Hz. Muhammed (sav ) En güvenilir kişi : Emin

BULUT

Aktif Üyemiz
Yönetici
En güvenilir kişi : Emin
En güvenilir kişi : Emin
EN GÜVENİLİR KİŞİ

Muhammed, emin birisidir; O’na güvenilir. O en doğru kararı verir. O’nun her türlü kararma razıyız. (Mekkeliler) Kabe, her ne kadar, Hz. ibrahim ve ismail’in inşa ediş gayesinden tamamen uzaklaştırılıp, şirkin bir sembolüne dönüştürülmüş olsa da hâlâ ayaktaydı, ilk inşasından bu yana birçok kez onarılmıştı. Resulüllah’m gençlik yıllarına denk düşen zamandaki en son durumu ile, yaklaşık iki metre yüksekliğinde, harçsız şekilde taşlardan inşa edilmiş ve üstü açık bir yapı durumundaydı. İçi putlarla doluydu. Ayrıca, içerisinde, Kabe’ye bağışlanan değerli eşyaların ve değerli küçük heykellerin muhafaza edildiği bir kuyu vardı.

Mekkeliler için Kabe kutsal bir yapıydı. Onu büyük bir saygıyla koruyorlardı. O, en önemli kutsallarıydı. Fakat buna rağmen içindeki kuyuda muhafaza edilen değerli eşyalar hırsızların ilgisini çekmekten geri kalmıyordu. Duvarlarının fazla yüksek olmaması ve üstünün açıklığı, kötü niyetli bazı kimselerin düşüncelerini uygulamaya dönüştürme imkânı sağlıyordu. Daha önce de benzerleri görüldüğü üzere, son olarak Resulüllah’m gençlik yıllarında, birisi Kabe’ye girerek kuyudaki bütün değerli eşyaları çalmıştı. Bu durum Mekke’de büyük bir çalkantıya neden olmuştu. Gerçekleşen olay sadece hırsızlık gibi adî bir suç değil, aynı zamanda Mekke toplumunun geleneğine ve inançlarına hakaret niteliği taşıyan bir olaydı. Elbirliğiyle suçlu aranmış ve bulunarak ağır şekilde cezalandırılmıştı. Bu arada, Kabe’nin duvarlarının yükseltilmesinin ve üstünün örtülmesinin hırsızlığı önlemek için yegâne çare olduğu düşünülmüş, fakat gerekli girişimde bulunulmamıştı. Bir sûre sonra, Kabe’nin tütsülenmesi amacıyla kullanılan buhurdanlıklardan sıçrayan kıvılcımdan çıkan yangın, Kabe’nin içindeki kumaş ve ahşap eşyaların tamamının yanmasına yol açtı. Kabe, bu yangın sırasında büyük zarar gördü ve duvarları yarıldı. Bir süre sonra yağan şiddetli yağmurların oluşturduğu sel Kabe’ye daha da büyük zarar verdi. Bütün bunların sonunda her an yıkılacak bir duruma geldi. Büyük bir onarım zorunlu oldu.

Mekke toplumunu ilgilendiren bütün önemli kararlarda olduğu üzere, Mekke eşrafı toplanarak Kabe’nin onarılması konusunu aralarında görüştüler. Onarımın niteliğini ve yapılacak harcamaların kaynağını belirlediler. Toplantıda alınan kararlar Velid b. Muğire tarafından halka ilan edildi: ‘Ev Kureyş topluluğu! Beyt’in onarımı için herkes imkânı dahilinde bağışta bulunsun. Fakat bağışlar faiz, kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen gelirlerden olmasın. Bu tür kötü kazançlar Beyt’in onarım masrafına bulaştırılmasın. Bağışlarınızı hanımlarınızın mehirlerinden ve babalarınızdan kalan miraslardan yapın. Çünkü sizin kazançlarınız şaibelidir. Bu karardan da anlaşıldığı üzere, Kabe gibi kutsal bir binanın faiz, kumar, fuhuş ve zorbalıkla elde edilen mallarla onarılmasının, onun saygınlığına zarar vereceği düşünülüyordu. Bu ise Kabe’ye gösterilen saygının derecesini göstermesi açısından önemlidir. O günlerde Kızıldeniz’de gerçekleşen bir gemi kazası, Kabe’yi onarma kararının bir an önce uygulamaya konmasına imkân sağladı. Mısır’dan yüklenen inşaat malzemelerini inşa edilecek bir kilise için Yemen’e taşıyan gemi, Mekke’ye en yakın noktadaki Şuayba’ya geldiği zaman fırtınaya yakalanmış ve sürüklenerek karaya çarpıp, parçalanmıştı. Mekke toplumu adına birkaç kişi Şuayba’ya gittiler. Gemideki inşaat malzemelerini satın aldılar. Gemide bulunan bir inşaat ustasını da yanlarına alarak Mekke’ye döndüler. Artık Kabe’nin onarımı için gerekli malzeme de, usta da mevcuttu. Ancak bu sefer bir başka problem açığa çıktı. Onarım işi, Kabe’yi temelden itibaren yeniden inşa etmek biçiminde karara bağlandığından, bu kararı uygulayabilmek için, büyük oranda harap olmuş Kabe’yi yıkmak gerekiyordu. Fakat hiç kimse buna cesaret edemiyordu. Böylesi bir girişimin, ilâhî cezaya neden olmasından korkuluyordu. O günlerde büyük bir yılanın gelip Kabe’ye girmesi, Mekkelilerin korkularını iyice artırdı. Ne yapacaklarını bilemez bir hale geldiler. Allah’a dua ettiler. Dualarında, niyetlerinin iyilik olduğunu, hiçbir şekilde kötü niyet taşımadıklarını, yılanın kendilerinden uzaklaştırmasını istediler. Bir süre sonra, büyük bir kuş gelerek yılanı kapıp götürdü. Bu durumu dualarının kabul edildiğinin işareti saydılar. Ancak herkes, Kabe’yi yıkmaya yönelik ilk girişimde bulunan kişi olmaktan hâlâ ısrarla kaçınmaktaydı. İlk andan itibaren işleri organize eden Velid b. Muğire, bu duruma da bir çözüm bulmakta gecikmedi. Kendisinin çok yaşlı olduğunu, eğer Kabe’yi yıkmak bir ilâhî cezaya neden olacaksa, zaten ecelinin yaklaştığım söyledi. Sonra Kabe’nin duvarına tırmanıp yıkım işini başlattı. İki gün süreyle Kabe’yi tek başına yıkan Velid b. Muğire’nin herhangi bir belaya uğramamış olması, diğer Mekkelileri de cesaretlendirdi. Elbirliğiyle Kabe’yi yıktılar. Oldukça büyük taşlardan sağlam bir şekilde inşa edilmiş temele ulaşınca da yıkım işini durdurup, bu temel üzerinde binayı tekrar inşaya karar verdiler.

Kabe’nin yeniden inşası, Mekkelüer için şerefli bir iş olduğu kadar, aynı zamanda masraflı ve emek gerektiren bir işti. Bu nedenle soylar arasında görev taksimatı yapıldı ve her bir soya binanın bir kısmını inşa etme görevi verildi. Şuayba dan getirilen malzemelere ek olarak, gerekli olan taşlar çevre dağlardan toplandı. Taş toplayanlar arasında o sıralarda 35 yaşında olan Muhammed de vardı. Gerekli olan taşların toplanmasıyla inşaata başlandı. Fakat eldeki mevcut malzemenin Kabe’yi planlanan yükseklikte inşa etmeye yetmeyeceği anlaşıldı. Binanın boyunu küçültmek yerine, alanını küçültmeye karar verildi. Bir tarafın duvarı, eski temelinden biraz içeriden inşa edilen yeni temel üzerinde yapıldı. Binanın yüksekliği eski boyunun iki katma çıkarıldı, üstü eskisi gibi açık bırakılmayıp kapatıldı. Ayrıca Velid b. Muğire’nin tavsiyesi üzerine, Kabe’nin anahtarını elinde tutan ailenin Kabe’ye girişlerde ücret almasını kolaylaştırmak ve sel sularının içeriye dolmasını önlemek için, geleneksel biçimine aykırı olarak, kapı birkaç basamaklı bir merdivenle ulaşılacak yükseklikte inşa edildi.

Mekkeliler için Kabe’nin inşasına katılmak şerefli bir işti. Fakat bir başka şey daha vardı ki o daha da büyük şerefti. Bu, Kabe’yi tavafın başlama noktasını gösteren ve Kabe’nin duvarında bulunan siyah taşın (Hacerü’l Esved) yerine konması işiydi. Duvar biraz yükseltilip sıra Hacerü’l Esved’i yerine koymaya gelince, herkes bu işin şerefinin sadece kendi soyuna ait olmasını istedi. İstekler çatışınca kavgalar çıktı. Kavganın boyutu büyüdü ve savaş çığlıkları yükseldi. Hatta, kanlı bir savaşı göze almanın işareti olarak, bir kap içerisinde bir miktar kan getirerek ellerini bu kana bulayıp savaş yeminleri edenler oldu. Durum kötüydü. Mekke’yi kana bulayacak bir savaş her an patlak vermek üzereydi. Vakit kaybetmeden Şehir Meclisi (Dâru’n Nedve) toplandı. Problemi çözmenin yolları düşünüldü. Görüşmeler sonunda bir karara varıldı. Karar şuydu: Meclis toplanmış durumda Safa tarafından Kabe’nin avlusuna ilk giren kimse, her kim olursa olsun, hakem tayin edilecek ve onun kararma herkes itirazsız uyacaktı. Kararı veren aile temsilcileri büyük bir merakla beklemeye başladılar. Herkes kendi ailesinden, soyundan birisinin gelmesini istiyordu. Ama bu istek ‘Başka aileden birisi gelirse ne olacak?’ sorusunu da düşündürüyor ve tedirginliğe yol açıyordu. Böylesi bir durumda Hacerü’l Esved’i yerine koyma şerefinden hiç pay alamazlardı. Herkesin umut ve korku içerisinde bekleştiği anda, belirlenen taraftan Muhammed’in geldiği görüldü. Herkes sevindi. Sevinçle ‘Muhammed emin birisidir; O’na güvenilir. O en doğru kararı verir. O’nun her türlü hararına razıyız demeye başladılar. Durum Muhammed’e bildirildi. Muhammed büyükçe bir örtü istedi. Örtüyü yere serip Hacerü’l-Esved’i üzerine koydu. Aile temsilcilerinden örtünün bir uzundan tutmalarını istedi. Bu şekilde yerleştirileceği yere kadar taşman Hacerü’l-Esved’i, bizzat kendisi alarak yerine koyup, çevresini sağlamlaştırdı. Bunu takiben işe devam edildi ve Kabe’nin inşası tamamlandı.

Hacerü’l Esved’i yerine koyma şerefinden pay elde. etme çekişmesi vesilesiyle yaşanan olaydan anlaşılıyor ki, o sıralar olgunluk dönemine girmiş olan Muhammed, herkesin sevdiği, güvenilen, kararlarına uyulan, bilgi ve görüşlerine itimat edilen birisiydi. Özellikle dürüstlüğü, doğru sözlülüğü her zaman açıkça gözlenmiş; hiçbir şekilde güven sarsıcı söz söylememiş, yanlış iş yapmamış birisiydi. Bu nedenle hemşehrileri tarafından asıl ismi olan ‘Muhammed’ yerine ‘ehemin sıfatıyla anılıyordu. Bu isimlendirmeyle de O, emin kimselerden birisi değil, emin kimselerin en eminiydi; hemşehrileri kendisine ’emin’ değil, ‘el-emin’ diyorlardı. Bu, Resulüllah’ın o yıllardaki kişilik ve ahlâkını anlamamızı sağlayan önemli bir bilgidir. Bunun yanı sıra, Resulüllah’ın o yıllardaki kişiliğini, ahlâki durumunu gösteren önemli bir olay daha vardır. Bu, kölesi Zeyd ile ilgili olaydır.

Kabileler arası savaşların birisinde Hârise’nin çocuk yaştaki oğlu Zeyd, rakip kabile mensupları tarafından esir alınıp, köle olarak satılmıştı. Zeyd bir kaç el değiştirdikten sonra, Hakim b. Hizam tarafından satın alındı. Hakim, onu, çok sevdiği halası Hatice’ye hediye etti. Hatice’ye hediye edilmesiyle Zeyd’in hayatının en önemli dönemi de başlamış oldu. Hatice o sıralar ‘el-emin’ olan Muhammed ile evliydi. Zeyd yeni mensubu olduğu evde özgürlüğüne kavuştu; Muhammed onu kölelikten azat etti ve istediği yere gitmekte serbest olduğunu söyledi.

Zeyd, Muhammed tarafından azat edildi; fakat bilmediğimiz bir nedenden dolayı, köle olarak girdiği evden, azat edilmiş olmasına rağmen ayrılmadı. Belki de çalışarak, memleketine dönmesini sağlayacak kadar bir birikime sahip olmayı ar-zulamıştı. Fakat, gün geçtikçe köle olarak girdiği eve ve özellikle de Muhammed’e daha çok bağlandı. Öyle ki, babası ve amcası uzun araştırmaların sonunda yerini tespit edip, bedelini vererek kendisini kölelikten kurtarmak için Mekke’ye geldiklerinde, onlarla birlikte gitmedi. Bir köle bile olsa köle olarak girdiği evde kalmaya razı olduğunu bildirdi. Muhammed’in ‘Sen tamamıyla serbestsin. İstersen babanla gidebilirsin. Ama istersen benimle ka sözlerine ‘Ben senin yanında kalacağım. Seni hiç kimseye tercih etmem. Sen benim için anne ve babam gibisin; hatta onlardan dana değerlisin karşılığım verdi. Muhammed de azat ettiği için Mekke geleneğine göre köle statüsünde olmayan Zeyd’i kendisine evlatlık olarak kabul etti. Evlatlık işlerinin bir gereği olarak da Zeyd’i Kabe’ye götürerek, çevrede bulunanların duyabileceği şekilde kararını ilan etti; ıEy insanlar! Şahit olun Zeyd benim oğlumdur. Ben ona varisim, o da bana varistir. Zeyd, bu ilandan sonra, asıl babası Harise’ye değil, Muhammed’e atfen tanınmaya başlandı; ‘Zeyd b. Muhammed1 olarak isimlendirildi.

Ebû Talib ve eşi Fâtıma’mn Muhammed açısından son derece değerli, saygın kimseler olduklarında kuşku yoktur. Çünkü, yukarıda açıklandığı üzere, bu iki insan öksüz ve yetim olarak yanlarına aldıkları Muhammed için, öz anne ve babayı aratmayacak derecede iyi ve yakın kimseler olmuşlardı. Muhammedi bütün sevgi ve şefkatleriyle bağırlarına basmışlardı. O’na anne-baba eksikliğini hiçbir şekilde hissettirmemeye çalışmışlardı. Dolayısıyla Muhammed’İn onlara karşı büyük bir sevgi ve saygı içerisinde olduğu kesindir. Bu nedenle onlara yardım etmek, onların sıkıntılarını azaltmak, onları sevindirmek Muhammed için çok büyük önem ifade ediyordu. Böylesi bir fırsatı da Hatice ile evlendikten, ticarî faaliyetleri nedeniyle ekonomik rahatlığa kavuştuktan sonra buldu. Mekke ve çevresinde kuraklığın had safhaya ulaştığı, büyük bir kıtlık baş gösterdiği yıl, Ebû Talib’e yardımda bulunma imkânını elde etti.

Anadolu, Habeşistan ve Fars gibi uzak bölgelerle ticarî ilişkide bulunacak kadar ekonomik güce sahip olanlar Mekke ve çevresini saran kuraklıktan çok fazla etkilenmemişlerdi. Ancak, Ebû Talib gibi kayda değer bir ekonomik güce sahip olmayan, ticaretten ziyade Mekke ve yakın çevresinde yürüttüğü işlerle ailesini geçindirmeye çalışanlar için kuraklık ve kıtlık, yoksulluğun çaresizliğe dönüştüğü zamanlan oluşturmuştu. Söz konusu kıtlık senesinde Ebû Talib ve ailesi büyük sıkıntılar çekiyorlardı. Ekonomik durumu iyi olan Muhammed, ekonomik durumu çok iyi olan diğer amcası Abbas’a gitti ve bir teklifte bulundu: ‘Kardeşin Ebû Talib’in çocuğu çok. Halkın başına şu gördüğün kıtlık sıkıntısı çöktü. Hadi gel, gidelim de onun kalabalığını biraz olsun azaltalım. Oğullarından birini sen, birini de ben yanıma alayım da bakımlarını üstlenelim’. Bu teklif Abbas tarafından uygun bulundu ve hemen Ebû Talib’e gidip kararlarını bildirdiler. Ebû Talib’in cevabı ‘Bana Âkil’i bırakın da ne yaparsanız yapın oldu. Muhammed amcasının bu sözü üzerine henüz çocuk yaşta olan Ali’yi, Abbas da Cafer’i yanlarına alarak evlerine döndüler. Böylelikle Muhammed ile Ali’nin beraberlikleri başlamış oldu. İnsanlar için dünya ve ahiret saadetinin yegâne teminatı olan islâm’ın en önemli temsilcisi ve müdafii olacak Ali, mübarek bir yuvanın ferdi olup, o mübarek yuvanın, kelimelerin tanımlamakta aciz kaldığı güzel, mükemmel ortamında büyüyüp, olgunlaştı.

** Resulüllah, bu inşa ile ilgili olarak eşi Hz. Aişe’ye şunları söylemiştir: ‘Mekkeiilerin Kabe’nin kapısını niçin yüksekten yaptıklarını biliyor musun? Bunu yapmalarının nedeni; istediklerini içeriye almak, istemediklerine de engel olmaktı. Güya bununla da Kabe’nin şerefini gözetmiş oluyorlardı. Bazen istemedikleri birisi içeri girmek isterse onu merdivenden aşağıya itiverirlerdi’ (Abdürrezzak, el-Musannef, V/311; Ibn Sâ’d, et-Ta-bakatü’l-Kübra, I/I/147). Resulüllah’ın belirttiği bu durumu, bir tanık ise şöyle anlatmıştır: ‘ Kur ey ş lif er, caîriliye döneminde Kabe’yi pazartesi ve perşembe günleri açarlardı. Görevliler kapının önünde dururlardı. Eğer istemedikleri birisi Kabe’ye girmek isterse onu itip, aşağıya düşürürlerdi, öyle ki, bu düşenlerden sakatlananlar, hatta ölenler olurdu’ (Ibn Sâ’d, et-Tabakatü’l-Kühra, I/I/163; Zehebî, Tarihü’l İslâm, 11/36).
 
Üst Alt