich Fromm izlenerek söylenirse, karşıt cinsler arasındaki duvarın yıkılması durumunda duygusal ilişkilerin karşı konulmaz bir cinsel isteğe dönüşmesi kaçınılmazdır Bu cinsel isteğin tek amacı da birleşmektir Bu nedenle bu tür ilişkiler düşünüldüğünün tersine sürekli değildir ve utanç, umut kırıklığı, nefret ve düşmanlıkla noktalanır Böylesine olumsuz bir biçimde sonuçlanan ilişkiler doğal olarak birçok bireysel ve toplumsal soruna neden olur Ruhsal bunalımlar, aileden kopmalar, kötü yollara düşmeler, çocuk denilecek yaşta ortaya çıkan gebelikler, terkedilmiş gayr-i meşrû çocuklar, intiharlar bu tür ilişkilerin Batı toplumlarının önüne yığdığı sayısız sorundan yalnızca birkaçıdır
Islam Açısından Flört
Islâm, yalnızca ortaya çıkan sorunlara çözümler getiren bir inanç ve hukuk sistemi değil, aksine, getirdiği kurallarla öncelikle sorunların ortaya çıkmasını önleyen bir dindir İslam'ın bu özelliği kadın-erkek ilişkileri alanında da kendini göstermekte, Islâm toplumlarında, Batı örneği câhili toplumların karşı karşıya geldiği sorunların ortaya çıkmasına imkan tanımamaktadır
Islâm, toplumun çürümesine neden olan başlıca amillerden birisi kadın-erkek arasındaki gayr-i meşrû cinsel ilişkiyi (zina, fuhuş) yasaklamış, caydırıcı bir etken olarak cezaî müeyyideler getirmiştir Fakat asıl önemlisi bireyleri bu tür fiillere götürecek bütün yolları kapatması, oluşmasını önleyici tedbirler almasıdır Bu tedbirlerin başında karşıt cinsteki yabancı kişilerin yalnız başlarına bir arada bulunmaması kuralı gelir Hz Peygamber, böyle bir durumun doğuracağı tehlikeli sonuçlara dikkat çekmek üzere, "Çünkü -bu takdirde- üçüncüleri şeytandır" (Ibn Hanbel, Müsned, I, 227, III, 339) buyurur Diğer bir önleyici kural da tesettür ve sürekli bakış gibi uyarıcı davranışlardan kaçınma (en-Nur, 24/30-31) kuralıdır Dokunma, el sikisma ve benzeri fiziki temas yasağı da başka bir önlemdir (el- Mavsılî, el-Ihtiyarî Ta'lili'l-Muhtar, IV, 156) İslam'ın kadın-erkek ilişkileri hakkında getirdiği hüküm ve kurallar açısından bakıldığında flörtün bütünüyle Islâm sınırlan dışında kaldığı görülür: Çünkü, biçimi, şartlan ve sonuçlan bakımından İslam'ın hüküm ve kurallarına ters düşen bir ilişki biçimi olarak ortaya çıkmaktadır
Islâm insanın cinsel yönünü görmezden gelip bu alandaki ihtiyaçlarını yok saymaz Tersine, bu yönünün meşrû' ve hem birey, hem de toplum için yararlı olabilecek biçimde tatminini öngörür Evlilik kurumunun önemli varlık nedenlerinden birisi de insanın cinsel ihtiyaçlarının böyle bir yönde karşılanmasıdır Bu nedenle Islâm'da evlilik teşvik edilmiş, olabildiğince kolaylaştırılmaya çalışılmıştır
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FUHUŞ
Çirkin davranış, gayr-i meşrû' cinsel ilişki, zina Gerek söz ve gerekse fiillerdeki her türlü çirkinliği, edepsizliği, hayasızlığı, söz ve davranışlarda sının aşmayı kapsayan bir tabir
Her türlü ahlâksızlık, homoseksüellik, kötü huyluluk, çıplaklık, açıklık, terbiyesizce konuşma ve cimrilik, kısacası; Allah'ın, yapılmasını veya söylenmesini yasakladığı her şey bu kelimenin şumûlüne girer Ayrıca, bu ahlâksızlıkları, toplum içinde yaymak veya yaymaya çalışmak; örneğin, müstehcen hikaye ve romanlar, bu türden tiyatro oyunlarıyla sinema filmleri, çıplak resimler, kadınların ortalıkta açık saçık dolaşması karşı cinslerin birbirleriyle diledikleri şekilde eğlenmeleri aynı şekilde fuhuş teriminin kapsamına girer
Fahişlik; sözde, fiilde yahut sıfatta olur Meselâ çok uzun bir kimseye, bu yüzden "fahiş derecede uzun" denir Ancak bu kelime, daha çok konuşma için kullamlır Ağız bozuk, kötü huylu insanlara "fâhiş"; başkalarını güldürmek için açık-saçık söz sarfeden kimselere de "mütefahhiş" ya da "mütefâhiş" denilmektedir (Ibn Hacer el-Askalânî, ‚Fethu'l-Bârı bi şerh-i Sahîhi Buhâri', X, 371)
Yine Buhâri'de, Abdullah Ibn Amr, Muâviye ile Kûfe'ye geldiğinde, Hz Peygamber (sas)'den sözederek, "O, asla nefâhiş (çirkin sözlü, kötü huylu), ne de mütefahhiş (müstehcen konuşan) değildi O; ‚En hayırlınız, ahlâkı en güzel olanınızdır' derdi" diye zikreder (Buhâri, Edeb, 38)
Genelde zina eden kadınlara fâhişe denildiği halde, Kur'an, yukarıda anılan günâhların tümünü bu isimle adlandırmıştır
"Onlar, fena bir şey (fâhişe) yaptıklarında veya nefişlerine zulmettiklerinde, Allah'ı anarlar, günâhlarının bağışlanmasını dilerler (Âl-i Imrân, 3/135) ve "Babalarınızın evlendikleri kadınlarla evlenmeyin -geçmişte olanlar geçmiştir-çünkü o, çok çirkin (fahişe) ve iğrenç bir şeydi Ne fena âdetti o" (en-Nisâ, 4/22)
Yukarıdaki iki ayette de görüldüğü gibi, insanların işledikleri günâhların tümünü "fâhişe" diye isimlendirmek mümkündür Çevremizde zina eden kadınları, bu ad ile adlandırmak yaygın ise de, kelimenin şümûlü bundan çok daha genıştır Nitekim, Peygamber (sas)'in hanımları, kendisinden dünyalık bazı isteklerde bulunmuşlar ve bunda ısrar etmişlerdi Bunun üzerine inen ayet-i kerime onları eleştirmiş, hatta onları (akabınde boşanma vukû bulacak) dünya ziynetini yahut Allah'ı ve Resulünü (dolayısıyla ahireti) tercih etmelerinde serbest bırakmıştır Onlar da ikinci şıkkı, yani ahireti tercih etmişlerdi Daha sonra inen ayet, bundan böyle Allah'a ve Resulüne karşı işleyecekleri günâhların cezasının büyüklüğünden sözeder şöyle ki: "Ey Peygamber hanımları, sizden kim açıktan bir terbiyesizlık (fâhişe) yaparsa, onun azâbı iki kat olur Bu, Allah'a göre kolaydır" (el-Ahzâb, 33/30) Bu ayetteki "fâhişe" sözü, genel anlamda günahı ifade etmekle birlikte; yukarıda anlatılan olaydan, özel olarak da Hz Peygamber'e, dolayısıyla Allah'a karşı gelmeyi ifade etmektedir
"Fâhişe" sözünün, zinâ anlamında da kullanıldığını Kur'an'da müşâhede etmekteyiz: "Zinaya yaklaşmayınız; çünkü o, açık bir kötülük (fâhişe), çok kötü bir yoldur" (el-Isrâ' 17/32) âyetinde zina, fâhişe sözüyle ifade olunmuş iken; "Kadınlarınızdan zinâ edenlere (fâhişe işleyenlere) kar şı aranızdan dört şahit getirin Onlar şehâdet ederlerse, ölünceye kadar ve ya Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun" (en-Nisâ, 4/15) ayetinde, "fâhişe" ile zina kasdedilmektedir
Hz Peygamber (sas)'in aşağıdaki hadisinden de, "fahişe" sözü ile zinanın kasdedildiğini anlayabiliyoruz
"Bir milletin içinde zina (fâhişe) ortaya çıkıp nihayet o millet, bu suçu alenî olarak işlediğinde, mutlaka bulaşıcı (taun) ve onlardan önce gelip geçmiş milletlerde vukubulmamış hastalıklar yayılır " (Ibn Mâce, Fiten, 22)
Hz Lût (as)'ın kavmi arasında yaygın olduğundan, "lûtîlik" diye (çok hatalı olarak) bilinen "homoseksüellik", fâhiş günâhlardan sayılmış ve bu suçu işleyenlere çok büyük cezalar verilmiştir Kur'an bu çirkin hayasızlığı işleyenleri Lût (as)'ın dilinden şöyle kınamaktadır; "Lût da hani kavmine demişti ki; ‚siz, açıkça gör düğünüz halde, yine de o çirkince utanmazlığı (fâhişe) yapacak mısınız" (en-Neml, 27/54)
Cenâb-ı Allah, ister zina olsun ister diğer günâhlar olsun fuhşun her türlüsünü; gizlisini de açığını da yasaklamıştır: "Favâhişin (her türlü kötülüğün) açığına da gizli olanına da yaklaşmayın" (el-En'âm, 6/151) buyurmakla yalnız "fevâhişi" işlemeyi yasaklamakla kalmıyor, ona yaklaşmayı dahi haram sayıyor Allah korunmak isteyeni şüphesiz koruyacaktır; korunmak istemeyenin de, hâliyle Allah'a sunacağı bir mazereti olmayacaktır
Yukarıdaki ayetin sebeb-i nüzûlü hakkında, Abdullah Ibn Abbâs'tan, Hasan-ı Basri'den ve Süddî'den bize gelen bilgilere göre, alenî zina çirkin görülürdü de gizli zina ayıplanmazdı Bu ayet-i kerîme, zinânın alenî olanını da gizlisini de yasakladı Hatta iki ‚fuhşun' ikisi de nehyolunduğu gibi ayet-i kerîmede; "bunlara yaklaşmayınız" buyurulduğuna göre, zinayı çağrıştıran, zinaya götüren her türlü yollar ve vasıtalar da haram kılınmıştır (Buhâri, Tecrid-i Sarîh Tercemesi, XI, 104)
"Onlar, bir kötülük (fâhişe) işlediklerinde ‚biz atalarımızı bunun üzerinde bulduk, Allah da bunu bize emretti derler' De ki: ‚Şüphesiz Allah, kötülüğü (fahşâyı) emretmez Bilmedığınız bir şeyi Allah'a karşı mı söylüyorsunuz?"(el-A'râf, 7/28); halbuki "şeytan, size ancak kötülüğü, hayâsızlığı (fahşâyı) ve Allah'a karşı bilmeyeceğiniz şeyleri söylemenizi emreder" (el-Bakara, 2/169)
"Allah çirkin şeyi (fahşâyı), asla emretmez" anlamındaki bu kısa cümle, Arapların, inanç ve geleneklerine karşı güçlü bir delildir Bu delilin gücünü takdir etmek için, şu iki ana konunun bilinmesi gerekir:

a) Araplar, belli dînî ayınleri çıplak olarak icra etmelerine rağmen yine de onlar, çıplaklığın bizâtihi ayıp bir şey olduğunu kabul ediyorlardı Bundan dolayıdır ki, bu geleneklerine rağmen hiçbir saygın Arap, çarşı-pazarda herhangi bir dostunun yanında veya umumî toplantılarda çıplak olarak bulunmazdı
b) Hatta onlar, çıplaklığı ayıp bir durum olarak kabul eder ama bunu, Allah'ın emri olduğu için yaptıklarını söylerlerdi Fakat Kur'an bunu çürüterek, "Çıplaklığın çirkin bir şey (fahşa) olduğunu siz kendiniz de kabul ediyorsunuz Bundan dolayı, çıplaklık âdetinizi, Allah'ın emridir diye öne sürmeniz tamamıyla asılsızdır Bu sonuca göre, eğer dininiz hayasızlığı tasvib ediyorsa, bu onun Allah'tan gelen bir din olmadığı gerçeğinin en açık delilidir" (Ebu'l-A'la el-Mevdûdî, "Tefhimu'l-Kur'ân" II, 25)

Allahu Teâlâ, kutsal kitabında cimriliği de "fahşâ" sınıfına sokmuş ve fakirlikten korkarak, cimrilik etmeyi şeytanın kandırması olarak vasıf landırmıştır: "Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve çirkin (fahşâ) şeyleri emreder Allah ise, size kendi katından bağışlama ve lutuf vâdediyor şüphesiz Allah'ın lutfu genıştır; O, bilendir" (el-Bakara, 2/268)
Dinimiz, yukarda sözü edilen her türlü fiili yasakladığı gibi bu fiillere götüren bütün yolları da yasaklamış, insanlara bu yolları açanları çeşitli şekillerde cezalandırmayı kendi görevleri arasında saymıştır Nitekim ayette, "Iffetsızlık ve utanmazlığın (fâhişenin), iman edenler içinde yayılmasını arzu edenler için dünyada ve ahirette acıklı bir azab vardır" (en-Nûr, 24/19)
Doğrudan ve yeraldığı metne göre ayetin tefsiri şöyledir: iftira atanlar, kötülüğü propaganda edenler ve yayanlar, Islâm maneviyat ve ahlâkına güvensızlık getirenler cezayı hakederler" Metinde geçen kelimeler, kötülüğün propagandası için kullanılabilecek tüm biçimleri kapsamaktadır Bunlar, genelevleri açma olabilir; şehvet kamçılayıcı (erotik) hikayeler, şarkılar, tablolar, film ve piyesler yazma, yayınlama, söyleme ve gösterme olabilir; halkı ahlaksızlığa iten kulüp ve otellerde her türden karışık toplantılar olabilir Kur'an bütün bu yollara baş vuranların yalnızca ahirette değil, dünyada da cezayı hakeden suçlular olduğunu ilân eder O halde, tüm bu ahlâksızlığı yayma ve propaganda etme araçlarını ortadan kaldırmak Islâmî bir görevdir
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FUKAHAY-I SEB'A (YEDİ FAKİH)

Medine'de aynı asırda yaşayan tabiîlerden yedi fakih
Emevilerin iktidarda bulunduğu yıllarda bazı sahâbe çocukları ve tabiînden kimselerin bu iktidar ve yönetime karşı gelip toplumda çeşitli karışıklıkların çıkması yüzünden bir kısım sahâbîler, tabiîler hükümet merkezinden uzak şehirlere çekilip İslâmi ilimlerle uğraşmışlardı
Onların ilmî çalışmaları ve çevrelerinde toplanan öğrencilerinin gayretleri daha sonra tefsir, hadis ve fıkıh gibi ilimlerin teşekkül ve tedvinini doğurmuştur
Tabiatiyle birbirinden uzak ve değişik toplumsal şartlara sahip olan bu şehirlerdeki bilginler arasında görüş farkları gittikçe belirgin hâle geliyor ve her şehirde kendisine göre bir fıkıh ekolü doğmaya başlıyordu Bunların en etkili olanları Hicaz ve Irak ya da diğer adıyla Medine ve Kûfe ekolleriydi Kur'an, sünnet ve sahâbîlerin icmâlarıyla hükmü belirtilmemiş olan meseleleri Iraklı bilginler, akıl ve ictihad ile çözmeye çalışıyorlardı Hicazlılar ise daha ziyâde hadis ve geleneklerden hareket ediyorlardı Dolayısıyla bunlara "Hadis" veya "Eser" ehli adı veriliyordu
İşte Hicaz ekolünü Fukahây-ı Seb'a denilen yedi fakih temsil etmektedir Bunların başında Saîd b el-Müseyyeb gelir Bunlar, hakkında nass bulunmayan konularda ictihad yaparlarken en çok maslahata önem verirler ve genellikle ortaya çıkmamış problemler üzerinde durmaz ve bu gibi konularda görüş beyan etmezlerdi
Fukahay-ı Seb'a'ya bu ismin verilmeşinin sebebi, sahâbeden sonra fetva işinin bunlara kalması, ilim ve fetvanın daha çok bunlardan etrafa yayılması ve bununla şöhret bulmaları içindir Nitekim onların yaşadığı asırda Salim b Abdullah b Ömer ve benzeri birçok tâbiî âlimler olmasına rağmen fetva işi en çok bu yedi fakihten soruluyordu (İbn Hallikan, Vefeyâtu'l-A'yân, I, 117)
Bu yedi Fakih şunlardır:
1- Saîd b el-Müseyyeb (ö 94/712): Tâbiîlerin reisi idi Hadis rivâyeti, zühd, ibâdet ve takvayı nefsinde toplamıştı Aynı zamanda rüya tâbirini de çok iyi biliyordu Sa'd b Ebı Vakkas ve Ebû Hureyre gibi bir grup sahâbîden ve Peygamber efendimizin hanımlarından hadis dinlemiştir Ebû Hureyre'nin kızı ile evli idi ve hadislerin çoğunu da Ebû Hureyre'den rivâyet etmiştir Kendisi der ki: Elli seneden beri cemâatle namazda imamın ilk tekbirini kaçırmadım ve elli seneden beri namazda bir adamın kafasına bakmadım (ilk safta durduğu için) Ayrıca elh yıl sabah namazını yatsı abdestiyle kıldığı söyleniyor Kendisi şöyle diyordu: Allah'a ibâdet gibi insanı şerefli kılan ve Allah'a karşı günâh işlemek gibi insanı küçük düşüren bir şey yoktur
Emevi yöneticilerinden Abdülmelik b Mervan'ın oğulları Velid ve Süleyman'ın veliaht olmalarına bey'at etmediği için Abdülmelik'in emriyle Medine valisi Hişâm b İsmail tarafından kendisine elli değnek vurulup Medine sokaklarında teşhir edildi Zâlimlerle ilgili şunu söylüyor: Zâlimlerin çevresindeki yardımcılarına ancak kalben nefret ederek bakın, ta ki amelleriniz yok olmasın Said b el Müseyyeb Medine'de vefat etmiştir
2- Ebû Bekr b Abdirrahman b Hâris b Hişâm (ö 94/712): Tâbiîlerin ileri gelenlerindendir Kureyş Rahibi diye adlandırılırdı (İbn Hallikan, age, I, 117)
3- Kasım b Muhammed b Ebı Bekr es-Sıddîk (ö 107/725): Tâbiîlerin ve zamanının en üstün şahsiyetlerindendi İmam Mâlik, "Kasım bu ümmetin fakihlerindendir" diyordu Kendisi bir grup sahâbîden rivâyet etmiş, kendisinden de tâbiîlerin büyüklerinden bir cemâat rivâyet etmiştir Mekke ve Medine arasında bulunan ve Kudeyd denilen bir yerde vefat etmiştir (İbn Hallikan, age, IV, 60)
4- Urve b Zübeyr b el-Avvâm (ö 94/712): Alim ve sâlih bir zat idi Kur'an-ı Kerîm kıraatlarıyla ilgili kendisinden rivâyetler yapılmıştır Kendisi teyzesi olan Hz Âişe'den hadis dinlemiş, ondan da İbn Şihâb ez-Zührî ve diğer bazı âlimler rivâyet etmiştir Medine'de kendi adıyla anılan Urve kuyusunu kendisi kazdırmıştır Medine yakınında Fur' denilen bir köyde vefat etmiştir (İbn Hallikan, age, III, 255-258)
5- Süleyman b Yesâr (ö 107/725): Âlim, âbid ve güvenilir bir zat idi Kendisi, İbn Abbâs, Ebû Hureyre ve Ümmü Seleme'den hadis rivâyet etmiş, ondan da İmam Zührî ve büyük hadisçilerden bir grup rivâyet etmiştir (İbn Hallikan, age, lI, 399)
6- Hârice b Zeyd b Sâbit (ö 104/722): Kadri yüce âlim ve zâhid bir tâbiî idi Zührî kendisinden hadis rivâyet etmiş, Medine'de vefat etmiştir (İbn Hallikan, II, 223)
7- Ubeydullah b Abdullah b Ute b Mes'ud (ö 98/716): Belli-başlı tâbiîlerdendi Kendisi İbn Abbâs, Hz Âişe ve Ebû Hureyre'den hadis dinlemiş ondan da Ebu'z-Zenad, Zührî ve diğer bazıları rivayet etmiştir Zührî, "Dört denize ulaştım" diyor ve onların arasında Ubeydullah'ı da zikrediyor Ömer b Abdilaziz, 'Ubeydullah'ın bir gecesi bana bütün dünyadan daha sevimlidir'; O'nun bir gecesini beytulmâlin parasından bin dinara satın alırım" diyordu Medine'de vefat etmiştir (İbn Hallikan, age, III, 125)

__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
FUTBOLA MÜSLÜMANLARIN BAKIŞI NASIL OLMALIDIR ? Konuyu en azından üç yönüyle ele alıp değerlendirmek mümkündür :
1 Futbol oynamak
2 Futbol oyununu seyretmek, ya da takım tutmak
3 Futbolu bir hükümet politikası ya da bir din haline getirmek
l Futbol oynamak: Bu konuda önce şu hadisi şerifleri hatırlamamız yararlı olur: "Üçü hariç, müslümanın her türlü eğlencesi haramdır Hanımıyla oynaşması, atını eğitmesi ve atış yapması" (Tirmizî, fedâilü'l-cihad 11; Ibn Mâce, cihad 19; Darimî, cihad 14; Ahmed IV/l44,148; krs Ibn Abidin IV/395) "Melekler atıcılıktan başka hiç bir eğlencede hazır bulunmazlar" (Ibn Abidin IV/404 ) "Allah'a taattan alıkoyan her eğlence batıldır" (Buharî, istizan 52) Birinci hadisi şerife dikkat edilirse meşru eğlencede bulunması gereken üç özelliğe işaret ettiği görülür1 Kişinin evine huzur ve neşe temin etmesi 2 Hayatla ya da düşmanla vereceği mücadele için gereç (alt yapı) tedarik etmesi 3 Hazırladığı gereçleri kullanma eğitimi yaparak bu mücadeleye bizzat hazırlanması Islam'da abesle iştigal olamayacağına göre, caiz görülebilecek spor ve eglencenin de öncelikle bu özellikleri ya da birini taşıyor olması gerekir Diğer hadisler de bu manayı tamamlayıcıdır Bunu futbola uygularsak o; (Eğer evde ya da tenha bir yerde beraber oynamıyorlarsa) hanımıyla oynaşmak ve mücadele araçlarının temini anlamı taşımadığına göre, geriye sadece mücadeleye hazırlanmak özelliği, yani kişinin kendisini zinde ve sağlıklı tutma gayesi kalıyor Bir diğer ifade ile, futbol vücudun ihtiyacı olan spor gayesi ile yapılır ve başka mahzurlar da ihtiva etmezse mübah (helâl) bir eğlence sayılabilir Başka mahzurlar şunlar olabilir : Futbolu spor ihtiyacından fazla oynayarak hem faydalı şeylerle değerlendirebileceği zaman nimetini, hem de yine yararlı işlerde kullanabileceği enerji (güç, kuvvet) nimetini israf etmek (Bilindiği gibi, israf her çesidi ile haram kılınmıştır) Oyun sebebiyle ibadetlerini aksatmak, oyun sebebiyle dünyevi ödevlerini aksatmak ve bakmak zorunda olduğu fertlere karşı görevlerini ihmal etmek Oynarken giyeceği elbiselerde avret sınırına riayet etmemek Futbolu bir kazanç aracı olarak görmek ve uygulamak Bu ve buna benzer mahzurlar futbol oynamayı, mahzur olma derecelerine göre, mekruh ya da haram hale getirmiş olurlar böyle mahzurlar olmaksızın futbol oynamakta bir beis olmayacağı gibi bazan sevimli ve istenen (mergub) bir spor dahi olabilir Ancak bugünkü şekliyle futbol bir spor değildir Çünkü oynayanlar onu vücudu güçlendirmek için oynamamakta, seyredenler ise hiçbir hareket yapmamaktadırlar
2 Futbol oyununu seyretmek ya da takım tutmak : Bu konuda da oynanmasına bağlı olarak değişik hükümler düşünülebilir Yukarıda sözü edilen mahzurlar varsa, futbolun oynanması gibi seyredilmesi de derece derece mahzurlu olabilir Seyretmekle spor yapmak gibi bir gaye olamayacağından seyretmenin faydalı ve güzel olma ihtimalı daha azdır Ancak oynayan tarafların birinin yenme ya da yenilmesinden fazla etkilenmeyecek birisi için seyretmek, olsa olsa bir nebze dinlendirici olabilir ve dinlendirici olduğu ölçüde de mahzursuz olur Herhangi bir tarafın diğerine galip gelmesini arzulamak ise, en büyük arzusu bu olmadıktan sonra, fitri bir duygudur ve bir dereceye kadar normaldır Ne var ki, futbol seyretmekteki mahzurlar, oynamaktaki mahzurlardan genellikle daha fazladır Futbol seyretmekteki faydalar genellikle oynamaktaki faydalardan daha azdır da diyebiliriz Hele günümüzde futbol seyretmek, daha doğru ifadesiyle takım tutmak ve taraftar olmak (Çünkü böyle olmayan insanlar seyretmekten de zevk almazlar) bir heyecan ve tutku halini almış ve insanlardaki müteal (aşkın) heyecanların yerini işgal eder olmuştur Bu ise dinle eşanlamlıdır Çünkü din her hangi bir şeyi, ilah edinmedir Ilah edinme ise, herhangi bir güce gönüllü ve kayıtsız şartsız boyun eğme demektir Buna göre bir fert, meselâ bir futbol takımını her şeyden önde görüyor; canına, malına, aklına, ırzına, dinine gelen zarardan ziyade takımının mağlubiyetine üzülüyorsa, aksiyle; takımının başarısına diğerlerindeki salahtan çok seviniyorsa, o takım onun için bir din halini almıştır ve böyle bir insanın oluşumu, itikaden tehlikededir Bugünde zaten futbol yeni bir dünya dini olarak görülmektedir Adına din denmese dahi futbol bu haliyle bir fonksiyonu görmektedir Nitekim bazı maçlarda "Haftada bir sana tapınmaya geliyoruz" ibareleri dahi duyulur olmuştur "En büyük ABC, başka büyük yok" ibaresi tevile muhtaç bir ibaredir Bununla nisbi bir büyüklük kastedilmiş ve "takımlar arasında en büyük" anlamında söylenmişse bunda bir mahzur olmayabilir Ama takımına karşı duyduğu coşku ve heyecanla bunu mutlak anlamda söylüyorsa, ya da o anda takımını gerçekten tüm varlıklar içerisinde en büyük olarak hissediyorsa bu da itikaden tehlikeli bir noktadır Coşkunun sarhoşluğu ile alel-itlak söylenmişse belki tevil edilebilir, ama Allah'ı da (cc) hesaba katarak söylenmişse küfür olur ve her şeyi altüst eder
3 Futbolu bir hükümet politikası ya da bir din haline getirmek: Işin bu yönü "hükümetlerin hükümet etmeye" devam arzusuyla, hatta bazan devletin temel nizamıyla ilgili olabilir Bu durum insanlardaki din ihtiyacını ve onun herhangi bir yolla mutlaka giderilmesi gerektiğini de anlatır Insanların ihtiyaçları sadece fiziki değildir, manevi ihtiyaçları da vardır ve din bunların başında gelir Fiziki ihtiyaçlardan mesela D vitamini eksikliğinde kemik hastalığı, B vitamini eksikliğinde göz hastalığı, saç dökülmesi olursa, manevî ihtiyaçların giderilmemesi halinde de bir takım ruh ve sinir hastalıkları zuhur eder Insanlar nihilizme ve anarşiye meylederler, düzen tanımazlık ve anomi baş gösterir, bu da mevcut hükümetler, hatta rejimler için tehlikeli boyutlara varabilir Tıpkı gerekli proteini almayan tavukların kendilerini yemeleri gibi, insanlar da birbirlerini yemeye başlarlar Sonunda da hükümetlerin, hatta rejimlerin de başını yiyebilirler Bu noktada Franko'nun, "Futbol sayesinde ülkeyi on beş yıldır idare ediyorum" sözü çok anlamlıdır İşte böyle kötü sonuçlara meydan vermemek için hükümetler insanların manevi boşluklarını bu tür yapma dinlerle doldurmaya ve hükümetlerini ya da rejimlerini biraz daha sürdürmeye çalışırlar Çünkü açlık hisseden bir bebek yalancı meme ile de bir süre oyalanabilir Daha sonra yalancı memenin yerini bir başka oyuncak alır ve oyalama alabildiğince uzatılmak istenir Peki neden bu ihtiyaç ana sütü yerine yalancı meme ile karşılanmaya çalışılır? Ya da manevî ihtiyaçlar fıtrat dini ile değil de yapma dinlerle giderilmek istenir ? Bu sorunun cevabı da açıktır Her düşünce sisteminde önemli olan iktidarın başkalarına kaptırılmamasıdır Yapma dinlerle oyalanmayıp, hiçliğe ve anarşizme kayan gençlik; kurulu sistemler için tehlike olduğu gibi, fıtrat diniyle beslenen gençler (bireyler) de tehlikedir, önemli olan, sistemin devamı olduktan sonra ona da imkân verilmemelidir
Düşünen insanlar için futbolun ve benzer etkinliklerin bu yönü, diğerlerinden daha önemlidir Bu noktada kafa yanılırsa, devletlerin spora trilyonlar harcaması, radyo ve televizyon programlarının saatlerini ayırması kendileri açısından haklı ve zekice (akıllıca değil) bir tutum olduğu anlaşılmış olur Kimseden futbol yerine, gerçek dinî teşvik edipte başına bela alması beklenmemelidir Önemli olan bireylerin (fertlerin) avunuyor olması değil, sistemlerin sürmesidir Ama ne zamana kadar ? Allah bilir Yalancı meme ile susturulan çocuk, bir süre sonra ya baygın düşer, ya da öyle bir çığlık atar ki, kendini avutanların kulak zarlarını patlatır Ya da, fertler veya sistemler
__________________
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GABN (ALIŞVERİŞTE ALDATMAK)

Alış-verişte aldatmak, eksik vermek, saklamak, gizlemek, farkına varmamak gibi anlamlara gelen bir İslâm hukuku terimi
Gabn alış-verişlerde, normal kıymetin üstünde veya altında olmak üzere bedeller arasında eşitsizliğin bulunmasıdır İslâm'da alış-verişlerde kâr yasaklanmadığı gibi, buna bir sınır da konulmamıştır Ancak yalan, hile, satılan malı kendisinde olmayan sıfatlarla övme veya maldaki bazı kusurları gizleme yasaklanmıştır Tarafların yalan ve hile ile birbirlerini aldatması ve böylece malın çok yüksek veya çok düşük fiyatla satılması meşrû görülmemiştir
Kur'an-ı Kerîm'de şöyle buyurulur:
"Birbirinizin mallarınızı haram sebeplerle yemeyiniz Meğer ki (o mallar) sizden karşılıklı rızaya dayanan bir ticaret malı ola"(en-Nisâ, 4/29) Ayette sözü edilen karşılıklı rıza ancak belirli miktar mal ve satış bedeli üzerinde olur Bir kimse alış-verişte aldatıldığım bilse, satım akdine o hâli ile razı olmayacaktır
Enes b Mâlik (Ö 93/712)'ten rivâyete göre, Hıbban b Munakkız alışverişlerinde aldatılıyordu Hz Peygamber kendisine şu tavsiyede bulundu: " Alış-veriş ettiğin zaman şöyle de: Aldatma yok ve benim için üç gün muhayyerlik hakkı vardır" (Buhârî, Buyû', 48; Husumet, 3; Müslim, Buyû', 48) Yine hadiste, "Hile yapan benden değildir" (Müslim, İman;164; Ebû Dâvûd, Buyû, 50; Tirmizî, Buyû' 72) buyurulur
Gabn; fâhiş (çok aldatma) ve yesîr (az aldatma) olmak üzere ikiye ayrılır Alış-veriş yapanlar piyasa fiyatlarının esneklik alanı içinde hareket edebilirler Bu alanın dışına çıkılınca gabn hâli başlar ve nisbet yükseldikçe sorumluluk da artar Yesîr gabn, bilirkişinin değerlendirme alanı içinde kalan az aldatmalardır Meselâ, yüz liraya satın alınan bir mala, piyasa fiyatlarından anlayan bir bilirkişi doksan, diğeri doksanbeş lira kıymet biçerse yüz liralık satış bedeli yesîr gabn sayılır Bilirkişilerin değerlendirme alanına girmeyecek ölçüde yüksek veya düşük fiyatla satım akdinde fâhiş gabn vardır
Meselâ on liraya alınmış olan bir mala, bilirkişilerden birisi beş diğeri altı, başka birisi de yedi lira fiyat biçse ve on lira fiyat biçen olmasa, fâhiş gabn meydana gelmiş olur Böylece, bu malın beş liranın altında veya yedi liranın üstünde satılması hâlinde gabn gerçekleşir (İbn Âbidîn, Reddü'l-Muhtâr, IV, 159)
Belh fakîhlerinden Nusayr b Yahyâ (Ö 268/881), satım akdine konu olan malların az veya çok tasarrufa uğramalarını göz önüne alarak fâhiş gabni; gayr-i menkullerde %20, hayvanlarda % 10 ve menkul ticaret eşyasında %5 olarak sınırlamış ve piyasa fiyatının üstünde veya altında bu nisbetler aşılarak yapılacak satışların fâhiş gabn derecesinde olduğunu belirtmiştir (İbn Nüceym, el-Bahru'r-Râik, Mısır 1334, VII, s169) Mecelle 165 maddesinde aynı ölçüleri esas almıştır Bu nisbetler uygulama ile ilgilidir Günlük hayatta, çok vukû bulan muâmelelerde aldanma ihtimâli azalırken, nâdiren yapılanlarda yükselir (Ali Haydar, Düraru'l-Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I, s247) Yukarıdaki nisbetlere varmayan aldatmalar, az aldatma sayılır
Yesîr gabnin satım akdine bir etkisi olmaz ve akdi feshetmeye imkân vermez Çünkü bundan sakınmak güçtür Günlük hayatta çok olağan bir durumdur İnsanlar normal olarak bunu müsâmaha ile karşılarlar Hanefîler üç durumu bundan müstesna kıldılar ki, bunlarda töhmet sebebiyle, yesîr gabn yüzünden akdi feshetmek mümkün olsun Bu haller şunlardır:
a) Serveti borcunu karşılamayan borçlunun tasarrufu Böyle bir borçlu, yesîr gabnle de olsa malından birşeyi sattığı veya satın aldığı zaman, borçluların akdi fesih hakkı vardır Ancak diğer tarafın gabni kaldırması durumu müstesnâdır Çünkü borçlunun tasarrufu, alacaklıların icazetine bağlıdır İcazet verirlerse akit yürürlük kazanır, vermezlerse bâtıl olur
b) Ölüm hastasının tasarrufu Ölüm hastası yesir gabnle mal satsa veya satın alsa, alacaklıların veya bunların ölümü hâlinde vârislerin, bu tasarrufu fesih talep etme hakkı vardır Ancak karşı tarafın gabni kaldırması durumu müstesnâdır
c) Vasînin, yetimin bir malını kendi oğlu veya karısı gibi lehine şahitlik yapması caiz olmayan kimselere yesîr gabnle satması hâlinde akit bozulur
Fâhiş gabn ise, âkidin rızasına etkili olur ve onu ortadan kaldırır Ancak bu şekilde aldatılan kimsenin akdi feshedip edilmeyeceği ihtilâflıdır
Hanefilere göre, fâhiş gabnin satım akdini feshe sebep olması için hile (tağrîr) ile birlikte bulunması gerekir Tağrîr; bir kimseyi söz, fiil ve davranışlarıyla etkileyerek, satım akdinin onun yararına olduğunu telkin etmek ve onu piyasa fiyatının dışında bir satış bedeline razı etmektir Burada aldatmanın çok ciddî nitelikte olması gerekli değildir Taraflardan birisinin veya dellâl gibi üçüncü bir şahsın, sözlerine, akdi yapmaya sevkedici nitelikte yalan karıştırması fesih hakkının doğması için yeterlidir Yalan ve hile bulununca, aldatılan ma'zûr sayılır Çünkü satım akdine rıza, aldatmanın bulunmaması esasına dayanır Aldatma olunca, rıza tam olarak bulunmuş sayılmaz
Ancak Hanefiler üç durumda aldatma olmasa bile fâhiş gabn hâli gerçekleşince akdi feshetmeyi caiz görürler Bunlar: Beytu'l-Mal'ın malları, vakıf mallar ve küçüklük, akıl hastalığı yahut sefâhet gibi sebeplerle hacir altında bulunanların malları (Ali Haydar, age, I, s588, 589; Mecelle, mad 356
Hanbelîlere göre aldatma olsun veya olmasın fâhiş gabn hâli varsa şu üç durumda aldatılan satım akdini feshedebilir
a) Şehre mal getirenleri yolda karşılama Bu, şehre mal getiren kimseleri, henüz şehir merkezine ulaşmadan yolda karşılamak ve eşya fiyatlarını öğrenmesine fırsat vermeden malını satın almaktır Bu haramdır ve bir ma'siyettir Bunlarda fâhiş gabn hâli varsa satım akdini bozma hakkı vardır Çünkü Hz Peygamber "Mal getiren binitlileri yolda karşılamayınız" (Buhârî, Buyû', 72, İcâze, 11, 19; Müslîm, Buyû', 21; Ebû Dâvûd, Buyû', 45) buyurur: Şâfiîler de bu görüştedir
b) Hileli açık arttırma (neceş), satışa arzedilen malın fiyatım arttırmaktır Kişi bunu satın almak için değil, başkasını aldatmak için yapar Burada müşteri için, arttıranın almayı istemediğini bilmediği zaman muhayyerlik hakkı sâbit olur Şâfiîlere göre bu durumda muhayyerlik hakkı yoktur (Muğni'l-Muhtac; II, s, 37; el-Mühezzeb, I, s291)
c) Satıcıya fiyat konusunda güvenen kimse (müstersil) Bu, eşya fiyatlarını bilmeyen, pazarlık yapmayı sevmeyen ve satıcıya itimat eden kimsedir Daha sonra fiyatta büyük bir aldatma durumu ortaya çıksa alış-verişi bozmak için muhayyerlik hakkı doğar Mâlikîler, bu üç durumda da satım akdinin geçerli olduğunu; ancak bu şekildeki alış-verişin, Hadislerdeki yasaklama yüzünden haram olduğunu söylerler (Vehbe ez-Zühaylî, el-Fıkhu Î İslâmî ve Edilletuhu, Dimaşk, 1405/1985, IV, s223, 224)
Şâfiîlere göre fâhiş gabnin satım akdine bir etkisi bulunmaz Aldatma olsun veya olmasın hüküm değişmez Çünkü aldatma, çoğu zaman aldatılanın kusuru yüzünden vukû bulur Alıcı, anlayan birisine sorsa, gabn meydana gelmezdi (Muğnî'l Muhtâc, II, s36)
Ebû Hanîfe'ye göre alış-veriş için mutlak vekil kılınan kimse; müvekkilinin malını fâhiş veya yesîr gabnle yahut benzer fiyatıyla; kısaca kendisinin uygun gördüğü bir fiyatla, yahut şart muhayyerliği ile satabilir Ancak bu malı kendisine veya lehlerine şahitliği geçerli olmayan hısımlarına satması durumu müstesnâdır İmam Muhammed ve İmam Ebû Yusuf'a göre ise, alış-verişe vekil olan kimse, satım akdini fâhiş gabinle yapsa, menfaati ihlâl olunan kimse fesih talebinde bulunabilir (Ali Haydar, Düraru'l Hukkâm Şerhu Mecelleti'l-Ahkâm, I s,138, 589, III s, 921; Mecelle, mad 64, 356, 1494)
İmam Mâlik (Ö 179/795)'e göre, fâhiş gabn terimiyle ifade edilen çok aldanma, malın kıymetinin üçte biri ile sınırlandırılmıştır Buna göre bir mal, kıymetinin üçte birinden daha yüksek veya üçte birinden daha az bir fiyatla satılmış olsa fâhiş gabn meydana gelmiş olur Eğer bu miktar aşılmamışsa az bir aldanma olur ki, bu olağandır (el-Cezîrî, Kitâbu'l-Fıkıh Ale'l Mezâhibi'l Erbaa, II s, 284) Hz Ebû Bekir (Ö13/634) halife iken vâlilerine yaptığı irşâdında fâhiş gabn nisbetini üçte bir olarak belirtmiştir İmam Mâlik'in dayandığı delil Hz Ebû Bekir'în bu uygulamasıdır Daha sonra Mâlikî mezhebinde, bir yüzde vermek yerine, gabn şöyle tarif edilmiştir: Bir malın, kıymetinden açık yani göze batan bir şekilde fazla veya eksik bir fiyatla satılmasıdır Fazlalık veya noksanlık açık olduğu zaman fâhiş gabn meydana gelir Hanbelilerin bu konudaki görüşü de Mâlikîler gibidir (İbn Kudâme, el-Muğnî, III, s 585; el-Cezîrî, age II, s 284; Gazzâlî, İhyâu Ulûmi'd-Din, Mısır 1375/1956, II, s 72)
İslâm hukukunun gabn ve tağrir (hile) konusunda açık ve kesin bir sınır getirmeyişinin amacı, nisbetlerin tesbitini beldelerin örflerine bırakmaktır Çünkü ekonomik bakımdan kalkınmış ve paranın değerini korumayı hattâ sürekli yükseltmeyi başarmış ülkelerde fiyatlar çoğu zaman istikrarlıdır İnsanlar uzun süre, bazan yıllarca aynı seviyede kalan piyasa fiyatlarının dışına çıkılmasına razı olamaz Fakat paranın sık sık değer kaybettiği ve eşya fiyatlarının sürekli olarak arttığı bir ekonomide, insanlar fiyat değişikliklerine alışırlar; bu yüzden meselâ %5 olan menkul eşya fâhiş gabn nisbeti önemini kaybedebilir Bu yüzden bazı Avrupa ülkelerinde ve Türk Borçlar Kanununun 21 maddesinde, aşırı yararlanma adı verilen gabn hâlinin meydana gelmesi için iki şart konulmuştur Mal ve satış bedeli arasında aşırı bir nisbetsizlik bulunmalı ve bu nisbetsizlik karşı tarafın özel durumunun istismar edilmesinden doğmuş olmalıdır Darda kalma, hıffet hâli ve tecrübesizlik, özel durumun belirtileridir (Kefalettin Birsen, Borçlar Hukuku Dersleri; İstanbul 1954, s104 vd; Kemal Tunçomağ, Borçlar Hukuku Genel Hükümler, I, s 227 vd)
İslâm'da, fâhiş fiyatla satın alınan mal elden çıksa, tüketilse veya malda geri vermeye engel bir eksiklik meydana gelse artık fesih hakkı kullanılarak satım akdi bozulmaz (Ali Haydar, age, I, s 586, 587)
 

ceylannur

Yeni Üyemiz
GABN-İ FÂHİŞ (MALI DEĞERİNİN ÇOK ÜSTÜNDE SATMAK)

Alış-verişte büyük aldatma anlamında kullanılan bir İslâm hukuku terimi Gabn; aldatmak, eksiltmek anlamındadır İslam hukukçuları bu kelimeyi genelde hususi akitlerde anlaşma zamanında akitte her iki tarafın bedelinin birbirine eşit olmadığım, diğer bir ifadeyle, satıcı veya müşteri aleyhine meydana gelmiş olan bir aldanmayı ifadede kullanmaktadırlar
Gabn, "gabn-i fâhiş" ve "gabn-i yesîr" olmak üzere iki çeşittir En genel anlamda, gabn-i fâhiş "normalden fazla aldanmayı", gabn-i yesîr de
"olağan ve basit aldanmayı" ifade eder Azlık ve çokluk izâfi olduğu için, İslâm hukukçuları, hangi aldanmanın gabn-i fâhiş, hangisinin gabni yesîr olduğunu mümkün mertebe kesin bir ölçüye bağlamaya gayret sarfetmişlerdir Ancak, İslâm hukuk ekollerinin gabn-i fâhişi tesbit ölçüleri birbirinden farklı olduğu için, gabn-i fâhiş ve gabn-i yesîr anlayışları da büyük ölçüde farklılık arzeder
Hanefi ekolünde, en genel tarifiyle gabn-i fâhiş; "herhangi bir malı, o malın fiyatı hakkında, bilirkişilerin tesbit ettiği tahmini fiyattan oldukça fazla bir fiyatla satma ya da satın alma durumu"; gabn-i yesîr ise, "bir malı, bilirkişilerin tahmin sınırları içerisinde kalan bir fiyatla satma ya da satın alma durumudur" Meselâ; bir mal yüz lira üzerinden satın alınmış, daha sonra, bilirkişilerin görüşüne başvurulmuş, bilirkişilerin bir kısmı sözkonusu malın değeri hakkında, bu mal ancak altmış lira eder; bir kısmı, elli lira eder; diğer bir kısmı ise, bu mal ancak yetmiş lira eder derse bu durumda, o malın yüz liraya alınması durumunda gabn-i fâhiş sözkonusu olur
Şâfiî ekolünde ise, gabn-i fâhiş; bir malın, kendine denk bir malın fiyatından (semen-i misil) daha fazla bir fiyata satın alınması durumunda sözkonusu olur Bir malın aynısı veya yakın benzeri piyasada yüz liraya satılıyorsa, o malı yüzyirmi liraya satın almak gabn-i fâhiştir
Mâlikî ekolünde de, gabn-i fâhişin ölçüsü, genelde aldanmanın, malın değerinin üçte biri nisbetinde veya bundan daha fazla olması olarak tesbit etmiştir (İbn Cüzey, el-Kavânînu'l-Fıkhiyye, Beyrut (ty), s 177)
Mecelle'de gabn-i fâhişin ölçüsü malların çeşidine göre ayarlanmıştır Buna göre, menkul ticaret mallarında %5 veya daha fazla; hayvanda % 10 veya daha fazla; gayr-i menkulde %20 veya daha fazla aldanma gabn-i fâhiştir (Mecelle, md165) Bu oranlama malın gerçek değerine göre yapılacaktır
Gab-i fâhişin akitlerin sıhhatine etkisine gelince; İslâm hukukunda kâr yasaklanmadığı için, hukukî ehliyete sahip kişilerin yaptıkları karşılıklı borç yükleyen (muâvazalı) akitlerde, akdi yapan kişilerin (taraflar) elde ettikleri yararların farklı olması, genel anlamda meşrû görülmüştür Bu yüzden, normal sınırlar çerçevesinde cereyan eden bu yarar farklılığına müdâhale edilmemiştir Ancak bu serbestliğin kötüye kullanılması (hile, tağrîr) ve insanların ihtiyaçlarının ve saflıklarının istismar edilmesi durumunda sözkonusu haksızlığı kaldırmak için hukukî hayata müdâhale edilmiştir Şöyle ki; alım-satımda, kasden aldatma (tağrîr) amacı olmaksızın, gabn-i fâhişin sözkonusu olması durumunda, aldanan taraf gerek satıcı gerekse müşteri olsun akdi feshedemez Bunun istisnası yetim malıdır Kasden aldatma amacı olmasa bile, yetim malı gabn-i fâhişle satılırsa, yetimin haklarını korumak bakımından bu akdin feshedilmesi gerekli görülmüştür Kamu malları da aynı hükme tabidir (Mecelle, md 356)
Ancak, akdin taraflarından biri diğerini aldatmak suretiyle, alım-satımda gabn-i fâhiş sözkonusu olursa aldanan taraf (mağbûn) alım-satımı feshetme hakkına sahiptir Bu fesih hakkına "gabn ve tağrîr muhayyerliği" denilir (Mecelle, md 357; geniş bilgi için bkz İbn Âbidîn, Muhammed Emin, Tahbîru't-Tahrîr, fi İbtâli'l-Kadâ bi'l-Feshi bi'l-Ğabni'l-Fâhiş bilâ Tağrîr, Resailu İbn Âbidîn, II, 66-82)
 
Üst Alt