Ermeni tehciri ve Başbakan'ın taziye mesajı |Y. Bülent BAKİLER

MURATS44

Özel Üye
İstanbul Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan, 1876 yılında, Vatandaşlık Meclisi Şûrası'na sunduğu mektubunda şöyle diyor:

"Şayet günümüze kadar Ermeni milleti, millet olarak korunduysa ve inancını, kilisesini, dilini, tarihi ve kültürel değerlerini koruyorsa, tüm bunlar Türk hükümetinin Ermeni milletine gösterdiği koruma, yardım ve hayırseverlik sayesindedir. Kader, Ermenileri Türklere bağlamıştır."
Bu bağ ne yazık ki, Osmanlı'yı bölüp parçaladıktan sonra paylaşma projesi yapan ve bu amaçla, Osmanlı şemsiyesi altında yüzlerce yıl barış içinde yaşamış azınlıkları kışkırtan Avrupa devletleri (özellikle İngiltere) tarafından koparıldı.
Birinci Dünya Savaşı öncesinden itibaren silâhlandırılıp çeteleştirilen kimi Ermeniler (asla tamamı değil), savaş sürecinde eski köylerini, kasabalarını basıp eski komşularını katletmeye başladı. Rus, İngiliz, Fransız ve İtalyan konsolosları da Ermeni komitelerine para yardımında bulunuyordu.
Bu arada Türkler/ Kürtler ve sair Müslüman unsurlar da silâha sarılmış, kendilerini vuran çetelerle savaşmaya başlamıştı. Karşılıklı ölümler yaşanıyordu.
Bu durumda Osmanlı Devleti, sadece beş cephede değil, aynı zamanda kendi içindeki çetelerle ve ayrılıkçı unsurlarla da savaşmak zorunda kalmıştı.

Söyler misiniz lütfen ey insaflı Ermeniler, hangi devlet kendi içinden vurulmayı göze alabilir de böylesine "kirli" bir savaşı görmezden gelebilir?
Tabii Osmanlı Devleti de masum ve mazlum vatandaşlarını korumak zorunda kaldı. Bunun iki yolu vardı: Ya Türklerle Kürtlerin (ve sair Müslüman unsurların) arkasına devletin gücünü koyup isyancıların üstüne hışımla gidilmesini sağlayacaktı ya da gece bastırdığında silâhlanıp eski komşularına baskın veren Ermenileri başka bölgelere iskân edecekti...
İkinci yol daha uygun bulundu ve "tehcir" (zorunlu hicret, sürgün) dediğimiz olay böylece başlamış oldu. Devlet görevlilerinin gözetiminde, köylerden ve kasabalardan toplanan Ermeni vatandaşlar, kitleler halinde daha önce belirlenen bölgelere "sürgün" edildiler.
Bu başıboş bir gidiş değildi. Mülki amirler her türlü ihtiyacı karşılamakla yükümlüydü. Buna rağmen, insan olduğu yerde "hata" da olur: Nitekim Hükümet, Ermenileri sevk konusunda gerekli tüm tedbirleri almakla birlikte, bazı hatalar yapılmasının önüne geçemedi. Yol boyunca yağma amaçlı baskınlar yaşandı. Yine de ölümlerin çoğu ağır iklim şartlarından ve tifo, dizanteri gibi salgın hastalıklardan kaynaklandı.
Dolayısıyla, "tehcir" esnasında meydana gelen kayıplardan Osmanlı Devleti'ni sorumlu tutmak, hakkaniyetle bağdaşmaz. Devletin "katliam" kastı yoktu. Böyle bir kastı olsaydı hepsini yerinde "infaz" edebilirdi...

Kaldı ki, devlet, Ermenilerin sevki sırasında görevini ihmal eden ya da kötüye kullanan mülki âmirleri, memurları ve subayları anında ya görevden almış veya Divân-ı Harb-i Örfîlerde yargılayıp cezalandırmıştır.

Yazık ki, Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri, kendi gerçeğini anlatmakta fazla bir çaba göstermemiştir. Ermeni Diasporası bütün dünyada neredeyse kapı kapı dolaşıp, "Türkler bize soykırım uyguladı" yalanını yayarken, biz arşiv belgelerini kilitleyip, "yalan söylüyorlar" dışında bir tepki gösteremedik.
Ermeni çeteciler tarafından diplomatlarımız patır patır öldürürken bile, mağduriyetimizi dünyaya anlatamadık. Neden sonra arşivleri açtık, "buyurun çalışın" dedik, ama atı alan çoktan Üsküdar'ı geçti!

Yavuz Bülent BAKİLER
 
Üst Alt